Furkan Sûresi 63. Ayet

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً  ...

Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, “selâm!” der (geçer)ler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعِبَادُ ve kulları ع ب د
2 الرَّحْمَٰنِ Rahman’ın ر ح م
3 الَّذِينَ öyle kimselerdir ki
4 يَمْشُونَ yürürler م ش ي
5 عَلَى
6 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
7 هَوْنًا mütevazi olarak ه و ن
8 وَإِذَا ne zaman ki
9 خَاطَبَهُمُ kendilerine laf atarsa خ ط ب
10 الْجَاهِلُونَ cahiller ج ه ل
11 قَالُوا derler ق و ل
12 سَلَامًا Selam س ل م
 
Buraya kadar geçen âyetlerde inkârcıların çeşitli bâtıl inançları; yanlış, haksız ve zararlı davranışları zikredilerek eleştirildikten sonra sûrenin neticesi mahiyetindeki bu son âyetler grubunda da Allah’ın sevdiği kulların üstün nitelikleri özetlenerek bir tür karşılaştırma yapılmaktadır. Burada nitelikleri sıralanan “kullar”, belirtilen iyi özellikleri dolayısıyla Allah’ın rahmet ve sevgisini kazandıkları için O’nun rahmân ismine izâfe edilerek anılmışlardır. Bu sebeple “ibâdü’r-rahmân” tamlamasını “rahmânın has kulları” şeklinde vermeyi uygun bulduk. “Ağır başlılık” şeklinde çevirdiğimiz 63. âyetteki hevn kelimesi, tefsirlerde genellikle “sekînet, vakar, rıfk (yumuşaklık), tevazu” ve bu anlamların hepsini içeren hilm kavramıyla açıklanmış; bunun, Kur’an’ın sık sık atıfta bulunduğu, Câhiliye Arabı’nın temel karakteri olan “kibirli, gururlu, zorba” anlamındaki müstekbir kelimesinin zıddı olduğu belirtilmiştir (meselâ bk. Taberî, XIX, 33; Zemahşerî, III, 103). Âyette müminlerin, kendilerine sözlü sataşmada bulunanlara, “selâm” diyerek, yani esenlik dileğiyle karşılık verdikleri bildirilmekte; bu suretle bir bakıma putperest Araplar’ın ortak zihniyetini ifade eden Câhiliye ile müminlerin ortak zihniyetini ifade eden İslâm’ın karşıt kavramlar olduğu ima edilmektedir. Buna göre sözlü sataşmalarla sergilenen alaycı ve küçümseyici tavırlar, Câhiliye zihniyetinin kendini beğenmişlik, küstahlık, hoyratlık, saldırganlık gibi tutumlardan oluşan barbarlık ahlâkını; müslümanların bu sataşmalara selâmla karşılık vermeleri de onların barışçı ilkelere dayalı uygarlık ahlâkını göstermektedir. Nitekim bazı çağdaş araştırmacılar, câhiliye terimini kısaca “barbarlık”, İslâm terimini de (hilm kavramıyla bağlantılı olarak) “uygarlık” şeklinde açıklamaktadırlar (ayrıntılı bilgi için bk. Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 187-207; a.mlf., Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 53-62; Mustafa Çağrıcı, “Cehâlet”, DİA, VII, 218-219). 64-66. âyetlerin işaretine göre, belirtilen uygarlık ahlâkının temelinde öncelikle müslümanların, huzurunda durup ibadet ettikleri, secdeye kapandıkları Allah’a olan inanç ve saygılarıyla âhiret kaygıları bulunmaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 137-138
 
Riyazus Salihin, 705 Nolu Hadis Ebû Hureyre radıyallahu anh Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinlediğini söyledi: “Kâmet getirildiği zaman namaza koşarak değil, ağırbaşlı bir şekilde yürüyerek geliniz. Yetişebildiğiniz kadarını imamla birlikte kılınız; yetişemediğiniz rekâtları da kendiniz tamamlayınız.” Müslim’in rivayetinde şöyle bir ilâve vardır: “Herhangi biriniz namaz kılmaya karar verdiği zaman artık namazda sayılır.” (Buhârî, Ezan 20, 21, Cum`a 18; Müslim, Mesâcid 151-155. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 54; Tirmizî, Salât 127; Nesâî, İmâme 57; İbni Mâce, Mesâcid 14)
 

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  عِبَادُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الرَّحْمٰنِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mübtedanın haberi 75. Ayetteki  أُوْلئِكَ يُجْزَوْنَ  cümlesidir. Mahallen merfûdur. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  الرَّحْمٰنِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَمْشُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمْشُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلَى الْاَرْضِ  car mecruru  يَمْشُونَ  fiiline mütealliktir.  هَوْناً  mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri;  مشيا هونا (Kolayca yürüyerek) şeklindedir.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَاطَبَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الْجَاهِلُونَ  kelimesi fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir, zamir olan çoğul  و’ ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  سَلَاماً ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. 

خَاطَبَهُمُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  خطب ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

الْجَاهِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً 

 

Ayet müste’nefe olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesindeki  عِبَادُ الرَّحْمٰنِ izafeti mübtedadır. Haberi  75. ayetteki  أُوْلئِكَ يُجْزَوْنَ  cümlesidir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rahmân isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin veciz anlatım yollarından biri olan izafet formunda gelmesi muzâfı tazim içindir.

وَعِبَادُ الرَّحْمٰنِ (Rahmân'ın  kulları) şeklindeki isim tamlaması, şereflendirmek ve değer vermek içindir. (Safvetü’t Tefasir) 

الرَّحْمٰنِ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  يَمْشُونَ عَلَى الْاَرْضِ هَوْناً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı  sanatıdır.

Masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  هَوْناً , takdiri مشيا (yürüyüş) olan mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır.

Rahmân’ın kulları mübteda olup haberi surenin sonundadır; adeta Rahmân’ın sıfatları bu olan “kulları, işte bunlar, sabretmelerine karşılık Has Oda ile mükâfatlandırılacaklardır. (Furkân 25/75) denilmektedir. Bu mübtedanın haberi  الَّذ۪ينَ يَمْشُونَ  yürüyenler de olabilir. Kulların Rahmân’a nispet edilmesi ise onları tahsis ve yüceltmek içindir.  هَوْناً  ise vakarlı ve mütevazi olarak anlamında haldir. Veya vakarlı ve tevazulu bir yürüyüş ile anlamında yürüyüşün sıfatıdır; ancak masdarın, - هَوْناً ’in -sıfat olarak kullanılmış olmasında mübalağa vardır. (Keşşâf)

 هَوْناً kelimesi, هينا (vakarla) ya da مشيا هونا (Kolayca yürüyerek) demektir ki masdar ve sıfat olur, mana da sükunet ve tevazu ile yürürler demek olur. (Beyzâvî)

Allah Teâlâ  عِبَادُ  ismini kullukla meşgul olanlara tahsis etmiştir. Böylece bu iş, işte bu sıfatın, mahlukattaki sıfatların en değerlisi olduğuna delalet etmiştir. 

Bil ki Cenab-ı Hak bu kulları şu sıfatlarla tavsif etmiştir: 

1-Tevazu, ‘’...ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler” ayetinin ifade ettiği husustur. Bu, onların gündüzleyin olan gidişatlarını nitelemedir.

2. Cahilleri muhatap almazlar.

3. Geceyi ibadetle ihya ederler.

4. Cehenneme girmekten korkarlar.

5. Harcamada itidal üzeredirler. (Fahreddin er-Râzî)


وَاِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً

 

Cümle  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Şart cümlesi olan  خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ , müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُوا سَلَاماً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavlinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سَلَاماً , takdiri  نسلّم  (Selamlarız.) olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Esamm şöyle der: “Bu ayetteki سَلَاماً  tazim ve saygı selamı değil, vedalaşma selamıdır. Bu tıpkı Hz. İbrahim (as)’ın, babasına [“Sana selam olsun, uğurlar olsun”] (Meryem, 47) ifadesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)