Neml Sûresi 8. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  ...

(Mûsâ) Ateşe varınca ona şöyle seslenildi: “Ateşin başındaki de çevresindekiler de kutlu olsun! Âlemlerin Rabbi olan Allah, eksikliklerden uzaktır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَهَا oraya geldi ج ي ا
3 نُودِيَ seslenildi ن د و
4 أَنْ diye
5 بُورِكَ mübarek kılındı ب ر ك
6 مَنْ bulunan kimse
7 فِي içinde
8 النَّارِ ateşin ن و ر
9 وَمَنْ ve olan kimse
10 حَوْلَهَا çevresinde ح و ل
11 وَسُبْحَانَ eksikliklerden münezzehtir س ب ح
12 اللَّهِ Allah
13 رَبِّ Rabbi ر ب ب
14 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م
 
Hz. Mûsâ’nın kıssası çeşitli yerlerde çeşitli vesilelerle anlatıl­maktadır. Burada anlatılanlar biraz daha genişçe ve farklı üslûplarla A‘râf (7/104-136), Tâhâ (20/9-98) ve Kasas (28/2-46) sûrelerinde de yer almıştır. Bu âyetlerin bağlamından ve bunlar üzerine yapılan yorumlardan anlaşıldığına göre bu olay Hz. Mûsâ’nın ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a yaptığı yolculuk esnasında soğuk bir gecede meydana gelmiştir. Müfessirler, Hz. Mûsâ’nın ateş sandığı ışığın gerçekte ilâhî bir nur olduğunu belirtirler (bilgi için bk. Tâhâ 20/10; Taberî, XIX, 132-133; Şevkânî, IV, 122). Ateşin, yani nurun bulunduğu yerde mübarek kılınandan maksat Hz. Mûsâ, çevresindekiler ise Cebrâil ve o yeri aydınlatmakla görevli meleklerdir (İbn Âşûr, XIX, 226). Mecazi anlamda ateş peygamberlere mahsus mânevî aydınlanma olarak da yorumlanmıştır (Esed, II, 763). Buna göre ateşin içinde olan Mûsâ, çevresinde olanlar da ona iman edenlerdir. Zemahşerî’ye göre ateşten maksat onun bulunduğu yerdir. Burada mübarek kılınanlar ise Mûsâ ile o yerin çevresinde bulunan kutsal topraklardır (III, 137). 8. âyetin son bölümünde Allah’ın, sadece İsrâiloğulları’nın değil, âlemlerin, bütün insanlığın rabbi olduğu vurgulanmakta, 9. âyette ise Allah’ın mutlak galip ve hikmet sahibi olduğu belirtilerek tevhid mücadelesinde ancak O’na güvenip dayanmak gerektiğine işaret edilmektedir (asâ mûcizesi hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/107; Tâhâ 20/17-21). 11. âyet genel olarak, haksızlık ettikten sonra pişman olup tövbe eden kimselerin günahlarının bağışlanacağına, özel olarak da gençliğinde bir Mısırlı’yı kasıtsız olarak öldürmüş olan Hz. Mûsâ’nın bağışlanacağına işaret etmektedir (Şevkânî, IV, 123; İbn Âşûr, XIX, 230; Mûsâ hakkında ayrıca bk. Kasas 28/15-16). İlâhî mesajı Firavun’a tebliğ etmekle görevlendirilen Hz. Mûsâ dokuz mûcize ile desteklenmiştir. Bunlardan sadece ikisi yani asâsının yılana dönüşmesi ve elini koynuna sokunca –sapasağlam olduğu halde– bembeyaz çıkması şeklindeki mûcizeleri burada zikredilmiş, diğerleri ise başka sûrelerde anlatılmıştır (meselâ bk. A‘râf 7/103-108, 130-136; İsrâ 17/101). Firavun ve onun ileri gelen adamları, Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizelerin insanları ikna ettiğini görüp kendileri bile bundan etkilenince şaşırıp kalmışlar; ancak iman etmeyi gurur ve kibirlerine yediremedikleri için inkâr yolunu tutup, mûcizelerin düpedüz sihir olduğunu ileri sürmüşlerdir.
 

  برك Berake :   بَرْكٌ kelimesinin aslı devenin göğsüdür. Yine بَرَكَ الْبَعِيرُ  ifadesi deve döşünü (göğsünü) yere bıraktı demektir. Bununla birlikte bir başkası için kullanıldığında بِرْكَةٌ adı da verilir. Suyun toplandığı yere de بِرْكَةٌ  adı verilmiştir. بَرَكَةٌ /bereket ise bir şeyde hayrın devamlı oluşudur. Bu isimle adlandırılmasının sebebi, suyun toplandığı yerde kalışı gibi, hayrında burada durup kalmasıdır. مُبارَكٌ  sözcüğüne gelince o içinde bu hayrın bulunduğu şeydir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 32 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) 

  Türkçede kullanılan şekilleri bereket, tebrik, teberrük ve mübarektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا :  Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezmeden harf olur. 

b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَهَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  karînesi olmadan gelen  نُودِيَ  cümlesi şartın cevabıdır. 

نُودِيَ   fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

اَنْ  tefsiriyyedir.  بُورِكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَنْ  müşterek ismi mevsul naib-i faili olarak mahallen merfûdur. فِي النَّارِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  atıf harfi  و ‘la makabline matuftur. 

حَوْلَهَا  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  


 وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  نسبّح (tesbih ederiz.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

رَبِّ  kelimesi  اللّٰهُ  lafza-i celâlin sıfatı olup lafzen mecrurdur.  Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

فَلَمَّا جَٓاءَهَا نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ 

 

فَ , atıf harfidir.

لَمَّا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. 

Haynûne manasındaki  لَمَّا  aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf/29, s.424)

لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır. 

لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  جَٓاءَهَا  şart cümlesi  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ , karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نُودِيَ اَنْ بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ وَمَنْ حَوْلَهَاۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Tefsiriyye olan  اَنْ ’i takip eden  بُورِكَ مَنْ فِي النَّارِ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümlenin başındaki  اَنْ , tefsir için getirilen en-i müfessiredir. Çünkü nida fiilinde قال (dedi) anlamı vardır. Buna göre mana, "O Musa'ya bereket verildi" denildi.." şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)   

بُورِكَ  fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَنْ ’in sılası mahzuftur. Car mecrur  فِي النَّارِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Aynı üslupta gelen ikinci mevsûl birinciye, temasül nedeniyle atfedilmiştir. 

Hazret-i Mûsa'ya ilâhi hitabın bu şekilde başlaması, bereketleri Şam toprağına yayılacak muazzam bir dinî hadisenin kendisi için hükmedildiğine müjde olması içindir ki bu, Allah'ın, Hz. Musa ile konuşması, onu peygamber seçmesi ve onun eliyle mucizeler göstermesidir. (Ebüssuûd)

Bu konuşmaya, ilâhi bir konuşma olduğunu gösteren bir mucize de eklenmiştir. Bu cümleden olarak, o ateşin yeşil bir ağaçta yanmasına rağmen, o ağacın kendisi yanmamıştır. Bu işte, adeta bir mucize gibi olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)  

نُودِيَ  ve  بُورِكَ  fiilleri, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Ateşin bulunduğu yer, "O mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından, ağaç tarafından kendisine şöyle seslenildi... " ayetinde geçen mekândır. Yani bu mekanda ve çevresinde bulunanlar mübarek kılınmıştır. Zahire göre bu hüküm, o vadi ve havalisi olan Şam (Filistin) toprağında bulunanların hepsine şamildir ki, bu topraklara berekât denilmektedir. Zira bu topraklar, peygamberlerin (aleyhisselâm) gönderildikleri ve hayatta da, mematta da bulundukları yerlerdir. Bundan dolayı bu topraklar ve özellikle de Allah'ın Hazret-i Musa ile konuştuğu mekân mübarektir. (Ebüssuûd)


 وَسُبْحَانَ اللّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Takdiri  نسبّح  (Tesbih ederiz) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

رَبِّ ٱلۡعَـٰلَمِینَ , lafz-ı celalden bedel veya onun sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

فَسُبْحَانَ اللّٰهِ  izafeti muzâfın,  رَبِّ الْعَالَم۪ينَ  izafeti ise muzâfun ileyhin şan ve şerefine işaret eder.

Allah Teâlâ’dan  رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ  şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın maliki olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin Suresi/5)

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Son cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri manayı kuvvetlendirmek için yapılan  ıtnâbtır.

Mefûl-ü mutlak, lafzî tekidlerden biridir. Mefûl-ü mutlakta temel anlam tekîddir. Mefûl-ü mutlakın bütün çeşitlerinde tekid bulunur. Amilin masdarı olarak geldiğinde mefûl-ü mutlakta tekid, temel anlam; çeşit ve sayı ifade ettiğinde ise ikincil anlam olarak kullanılır. Mefûl-ü mutlakta masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar, fiiliyle birlikte kullanıldığında mecaz olma ihtimali ortadan kalkar. (Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZDOĞAN, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25 (2015), 1 Arap Dilinde Lafız Ve Anlam Açısından Mefûl-ü Mutlak)

ki/diye anlamındaki  اَنْ , açıklama edatıdır; çünkü seslenmede, söyleme anlamı vardır. Buna göre mana: “O Musa’ya: ‘... mübarek kılınmıştır’ diye söylendi.” şeklindedir. Şayet “Bunun, انّ ’nin şeddesiz yapısı olan  اَنْ  olması ve  نُودِيَ بأنّه اَنْ بُورِكَ  (‘’Ateştekiler ve ateşin çevresindekiler mübarek kılınmıştır” diye seslenildi) şeklinde bir cümle takdir edilerek,  بأنّه  kelimesindeki zamirin, zamir-i şan (durum / tenbih zamiri) olması caiz midir? dersen şöyle derim: Hayır; çünkü bu durumda fiilin başında mutlaka bir  قد  edatının bulunması gerekir. Şayet “Peki bu, قد  edatının gizli takdir edilmesine binaen de olmaz mı?” dersen şöyle derim: Bu sağlıklı olmaz; çünkü o bir alâmet olup hazfedilemez. (Keşşâf)

Bu kelâm, Hz Musa'yı bu büyük hadiseden taaccüp ettirmekte ve bunu irade buyurup gerçekleştirenin, Âlemlerin Rabbi olduğunu bildirmektedir. Bu vaki olan hadisenin pek büyük, şanı muazzam olaylardan olup Allah'ın, alemleri terbiye etmek hükümlerinden olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)