Kasas Sûresi 58. Ayet

وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ  ...

Biz nimetler içinde şımaran nice memleket halkını helâk etmişizdir. İşte kendilerinden sonra içlerinde pek az oturulmuş yurtları! (O yurtlara) biz varis olduk, biz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَمْ ve nicesini
2 أَهْلَكْنَا helak ettik ه ل ك
3 مِنْ -den
4 قَرْيَةٍ kent(ler)- ق ر ي
5 بَطِرَتْ şımarmış ب ط ر
6 مَعِيشَتَهَا refah içinde ع ي ش
7 فَتِلْكَ İşte şunlar
8 مَسَاكِنُهُمْ onların meskenleri س ك ن
9 لَمْ
10 تُسْكَنْ oralarda oturulmadı س ك ن
11 مِنْ
12 بَعْدِهِمْ onlardan sonra ب ع د
13 إِلَّا ancak
14 قَلِيلًا pek az ق ل ل
15 وَكُنَّا ve biz olduk ك و ن
16 نَحْنُ biz
17 الْوَارِثِينَ varisler و ر ث
 

Güçlerine ve servetlerine güvenip şımaran, azan ve inkârcılıkta direnen bazı eski toplulukların tarih sahnesinden silinmiş oldukları hatırlatılarak insanlık uyarılmaktadır. Helâk olan o şımarık toplulukların izleri gösterilmekte, onlardan sonra buraların terkedildiği, harap olduğu ve ancak pek azında insanların oturabildiği belirtilmektedir. Bazı tefsirlere göre ise helâk olan kavimlerin yurtlarında insanların çok kısa bir süre veya çok az kimsenin barındığı bildirilmektedir. Bunlar, o kalıntılarda kısa bir süre için konaklayarak dinlendikten sonra kalkıp giden yolculardır (Râzî, XXV, 5; Şevkânî, IV, 174; İbn Âşûr, XX, 151; ayrıca bk. En‘âm 6/6). Bununla birlikte insanlara Allah’ın âyetlerini okuyup onları yeteri kadar aydınlatacak ve doğru ile eğrinin ne olduğunu gösterecek bir peygamber göndermeden Allah’ın, herhangi bir ülke halkını –haksızlığa, taşkınlığa sapmadıkça– helâk etmeyeceğini haber vermektedir (bu konuda bilgi için bk. İsrâ 17/15).

Hepsi bize kalmıştır” cümlesi belde halkı helâk olduktan sonra yurtlarına vâris olacak kimsenin kalmadığına, dolayısıyla beldelerin ıssız ve sahipsiz kaldığına işaret etmekte, ayrıca mülkün hakiki sahibinin Allah Teâlâ olduğu gerçeğine imada bulunmaktadır.

Merkez” diye çevirdiğimiz “üm” kelimesi gönderilen peygamberin ümmetine ait şehirlerin en büyüğü ve en ünlüsünü ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber, yörenin en önemli beldesi olan Mekke’de gönderilmiştir. Büyük şehirlerin tercih edilmesinin sebebi, oralarda dinî tebliğe muhatap olacak istidatlı (farklı kabiliyetler taşıyan) kimselerin daha çok bulunması ihtimalidir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 237-238
 

وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَمْ  soru harfi haberiye olarak, اَهْلَكْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubdur. 

اَهْلَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَرْيَةٍ  car mecruru  كَمْ ’in temyizidir.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler, 

d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَا  cümlesi  قَرْيَةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

بَطِرَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘ dir. 

مَع۪يشَتَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَهْلَكْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.  


 فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ

 

İsim cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  تِلْكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مَسَاكِنُهُمْ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاً  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  

تُسْكَنْ  meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  تُسْكَنْ  fiiline mütealliktir.  اِلَّا  istisna harfidir.  قَل۪يلاً  müstesna olup lafzen mansubdur.


وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Mütekellim zamir  نَا ‘nın ismi  كُنَّا  olarak mahallen merfûdur.  نَحْنُ munfasıl zamir,  كُنَّا ’daki  نَا  zamirini tekid içindir. 

الْوَارِث۪ينَ  kelimesi,  كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْوَارِث۪ينَ  kelimesi, sülâsi mücerredi ورث  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ

 

وَ , istînâfiyedir.  كَمْ  soru harfi haberiye olarak,  اَهْلَكْنَا  fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Çokluktan kinayedir.  مِنْ قَرْيَةٍ , temyizidir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ  cümlesi,  قَرْيَةٍ  için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Keşşâf sahibi şöyle der: بَطِرَ , zenginliğin verdiği şımarıklık ve kötülüktür. Bu da, zengin olanın, Allah'ın hak ve hukukunu gözetmemesidir." Ayette  مَع۪يشَتَهَاۚ  kelimesi, ya tıpkı (A'raf, 155) ayetinde olduğu gibi harf-i ceri hazf edilip, fiilin doğrudan doğruya ona birleştirilmesiyle, yahut da kendisine muzâf mahzuf bir "zaman" kelimesinden ötürü mansubdur. Buna göre takdir "Geçim günlerinde şımaran..." şeklindedir. Yahut da, bu fiil "inkâr etti, nankör oldu" manasını taşıdığı için, kelime böyle mansub olmuştur. (Fahreddin er- Râzî)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Cümle haberî isnad formunda geldiği halde cümledeki anlam, kolayca anlaşılabileceği gibi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak, tevbih ve korkutmadır. Bu nedenle terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

قَرْيَةٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.

اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ  ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen kent halkıdır.  بَطِرَتْ  ise, dikili ağaçların köklenip sökülmesi, giysilerin çıkarılıp soyulması derecesinde nimetlerin kötüye kullanılmasıdır. (Kur’an Mecazları, Şerif er-Radî) 

‘Karye ehli’ şeklinde gelmesi gelen ifadede muzâf olan ‘ehli’ kelimesi hazf edilmiştir. Bu yüzden mecazî isnad vardır. 

Allah Teâlâ Mekkelilere has kılmış olduğu o nimeti hatırlatınca, bunun peşinden, dünya nimetlerine gömülmüş geçmiş ümmetlerin başına getirdiği şeylerden bahsetmiştir. İşte onlar peygamberlerini yalanlayınca, Allah onlardan o nimetleri almıştır. Cenab-ı Hakk'ın, bu açıklamasının maksadı şudur: O kâfirler, "Biz, dünya nimetlerinin elimizden kaçmasından korktuğumuz için iman edemiyoruz" deyince, Allah Teâlâ onlara, o nimetleri elden kaçıracak olan şeyin, imana yönelmek değil iman etmemekte ısrar olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er- Râzî)


 فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ

 

Cümle önceki ayetteki  …وَكَمْ اَهْلَكْنَا  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  فَ ‘nin istînâfiyye olması da caizdir.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene dikkat çekip tahkir amacına işaret eder. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ  cümlesi,  مَسَاكِنُهُمْ ’dan haldir.  لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına  وَ  gelmez.

اِلَّا  istisna edatı,  قَل۪يلاًۜ  müstesna olarak mansubdur. 

Müstesna olan  قَل۪يلاًۜ  mahzuf zamanlardan veya mahzuf masdardan naibdir. Cümlenin takdiri  لَمْ تُسْكَنْ سَكَنًا إلّا سَكَنًا قَلِيلًا  (Çok az bir yer dışında oturulmadı.) şeklindedir. (Âşûr)

مَسَاكِنُهُمْ - تُسْكَنْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

"İşte kendilerinden sonra ancak, pek az kimsenin konabileceği’’ ifadesi İbn Abbas (ra) tarafından şöyle açıklanmıştır: "Bu, "Orada, bir günlüğüne, bir saatliğine misafir olan veya geçip giden kimselerden başka hiç kimse durmaz" demektir."

Veya "Asi olmuş ve helak edilmiş bu insanların uğursuzluklarının izleri hâlâ o memleketlerde mevcuttur. Binaenaleyh onların soylarından, orada yerleşen herkes, pek azı müstesna, orada fazla durmaz. Çünkü, oranın ahâlisinin helakından sonra oraya varis olanlar biziz" şeklinde olabilir. Oranın belli bir sahibi kalmayınca, "Burası Allah'ın varis olduğu yer" denir. Çünkü mahlukatı son bulduktan sonra, baki kalacak olan sadece O'dur. (Fahreddin er- Râzî)


 وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi bir rabıta takdiriyle …لم تسكن  cümlesine atfedilmiştir. Yani  الوارثين لها  (Onun varisleri) demektir. (Mahmud Sâfî)

كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasl zamiriyle tekid edilmiştir.  

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Haber olan  الْوَارِث۪ينَ ’nin  الْ  taksıyla marife olması bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu işaretin yanında hakikî kasr ifade eder. (Âşûr)

الْوَارِث۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek süreklilik bildirmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ  sözündeki varis olmaktan murad onlara verilen ve geri alınmayan ihsanlardır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhi ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî, Teemülat fi Sureti Meryem Suresi, Meryem/63, s.243) 

Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)