اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ارْجِعْ | dön (söyle) |
|
2 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
3 | فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ | onlara gelirim |
|
4 | بِجُنُودٍ | ordularla |
|
5 | لَا | asla |
|
6 | قِبَلَ | karşı koyamayacakları |
|
7 | لَهُمْ | kendilerinin |
|
8 | بِهَا | ona |
|
9 | وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ | ve onları sürüp çıkarırım |
|
10 | مِنْهَا | oradan |
|
11 | أَذِلَّةً | zilletle |
|
12 | وَهُمْ | ve onları |
|
13 | صَاغِرُونَ | hor ve hakir olarak |
|
Peygamberin görevi insanlarla savaşarak ganimet elde etmek veya savaş tehdidiyle hediye almak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların sapkın inançlardan kurtulmalarının yolunu açmak olduğu için Hz. Süleyman, kraliçenin gönderdiği hediyelere iltifat etmemiştir. Ülkenin güvenliği bunu gerekli kıldığı için de teslim ve tâbi olmadıkları takdirde karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit etmiştir.
Elçiler dönüp durumu kraliçeye anlatınca kraliçe maiyetindeki ileri gelenlerle birlikte Hz. Süleyman’ı ziyaret edip onun dini hakkında bilgi almak üzere harekete geçmiştir. Öte yandan Hz. Süleyman’a bu bilgi ulaşmış (âyet 42), o da kraliçe gelip teslim olmadan önce onun tahtını getirmelerini yanındaki görevlilerden istemiştir.
Bu kıssada bir kadın yöneticinin erkek devlet adamlarından daha basiretli davrandığının ima edilmesi de ilgi çekicidir.
39. âyette geçen ifrît, “güçlü, kuvvetli, yaramaz, ele avuca sığmaz kimse” demektir. Sıfat olarak cinler için kullanıldığı gibi insanlar için de kullanılır (Elmalılı, VI, 3678-3679).
“Kitap ilmine sahip olan biri”nin kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. “Bir melek, bir insan, Hızır, Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ” veya “Süleyman’ın kendisi” denilmiştir. Râzî gerekçelerini de açıklayarak Süleyman’ın kendisi olduğunu söyleyen görüşü tercih etmektedir (XXIV, 197-198).
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ
Fiil cümlesidir. اِرْجِعْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
اِلَيْهِمْ car mecruru اِرْجِعْ fiiline mütealliktir.
فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
Fiil cümlesidir. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن لم يأتوني مسلمين فو الله (Vallahi bana Müslüman olarak gelmezlerse) şeklindedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نَأْتِيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri, نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
بِجُنُودٍ car mecruru نَأْتِيَنَّهُمْ fiiline mütealliktir. لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا cümlesi بِجُنُودٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَٓا cinsini nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. قِبَلَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur.
لَهُمْ car mecruru لَٓا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. بِهَا car mecruru لَٓا ’nın mahzuf haberine mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُخْرِجَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri, نحن ’dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْهَٓا car mecruru نُخْرِجَنَّهُمْ fiiline mütealliktir. اَذِلَّةً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُمْ صَاغِرُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. صَاغِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
صَاغِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan صغر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ
Mekulü’l-kavlin devamı olan ayet fasılla gelmiştir. اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِرْجِعْ اِلَيْهِمْ sözü, gelen elçiye bir hitap olduğu ileri sürüldüğü gibi başka bir mektubu götürmesi için Hüdhüd’e yazılmış bir hitap olduğu da söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا
فَ , mahzuf bir şartın cevabına dahil olan rabıta harfi; لَ, mahzuf bir kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
Mahzuf kasem ve mezkur cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.
Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş فَلَنَأْتِيَنَّهُمْ بِجُنُودٍ cümlesi, mukadder kasemin cevabı aynı zamanda, takdiri إن لم يأتوني مسلمين فو الله (Vallahi bana Müslüman olarak gelmezlerse) olan mahzuf şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Şart ve kasem cümlelerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasemin cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
بِجُنُودٍ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
لَا قِبَلَ لَهُمْ بِهَا cümlesi بِجُنُودٍ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. قِبَلَ, cinsini nefyeden لَا ’nın ismidir. Haberi mahzuftur. لَهُمْ, bu mahzuf habere mütealliktir.
Nehhâs dedi ki: Ben Ebu'l-Hasen b. Keysan'ı şöyle derken dinledim: Buradaki lam tekid lâmıdır. Bu şekilde ona göre bütün lam çeşitleri üç türlüdür, dördüncüleri yoktur. Bu da tekid, emir ve harf-i cer olarak kullanılan lam. Nahiv bilginlerinin ileri gelenleri de bu görüştedir. Çünkü onlar her bir şeyi aslına irca ederler. Bu ise Arap dili üzerindeki eğitimi oldukça ileri kimseler için ancak mümkün olabilir. (Kurtubî)
Yani “Ey elçi! Belkıs ile kavmine dön. Vallahi, onların mukavemet edemeyecekleri, karşı koyamayacakları bir ordu ile onların üzerine geleceğiz ve Allah'a yemin olsun ki onlar, yurtlarında aziz ve imkân sahibi iken biz onları oradan sürgün olarak değil, hor esirler olarak çıkaracağız.” (Ebüssuûd)
وَلَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً وَهُمْ صَاغِرُونَ
وَ ’la öncesine atfedilen cümlede لَ, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat mevcuttur.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Nûn-u sakile ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş لَنُخْرِجَنَّهُمْ مِنْهَٓا اَذِلَّةً cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.
أَذِلَّةࣰ kelimesi haldir. Ayetin son cümlesi وَهُمْ صَاغِرُونَ de haldir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan صَاغِرُونَ , durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
أَذِلَّةࣰ - صَـٰغِرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.