Furkan Sûresi 15. Ayet

قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً  ...

De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedîlik cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَذَٰلِكَ bu mu?
3 خَيْرٌ daha iyi خ ي ر
4 أَمْ yoksa
5 جَنَّةُ cennet (mi?) ج ن ن
6 الْخُلْدِ ebedi خ ل د
7 الَّتِي
8 وُعِدَ va’dedilen و ع د
9 الْمُتَّقُونَ muttakilere و ق ي
10 كَانَتْ olan ك و ن
11 لَهُمْ onlar için
12 جَزَاءً mükafat ج ز ي
13 وَمَصِيرًا ve varış yeri ص ي ر
 

İnkârcılarla müminlerin, dünyada yapıp ettiklerinin karşılığı olarak âhiretteki âkıbetleri hakkında çok kısa bir karşılaştırma yapılarak insanların akıllarını başlarına almaları öğütlenmektedir.

Yukarıdaki cehennem tasvirine mukabil burada cennetin iki özelliği öne çıkarılmıştır: a) Cennet hayatının ve mutluluğunun sonsuz oluşu, 

b) Orada bulunanların, diledikleri bütün güzellikleri elde edebilecekleri. Âyette bunun müttakilere (takvâ sahipleri) Allah’ın bir vaadi olduğu bildirilmektedir. Burada müminlerin inanç ve yaşayışları hakkında ayrıntılı bilgi verilmeden onlar sadece takvâ sahipleri olarak anılmıştır. Bu da gösteriyor ki Kur’an dilinde takvâ kavramı, imandan başlamak üzere Allah’a itaat ve saygı anlamı taşıyan bütün olumlu tutum ve davranışları içermektedir. Bunu dikkate alarak âyetteki söz konusu kelimeyi, “Allah’a saygılı olmayı ilke haline getirmiş olanlar” şeklinde çevirmeyi uygun bulduk.

“Bu, rabbinin, gerçekleşmesi istenen bir vaadidir” şeklinde çevirdiğimiz 16. âyetin son cümlesi değişik şekillerde açıklanmış olup bunların ikisi şöyledir: a) Müminlerin ebedî kalacakları ve diledikleri her şeyi elde edebilecekleri cennet, onların, “Rabbimiz! Peygamberlerine vaad ettiğin şeyleri bize de ver” diye dua ederek gerçekleşmesini daha dünyadayken istedikleri ilâhî bir vaaddir. b) Bu cennet, Allah’ın, yerine getirilmesi kesin olan, kendisinden gerçekleştirmesi istenecek olan bir vaadidir (Taberî, XVIII, 188-189). Allah’ın vaadinden dönmesi düşünülemeyeceği için (Hac 22/47; Rûm 30/6) bu vaadini de mutlaka yerine getirecektir.

 

  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 113-114
 

قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, اَذٰلِكَ خَيْرٌ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifhâm harfidir. İşaret zamiri  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hazf edilmiştir. (Âşûr)

اَمْ, munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 

1. Muttasıl  اَمْ

2. Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَنَّةُ  kelimesi mübteda olan  ذٰلِكَ ’ye matuftur. Aynı zamanda muzâftır. الْخُلْدِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  جَنَّةُ ’in sıfatı olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlun sılası  وُعِدَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُعِدَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْمُتَّقُونَ  kelimesi naib-i fail olup ref alameti و dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.


كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً

 

İsim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هى’dir.  تْ  te’nis alametidir. 

لَهُمْ  car mecruru  جَزَٓاءً ’e matuftur.  جَزَٓاءً  kelimesi  كَانَتْ ’in haberi olup lafzen mansubdur.  مَص۪يراً  atıf harfi  وَ ’la  جَزَٓاءً ’e matuftur. 

 

قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلِ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَذٰلِكَ خَيْرٌ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen azarlama ve alaya alma amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Sübut ve istikrar ifade eden isim cümlesinde haber olan  خَيْرٌ, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene tahkir manasının yanında müsnedin, muhatabın zihninde daha iyi tasavvur edilerek yerleşmesi içindir.

ذٰلِكَ  ile işaret edilen cennetin karşıtı ve  اَمْ ’in muadili olan; cehennemliklerin durumudur. Duruma işaret edilen ذٰلِكَ ’de istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

جَنَّةُ الْخُلْدِ  atıf harfi   اَمْ le mübteda olan  ذٰلِكَ ye atfedilmiştir.

جَنَّةُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, s. 107)

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette bedi‘ ilminde ihtibâk diye isimlendirilen sanat vardır. İhtibâk: kelamın başında zikredilen şeyin sonunda hazfedilmesi, sonunda mezkûr olanın da baş tarafta hazf edilmesidir. Burada ilk cümlenin haberi olan  خَيْرٌ  kelimesi ikinci cümlede zikredilmemiştir.

وُعِدَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ  ayetinde hemzenin takri’ ve tehekküm (azarlama ve alaya alma) anlamında kullanıldığını belirtilir. Ayetteki hemze tasavvur,  اَمْ  muttasıldır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı) 

Hemzeyle hem tasdik hem tasavvur sorulabilir. Tasdik sorusundan sonra  اَمْ  gelirse bu munkatı  اَمْ ’dir ve idrâb manasındadır. Tasavvur sorusundan sonra muttasıl  اَمْ  gelir, bunu da muadil takip eder. Böylece inşâyı habere çevirir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قُلْ اَذٰلِكَ خَيْرٌ اَمْ جَنَّةُ الْخُلْدِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَ  [De ki: Bu mu daha hayırlıdır yoksa muttakilere vaat olunan ölümsüzlük cenneti mi?] ifadesindeki işaret azabadır; istifham, ism-i tafdil ve tereddüt edâtı  اَمْ  alayla beraber azarlama içindir ya da işaret hazineye ve cennetedir. Mevsûle raci zamir de mahzuftur. Cennetin  الْخُلْدِ e izafeti medih içindir ya da ebediliğini göstermek içindir ya da dünya cennetlerinden ayırmak içindir. (Beyzâvî)

Sonsuzluk cenneti denilmesi, cennetin methi içindir. Diğer bir görüşe göre ise dünya cennetlerinden ayırt etmek içindir. Burada takva sahiplerinden murad, mutlak olarak takva vasfını taşıyanlardır; yoksa takvanın yalnız ikinci yahut üçüncü mertebesinde olanlar değildir. (Ebüssuûd) 


كَانَتْ لَهُمْ جَزَٓاءً وَمَص۪يراً

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istikrar ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ, nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  جَزَٓاءً ’e ihtimam için takdim edilmiştir. 

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

كَانَ nin mazi sıygasıyla gelmesi, Allah Teâlâ’nın vadettiği bir şeyin ileride gerçekleşeceğinin  mutlak olduğunun işaretidir. (Keşşâf, Furkan Suresi 16)

Yani o cennet, Allah'ın ilminde yahut Levh-ı Mahfûz'da, daha önce belirtildiği gibi lütufkâr ilâhi vaat gereğince amellerinin karşılığı olarak takva sahiplerinin mekânı ve varacakları yer olmuştur. Yahut bu husus geçmiş fiil kipi ile yani, (olmuştur) şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü Allah'ın vaadi mutlaka gerçekleşir. İşte bundan dolayı bu husus, gerçekleşmiş ve vaki olmuş gibi anlatılmıştır. (Ebüssuûd)