Furkan Sûresi 66. Ayet

اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  ...

“Şüphesiz, ne kötü bir durak ve ne kötü bir konaktır orası.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّهَا orası
2 سَاءَتْ ne kötü س و ا
3 مُسْتَقَرًّا bir karargahtır ق ر ر
4 وَمُقَامًا ve bir makamdır ق و م
 
Buraya kadar geçen âyetlerde inkârcıların çeşitli bâtıl inançları; yanlış, haksız ve zararlı davranışları zikredilerek eleştirildikten sonra sûrenin neticesi mahiyetindeki bu son âyetler grubunda da Allah’ın sevdiği kulların üstün nitelikleri özetlenerek bir tür karşılaştırma yapılmaktadır. Burada nitelikleri sıralanan “kullar”, belirtilen iyi özellikleri dolayısıyla Allah’ın rahmet ve sevgisini kazandıkları için O’nun rahmân ismine izâfe edilerek anılmışlardır. Bu sebeple “ibâdü’r-rahmân” tamlamasını “rahmânın has kulları” şeklinde vermeyi uygun bulduk. “Ağır başlılık” şeklinde çevirdiğimiz 63. âyetteki hevn kelimesi, tefsirlerde genellikle “sekînet, vakar, rıfk (yumuşaklık), tevazu” ve bu anlamların hepsini içeren hilm kavramıyla açıklanmış; bunun, Kur’an’ın sık sık atıfta bulunduğu, Câhiliye Arabı’nın temel karakteri olan “kibirli, gururlu, zorba” anlamındaki müstekbir kelimesinin zıddı olduğu belirtilmiştir (meselâ bk. Taberî, XIX, 33; Zemahşerî, III, 103). Âyette müminlerin, kendilerine sözlü sataşmada bulunanlara, “selâm” diyerek, yani esenlik dileğiyle karşılık verdikleri bildirilmekte; bu suretle bir bakıma putperest Araplar’ın ortak zihniyetini ifade eden Câhiliye ile müminlerin ortak zihniyetini ifade eden İslâm’ın karşıt kavramlar olduğu ima edilmektedir. Buna göre sözlü sataşmalarla sergilenen alaycı ve küçümseyici tavırlar, Câhiliye zihniyetinin kendini beğenmişlik, küstahlık, hoyratlık, saldırganlık gibi tutumlardan oluşan barbarlık ahlâkını; müslümanların bu sataşmalara selâmla karşılık vermeleri de onların barışçı ilkelere dayalı uygarlık ahlâkını göstermektedir. Nitekim bazı çağdaş araştırmacılar, câhiliye terimini kısaca “barbarlık”, İslâm terimini de (hilm kavramıyla bağlantılı olarak) “uygarlık” şeklinde açıklamaktadırlar (ayrıntılı bilgi için bk. Izutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 187-207; a.mlf., Kur’an’da Dinî ve Ahlâkî Kavramlar, s. 53-62; Mustafa Çağrıcı, “Cehâlet”, DİA, VII, 218-219). 64-66. âyetlerin işaretine göre, belirtilen uygarlık ahlâkının temelinde öncelikle müslümanların, huzurunda durup ibadet ettikleri, secdeye kapandıkları Allah’a olan inanç ve saygılarıyla âhiret kaygıları bulunmaktadır. Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 137-138
 

اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هَا  muttasıl zamir  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

سَٓاءَتْ  fiili,  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  مُسْتَقَراًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur.  مُقَاماً  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَقَراًّ  kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûludur.

 

اِنَّهَا سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatı babındandır. Azaptan uzaklaşmanın diğer bir sebebini bildirmektedir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ‘nin haberi  سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  cümlesi, gayrı  talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Nakıs fiil  سَٓاءَتْ ’in mahsusu mahzuftur. Takdiri;  جَهَنَّمُۜ ’dir. Temyiz olan  مُسْتَقَراًّ     dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

Cehennemin makam ve barınak yeri olması ifadesinde istiare vardır. Barınılacak yer insanın sıkıntılardan kaçarak kurtulduğu yerdir. Cehennemin korkunçluğunu ifadede mübalağa için istiare yapılmıştır.

مُسْتَقَراًّ  ve  مُقَاماً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

سَٓاءَتْ  kelimesi  بأسة  hükmünde olup  مُسْتَقَراًّ  (karargah olarak) kelimesinin açıkladığı gizli bir zamir vardır. Zemmedilmesi kastedilen kelime mahzuf olup cümle  سَٓاءَتْ مُسْتَقَراًّ وَمُقَاماً  (O, karargâh olarak da ikametgâh olarak da kötüdür) şeklindedir. Bu zamir cümleyi  اِنَّ ’nin ismine bağlayan ve onu ona haber yapan şeydir.  سَٓاءَتْ kelimesi  أحزن  (üzdü) anlamında da olabilir ki faili  اِنَّ ’nin ismi olan zamirdir (yani Cehennem Ateşi). Bu durumda  مُسْتَقَراًّ  hal veya temyiz olur. Bu iki gerekçelendirmenin mütedahil /iç içe olması da eş anlamı olması da mümkündür. Ayrıca bu söz, Allah’ın sözü de onların sözlerinin hikâyesi de olabilir. (Keşşâf)

مُسْتَقَراًّ  ile  مُقَاماً  kelimeleri arasındaki farka gelince,  مُسْتَقَراًّ ‘ın iman ehli olan günahkârlar için olması muhtemeldir. Çünkü onlar, ateşte (geçici bir süre için) karar kılacaklar, ama orada (ebedi) mukîm olmayacaklar. Mukîm kelimesinin ifade ettiği ikamete gelince, bu da kâfirler içindir. Şunu bil ki Cenab-ı Hakk'ın ifadesinin, Allah'ın kendi sözü olması muhtemel olduğu gibi, bunun o kâfirlerin sözlerinin nakli ve hikâyesi olması da mümkündür. (Fahreddin er-Râzî)