Neml Sûresi 16. Ayet

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ  ...

Süleyman, Dâvûd’a varis oldu ve, “Ey insanlar, bize kuş dili öğretildi ve bize her şey verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَرِثَ ve mirasçı oldu و ر ث
2 سُلَيْمَانُ Süleyman
3 دَاوُودَ Davud’a
4 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
5 يَا أَيُّهَا ey
6 النَّاسُ insanlar ن و س
7 عُلِّمْنَا bize öğretildi ع ل م
8 مَنْطِقَ dili ن ط ق
9 الطَّيْرِ kuşların ط ي ر
10 وَأُوتِينَا ve bize verildi ا ت ي
11 مِنْ (bir pay)
12 كُلِّ her ك ل ل
13 شَيْءٍ şeyden ش ي ا
14 إِنَّ şüphesiz
15 هَٰذَا bu
16 لَهُوَ elbette o
17 الْفَضْلُ bir lutuftur ف ض ل
18 الْمُبِينُ açık ب ي ن
 
“Süleyman Dâvûd’un yerine geçti” cümlesi, mal ve mülküne mirasçı olduğu anlamına gelmez; zira peygamberlerin bıraktığı mal sadakadır, ona mirasçı olunmaz (bk. Buhârî, “Humus”, 1; “Megāzî”, 14, 38). O halde burada onun yerine geçmesinden maksat makam, ilim ve hikmet, peygamberlik ve hükümdarlık konularında ona mirasçı olmasıdır (bu konuda bilgi için ayrıca bk. Meryem 19/6). “Bize kuş dili öğretildi” meâlindeki cümle, Hz. Süleyman’ın, ilâhî bir mûcize olarak kuşların dilini öğrendiğini ifade eder. Süleyman, kuşların yalnız sesleri veya hareketleriyle ifade ettikleri duygu ve eğilimlerini anlamakla kalmıyor, o duyguları idare eden ilâhî yasaları da biliyordu. Böylece onların öterek Allah Teâlâ’yı tesbih ve tâzim ettiklerini anladığı gibi, onları idaresi altına alarak kendine has teşkilâtıyla ordusunda hizmette de kullanıyordu (Elmalılı, V, 3665-3666). “Bize her şeyden gerektiği kadar verildi” cümlesi, verilen nimetlerin çokluğunu yani sahip olduğu peygamberlik, ilim, hikmet ve malı; cinler, insanlar, kuşlar, rüzgârlar, evcil ve yabani hayvanlara hükmedebilmeyi, göklerle yer arasında kendisine ihtiyaç duyulan her şeyi ifade eder (Şevkânî, IV, 125). Süleyman aleyhisselâm Allah’ın lutfettiği bu imkânlardan faydalanarak hem peygamberlik hem de hükümdarlık görevlerini yerine getirmiştir. Bu âyetin üslûbundan Hz. Süleyman’ın bu sözleri, büyük bir topluluğa hitap ederken söylediği, bununla insanların kendisine itaatini sağlamayı amaçladığı anlaşılmaktadır.
 
Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Biz Peygamberler miras bırakmayız. Bizim geride bıraktıklarımız sadakadır “ buyurmuştur. ( Buhâri, Farzu’l-humüs 1, Fezâilü ashâbi’n-nebi 12; Müslim, Cihad 52).
 

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ 

 

وَ  atıf harfidir.  وَرِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سُلَيْمٰنُ  fail olup gayri munsariftir. Sonundaki elif ve nun ziyadedir.  دَاوُ۫دَ  mef’ûlün bih olup gayri munsariftir. 

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Mekulü’l-kavl, nida ve cevabıdır. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzaf, 2) Şibh-i muzaf, 3) Nekre-i gayrı maksude.

Münadanın başında harfi tarif varsa, önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir.Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur.  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

النَّاسُ  münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur. 

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atfı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  اَيُّهَا ’dan sonra gelen camid isim atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عُلِّمْنَا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مَنْطِقَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الطَّيْرِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اُو۫ت۪ينَا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

اُو۫ت۪ينَا  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  اُو۫ت۪ينَا  fiiline mütealliktir.  شَيْءٍۜ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عُلِّمْنَا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  علم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اُو۫ت۪ينَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هٰذَا  işaret ismi  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

هُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَضْلُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.

الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْفَضْلُ ‘nun sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَوَرِثَ سُلَيْمٰنُ دَاوُ۫دَ 

 

Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

Veraset; mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

Davud, İsrailoğullarından idi. O bir hükümdar idi. Süleyman da onun hükümdarlığına ve peygamberlik mevkiine mirasçı oldu. Yani babasının vefatından sonra bunlar ona verildi. Dolayısıyla bunlara mecazî olarak miras dendi. (Kurtubî)

 

 وَقَالَ يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ 

 

Atıfla gelen ikinci cümlede Allah Teâlâ, Süleyman (as)’ın sözlerini bildiriyor. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir.  (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” Ve “Ey İman Edenler” Hitaplariyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese) 

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formundaki nidanın çok olması, içinde tekit türlerini barındırdığı içindir. Yakına seslenmede uzak için kullanılan  يَٓا  nida harfinin seçilmesi, hemen arkasından  اَيُّ  lafzının ve tenbih edatı  هَا ’nın gelmesi, nida harfinin anlamını güçlendirir ve muhatabın dikkat kesilmesini sağlar.

Bu hitabın hükmü, nüzulü sırasında mükellef bulunanları kapsadığı gibi o sırada mevcut oldukları halde teklif mertebesinde olmayıp da sonra bunlara dahil olacak olanları ve kıyamete kadar bunlara dahil olacak olanları da kapsamaktadır. Ancak şifahî hitap, birinci gruba mahsustur. (Ebüssuûd) 

مَنْطِقَ : Aslında konuşma demektir. Bununla beraber konuşmanın çıkış yeri olan ruhî kuvvet manasında da terim olarak kullanılmıştır. Bilinen  نْطِقَ  (konuşma) ise gönülde gizli olanı anlatmak için seslenilen ve çoğunluğu dil ile çıkarıldığından dil, lisan veya lügat da denilen tekil veya mürekkeb (bileşik) söz ve kelimelerdir. Konuşma denilen kavramda en önemli taraf, bir mana ifade etmesi olduğundan, manasız olan sözler bir yana atılıp delaletin konulmuş olması kaydından vazgeçilir de, gerek konuluş itibariyle, gerek aklî ve gerek doğal herhangi bir işaretle bir mana ifade edebilen sesler düşünülürse konuşmanın insana has olmayan bir anlamı elde edilmiş olur ki, işte mantıkuttayr, kuş dilinde de düşünülecek mana budur. Bu sebepten kuşun çeşitli duyguları arasındaki münasebetleri idare eden özel duygu ve kabiliyeti, kuş dili ve duygularını ortaya koymak için çıkardığı sesler de kuş dili demek olur. (Elmalılı)

Nidanın cevabı olarak gelen  عُلِّمْنَا مَنْطِقَ الطَّيْرِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Nidanın cevabına matuf olan  وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اُو۫ت۪ينَا  ve  عُلِّمْنَا  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

 وَاُو۫ت۪ينَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍۜ   ayetteki, [Bize her şeyden verildi] ifadesi ile Süleyman (as)'a verilen şeylerin çok olduğu anlatılmak istenmiştir. Çünkü "her şey" ile, herşeyin çoğu, çok olma bakımından müşterektirler. İşte böyle bir istiarenin (mecazın) yapılabilmesine sebep, bu müşterekliktir. Bundan dolayı ayetteki  كُلِّ  (herşey) kelimesi, "çok şey" manasında kullanılmıştır. Bunun bir benzeri de Hak Teâlâ'nın, ["O (Belkıs'a) herşey verildi"] (Neml/23) ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)   


  اِنَّ هٰذَا لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ

 

İtiraziyye olarak fasılla gelen son cümle,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Bu cümlede  اِنَّ ’nin haberinin işaret ismiyle gelmesi, verilenlere dikkat çekerek önemini vurgulamak ve tazim içindir.

لَهُوَ الْفَضْلُ الْمُب۪ينُ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede  هُوَ  mübteda,  الْفَضْلُ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)  

Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade eden  الْمُب۪ينُ , mevsûfu olan الْفَضْلُ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)

Allah’ın verdiği üstünlüklere işaret eden هٰذَا ’da istiare vardır. 

İşaret ismi mahsus şeyler dışında, bu ayetteki gibi akli bir şey için kullanıldığında, istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Ayetteki, [Şüphesiz ki bu apaçık bir üstünlüğün ta kendisidir] ifadesi, [Bizi, mümin kullarından bir çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun] ifadesinin bir izahıdır ki bundan murad, Allah'a şükür ve hamd etmektir. (Fahreddin er-Râzî)