Neml Sûresi 27. Ayet

قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  ...

Süleyman, Hüdhüd’e şöyle dedi: “Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın, göreceğiz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 سَنَنْظُرُ bakacağız ن ظ ر
3 أَصَدَقْتَ doğru mu söyledin ص د ق
4 أَمْ yoksa
5 كُنْتَ mı oldun? ك و ن
6 مِنَ -dan
7 الْكَاذِبِينَ yalancılar- ك ذ ب
 
Cin “ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık” anlamına gelir (cinler hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/100; Cin 72/1-19). 17. âyetten Hz. Süleyman’ın cinlerle de irtibat kurduğu; ordusunun cinler, insanlar ve kuşlar olmak üzere üç sınıftan meydana geldiği anlaşılmaktadır. Cinleri gizli işlerde, insanları ülke savunmasında ve düşmana karşı savaşta, kuşları da haberleşme, su bulma vb. hizmetlerde istihdam ediyordu (İbn Âşûr, XIX, 240). Tefsirlerde Karınca vadisinin Şam bölgesinde veya Tâif’te yahut Yemen’de karıncası çok olan bir yerin adı olduğu bildirilmektedir (Elmalılı, V, 3667). Bununla birlikte, böyle muayyen bir mekân olmayıp çok sayıda karıncanın bulunduğu herhangi bir yer de olabilir. Âyet, toplu halde yaşadığı bilinen karıncaların aynı zamanda bir topluluk düzeni içinde hareket ettiklerini de ifade eder. Süleyman üç sınıftan oluşan ordusunu düzenli bir şekilde yönetirken Karınca vadisi denilen yere gelmiş ve burayı geçerken de karıncaların başkanının onlara verdiği emri işitmiş, anlamış ve neşelenerek gülümsemiş, bütün bu nimetlerden dolayı rabbine şükür ve niyazını arzetmiştir. Hüdhüd, çavuş kuşu denilen ve kendisine özgü nağmelerle öten bir kuş türünün adıdır. Bu âyette zikredilen hüdhüdün ise Süleyman’ın emrine verilmiş özel bir yaratık olduğu anlaşılmaktadır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman-Cemal Kurnaz, “Hüdhüd”, DİA, XVIII, 461). Sebe’ (Saba), aslında bir hânedan veya kabile ismi olup sonradan Yemen’deki Sebe’ Devleti’nin ve başşehri Me’rib’in adı olmuştur (bilgi için bk. Sebe’ 34/15). Tefsirler Hz. Süleyman’ın hüdhüdü bilhassa çöllerde su bulmada istihdam ettiğini belirtiyorlar. Bir gün konakladığı susuz bir çölde kuşları teftiş etmiş, su bulmak için görevlendireceği hüdhüdün ortadan kaybolduğunu anlayınca kızmış ve mazeretini gösteren bir delil getirmediği takdirde onu âyette belirtilen ceza şekillerinden biriyle cezalandıracağını ifade etmiştir (Elmalılı, V, 3670). Hüdhüd çok geçmeden gelip Sebe’ ülkesinden Hz. Süleyman’a bilgi getirdiğini, orada bir kraliçenin yönetimindeki milletin, şeytana uyarak güneşe taptığını haber vermiştir (şeytanın insanlara, yaptıklarını güzel göstermesi ve onları doğru yoldan alıkoyması hakkında bk. En‘âm 6/43; Nahl 16/63). 22. âyette, ilim ve hikmet sahibi olmasına rağmen Hz. Süleyman’ın bilmediği bir şeyi herhangi bir hayvanın bilebileceği hatırlatılmaktadır (Râzî, XXIV, 190). Ayrıca bu âyet, bilgili kimselere ârız olabilecek kendini beğenme duygusuna karşı insanı dikkatli olmaya çağıran bir uyarıdır (Zemahşerî, III, 143). Müfessirler Sebe’ ülkesinde hükümdar olan ve Kur’an’da adı anılmaksızın bahsi geçen kadının Belkıs bint Şürahbil olduğunu kaydetmektedirler (Şevkânî, IV, 128). Ancak kaynaklarda Yelkame bint el-Yeşrah b. Hâris veya Belkıs bint el-Hedahid b. Şürahbil, bir Habeş efsanesine göre Mâkedâ adlarıyla anıldığı da bildirilmiştir. Belkıs’ın kimliği hakkında kesin bilgi verilmemekle birlikte tarihçiler onun milâttan önce X. yüzyılda yaşamış, Hz. Süleyman’la çağdaş bir Arap kraliçesi olduğunu söylemişlerdir (bilgi için bk. Orhan Seyfi Yücetürk, “Belkıs”, DİA, V, 420; Kitâb-ı Mukaddes, I. Krallar, 10/1-10, 13; II. Tarihler, 9/1-9, 12). Süleyman aleyhisselâm, hüdhüdün sözünün doğru olup olmadığını anlamak için yazdığı bir mektubu kraliçeye götürüp sonuçtan kendisini haberdar etmesini hüdhüde emretti. Mektubun besmele ile başlaması ve Sebe’ halkının Süleyman’a teslim olmalarını istemesi, davetin hem siyasî hem de dinî olduğunu göstermektedir.
 

قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Mekulü’l-kavli  سَنَنْظُرُ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

نَنْظُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  اَصَدَقْتَ  cümlesi  نَنْظُرُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  صَدَقْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَ  muttasıl zamiri,  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

كَاذِب۪ينَ  kelimesi sülâsi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ سَنَنْظُرُ اَصَدَقْتَ اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Süleyman (as)’ın sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَنَنْظُرُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Fiile dahil olan, istikbal harfi  سَ , cümlede vaîd manası olduğu için tekid ifade etmektedir.

اَصَدَقْتَ , cümlesi  سَنَنْظُرُ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehdit, korkutma manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

اَمْ  sonraki cümleyi öncesine bağlayan atıftır.

Ayetin son cümlesi  اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

الْكَاذِب۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek sübuta ve devama işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

اَصَدَقْتَ  cümlesi ile  كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetin  اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesinin aslında  اَصَدَقْتَ اَمْ كَذٌَبْتَ  şeklinde olduğunu ifade eden Beyzâvî, nazmın mübalağa ve fasılaları gözetmek için değiştiğini beyan eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

اَصَدَقْتَ  [Doğru mu söyledin?] -  اَمْ كُنْتَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  [yoksa yalan söyleyenlerden misin?] arasında mana yönünden tıbâk vardır. Beyân alim­leri şöyle der:

Burada mana bakımından olan tıbâk, lafız bakımından olan tıbâktan daha vurguludur. Çünkü, fiil cümlesinden isim cümlesine dönülmüştür. Bu da devamlılık ifade eder. Eğer,  اَصَدَقْتَ اَمْ كَذٌَبْتْ  (doğru mu söyledin, yoksa ya­lan mı?) deseydi, bu manayı vermezdi. Çünkü bu ifadeye göre Hüdhüd bu işte yalan söyleyebilir, başkasında söylemeyebilir.  اَمْ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ  [Yoksa yalancılardan mısın?] sözü, şunu ifade eder: Hüdhüd yalancıların yoluna girmek­le tanınmışsa, o kuşkusuz yalancıdır. Ona asla güvenilmez. (Safvetu’t Tefasir)

Hz. Süleyman’ın, Hüdhüd’e [Yoksa yalancılardan mısın?]  demesi gerekirdi. Ancak ayetteki mevcut ifadenin tercih edilmesi, şunu belirtmek içindir: Hüdhüdün bu konuda yalanı, yalancı olarak vasıflandırılan ve tamamen yalancılığa batmış olan kimselerin zümresine dahil olmasını gerektirmektedir. Zira hiç aslı olmadığı halde bu sözlerin, dinleyicilerin kalplerini kabule cezb edecek şekilde güzel bir tertip ile sevk edilmesi ve özellikle de şânı pek yüksek bir peygamberin huzurunda ifade edilmesi, ancak köklü yalancılardan ve iftiracılardan sadır olabilir. (Ebüssuûd)

Ayetteki, "Bakalım" ifadesi, "düşünme" manasında olan "nazar"dandır. Bu ifade ile, "Doğru mu yoksa yalan mı söyledin?" manası kastedilmiştir. Fakat, "yoksa yalancılardan mı oldun?" ifadesi daha beliğdir. Çünkü kişi yalan söylemekle meşhur olunca, verdiği haberlerde de yalanla itham olunur ve kendisine güvenilmez. (Fahreddin er-Râzî)