قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Peygamberin görevi insanlarla savaşarak ganimet elde etmek veya savaş tehdidiyle hediye almak değil, Allah’ın dinini tebliğ etmek, insanların sapkın inançlardan kurtulmalarının yolunu açmak olduğu için Hz. Süleyman, kraliçenin gönderdiği hediyelere iltifat etmemiştir. Ülkenin güvenliği bunu gerekli kıldığı için de teslim ve tâbi olmadıkları takdirde karşı koyamayacakları ordularla üzerlerine gideceğini söyleyerek onları tehdit etmiştir.
Elçiler dönüp durumu kraliçeye anlatınca kraliçe maiyetindeki ileri gelenlerle birlikte Hz. Süleyman’ı ziyaret edip onun dini hakkında bilgi almak üzere harekete geçmiştir. Öte yandan Hz. Süleyman’a bu bilgi ulaşmış (âyet 42), o da kraliçe gelip teslim olmadan önce onun tahtını getirmelerini yanındaki görevlilerden istemiştir.
Bu kıssada bir kadın yöneticinin erkek devlet adamlarından daha basiretli davrandığının ima edilmesi de ilgi çekicidir.
39. âyette geçen ifrît, “güçlü, kuvvetli, yaramaz, ele avuca sığmaz kimse” demektir. Sıfat olarak cinler için kullanıldığı gibi insanlar için de kullanılır (Elmalılı, VI, 3678-3679).
“Kitap ilmine sahip olan biri”nin kimliği hakkında farklı rivayetler vardır. “Bir melek, bir insan, Hızır, Süleyman’ın veziri Âsaf b. Berhiyâ” veya “Süleyman’ın kendisi” denilmiştir. Râzî gerekçelerini de açıklayarak Süleyman’ın kendisi olduğunu söyleyen görüşü tercih etmektedir (XXIV, 197-198).
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli, nida ve cevabı olup قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. اَيُّ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الْمَلَؤُ۬ا münadadan bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Münada: kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayri maksude. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Münadanın başında harf-i tarif varsa, önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي ’dır.
اَيُّ istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَأْت۪ين۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَأْت۪ين۪ي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِعَرْشِهَا car mecruru يَأْت۪ين۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَبْلَ zaman zarfı يَأْت۪ين۪ي fiiline mütealliktir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
يَأْتُون۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Merfû muzari fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir ن harfi getirilir. يَأْتُون۪ي fiilinde olduğu gibi. Buna nûn-u vikaye denilir.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُسْلِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا قَبْلَ اَنْ يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Ayette Allah Teâlâ, Süleyman'ın (a.s.) sözlerini bildiriyor.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَيُّهَا الْمَلَؤُ۬ا cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan … اَيُّكُمْ يَأْت۪ين۪ي بِعَرْشِهَا cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki يَأْتُون۪ي مُسْلِم۪ينَ cümlesi, masdar tevilinde, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
يَأْتُون۪ي - يَأْت۪ين۪ي kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Belkıs’ın tahtının getirilmesi, “Onlar Müslüman olarak bana gelmeden önce” kaydına bağlanmış, çünkü böyle olması daha tuhaf daha acayiptir; adete göre olma ihtimali daha uzaktır ve Allah'ın kudretine ve peygamberliğinin sıhhatine delaleti daha açıktır. Bir de Belkıs'ın denenmesi ve harika mucizelere muttali olması, ilk geldiğinde gerçekleşmesi içindi. (Ebüssuûd)
Bu ayetten maksat:
1- Belkıs için Allah’ın kudretine, Hz. Süleyman’ın peygamberliğine dair bir delil olması ve böylece Belkıs’ın bu delili daha önce geçmiş olan diğer delillere eklemesidir.
2- Hz. Süleyman o tahtı getirtmeyi, böylece şeklini ve şemalini değiştirmeyi, daha sonra da Belkıs’ın onu tanıyıp tanıyamayacağını anlamak için o tahtı ona sunmasıdır. Ki bunun gayesi de Belkıs’ın aklını ve zekâsını ölçmektir.
3- Katâde şöyle der: “Hz. Süleyman, Belkıs Müslüman olduğunda onun malını almasının helal olmayacağını bildiği için o Müslüman olmadan önce onun tahtını almak istemiştir.”
4- Arş, bir memleketin kudretini simgeleyen bir şeydir, tahttır. Böylece Hz. Süleyman, Belkıs kendisine gelmeden önce onun mülkünün miktarını, (ne derece zengin olduğunu) bilmek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)