Neml Sûresi 17. Ayet

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ فَهُمْ يُوزَعُونَ  ...

Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen orduları onun önünde toplandı. Hep birlikte düzenli olarak sevk ediliyorlardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحُشِرَ ve toplandı ح ش ر
2 لِسُلَيْمَانَ Süleyman’a
3 جُنُودُهُ orduları ج ن د
4 مِنَ -den
5 الْجِنِّ cinler- ج ن ن
6 وَالْإِنْسِ ve insanlar(dan) ا ن س
7 وَالطَّيْرِ ve kuşlar(dan) ط ي ر
8 فَهُمْ onlar
9 يُوزَعُونَ sevk ediliyordu و ز ع
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ 

 

وَ  atıf harfidir. حُشِرَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لِسُلَيْمٰنَ  car mecruru حُشِرَ  fiiline mütealliktir.

سُلَيْمٰنَ  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Sonundaki elif ve nun ziyadedir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

جُنُودُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنَ الْجِنّ  car mecruru  جُنُودُ ‘un mahzuf haline mütealliktir. 

الْاِنْسِ  ve الطَّيْرِ  atıf harfi  وَ ‘la  الْجِنِّ ‘e matuftur.

 

 فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

فَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. يُوزَعُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُوزَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

 

وَحُشِرَ لِسُلَيْمٰنَ جُنُودُهُ مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ وَالطَّيْرِ 

 

Ayet  وَ ‘la önceki ayetteki … قَالَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekküne ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107) 

حُشِرَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.

Meçhul bina, naibu failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِسُلَيْمٰنَ , ihtimam için faile takdim edilmiştir.  مِنَ الْجِنِّ  ile ona matuf  الْاِنْسِ  ve  الطَّيْرِ  kelimeleriجُنُودُ ’nun mahzuf haline mütealliktir. 

جُنُودُ ‘nun, yani ordunun cin, insan ve kuş şeklinde ifade edilmesi cem' ma’at-taksim sanatıdır.

Hz. Süleyman’ın hitap ettiği kimseler, insanlardan, cinlerden ve diğerlerinden memleketinin reisleri ve devletinin büyükleri idi. Buna göre Hz.Süleyman'ın, "Ey insanlar..." hitabında insanlar, tağlip (galip kılmak) yoluyla hepsini kapsamaktadır.

Ayette cinlerin, insanlardan önce zikredilmesi, daha sözün başında onun hükümdarlığının son derece güçlü ve saltanatının pek üstün olduğunu acilen beyan etmek içindir. Zira cinler, serkeş, azgın, itaatsiz ve toplanmak ile boyun eğdirilen inekten uzak bir taifedir. (Ebüssuûd)


 فَهُمْ يُوزَعُونَ

 

Ayetin son cümlesi makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

یُوزَعُونَ  fiilli meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. 

Cümlenin haberinin fiil olması hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil oluşu muhatabın olayı zihninde canlandırmasını sağlayarak ilgisini artırır. Müsnedün ileyhi takdim edilmiş terkibin müspet ve müsnedin fiil olması halinde bu terkip; Sa‘d ve Dr. Fâdıl Hasan Abbas’a göre yine tahsis ifade eder. Ancak Sekkakî bunun tahsis ifade etmediği görüşündedir.

Alışılmışın dışındaki haber tekidi gerektirmiştir. Bunun için de müsnedün ileyh takdim edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)