يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
İsim cümlesidir. يَا nida harfi, مُوسٰٓى münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. Nidanın cevabı اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ ‘dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُٓ muttasıl zamir اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اَنَا اللّٰهُ isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir اَنَا mübteda olarak mahallen merfûdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزُ kelimesi lafza-i celâl’in sıfatı olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi lafza-i celâl’in ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ- الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا مُوسٰٓى اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
مُوسٰٓى , müfred alem, münadadır.
Nidanın cevabı olan اِنَّـهُٓ اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümle, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin ismi olan هُٓ , şan zamiridir.
اِنَّ ‘nin haberi اَنَا اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Allah Teâlâ’nın Aziz ve Hakim sıfatlarının seçilmesi, lafızla siyak uyumu olan teşâbüh-i etrâf sanatının güzel örneklerindendir.
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir.
الْعَز۪ي - الْحَك۪يمُۙ kelimelerinin arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)
اِنَّـهُٓ [Gerçek şu ki] ifadesindeki zamirin şan (durum ve tembih) zamiri olması caizdir; yani durum şu ki, [Ben Allah’ım!] Buna göre اَنَا اللّٰهُ mübteda ve haber olup, الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ifadeleri de haberin iki sıfatıdır. Zamirin, öncesinin kendisine delalet ettiği şeye râci olması da caizdir; yani “Seninle konuşmakta olan Ben’im” demektir ki, “Allah” ifadesi “Ben”in açıklaması, “Aziz” ve “Hakîm” ifadeleri de bu açıklananın iki sıfatı olmaktadır. Bu, Allah’ın Musa’nın eliyle mucize gösterme isteğine ait bir ön hazırlıktır. Allah Teâlâ “Ben güçlüyüm, asayı yılana dönüştürme gibi, idraklerden uzak şeylere kadirim. Yapmakta olduğum her şeyi bir hikmet ve planla yapanımdır Ben” demek istiyor. (Keşşâf)