وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَرَى | görürsün |
|
2 | الْجِبَالَ | dağları |
|
3 | تَحْسَبُهَا | sandığın |
|
4 | جَامِدَةً | cansız |
|
5 | وَهِيَ | o |
|
6 | تَمُرُّ | yürümektedir |
|
7 | مَرَّ | yürümesi gibi |
|
8 | السَّحَابِ | bulutun |
|
9 | صُنْعَ | yapısıdır |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | الَّذِي |
|
|
12 | أَتْقَنَ | gayet iyi yapan |
|
13 | كُلَّ | her |
|
14 | شَيْءٍ | şeyi |
|
15 | إِنَّهُ | doğrusu O |
|
16 | خَبِيرٌ | haber almaktadır |
|
17 | بِمَا | şeyleri |
|
18 | تَفْعَلُونَ | yaptıklarınız |
|
Bazı müfessirler bu âyeti dünyanın güneş etrafındaki dönüşüne işaret olarak değerlendirmişlerdir (bk. Celal Kırca, s. 76). Bazı tefsircilere göre ise bu vâkıa, kıyametin ilâhî kudretle kopacağının delilidir. Dünya gibi büyük bir kütleyi uzay boşluğunda yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde ve bulutlar gibi yürüten Allah Teâlâ, zamanı geldiğinde bu dünyayı başka bir âleme dönüştürebilecek bilgi ve kudrete sahiptir ve bunu yapacaktır. Nitekim müfessirler sûrun üflenmesinden sonra Allah Teâlâ’nın dağları yok ederek yeryüzünü başka bir âleme dönüştüreceğini ifade etmişlerdir (bk. İbn Âşûr, XX, 47; bu konuda bilgi için bk. İbrâhim 14/48; ayrıca krş. Kehf 18/47; Tâhâ 20/105-107; Kāria 101/5). Bir yoruma göre bu âyette geçen “dağların yürümesi olayı” kıyamette vuku bulacak ve her şey Allah’a gelirken dağlar da O’na doğru yürüyüp gelecektir.
“Bu, her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır” cümlesi, sadece dünyanın ve dağların değil, evrendeki her şeyin Allah’ın ilmi, kudreti ve sanatıyla mükemmel bir şekilde yaratıldığını ve yaratılış amacına uygun, düzenli bir şekilde idare edildiğini, hiçbir şeyin tesadüfe bırakılmadığını ifade etmektedir. “Şüphesiz ki O, yaptıklarınızdan tamamıyla haberdardır” meâlindeki son cümle ise bu değişimin meydana geldiği kıyamet gününde Allah Teâlâ’nın insanları dünyada yaptıklarından hesaba çekeceğine işaret etmektedir. Nitekim bundan sonra gelen âyetler de bu yorumu destekler mahiyettedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 210
Cemede جمد : Bu kelimedeki asıl anlam maddi ya da manevi cereyan edişin mukabili olan hareketsizlik ve buz kesme halidir. Maddi olanına suyun donması ve bir şeyin katılaşması; manevi haline ise cimrilik misal verilebilir. Zira cimrilik adeta kalbin bâtınındaki ve ruhundaki cereyanı hareketsiz kılarak katılaştırır.
Geçtiği ayeti kerimede جامِدَة sözcüğü مَرٌّ un yani geçip gitmenin zıddı olarak zikredilmiştir: جُمُود kavramında iki ana koşul vardır; Katılık ve sukunet. Nitekim dağa bakan da onun böyle olduğunu sanır ancak gökyüzünde bulutların hareket ettiği gibi o da daima hareket halindedir. (Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri câmid ve cemâdattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Fe'ale فعل : فِعْلٌ bir müessirden/etkileyiciden bir tesirin, etkinin sudur etmesidir. Bu kavramın kapsamına güzel ve uygun bir şekilde yapılan ya da yapılmayan; bir bilgiyle yapılan veya yapılmayan, kasıtlı ya da kasıtsız; insandan, hayvandan veya bir cansızdan sadır olanların hepsi girer.
Yakın anlamlısı عَمَلٌ sözcüğü de buna benzer. Ancak صُنْعٌ sözcüğü bu ikisinden daha özel anlamlıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 108 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri fiil, fail, efal, meful, faal, faaliyet ve infialdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la يُنْفَخُ فِي الصُّورِ cümlesine matuftur.
تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْجِبَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. تَحْسَبُهَا cümlesi تَرَى ‘daki failin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحْسَبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. جَامِدَةً ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.
هِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ cümlesi جَامِدَةً ‘deki müstetir zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَمُرُّ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مَرَّ mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
السَّحَابِۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. صُنْعَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَتْقَنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتْقَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. شَيْءٍۜ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. خَب۪يرٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle خَب۪يرٌ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası تَفْعَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَفْعَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
خَب۪يرٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ
Önceki ayete matuf olan ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Vav harfi, matuf ve matufun aleyhin bir tertip üzere bulunmasını gerektirmez, yani ilk ikinci zikredilenden daha sonra vaki olsa da maksat sadece atıftır. (Âşûr)
تَحْسَبُهَا جَامِدَةً cümlesi, تَرَى ’nın failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. جَامِدَةً temyizdir. Mef’ûl olduğu da söylenmiştir.
وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِۜ cümlesi, جَامِدَةً ’deki müstetir zamirden haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Hal cümlesinde سَّحَابِۜ ’ye muzâf olan مَرَّ mef’ûlu mutlaktır.
تَمُرُّ - مَرَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَرَّ - جَامِدَةً kelilmeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
الْجِبَالَ - السَّحَابِۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Meydânî, bu ayet-i kerimede müşebbehün bih olan مَرَّ السَّحَابِۜ ibaresinin, تَمُرُّ fiilinin nev‘ini bildiren masdar olması nedeniyle ayet-i kerimeyi teşbih olarak addetmiştir.
Mef’ûlu mutlaklı ifadelerde masdarlar mecazî anlam ifade etmez. Masdar fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar ve hakiki anlam devreye girer. ( Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, ARAP Dilinde Muhâtabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekîd Edatlarinin Rolü, Ksü İlahiyat Fakültesi Dergisi, 17, 2011)
Muhatap dağların yürüdüğünü yani hareket ettiğini bilmekle beraber süratini bilmemektedir. Bu ayet-i kerîmede dağların hızının bulutlarınki gibi olduğu açıklanmaktadır. Kıyamet gününde dağların yürütülmesinin rüzgârın önündeki seri bulutlara benzetildiği bu teşbih kurgusunda, benzetme edatı zikredilmediği için bu teşbih müekked bir teşbihtir. Takdiri; تَمُرُّ مَرَّ كَمَرِّا لسَحَابِ şeklindedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)
Ayetteki teşbihe Beyzâvî şu açıklamalarla işaret eder: Sûra ilk üfürüldüğünde uzaktan bakan bir insan, dağları yerinde sabit bir halde görür. Oysa dağlar rüzgârın hızlı bir şekilde sürükleyip götürdüğü bulutlar gibi hareket ederler. Ancak göz bunların hareketini fark edemez. Çünkü dağlar gibi büyük cisimler aynı yörüngede hızlı bir şekilde hareket ettiklerinde, onlara bakan, seri bir şekilde gitmelerine rağmen, onların durduğunu zanneder. Bu teşbihin içerisinde ikinci bir teşbihin daha bulunduğunu ifade eden Ebüssuûd, bu teşbihi şu şekilde açıklar: “Küçük tepecikleriyle birbirine eklenen zincir halkaları gibi algılanan dağların görüntüsü, ipçiklerle birbirine bağlanan atılmış pamuk yığını gibi rüzgârın önünde sürüklenen bulutların görüntüsüne benzetilir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
صُنْعَ اللّٰهِ الَّـذ۪ٓي اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
صُنْعَ اللّٰهِ mahzuf bir fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mansubdur. Takdiri صنعت (Sanatla yaptı) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Lafza-i celâl için sıfat konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nın sılası olan اَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
شَيْءٍۜ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim içindir.
صُنْعَ - اَتْقَنَ - فعل kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Mef’ûlu mutlak, lafzî tekidlerden biridir. Mef’ûlu mutlakta temel anlam tekiddir. Mef’ûlu mutlakın bütün çeşitlerinde tekid bulunur. Amilin masdarı olarak geldiğinde mef’ûlu mutlakta tekid, temel anlam; çeşit ve sayı ifade ettiğinde ise ikincil anlam olarak kullanılır. Mef’ûlu mutlakta masdarlar mecazî anlam ifade etmez. Masdar, fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar. (Doç. Dr. Mehmet Akif ÖZDOĞAN, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25 (2015), 1 Arap Dilinde Lafız Ve Anlam Açısından Mef’ûlu Mutlak)
اِنَّهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki مَا müşterek ism-i mevsûlü, بِ harf-i ceriyle birlikte خَب۪يرٌ ’e mütealliktir. خَب۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan sıla cümlesi تَفْعَلُونَ , hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Ayetin bu son cümlesi tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir.
إنَّهُ خَبِيرٌ بِما تَفْعَلُونَ cümlesi tezyîl veya ifadenin sonunda hatırlatma, teşvik ve uyarı için gelmiş bir itiraz cümlesidir. (Âşûr)
Bu cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
Surenin bu sayfasındaki ayetlerin fasılaları ي - نَ ve و - نَ harfleriyle gelerek mükemmel bir ses uyumu oluşturmuştur.