بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la mukadder أنزلناه (onu indirdik.) fiiline matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِمَثَلٍ car mecruru يَأْتُونَكَ fiiline mütealliktir. اِلَّا hasr edatıdır.
جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ cümlesi يَأْتُونَكَ ’deki mef’ûlun hali olarak mahallen mansubdur.Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جِئْنَاكَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِالْحَقِّ car mecruru جِئْنَاكَ ’deki failin veya mef’ûlün mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسين بالحقّ أو متلبسّا بالحقّ (Hakka bürünerek) şeklindedir.
اَحْسَنَ atıf harfi وَ ’la بِالْحَقِّ ’ya matuf olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَفْس۪يراً kelimesi temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ اِلَّا جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki mukadder …أنزلناه cümlesine atfedilmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi ve istisna edatı ile oluşan kasr, hakkı ve daha güzel bir açıklamayı Allah Teâlâ’dan başka hiç kimsenin getiremeyeceğini, kesin olarak bildirmektedir. Kasr, hal sahibi ile hal arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراً cümlesi يَأْتُونَكَ fiilinin mef’ûlunun halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Bazı müfessirlere göre اِلَّا istisna edatı, hal olan جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراًۜ cümlesi, müstesnadır.
لَا يَأْتُونَكَ [Sana getirmezler] yani her ne zaman sana -adeta batılda mesel haline gelmiş- saçma suallerinden bir soru soracak olsalar, biz mutlaka onları susturacak, جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ وَاَحْسَنَ تَفْس۪يراً [anlamca çok güzel, itirazlarını hakkıyla cevaplayan gerçek bir cevap veririz.] (Keşşâf)
O kâfirlerin, o son derece çirkin olan, akıl dairesi dışında kalan, bu yüzden de mesel gibi sayılan o anlatılan teklifleri de bu meseller cümlesindendir. Yani o kâfirler, senin ve Kur’an hakkında eleştiri maksadıyla batıllıkta misal olan acayip bir kelam getirdiler mi, Biz mutlaka onun karşılığında, sabit olan, onu iptal eden ve dedikoduyu kesen hak cevabı getiririz. Nitekim geçen o hak cevaplar da onların o çirkin suallerinin damarlarını kesip onları tamamen ortadan kaldırmıştır. Kur’an'daki temsillerin daha güzel açıklama olmaları, haddizatında son derece güzel olmasıdır. Yoksa onların getirdikleri temsillerin de kısmen güzel oldukları, Kur’an'dakilerin ise onlardan daha güzel oldukları anlamında değildir. (Ebüssuûd)
يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ ifadesinde istiare vardır. Müşriklerin sorduğu sorular, batıl olma yönünden misale benzetilmiştir. İstiare-i tasrihiyyedir. (Mahmud Safî)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
اَحْسَنَ, atıf harfi وَ ’la بِالْحَقِّ ’ya atfedilmiştir. Gayri munsarif olması sebebiyle cer alameti fethadır.
يَأْتُونَكَ - جِئْنَاكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلَا يَأْتُونَكَ بِمَثَلٍ - جِئْنَاكَ بِالْحَقِّ cümleleri arasında mukabele vardır.
بِمَثَلٍ ’deki tenvin kıllet, nev ve tahkir ifade eder.
المَجِيءَ ve الإتْيانُ gelmek manasındadır. Ancak ayette Allah'ın getirmesiyle onların getirmesi bir olmadığı için farklı fiiller kullanılmıştır. المَجِيءَ kelimesi de الإتْيانُ gibidir. Fakat المَجِيءَ , daha umumidir. يَأْتُونَكَ ’den sonra جِئْنَاكَ fiilinin kullanıması, tefennün sanatıdır. (Alûsî)
Dahhâk dedi ki: “Ve daha güzel bir açıklama” daha güzel etraflı bilgi demektir. Yani onların örneklerinden daha güzel bir açıklama demektir. Dinleyenin bu husustaki bilgisi dolayısı ile burada “onların örnekleri” anlamındaki ifade hazf edilmiştir. (Kurtubî)اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟
اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُحْشَرُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُحْشَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى وُجُوهِهِمْ car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri; منكّسين (ters çevrilmiş olarak) şeklindedir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰى جَهَنَّمَۙ car mecruru يُحْشَرُونَ fiiline mütealliktir.
جَهَنَّمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik(özel isim olma) hem de ucmelik (Arapça olmama) vasfı vardır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟
اُو۬لٰٓئِكَ işaret ismi, اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَرٌّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَكَاناً temyiz olup fetha ile mansubdur.
اَضَلُّ atıf harfi وَ ’la شَرٌّ ’e matuftur. سَب۪يلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَضَلُّ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsmi tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek için ve bahsi geçenlerin zikrinin kerih görülmesi dolayısıyladır.
İsm-i mevsûlün sılası olan يُحْشَرُونَ عَلٰى وُجُوهِهِمْ اِلٰى جَهَنَّمَۙ , müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir.
Burada zamir yerine ism-i mevsûl gelmiştir ve sanki şöyle denilmek istenmiştir: هم يُحْشَرُونَ عَلى وُجُوهِهِمْ (Onlar yüzleri üzerinde haşrolacaklardır.) Bu durumda izmar makamında zamir gelerek sılada ifade edilen durumu bu zamirin ait olduğu kişilerin hak ettiğini göstermiştir. (Âşûr)
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُحْشَرُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
اَلَّذ۪ينَ ’nin haberi olan اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً وَاَضَلُّ سَب۪يلاً۟ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin müsnedün ileyh olarak marife olması, durumun kötülüğüne dikkat çekmek içindir ve tahkir ifade eder.
جَهَنَّمَۙ , a’cemi alem olduğu için cer alameti olarak fetha almıştır.
شَرٌّ ’a matuf olan اَضَلُّ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
مَكَاناً ve سَب۪يلاً۟ kelimeleri temyizdir.
شَرٌّ مَكَاناً ve اَضَلُّ سَب۪يلاً۟ ifadelerinde, mecâz-ı aklî sanatı vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada اَلَّذ۪ينَ zemdir, merfû veya mansubdur ya da mübtedadır, haberi de اُو۬لٰٓئِكَ شَرٌّ مَكَاناً ’dir. (Beyzâvî)
Yolun, sapkın olarak vasıflandırılması, mübalağa için mecazî isnad kabilindendir. Onlardan daha üstün olan (mufaddal aleyh), Resulullah'tır (sav). Sanki şöyle denilmiştir: Onları bu tekliflere sevk eden, Peygamberimizin yolunu sapık göstermek suretiyle mertebesini tahkir etmeleri ve kendi hallerinin, yerlerinin en kötü ve yollarının en sapık olduğunu bilmemeleridir. (Ebüssuûd)
شَرٌّ مَكَاناً (Yeri çok kötüdür) cümlesinde isnâd-ı mecazî vardır. Çünkü şer mekâna nispet olunmaz, ancak mekânın sahiplerine nispet olunur. (Safvetü’t Tefasir)وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراًۚ
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. مُوسَى mef’ûlün bih olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراًۚ
جَعَلْنَا atıf harfi وَ ’la اٰتَيْنَا ’ya matuftur. جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَعَهُٓ mekân zarfı, جَعَلْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَخَاهُ harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰرُون atf-ı beyan veya bedeldlr.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَز۪يراًۚ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراًۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَجَعَلْنَا مَعَهُٓ اَخَاهُ هٰرُونَ وَز۪يراً cümlesi kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)
اَخَاهُ ’dan sonra هٰرُونَ denmesi, kapalılığı giderme amacıyla yapılan ıtnâbdır.
Ayette kitabın verilmesi ibaresinde أعطي yerine, أتي fiilinin kullanılması mürâât-ı nazîr sanatının güzel bir örneğidir.
Vahyin Kur’an’da kitap olarak vasfedilişi; لَوْلا نُزِّلَ عَلَيْهِ القُرْآنُ جُمْلَةً واحِدَةً [Kur’an ona bir defada indirilseydi ya!] (Furkan Suresi, 32) diyen müşriklerin cehaletlerinden tarizdir. Zira peygamberlere verilen kitaplar, ancak peyderpey inmiş olan ve onların toplayıp tabiilerine yazdırdıkları kitaplardır. (Âşûr)
اٰتَيْنَا ve جَعَلْنَا fiilleri, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Bu cümle, daha önce كَفى بِرَبِّكَ هادِيًا ونَصِيرًا [teselli ve hidayet verici ve yardımcı olarak Allah sana yeter] ayetinde de geçen hidayet ve zafer vaadinin tekidi mahiyetindedir. Zira burada zikredilen peygamberler ile kavimleri arasında cereyan eden hadiseler, icmali fakat maksat için yeterli bir şekilde hikâye edilmektedir. (Ebüssuûd)
Zeccâc şöyle demiştir: Arapçada “vezir”, kendisine başvurulan ve fikrinden istifade edilen kimse demektir. O halde وَز۪يراًۚ , “sayesinde (yanlışlıklardan), korunulan” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
آتَى fiili, اَعْطَى fiili birbirinden farklıdır: O halde bu anlatılanlardan ortaya çıkan sonuçlar şunlardır:
1- آتَى fiilindeki hemze, اَعْطَى fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır. اَعْطَى ise hem az hem de çok şeyler için kullanılır. آتَى ; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delalet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır. اَعْطَى ise ت 'den daha yüksek ve açık olan ط harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.
2- آتَى fiili, maddi ve manevi konularda ve اَعْطَى fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.
3- اَعْطَى mülk edinme manasını taşır, bu mana آتَى fiilinde yoktur.
4- آتَى fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki اَعْطَى fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.
5- Madem ki اَعْطَى fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar, isterse dilediğine verir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 107-108)فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراًۜ
Zehebe ذهب : ذَهَبٌ herkes tarafından bilinen altındır. ذَهابٌ ise gitmektir.
Hem if’al babındaki formu أذْهَبَ الشَّيْء şeklinde hem de sülasi formu بِ harfi ceriyle ذَهَبَ بِالشَّيْءِ şeklinde bir şeyi götürmek anlamında hem maddi hem manevi konularda kullanılabilir.
الذَّهاب geçtiği her yerde uygunluğuna göre hususi bir hareket, bir görüş açıklamak, meslek ve yol seçip bu yol üzere suluk etmek; nur, basiret ve tevfiki kaybetmek; korku, endişe ve hasreti gidermek gibi yerlerde kullanılabilir. Yalnız bunların tamamında maddi ya da manevi bir noktadan mahsus (özel) bir hareket gerçekleşmesi mülahaza edilir. (Müfredat- Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 56 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri mezheb, tezhip, müzehhip ve zehaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ ’dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اذْهَبَٓا fiili نَ ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى الْقَوْمِ car mecruru اذْهَبَٓا fiiline mütealliktir.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الْقَوْمِ ’ün sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَّبُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراًۜ
Ayet atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; فذهبا إليهم فكذّبوهما فدمّرناهم (Onlara gittiler, onlar bu ikisini yalanladılar ve onları yerle bir ettik.) şeklindedir.
دَمَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تَدْم۪يراً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَمَّرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi دمر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَقُلْنَا اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۜ فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراًۜ
فَ , atıf harfiyle …جعلنا cümlesine atfedilen bu ayette Allah Teâlâ mütekellim olarak azamet zamiriyle hitap etmiştir. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan اذْهَبَٓا اِلَى الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır. Emrin cevabı mahzuftur. فذهبا إليهم (ve onlara gittiler) şeklinde takdir edilebilir. Az sözle çok mana ifade edilmiştir. Bu îcazla direk olarak muhatabı ilgilendiren sonuç söylenmiş, bu arada kolayca anlaşılacak şeylerle zihni meşgul edilmemiştir.
الْقَوْمِ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اٰيَاتِنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan ayetlere, tazim ve teşrif ifadesi vardır.
Hz. Musa ile Hz. Harun’un kavminin tekziple vasıflandırılmasının, ancak hadisenin Resulullah'a (sav) hikâye edilmesi sırasında olması, bundan sonra zikredilecek yerle bir edilmeyi niçin hak ettiklerini beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)
فَدَمَّرْنَاهُمْ تَدْم۪يراً cümlesi atıf harfi فَ ile gelerek hükümde ortaklık nedeniyle …فَقُلْنَا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındaki فَدَمَّرْنَاهَا تَدْم۪يراً cümlesinde, mef’ûlu mutlak olan تَدْم۪يراً , tekid ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Buradaki takibiyye (hemen peşi sıra olma), helakin meydana gelmesi açısından değil, helake hükmedilmesi bakımındandır. Allah Teâlâ'nın bu kıssayı özet halinde sunmak istediği ve bundan dolayı da kıssanın sadece başı ile sonunu zikretmiş olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)
Hz. Musa'ya Tevrat'ın verilmesi, kavminin helakından sonra olup diğer mucizeler gibi onların helakında etkili bir unsur olmadığı halde kıssanın başında zikredilmesi, kıssanın başında, Hz. Musa'nın tam kemale erdiğini ve onun emellerinin en büyüğü olan İsrâiloğullarının, firavunun sultasından kurtarılması ve Tevrat'ın hükümleriyle onların hakka irşat edilmeleri emeline nail olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
فَدَمَّرْنَاهَا - تَدْم۪يراً arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَـذَاباً اَل۪يماًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَوْمَ | ve kavmi |
|
2 | نُوحٍ | Nuh |
|
3 | لَمَّا | vakit |
|
4 | كَذَّبُوا | yalanladıkları |
|
5 | الرُّسُلَ | peygamberleri |
|
6 | أَغْرَقْنَاهُمْ | onları boğduk |
|
7 | وَجَعَلْنَاهُمْ | ve onları yaptık |
|
8 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
9 | ايَةً | bir ibret |
|
10 | وَأَعْتَدْنَا | ve hazırladık |
|
11 | لِلظَّالِمِينَ | zalimlere |
|
12 | عَذَابًا | bir azab |
|
13 | أَلِيمًا | acıklı |
|
وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la اٰتَيْنَا ’ya matuftur.
قَوْمَ kelimesi sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أغرقنا قوم نوح (Biz Nuh kavmini boğduk.) şeklindedir.
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfı olup mahzuf fiile mütealliktir. Cümleye muzâf olur.
كَذَّبُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الرُّسُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلْنَاهُمْ atıf harfi وَ ’la اَغْرَقْنَاهُمْ ’e matuftur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِلنَّاسِ car mecruru amili جَعَلْنَا ’nın mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. اٰيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَغْرَقْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
كَذَّبُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَـذَاباً اَل۪يماًۚ
اَعْتَدْنَا atıf harfi وَ ’la mukadder اَغْرَقْنَا fiiline mütealliktir.
اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لِلظَّالِم۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallik olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. عَـذَاباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اَل۪يماً kelimesi عَـذَاباً ’nin sıfatı olup mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَعْتَدْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi عتد ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
ظَّالِم۪ينَ sülâsi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَوْمَ نُوحٍ لَمَّا كَذَّبُوا الرُّسُلَ اَغْرَقْنَاهُمْ وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ
Ayet 35. ayetteki …وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى cümlesine atfedilmiştir.
قَوْمَ , sonraki açıklamanın delaletiyle mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri, أغرقنا (boğduk) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şarttan mücerret zaman zarfı لَمَّا bu ayette حين manasındadır.
Yine müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan كَذَّبُوا الرُّسُلَ cümlesi, لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
لَمَّا ; mazi fiile dahil olduğunda iki ayrı cümlenin varlığını gerektirir. Birinci cümlenin bulunması ikinci cümlenin de bulunmasını gerektirir. لَمَّا harfi var olan birşeyden dolayı var olmayı gerektiren harftir. Bazı ulema bu takdirde لَمَّا ’nın حين manasında zarf olduğunu kabul eder. (Suyûtî, İtkan)
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Fasılla gelen اَغْرَقْنَاهُمْ cümlesi, tefsiriyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen وَجَعَلْنَاهُمْ لِلنَّاسِ اٰيَةًۜ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Mef’ûl olan اٰيَةًۜ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِلنَّاسِ , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
وَاَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ عَـذَاباً اَل۪يماًۚ
Cümle mukadder اَغْرَقْنَا fiiline atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَل۪يماً , kelimesi عَـذَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
عَذَابًا kelimesi nekre gelerek derecesinin bilinemeyecek türden bir azap olduğu ifade edilmiştir. Bu da korkutmayı artıran bir etkendir. Sıfat da bu manayı tekid etmiştir.
“Hor hakir eden azap” ibaresinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı mürsel vardır.
Burada zamir makamında zahir isim olarak لِلظَّالِم۪ينَ kullanılması dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Böylece azabın sebebine dikkat çekilmiştir.
Ayetteki اَغْرَقْنَاهُمْ - جَعَلْنَاهُمْ - اَعْتَدْنَا fiilleri mazi sıygada gelmiş ve azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Zalimlerin genel ve özel olma ihtimali vardır. Özelse, zamir yerine zahir konulması onları zalimlikle damgalamak içindir. (Beyzâvî)
Burada zalimlerden murad, Hz. Nuh’un kavmidir. Onların zalim olarak ifade edilmeleri, küfür ve tekzipte haddi tecavüz ettiklerini bildirmek içindir. Acıklı azaptan murad da ahiret azabıdır. (Ebüssuûd, Âşûr)
وَعَـاداً وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُوناً بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يراً
وَعَـاداً وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُوناً بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يراً
Ayet atıf harfi وَ ‘la اَعْتَدْنَا fiiline matuftur.
عَـاداً mahzuf fiilin mef’ûlü bihi olarak fetha ile mansubdur. Takdiri; دمّرنا أو أهلكنا (yok ettik veya helak ettik) şeklindedir. ثَمُودَا ve اَصْحَابَ الرَّسِّ atıf harfi وَ ‘la عَـاداً ‘e matuftur.
اَصْحَابَ muzâf olup fetha ile mansubtur. الرَّسِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قُرُوناً atıf harfi وَ ‘la عَـاداً ‘e matuftur. بَيْنَ mekân zarfı, قُرُوناً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
ذٰلِكَ ism-i işaret muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir. كَث۪يراً kelimesi قُرُوناً ‘nin ikinci sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَـاداً وَثَمُودَا۬ وَاَصْحَابَ الرَّسِّ وَقُرُوناً بَيْنَ ذٰلِكَ كَث۪يراً
عَـاداً , önceki ayetteki اَعْتَدْنَا fiiline matuf, mahzuf bir fiilin mef’ûlüdur. Takdiri, دمّرنا veya أهلكنا (yok ettik veya helak ettik.) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Buradaki dört ayrı isim, sonraki ayetteki تَبَّرْنا ’nın delalet eden mahzuf bir fiile nispet edilmiştir. Takdim edilmesinin (öncelenmesinin) sebebi, onlardan verilecek olan haber hakkında merak uyandırmaktır. Böylelikle bu isimlerin 36. ayetteki فَدَمَّرْناهم تَدْمِيرًا ifadesindeki mansub zamire atıfla mansub olmaları da mümkündür. (Âşûr)
كَث۪يراً kelimesi قُرُوناً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
قُرُوناً ’dan murad, o zaman biriminde yaşayan insanlardır. Hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Kelimedeki tenvin kesret ve tahkir ifade etmektedir.
عَـاداً - ثَمُودَا۬ - الرَّسِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Helak edilenlerin sayılması taksim sanatıdır.
Ayetin başındaki عَـاداً kelimesi ya bir önceki ayetteki onları ibret yaptık ifadesindeki هُمْ (onlar) zamirine yahut da ظَّالِم۪ينَ ifadesine atıftır. Çünkü bunun manası, “Biz zalimlere acıklı bir azap hazırladık, vaîdde bulunduk.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Onlar için bu icmâli beyan ile iktifa edilmesi, bunların her biri şöhrette ve kıssanın garabetinde, zikredilen ümmetler mesabesinde olmadığından dolayı olabilir. (Ebüssuûd)وَكُلاًّ ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً
وَكُلاًّ ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً
Ayet, atıf harfi وَ ’la دمّرنا) عَـاداً)’e matuftur. كُلاًّ kelimesi sonrasında onu tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أنذرنا أو خوّفنا (Uyardık veya korkuttuk.) şeklindedir.
ضَرَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru ضَرَبْنَا fiiline mütealliktir.
الْاَمْثَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كُلاًّ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَبَّرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. تَتْب۪يراً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَبَّرْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi تبر ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَكُلاًّ ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً
Ayet, 36. ayetteki mukadder دمّرنا fiiline matuftur. كُلاًّ sonraki açıklamanın delaletiyle, mahzuf bir fiilin mef’ûludur. Takdiri, أنذرنا أو خوّفنا (Uyardık veya korkuttuk) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كُلاًّ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
Fasılla gelen ضَرَبْنَا لَهُ الْاَمْثَالَۘ cümlesi, tefsiriyyedir. Tefsir cümleleri öncesinden ne kastedildiğini açıklayan beyan cümleleridir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mukadder أنذرنا cümlesine atfedilmiş olan وَكُلاًّ تَبَّرْنَا تَتْب۪يراً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan manevî tekid harfi كُلاًّ , amiline takdim edilmiştir.
كُلاًّ (Her birine) lafzı; “Biz bunların hepsine öğüt verip hatırlattık.” veya benzeri bir takdirle nasb edilmiştir. Çünkü misallerin verilmesi, hatırlatmak ve öğüt vermek demektir. (Kurtubî)
تَتْب۪يراً kelimesi تَبَّرْنَا fiilinin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Mef’ûlu mutlak tekid ifade eder.
تَتْب۪يراً kelimesi, ‘kırıp dökmek, un ufak etmek’ anlamındadır. Altının, gümüşün ve camın kırıkları anlamına gelen ألتِّبْرُ kelimesi de bu köktendir. (Fahreddin er-Râzî, Keşşâf)
تَتْب۪يراً - تَبَّرْنَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, كُلاًّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَتَوْا | vardılar |
|
3 | عَلَى |
|
|
4 | الْقَرْيَةِ | kente |
|
5 | الَّتِي |
|
|
6 | أُمْطِرَتْ | yağmura tutulan |
|
7 | مَطَرَ | yağmuruna |
|
8 | السَّوْءِ | bela |
|
9 | أَفَلَمْ | -mıydı? |
|
10 | يَكُونُوا |
|
|
11 | يَرَوْنَهَا | onu görmüyorlar- |
|
12 | بَلْ | hayır |
|
13 | كَانُوا | onlar |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يَرْجُونَ | ummuyorlardı |
|
16 | نُشُورًا | tekrar dirilip kalkmayı |
|
وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَتَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عَلَى الْقَرْيَةِ car mecruru اَتَوْا fiiline mütealliktir.
الَّت۪ٓي müfred müennes has ism-i mevsûl الْقَرْيَةِ sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُمْطِرَتْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُمْطِرَتْ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i fail müstetir olup takdiri هى ’dir.
مَطَرَ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. السَّوْءِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُمْطِرَتْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مطر ’dır.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ
Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi فَ ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أيمرّون (Yürüyüp gitmiyorlar mı?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَكُونُوا fiili نَ ’un hazfıyla nakıs, meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَرَوْنَهَا fiili, يَكُونُوا ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يَرَوْنَهَا fiili نَ ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً
بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُوا damme üzere mebni, nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
يَكُونُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
لَا يَرْجُونَ نُشُوراً cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَرْجُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. نُشُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ الَّت۪ٓي اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِۜ
وَ , istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. قَدْ ve لَ tekid edilmiş cevap cümlesi olan …وَلَقَدْ اَتَوْا عَلَى الْقَرْيَةِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
الْقَرْيَةِ için sıfat konumundaki müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ٓي ’nin sılası olan اُمْطِرَتْ مَطَرَ السَّوْءِ cümlesi, müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اُمْطِرَتْ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الإتْيانُ , geliş demektir. Harf-i cerle müteaddi olması مَرُّوا manasını içerdiği içindir. (Âşûr)
الْقَرْيَةِ kelimesi Kur’an’da, hem mesken ve yerleşim alanının hem de içinde oturan halkın (sakinlerin) adı olarak iki manada kullanılmıştır. قَرْيَةِ burada meskenler ve binalar manasındadır. Burada karyeden kasıt onun halkıdır. Çünkü zulmeden ve zulümleri sebebiyle Allah tarafından cezaya çarptırılan onlardır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
Burada اَتَوْا fiili kullanılmıştır, çünkü onların bu gelişi kolaydı, gelişinde meşakkat yoktu, yolları üzerinde bir yere uğramışlardı. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 72)
اُمْطِرَتْ - مَطَرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayet-i kerimede geçen السَّوْءِ kelimesi ساء fiilinin masdarıdır. Bütün cinslere delalet eden masdarla vasıflanan yağmur, adeta belanın, kötülüğün kaynağı olmuştur.
Malum olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübâlağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)
Bu kelam-ı kerim, onların, darmadağın edilmiş bazı ümmetlerin helak kalıntılarını gördüklerini ve onlardan ibret almadıklarını beyan etmektedir. Bu kelamın başında yeminin zikredilmesi, içeriğini ziyadesiyle açıklamak içindir. (Ebüssuûd)
اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَاۚ
Atıfla gelen اَفَلَمْ يَكُونُوا يَرَوْنَهَا cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أيمرّون (Yürüyüp gitmiyorlar mı?) şeklindedir.
Hemze istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle inkâr manası taşımaktadır. “Onu görmediler mi?” zahirindeki cümle “Onu görmemiş olmaları mümkün değildir.” anlamındadır. Muhataba ikrar ettirmek amaçlıdır. Bu yüzden mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَرَوْنَهَاۚ cümlesi, كان ’nin haberidir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette بَلْ , idrâb harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi olan لَا يَرْجُونَ نُشُوراً , menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
لَا يَرْجُونَ نُشُوراً [tekrar dirilmeyi ummuyorlar] sözü; ahiret hayatına inanmamaktan kinayedir.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
يَكُونُوا - كَانُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, لَمْ يَكُونُو - كَانُوا kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatı vardır.
بَلْ كَانُوا لَا يَرْجُونَ نُشُوراً [Hayır, onlar dirilmeye inanmayan, bunu ummayan kâfir bir topluluk oldular.] demektir. Alimlerin bu ayette geçen يَرْجُونَ kelimesinin tefsiri hususundaki en kuvvetli görüş Kâdî'ninkidir. Bu görüşe göre bu kelime, hakiki anlamda “ummak” manasına hamledilmiştir. Zira insan, ahiret mükafatını umduğu için, tekliflerin yorgunluklarına, tefekkür ve istidlalde bulunmanın meşakkatlerine katlanır. Binaenaleyh, ahirete inanmazsa o ahiretin herhangi bir mükâfatını ummaz, böylece de o mükellefiyetlerin zorluklarına ve şıklıklarına katlanamaz.
(Fahreddin er-Râzî)
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَوْكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاَوْ mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَتَّخِذُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. هُزُواً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتَّخِذُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً
Hemze istifhâm harfidir. هٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ cümlesi mukadder sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri, ... يقولون أهذا الذي (Bu mu … derler.) şeklindedir.
Mukadder söz يَتَّخِذُونَكَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
İşaret zamiri هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası بَعَثَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَعَثَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.
رَسُولاً mahzuf ait zamirin hali olup fetha ile mansubdur. Takdiri; بعثه الله مرسلا (Allah’ın resul olarak gönderdiği) şeklindedir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا رَاَوْكَ اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواًۜ
وَ , istînâfiyyedir. Şart cümlesi olan رَاَوْكَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88)
Ayetin başındaki اِذَا edatının cevabı, mukadder olan قول (söylemek) kelimesidir. Yani “İstihza ederek seni gördükleri zaman ‘Bu mu, Allah'ın peygamber olarak gönderdiği!’ derler.” demektir. Cenab-ı Hakk'ın sözleri ise اِذَا edatıyla onun cevabı arasına girmiş olan bir itiraziyye cümlesidir. (Fahreddin er-Râzî)
فَ , karinesi olmadan gelen اِنْ يَتَّخِذُونَكَ اِلَّا هُزُواً şeklindeki cevap cümlesinde اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Faille mef’ûlü arasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr üslubu ve müstesnanın masdar şeklinde gelmesi mübalağa ifade eder. يَتَّخِذُونَكَ fiilinin muzari gelmesi bu alay etmenin devam ettiğine delalet eder.
هُزُواً kelimesi ism-i mef'ûl manasında masdardır. Bu, mübalağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 4, s. 88)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً
اَهٰذَا الَّذ۪ي بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً cümlesi, takdiri يقولون (Derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir. Bu cümle يَتَّخِذُونَكَ fiilinin failinden haldir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan mekulü’l-kavl, isim cümlesi formunda gelmiştir. Müsned konumundaki الَّذ۪ي ’nin sılası بَعَثَ اللّٰهُ رَسُولاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen mana itibari ile alay etmek, inkâr etmek ve aşağılamak amacı taşıyan cümle istifham manasından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle, müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi mütekellimin tahkir amacının çok açık ifadesidir.
رَسُولاً ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işarettir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Bu ayette, inkârcıların Resulullah’ı (s.a.) peygamber olarak kabul etmemeleri bir soru cümlesiyle ifade edilmiştir. Şu halde “Biz seni peygamber olarak kabul etmiyoruz.” cümlesiyle mezkûr ayet arasındaki farkları ve belâgat açısından bu iki cümlenin vurgularını araştırıldığında, ayetin sibâkında da belirtildiği üzere inkâra ek olarak alay ve küçümseme anlamlarını taşıdığı görülecektir. Bu durum, hem ayetlerdeki uyumu ve her bir bölümün diğer bölümleri desteklediğini, hem de tek başlarına kaldıklarında mevcut anlam alanının zenginliğini ortaya koyar. Açık olumsuzlama öğesi içermemekle beraber zımnî ve müstehzî olumsuzlama içeren cümleler, elbette hedef anlamı belirtmek açısından çok daha etkilidir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
Bu mu? işareti de hakaret içindir. Onu tamamen reddettikleri halde kabullenip de peygamber bu mu demeleri alay ve istihza yolludur. Eğer öyle olmasa idi: Allah'ın peygamberi olduğunu iddia eden bu mu, derlerdi? (Beyzâvî, Fahreddin er-Râzî)
Burada müşriklerin sözünde Muhammed’e (sav) ait zamir hazf edilmiştir. Bu; müşriklerin O’na duyduğu kin ve çekememezliğin göstergesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayeti kerimede yakınlık için olan ism-i işaret tahkir için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ |
|
|
2 | كَادَ | nerdeyse |
|
3 | لَيُضِلُّنَا | bizi saptıracaktı (diyorlar) |
|
4 | عَنْ | -dan |
|
5 | الِهَتِنَا | tanrılarımız- |
|
6 | لَوْلَا | eğer etmeseydik |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | صَبَرْنَا | biz kararlılık |
|
9 | عَلَيْهَا | onda |
|
10 | وَسَوْفَ | ve yakında |
|
11 | يَعْلَمُونَ | bileceklerdir |
|
12 | حِينَ | zaman |
|
13 | يَرَوْنَ | gördükleri |
|
14 | الْعَذَابَ | azabı |
|
15 | مَنْ | kimin |
|
16 | أَضَلُّ | sapık olduğunu |
|
17 | سَبِيلًا | yolunun |
|
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا
اِنْ tekid ifade eden muhaffefe اِنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, إنه şeklindedir.
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs zamiri)nde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiruş şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamirul kıssa (هِيَ – هَا)
Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiruş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker. Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir. İş zamirleri 3’e ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri >هُوَ – هِيَ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri >ىهُ – هَا) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ ، أَنَّ ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ , أَنْ , إِنْ ’den sonra hazf edilmiş olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَادَ ile başlayan isim cümlesi اِنْ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَادَ mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَادَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.
Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın … , neredeyse … , -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur’an’da sadece كَادَ ’nin kullanımına rastlanılmıştır. كَادَ fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve meful alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, اِنْ ‘in muhaffefe اِنَّ olduğuna delalet eden lam-ı farikadır. لَيُضِلُّنَا cümlesi كَادَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُضِلُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ اٰلِهَتِنَا car mecruru يُضِلُّنَا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُضِلُّنَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ضلٌَ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; لصرفنا عنها (Bizi onlardan uzaklaştıracaktı) şeklindedir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur.
صَبَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهَا car mecruru صَبَرْنَا ’ya mütealliktir.
وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif/erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid/vurgu olurlar.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. ح۪ينَ zaman zarfı olup يَعْلَمُونَ fiiline mütealliktir.
يَرَوْنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ح۪ينَ cümleye muzaf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla mahzuf elif üzere merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَنْ اَضَلُّ cümlesi amili يَرَوْنَ ’nin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ soru ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. اَضَلُّ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. سَب۪يلاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كَادَ لَيُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kâfirlerin sözlerinin devamıdır.
اِنْ , tahfif edilmiş اِنّ ’dir. Nakıs fiil كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberi olan يُضِلُّنَا عَنْ اٰلِهَتِنَا cümlesine dahil olan lam, اِنْ ’in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.
Ayetin başındaki harf اِنَّ ’den hafifletilen اِنْ ’dir. لَيُضِلُّنَا kelimesinin başındaki لَ da كَادَ ’nin başındaki اِنْ ’in şartiyye ve olumsuzluk için olmadığını, bunun اِنَّ ’den hafifletilmiş olduğunu gösteren lamdır. (Fahreddin er-Râzî)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَوْلَٓا اَنْ صَبَرْنَا عَلَيْهَاۜ
Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. اَنْ ve akabindeki صَبَرْنَا عَلَيْهَا cümlesi masdar teviliyle mahzuf haber için mübteda konumundadır. Takdiri, موجود olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَوْلَٓا ’nın, takdiri لصرفنا عنها (Bizi onlardan uzaklaştıracaktı) olan cevabı, öncesinin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Onların bu sözleri, Hz. Peygamberin (sav) onları, putlara tapmaktan alıkoyma, vazgeçirme hususunda ne denli çalıştığına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
لَوْلَٓا (…masaydık) ifadesi Nahiv ilmi açısından değil ama mana bakımından mutlak hükmü sınırlandırmaktadır. وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ (Öğrenecekler) ifadesi bir tehdit ve verilen mühlet ne kadar uzarsa uzasın ondan kurtulamayacaklarını, azabın mutlaka gelip onları bulacağını, dolayısıyla ertelemeye aldanmamaları gerektiğinin bir delilidir. “Kimin yanlış yolda gittiğini” ifadesi “bizi saptırmasına ramak kalmıştı” sözlerine bir cevap gibidir; çünkü o ifadede, ancak kendisi sapıtmış olanın bir başkasını saptıracağı hakikati çerçevesinde, Peygambere (sav) sapkınlık nispet edilmektedir. (Keşşâf)
وَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ح۪ينَ يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. İstikbal harfi سَوْفَ tehdit makamında tekid ifade eder.
Tesvif harfi سَوْفَ ’den murad, tekiddir. Çünkü iki tesvif harfi de - قَدْ harfinin mazi fiili tekidi gibi - müstakbel manayı tekid eder. Gelecekte muhakkak bileceklerini ifade eder. Şu an için bilene gelince, bunun gerçek olduğuna güveninden kinayedir. Onlar batıldadır. (Âşûr, Araf Suresi, 123)
Zaman zarfı ح۪ينَ ’nin müteallakı, يَعْلَمُونَ fiilidir. Muzâfun ileyh konumundaki يَرَوْنَ الْعَذَابَ مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَنْ اَضَلُّ سَب۪يلاً cümlesi يَعْلَمُونَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan اَضَلُّ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
سَب۪يلاً , temyizdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
[İleride azabı gördükleri zaman yolca kimin daha sapkın olduğunu bilecekler] cümlesi de “Neredeyse bizi gerçekten saptıracaktı.” sözlerine cevaptır. Çünkü bu, ondan gerekeni ve onu lâzım kılanı bertaraf etmektedir. Bunda onlara mühlet verse de ihmal etmeyeceğine delil vardır. (Beyzâvî, Ebüssuûd)
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ
Hemze istifhâm harfidir. رَاَيْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَنِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اتَّخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلٰهَ mukaddem ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَوٰيهُ muahhar mef’ûlun bih olup mukadder fetha üzere mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اتَّخَذَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ
Hemze istifhâm harfidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْتَ تَكُونُ cümlesi اَرَاَيْتَ ’nin ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاً cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تَكُونُ nakıs, merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونُ ’nün ismi هى , müstetir olup mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru وَك۪يلاً ’e mütealliktir. وَك۪يلاً kelimesi تَكُونُ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve taaccüp amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَرَاَيْتَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنِ ‘in sılası اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlün, ism-i mevsûlle ifade edilmesi sonraki habere dikkat çekmek ve tahkir içindir.
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir.
[Hevâ ve hevesi ile ilâhını edinen kimseyi gördün mü?] anlamındadır. Bu durumda cer edatı olan ب hazf edilmiş olmaktadır. (Kurtubî)
İkinci mef’ûlün öne alınması ona önem verildiği içindir. (Beyzâvî)
اَرَاَيْتَ ifadesi, hem bildirmek (ilâm) hem de soru için uygun olan bir ifadedir. Burada ise niteliği ve vasfı böyle böyle olan bir kimsenin cehaletine karşı duyulan şaşkınlığı dile getirmek (teaccüp) için gelmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُ [Kötü duygularını kendisine ilâh edinen kimseyi gördün mü?] cümlesi, muhatabı hayrete düşürmeyi ifade eder. Burada, hayret edilen şeye itina gösterildiği için, ikinci tümleç birincisinden önce söylenmiştir. Aslı şöyledir: إتَّخَذَ هَويهُ إلهاً لَهُ (Safvetü’t Tefasir)
هَوٰي ; nefsin kendiliğinden yöneldiği istek ve arzusu, soyut isteğidir. (Elmalılı)
Bu istifhamda, onların imana gelmelerinden ümit kesme manası vardır. Ayrıca Peygamberin, onların haline üzülmemesine ve onların kendi menfaatlerini bilmemede, ileriyi görememede hayvanlar gibi olduklarına işaret vardır. (Sahip Aktaş, Kur’an’da İstifhâm Üslûbu)
اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلاًۙ cümlesi, اَرَاَيْتَ ’nin ikinci mef’ûlü bihidir. Cümlenin başındaki hemze inkâri istifham harfidir.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkarî mana murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi اَنْتَ ‘nin haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Car mecrur عَلَيْهِ amili وَك۪يلاً ’e ihtimam için takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Birinci istifham takrir ve şaşma içindir, ikincisi ise inkâr içindir. (Beyzâvî)
Kendi yolunu çizmek isteyen bir genç varmış. Yetişkinlerin öğütlerine gözlerini devirir, kulak vermezmiş. Geçmişle bugünün ne alakası var diye düşünürmüş. Arkadaşlarıyla bir araya geldiğinde, hepsi de aynı cümleleri kuruyor diye gülermiş. Genç büyümüş, belki nefsi de biraz yaşlanmış. Kendinden küçüklere baktıkça anlamış. Özgürlüğünü ilan etme ısrarlarıyla, meğer ne kadar çok zaman kaybetmiş. Kendisine verilen nasihatleri, zamanında dinleseymiş, bulunduğu yerlere belki daha çabuk gelirmiş. Geçmişten bugüne, aslında insan özünde hep aynıymış. Hayatı belki daha da kolaylaşmış ama nefsinin istekleri pek de değişmemiş. Kalb ile nefsin mücadelesi hep var olmuş. Zamanın genci de küçüklere nasihat etmeye başlamış. Onlar da ona gözlerini devirmiş, arkasından da gülmüş. Kendi gençliğini hatırlayıp tebessüm edermiş. Bu, dünya döndükçe, devam edecek bir kısır döngüymüş. Ey Allahım! Bizi; doğru zamanda, geç kalmadan ibret alanlardan eyle. Hakikati olduğu gibi işitmemizi ve görmemizi nasip eyle. Hakikati, nefsani isteklerimize göre şekillendirme hatasına düşmekten koru. Aklını kullanarak, Senin emirlerine uygun bir hayat yaşamamızı kolaylaştır. Geçici istekler uğruna Senin rızana aykırı davranma gafletine düşmekten Sana sığınırız. Bizi; geçmiş kavimleri helaka sürükleyen hataları işlemekten koru. Ey bizi akıl ile nimetlendiren Allahım! Bizi; aklını kullananlardan ve aklını kullananlarla beraber eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji