Furkan Sûresi 26. Ayet

اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً  ...

O gün gerçek hükümranlık Rahmân’ındır ve kâfirlere zorlu bir gün olacaktır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْمُلْكُ mülk م ل ك
2 يَوْمَئِذٍ o gün
3 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
4 لِلرَّحْمَٰنِ Rahmanın’dır ر ح م
5 وَكَانَ ve ك و ن
6 يَوْمًا bir gündür ي و م
7 عَلَى için
8 الْكَافِرِينَ kafirler ك ف ر
9 عَسِيرًا çetin ع س ر
 
Kur’an’ın muhtelif yerlerinde ve özellikle bu sûrenin 2. âyetinde belirtildiği üzere göklerin ve yerin egemenliği Allah’ındır ve O’nun egemenliğine hiç kimse ortak olamaz. Şu halde bu âyetteki “İşte o gün (âhiret) egemenlik Rahmân’ındır” ifadesinden, dünyada egemenliğin Allah’tan başkasına ait olduğu gibi bir anlam çıkarılmamalıdır. Ancak bir kurumun sahibinin o kurumda çalıştırdığı yöneticilere kendi konumlarına ve görevlerine uygun olarak belirli yetkiler vermesi, karar ve icra özgürlüğü tanıması gibi ilâhî irade de dünyada insanlara sınırlı bir egemenlik alanı belirlemiş, ilâhî yasalara saygı çerçevesinde dünya hayatında verilen sınırlı imkânlar içinde kendi düzenlerini yine kendileri kurma, eylemlerini seçip yapma özgürlüğü vermiş; bu suretle onları belirtilen konulardaki seçim ve eylemlerinden dolayı sorumlu tutup sınavdan geçirmeyi murat etmiştir. Aksi halde inançlarını, düşünce ve eylemlerini seçme ve gerçekleştirme hususunda hiçbir özgürlük alanı bulunmayan birini sorumlu tutup iyilik ve kötülükler hususunda imtihana tâbi tutmak, iyilik yapanları ödüllendirirken kötülük yapanları cezalandırmak âdil olmazdı. Nitekim pek çok âyet bu gerçeğe işaret ettiği gibi Allah’ın insanlara en büyük armağanı olan akıl da böyle düşünmektedir. Gerek bu sûrede gerekse Kur’an’ın bütününde âhiret inancına ısrarla vurgu yapılmasının sebebi de insanların bu yetkilerini doğru kullanmalarını, çünkü bundan sorumlu tutulacaklarını zihinlerine yerleştirmektir. Esasen, diğer bütün varlıklardan farklı olarak özellikle insanın yeryüzünde halife olarak yaratıldığını bildiren âyetler de genellikle bu çerçevede yorumlanmaktadır. Şunu da önemle belirtmek gerekir ki Allah’ın insanlara tanıdığı bu sınırlı egemenlik, yetki ve özgürlük de yine O’nun mutlak egemenliği içinde kalmaktadır. Nitekim O, dilediği zaman, dilediği insanlardan bu imkânları kısmen veya tamamen geri alabilmekte; nihayet insanlara verdiği hayatı geri almakla onun dünyadaki sınırlı egemenliğine de son vermiş olmaktadır. “O gün (âhiret günü) inkârcılar için çok zor bir gün olacaktır.” Çünkü onlar, Allah’ın kendilerine bahşettiği söz konusu yetkiyi, egemenliği, özgürlüğü sorumluluk bilinciyle ve akıllıca kullanmamışlar; kendilerine bu imkânları bağışlayan Allah’ı tanıyıp O’na şükür ve minnet borçlarını gerektiği şekilde ödememişlerdir. Dünyada iken akıl ve iz‘anlarını kullanarak Peygamber’in davetine uyup onunla birlikte, onun gösterdiği yoldan gitmeleri gerekirken zararlı duygularına ve hırslarına kapılarak yanlış kişileri dost edinip onların yolundan gitmişler; böylece inkâr ve isyan yolunu seçmişlerdir. İşte bütün gerçeklerin apaçık ortaya çıkacağı hesap gününde onlar, kendi kendilerine duydukları öfke ve pişmanlık duygularıyla ellerini ısırarak haktan sapmış olmanın acısını ve elemini yaşayacaklardır. Zira dünyada görülmez şeytanların ve şeytan tabiatındaki kötü önderlerin, kendilerine uyanlara âhirette verecekleri şey sadece “yapayalnız ve yardımcısız” bırakılmaktır. Kur’an dilinde bu acı âkıbetin adı hızlândır. 29. âyetteki hazûl kelimesiyle aynı kökten olan hızlân dinî bir terim olarak, “Allah’ın, kendi buyruklarına karşı gelen insanlardan yardımını kesmesi, onları yapayalnız ve yardımcısız bırakması” anlamına gelir (daha fazla bilgi için bk. İlyas Çelebi, “Hızlân”, DİA, XVII, 419-420). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 119-120
 

اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَلْمُلْكُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. 

الْحَقُّ kelimesi  اَلْمُلْكُ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.  لِلرَّحْمٰنِ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  

 

وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

يَوْماً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.  عَلَى الْكَافِر۪ينَ car mecruru  عَس۪يراً’e mütealliktir.  الْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  عَس۪يراً  kelimesi  يَوْماً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْكَافِر۪ينَ  sülâsi mücerredi كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلْمُلْكُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّ لِلرَّحْمٰنِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  لِلرَّحْمٰنِۜ, mahzuf habere mütealliktir.  يَوْمَئِذٍ , masdar kalıbındaki  اَلْمُلْكُ ’ye mütealliktir.

يَوْمَ , zaman zarfıdır.  اَلْمُلْكُ ’nun mahzuf haberine mütealliktir.

Muzâfun ileyh konumundaki  ئِذٍ , aslında sükun üzere mebni bir kelimedir. Burada kelimenin sonundaki tenvin, mahzuf muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. 

الْحَقُّ  kelimesi, mübteda olan  اَلْمُلْكُ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  لِلرَّحْمٰنِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

 

وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪يراً

 

Cümle istînaf cümlesine وَ ‘la atfedilmiştir. 

كَان ’nin dahil olduğu subut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Mûsâ , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

عَس۪يراً  kelimesiكَانَ nin haberi olan  يَوْماً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Car mecrur  عَلَى الْكَافِر۪ينَ, sıfat-ı müşebbehe kalıbındaki  عَس۪يراً ’e mütealliktir.

عَلَى الْكَافِر۪ينَdeki car mecrurun takdiminde izafi kasr vardır. (Âşûr)

Kâfirler için zor bir gün olduğu belirtilen ayetin anlamına, müminler için kolay olduğu anlamı idmâc edilmiştir.

O ö gün hükümranlık, kulları için son derece merhametli olan Allah'a mahsus olmakla beraber kâfirler için pek zor bir gündür. Müminler için ise Allah'ın lütfu keremiyle o gün pek kolay bir gündür. Nitekim hadiste şöyle denilmektedir: “Kıyamet günü müminler için o kadar kolaylaştırılır ki dünyada kıldığı bir farz namazdan bile hafif geçer.” Bu cümle, makabli için bir izah mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

Buradaki “hak” kelimesi “mülk”ün sıfatıdır ve takdiri, “el-mülkü'l-Hakkı” şeklindedir. “Hak” kelimesinin, başında mukadder bir (kastediyorum, demek istiyorum) fiili ile mansub okunması da caizdir. “Hakimiyetin gerçek (hak) olarak nitelenmesi ise sona ermemesi ve değişmemesi manasınadır” denmiştir. Buna göre eğer “Böylesi mülk, zaten ancak Allah için söz konusudur. Binâenaleyh ayette ‘O gün gerçek hâkimiyet O'nundur.’ denilmesinin manası nedir?” denirse biz deriz ki: O gün, ne şeklen ne de gerçek manada, Allah Teâlâ dışında malik yoktur. Diğer günlerin aksine artık o gün, bütün hükümdarlar O'na boyun eğer, bütün yüzler O'na döner ve bütün zorbalar, O'nun önünde zilletini kabul eder.” (Fahreddin er-Râzî )

وَكَانَ يَوْماً عَلَى الْكَافِر۪ينَ عَس۪ير  [Kâfirler için ise o pek yaman bir gündür] ayetinin manası açıktır. Çünkü Allah Teâlâ bütün halleri bilen ve dilediği her şeye kādir olandır. Diğer varlıklar ise acizlik yuları ve kahır gemi ile gemlenmiştir. Binaenaleyh o gün, kâfirler için çok zor bir gün olacaktır. (Fahreddin er-Râzî)