بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
وَصَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لَهُمُ car mecruru وَصَّلْنَا fiiline mütealliktir. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَصَّلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi وصل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُون fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يَتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَقَدْ وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin, قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
وَصَّلْنَا fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ ihtimam için mef’ûl olan الْقَوْلَ ’ye takdim edilmiştir.
توصيل القول [Sözün birbirine eklenmesi] ifadesinde istiare vardır. وَصَّلْنَا لَهُمُ الْقَوْلَ ile kastedilen -Allahu alem- sözün ardarda getirilmesi, peşpeşe tekrar edilmesidir. Bu da, dinleyicilerine karşı getirilen delile destek olması, gafletten sonra kendilerine gelip uykudan uyanmaları için, muhaliflerine karşı serdedilen hüccetlerde artırma ve derinleşme sağlamak için yapılır. Bu söylem, kovanın derin kuyuya salındığında suya erişip ulaşıncaya kadar iplerin birbirine eklenip ulanmasına benzetilmiştir. Bu ince manalardandır. (Kur’an Mecazları, Şerîf er-Radî)
Ayet-i kerîme Kur'an-ı Kerîm Muhammed (sav)'e bir defada verilmedi, diyenlerin bu itirazlarını reddetmektedir. (Kurtubî)
Sözün tavsîli, peşpeşe getirilmesidir. Bu peşpeşe getirmeden, "Biz Kur'an'ı, daha fazla va'z-u nasihat olsun ve hatırlatmaya vesile olsun diye, parça parça, peşpeşe indirdik" manasının kastedilmiş olması muhtemeldir. Çünkü böylece insanlar, her gün başka bir hikmete muttali oluyor, yeni bir fayda öğreniyorlardı. Böylece de, hatırlamaya, va'z-u nasihat almaya o nisbette yakın bulunuyorlardı. Mananın böyle olması halinde bu, onların, "Hz Musa'ya kitabın toptan verilmiş olması gibi, Muhammed (sav)'e de kitabı toptan verilmeli değil miydi?" şeklindeki sözlerine bir cevap olmuş olur. Ayrıca bununla, "Biz, va'z-u nasihat alma, böylece de küfürden iyice vazgeçmeleri için, peygamberlerin haberlerini ve peygamberleri inkâr eden kâfirlerin nasıl helak olduklarına dair kıssaları peşpeşe getirdik" manasının kastedilmiş olması da muhtemeldir. Yine mananın, "va'z-u nasihat almaları için, Kur'ân'ın mucize olduğuna dair delilleri tekrar tekrar ortaya koyduk" şeklinde olması da muhtemeldir. (Fahreddin er- Râzî)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَۜ۟
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan يَتَذَكَّرُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sibeveyh’i de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Müsned olan يَتَذَكَّرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
"Belki öğüt alırlar diye," İbn Abbâs dedi ki: Muhammed'in tebliğinden öğüt alırlar da ona iman ederler.
Şöyle de açıklanmıştır: Öğüt alırlar da kendilerinden öncekilere inen azabın benzeri bir azap üzerlerine iner diye korkarlar. Bu açıklamayı da Ali b. İsa yapmıştır. Bir diğer açıklama da şöyledir: Belki Kur'an ile öğüt alıp putlara ibadetten vazgeçerler. Bu açıklamayı da en-Nakkaş nakletmiştir. (Kurtubî)
يَتَذَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür .
Bu cümle Kur’an’da aynen veya ufak değişikliklerle birçok kez tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkâf Sûresi, C. 7, S. 314)اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ
Yaygın yoruma göre daha önce kendilerine kitap verilen ve Kur’an inince ona da iman edenler, Abdullah b. Selâm ve Rifâa b. Rifâa gibi bazı yahudilerle Varaka b. Nevfel ve Suheyb-i Rûmî gibi hanîfler veya hıristiyanlardır (İbn Âşûr, XX, 143; krş. Şevkânî, IV, 172). Bir görüşe göre de hıristiyan olan Habeşistan Necâşîsi’nin Hz. Peygamber’in durumunu tetkik edip hakkında bilgi getirmeleri için Mekke’ye gönderdiği, Hz. Peygamber’in telkinleriyle İslâm dinini kabul etmiş olan on iki kişilik bir heyetidir (İbn Âşûr, XX, 143). Ancak âyeti genel olarak değerlendirmek, Ehl-i kitap’tan olup da Hz. Peygamber zamanında İslâm’a girmiş ve kıyamete kadar girecek olanları bu âyetin kapsamında düşünmek daha uygun olur (krş. Ankebût 29/47). 53. âyetteki “Esasen biz bundan önce de rabbimize boyun eğmiştik” ifadesi, Ehl-i kitabın, Hz. Peygamber’in geleceğine dair kendi kitaplarındaki müjdeye veya genel olarak Allah’ın birliğine ve gönderdiği peygamberlere inandıklarına işaret etmektedir. Bunlar hem Kur’an’dan önceki kitaplara hem de Kur’an’a iman ettikleri ve bu uğurda kendi toplumları tarafından uygulanan her türlü maddî ve mânevî baskıya, boykot ve eziyete katlandıkları, 54 ve 55. âyetlerde zikredilen diğer ahlâkî özelliklere de sahip bulundukları için mükâfatları iki defa yani diğer müminlere verilecek mükâfatın iki katı veya daha fazlasıyla verilecektir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 236
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاهُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru اٰتَيْنَاهُمُ fiiline mütealliktir. هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰتَيْنَاهُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
يُؤْمِنُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَلَّذ۪ينَ mübteda, هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ cümlesi haberdir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Müsned olan هُمْ بِه۪ يُؤْمِنُونَ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِه۪ , ihtimam için amili olan يُؤْمِنُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مِنْ قَبْلِه۪ ifadesindeki zamir Kur’an’a racidir. (Keşşâf)
Muhammed (sav)'e raci olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
Katâde şöyle der: "Bu ayet, ehl-i kitaptan, hak şeriat üzere olan ve o şeriata tutunan, Hz Muhammed (sav) peygamber olarak gönderilince, onu da tasdîk eden kimseler hakkında nazil olmuştur. Selman-ı Fârisi ile Abdullah b. Selâm (ra) bunlardandır."
Mukâtil şöyle der: "Bu ayet, İncil'e inananlardan kırk kişi hakkında nazil olmuştur ki, bunlar, Cafer b. Ebi Talib (ra) ile birlikte Habeşistan'dan gelen o geminin yolcularıdır."
Rifa'a b. Kurayza bunun, on kişi hakkında indiğini ve kendisinin onlardan biri olduğunu söylemiştir.
Fakat burada nazar-ı dikkate alınacak şey, sebeb-i nüzulün hususiliği değil, lafzın umumiliğidir. Binaenaleyh kendisinde ve hakkında bu özellik bulunan herkes, ayetin hükmüne dahildir. (Fahreddin er- Râzî)
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | يُتْلَىٰ | (Kur’an) okunduğu |
|
3 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
4 | قَالُوا | derler |
|
5 | امَنَّا | inandık |
|
6 | بِهِ | ona |
|
7 | إِنَّهُ | kesinlikle o |
|
8 | الْحَقُّ | bir haktır |
|
9 | مِنْ | -den |
|
10 | رَبِّنَا | Rabbimiz- |
|
11 | إِنَّا | zaten biz |
|
12 | كُنَّا | idik |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِهِ | ondan önce de |
|
15 | مُسْلِمِينَ | müslümanlar |
|
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbâl, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُتْلٰى şeklinde muzari sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُتْلٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُتْلٰى fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ cümlesi şartın cevabıdır. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اٰمَنَّا بِه۪ٓ ‘dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ٓ car mecruru اٰمَنَّا fiiline mütealliktir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّنَٓا car mecruru الْحَقُّ ’nun mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru مُسْلِم۪ينَ ‘ye mütealliktir.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. مُسْلِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا يُتْلٰى عَلَيْهِمْ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ
Ayet öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda gelen ayetin ilk cümlesi يُتْلٰى عَلَيْهِمْ , şart cümlesidir. Aynı zamanda cevap cümlesine müteallık olan اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُتْلٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنَّا بِه۪ٓ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِذَا , müstakbel için kullanılır. Yani, gelecek zamanda gerçekleşecek bir cezanın, yine gelecek zamanda gerçekleşecek bir şarta bağlı olması durumunda bu edat kullanılır. Mütekellim şart fiilinin vuku bulacağına kesin olarak, ya da büyük bir ihtimalle inanıyorsa اِذَا harfini kullanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّنَٓا
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi الْحَقُّ şeklinde marife gelerek bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu ifade etmiştir.
رَبِّنَٓا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle نَا zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
اِنَّا كُنَّا مِنْ قَبْلِه۪ مُسْلِم۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ قَبْلِه۪ , önemine binaen amili olan مُسْلِم۪ينَ ’ye takdim edilmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
كَانَ ’nin haberi olan مُسْلِم۪ينَ ’nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Şayet “Burada اِنَّهُ ve اِنَّا ile yapılan iki istînaf arasında ne fark var?” dersen şöyle derim: Birinci istînaf Kur’an’a iman etmenin gerekçesini bildirir; zira Kur’an Allah tarafından hak bir kitap olduğu için inanılmaya layıktır. İkinci istînaf ise اٰمَنَّا بِه۪ٓ ifadesini beyan mahiyetindedir; çünkü bu imanın zamanı yakın veya uzak olabilir. Bu ifade ile onların Kur’an’a inanmalarının eski olduğu haber verilmiş olmaktadır; zira onların ataları önceki kitaplarda Kur’an bahsini okumuşlar; onlardan sonra oğulları da bunu okumuştur. Şüphesiz biz ondan Kur’an’ın varlığından ve inişinden önce de İslam dini üzere olup aynı gerçeğe teslimiyet gösteren kişiler idik demekteler. Zira İslam yani Hakk’a teslimiyet, vahyi tasdik eden bütün muvahhitlerin özelliğidir. (Keşşâf)
Allah Teâlâ, bunların imanlarının çok güçlü olduğuna delalet edecek şeyi naklederek, "Buna inandık. Şüphesiz ki bu Rabbimizden gelen bir haktır. Gerçekten biz, bundan evvel de İslam'ı kabul etmiş kimselerdik" dediklerini bildirmiştir. Ayetteki "Bu Rabbimizden gelen bir haktır" ifadesi, bir sebep manası taşır, yani, "Bunun Allah katından bir hak olması, ona iman etmeyi gerektirir" demektir. Ayetteki, "Biz, bundan evvel de İslam'ı kabul etmiş kimselerdik" ifadesi de onların, "Buna inandık" şeklindeki sözlerinin bir izahı gibidir. Çünkü bu imanın, zamanının yakın veya uzak olması muhtemeldir. Bundan dolayı onlar, buna eskiden beri inandıklarını haber vermişlerdir. Bu onların, Hz Muhammed'in geleceğine dair müjdeyi önceki peygamberlerin kitaplarında da görmüş olmalarından ötürüdür. (Fahreddin er- Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | işte onlara |
|
2 | يُؤْتَوْنَ | verilir |
|
3 | أَجْرَهُمْ | mükafatları |
|
4 | مَرَّتَيْنِ | iki kez |
|
5 | بِمَا | ötürü |
|
6 | صَبَرُوا | sabretmelerinden |
|
7 | وَيَدْرَءُونَ | ve onlar savarlar |
|
8 | بِالْحَسَنَةِ | iyilikle |
|
9 | السَّيِّئَةَ | kötülüğü |
|
10 | وَمِمَّا | ve şeyden |
|
11 | رَزَقْنَاهُمْ | onları rızıklandırdığımız |
|
12 | يُنْفِقُونَ | infak ederler |
|
Razeqa رزق : رِزْقٌ sözcüğü bazen dünyevi ya da uhrevi bağış ve ihsan, bazen pay veya hisse, bazen de mideye ulaşan ve kendisiyle gıdalanılan şey için kullanılır.
رَزَّاقٌ kavramı yalnızca Allah (cc) hakkında kullanılırken aynı kökten türeyen رازِقٌ kelimesi hem Allah (cc) için hem de rızkın bir canlıya ulaşmasını sağlayan/sebep olan insan hakkında kullanılabilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 123 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri rızık, Rezzak ve erzaktır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْتَوْنَ fiili, haber olarak mahallen merfûdur.
يُؤْتَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir و naib-i fail olarak mahallen merfûdur. اَجْرَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرَّتَيْنِ mef’ûlu mutlaktan naib olup müsenna olduğu için nasb alameti يْ ‘dir. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يُؤْتَوْنَ fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir.
صَبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْرَؤُ۫نَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِالْحَسَنَةِ car mecruru يَدْرَؤُ۫نَ fiiline mütealliktir.
السَّيِّئَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte يُنْفِقُونَ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقْنَاهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
رَزَقْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.
يُنْفِقُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup هو ‘dir.
يُؤْتَوْنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
يُنْفِقُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نفق ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i işaretle marife olması, işaret edilenleri en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim amacına matuftur.
اُو۬لٰٓئِك işaret ismi bu kişileri işaret ederek sanki gözümüzün önündeymiş gibi düşünmemizi sağlar.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ مَرَّتَيْنِ بِمَا صَبَرُوا cümlesi mübtedanın haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medh makamı olduğu için istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Harf-i cerle birlikte يُؤْتَوْنَ fiiline müteallik masdar harfi مَا ‘nın sılası olan صَبَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Bu ayet, “mezkûr vasıfları taşıyanlara, bir kez kendi kitaplarına iman ettikleri için, bir kez de Kur’an'a iman ettikleri için ve bu iki imana sabır ve sebat gösterdikleri mükâfatları iki kez verilecektir. Yahut nazil olmadan önce de Kur’an'a iman ettikleri ve nazil olduktan sonra da iman ettikleri için yahut kendi dindaşlarından kendilerini terk edenlerden ve müşriklerden gördükleri ezalara sabrettikleri için mükâfatları iki kez verilecektir.” demektir. (Ebüssuûd)
وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ
Atıf harfi وَ ’la gelen cümle يُؤْتَوْنَ اَجْرَهُمْ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْحَسَنَةِ - السَّيِّئَةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu cümlede istiare vardır. Çünkü iyilikle kötülük cisim değildirler ki birisiyle diğeri savulsun. Onun için bu anlatımla kastedilen- Allahu alem- güzel işleri çirkin işlere tercih etmeleri ve bu tercih sebebiyle sanki kötülükleri iyiliklerle gerisin geriye püskürterek def edip savmış olmalarıdır. Yine bu ifadenin, (cezanın zararını acil tövbe ile def ediyor olmaları) anlamına gelmesi de caizdir. Çünkü tövbe bir iyiliktir. Bazen de cezaya kötülük adı verilir. Çünkü o, kötülüğün karşılığıdır; çirkin/kötü olmasa bile zarar vericidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
“Kötülüğü iyilikle savarlar” yani günahları ibadet ve taat ile giderirler, çünkü [Muhakkak ki iyilikler, kötülükleri giderir.] (Hûd, 11/114) ayeti açıktır. Peygamber Efendimiz (sav), Muaz (ra)'a demiştir ki, "Kötülüğün arkasından bir iyilik yap, onu mahveder." Bununla beraber, ezayı, yumuşaklıkla; kötülüğü, iyilikle; şerri, hayır ile; bilgisizliği ilim ile; öfkeyi, yutmakla; şirki "Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmekle gider” diye de tefsir etmişlerdir. Dilimizde: İyiliğe iyilik her kişinin kârı (işi), kemliğe (kötülüğe) iyilik er kişinin kârı (işi)
diye meşhur olan söz de bu manadadır. (Elmalılı)
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberine atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede, takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ , amili olan يُنْفِقُونَ ‘ye ihtimam için takdim edilmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan رَزَقْنَاهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
رَزَقْنَاهُمْ fiilinin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.
يُنْفِقُونَ ve يَدْرَؤُ۫نَ fiillerinin istimrar ve teceddüt ifade eden muzari sıygada gelmesi, onların bu hallerini göz önünde canlandırır ve yenileneceğine işaret eder.
Ayette اُو۬لٰٓئِكَ kelimesinde cem’, işaret edilen kimselerin ecirlerinin ikiye katlanması, kötülüğü iyilikle def etmeleri, kendilerine verilen rızıklardan infak etmeleri gibi özelliklerinin sayılmasında taksim sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, "Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler' buyurmuştur. Bil ki Allah Teâlâ, onları önce iman ile, "Bunlar kötülüğü iyilikle def ederler" ifadesiyle bedenî; "Rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler" ifadesiyle mâlî ibadetlere sahip kimseler olarak medh-ü sena etmiştir. (Fahreddin er- Râzî)
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | سَمِعُوا | işittikleri |
|
3 | اللَّغْوَ | boş söz |
|
4 | أَعْرَضُوا | yüz çevirirler |
|
5 | عَنْهُ | ondan |
|
6 | وَقَالُوا | ve derler |
|
7 | لَنَا | bizimdir |
|
8 | أَعْمَالُنَا | bizim işlerimiz |
|
9 | وَلَكُمْ | ve sizindir |
|
10 | أَعْمَالُكُمْ | sizin işleriniz |
|
11 | سَلَامٌ | selam |
|
12 | عَلَيْكُمْ | size olsun |
|
13 | لَا |
|
|
14 | نَبْتَغِي | biz istemeyiz |
|
15 | الْجَاهِلِينَ | cahilleri |
|
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) (إِذَا) ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف) ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzâri fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَمِعُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. سَمِعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللَّغْوَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen اَعْرَضُوا عَنْهُ cümlesi şartın cevabıdır.
اَعْرَضُوا damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْهُ car merruru اَعْرَضُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. قَالُوا damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَـنَٓا اَعْمَالُنَا ‘dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَـنَٓا car mecruru mukaddem habere mütealliktir. اَعْمَالُنَا muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
سَلَامٌ mübteda olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمْ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَبْتَغِي fiili ى üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. الْجَاهِل۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ى ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَعْرَضُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi عرض ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
نَبْتَغِي fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الْجَاهِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan جهل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ اَعْرَضُوا عَنْهُ وَقَالُوا لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ
وَ atıf harfidir. Ayet önceki ayete hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu سَمِعُوا اللَّغْوَ şeklindeki şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)
فَ karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi اَعْرَضُوا عَنْهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
وَقَالُوا لَـنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ cümlesi, atıf harfi وَ ’la اَعْرَضُوا عَنْهُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَـنَٓا اَعْمَالُنَا cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَـنَٓا mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَعْمَالُنَا muahhar mübtedadır.
Aynı üsluptaki وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ cümlesi وَ atıf harfiyle mekulü’l-kavl cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
لَـنَٓا اَعْمَالُنَا - وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ cümleleri arasında mukabele sanatı mevcuttur.
اَعْمَالُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَالُوا - سَمِعُوا - اللَّغْوَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ
Fasılla gelen bu cümle mekulü’l-kavle dahil olan istînâfiyyedir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde, îcâz-ı hazif sanatı vardır. عَلَيْكُمُ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
Müsnedün ileyh olan سَلَامٌ ’un nekre gelmesi teksir ve tahkir ifade eder.
سَلَامٌ عَلَيْكُمْۘ (selametle) ifadesi, bir veda ve mütârekedir. Hasan-ı Basrî’den [v. 110/728] rivayet edildiğine göre bu ifade, müminlerden bir hoşgörü ifadesidir. “Bizim cahillerle işimiz yok!” Yani onlara karışmayı ve onlarla sohbet etmeyi istemeyiz. Şayet Müslümanlar وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۘ [sizin amelleriniz size aittir] ifadesiyle, اِذَا سَمِعُوا اللَّغْوَ [boş söz işittiklerinde] kavlinin delalet ettiği boş söz ve lakırdı edenlere hitap etmektedirler. (Keşşâf)
Cenab-ı Hak, bunların taat ve güzel işlerle nasıl meşgul olduklarını anlattıktan sonra, cahillerden nasıl yüz çevirdiklerini de anlatarak, "Bunlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler" buyurmuştur. Lağv: aldırılmaması ve terk edilmesi gerekli olan, abes vesaire şeylerdir ki, onlar, böyle şeyleri duyuyor ama buna girmiyor, aksine güzel bir şekilde aldırmaksızın çekip gidiyorlardı. İşte bundan ötürü Hak Teâlâ, onların, "Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz size aittir. Size selam (olsun)" dediklerini bildirmiştir. Bu ifade hakkında Hasan el-Basri'nin şu sözü ne güzel: "Selam, müminler arasında bir selamlaşma, kâfirlere (cahillere) karşı ise, bir kurtulma için kullanılır. Bunun bir benzeri de [Rahman'ın kulları, yeryüzünde vakarla yürürler, cahiller onlara hitap ettiklerinde de "selam" derler] (Furkan, 63) ayetidir. Daha sonra Cenab-ı Hak bu hususu, onlardan naklettiği, "Biz cahilleri aramayız" ifadesiyle tekid etmiştir. Bu ifade ile, "Biz batıla, batılla karşılık vermeyiz" manası kastedilmiştir. Bazı kimseler, ayetteki bu ifadenin, "kıtal" (savaş) emriyle nesh edildiğini ileri sürmüşlerdir, ama bu uzak bir ihtimaldir. Çünkü savaşmak vâcip ise de, sefihliği bırakmak da mendubdur. (Fahreddin er- Râzî)
لَا نَبْتَغِي الْجَاهِل۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Teceddüt ve istimrar ifade eden menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَبْتَغِي - اَعْرَضُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
2 | لَا |
|
|
3 | تَهْدِي | doğru yola iletemezsin |
|
4 | مَنْ | kimseyi |
|
5 | أَحْبَبْتَ | sevdiğin |
|
6 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | يَهْدِي | doğru yola iletir |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَهُوَ | ve O |
|
12 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
13 | بِالْمُهْتَدِينَ | yola gelecek olanları |
|
“Allah dilediğini hidayete erdirir” diye çevirdiğimiz cümle “Allah dileyeni hidayete erdirir” şeklinde de tercüme edilebilir. Sahih kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre Hz. Peygamber ölmek üzere olan amcası Ebû Tâlib’e İslâm dinini telkin etmiş, ancak Ebû Tâlib kabul etmemiş, bundan dolayı son derecede üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmek üzere bu âyet inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 28/1; Taberî, 91-93; Şevkânî, IV, 174). Bununla birlikte âyeti muayyen bir sebep veya zamana tahsis etmeden genel anlamda değerlendirmek, bir kimseyi –kendi istek ve eğilimi olmadıkça– doğru yola getirmeye çalışmanın bir noktadan sonra yararsız olduğunu söylemek daha uygun olur (krş. Esed, II, 794). Allah Teâlâ, peygamber ve kitap gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez; bilâkis onları kendi irade ve tercihleriyle başbaşa bırakır; gerçeği araştırıp tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara yardım ederek onları doğru yola iletir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7, 26).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 236-237
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا تَهْد۪ي fiil cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَهْد۪ي fiili نَ ‘un hazfi ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْبَبْتَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْبَبْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. یَهۡدِی fiili, لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
یَهۡدِی fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
یَشَاۤءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur. بِالْمُهْتَد۪ينَ car mecruru اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. الْمُهْتَد۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
اَحْبَبْتَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْمُهْتَد۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
İsim cümlesinin müsnedinin olumsuz fiil olması bazı karinelerle tahsis ifade edebilir, siyaktan anlaşılacağı gibi burada karine hidayetin Allah’tan başkanın elinde olmadığıdır. Dolayısıyla cümle kasırla da tekid edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan اَحْبَبْتَ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Tekid ifade eden, istidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لٰكِنَّ ’nin haberi olan يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ - وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ cümleleri arasında mukabele vardır.
لَا تَهْد۪ي - يَهْد۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, يَهْد۪ي - تَهْد۪ي - الْمُهْتَد۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْلَمُ diğerlerine üstünlük ifade eden ism-i tafdil kalıbında gelmiş ve mecrura müteallak olmuştur.
Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Burada hidayetten maksat yalnız sözle iyiliğe sevk değil, bilfiil o yola eriştirmektir. Onun için ["Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin."] (Şûrâ, 42/52) ayetine zıt olmaz. Bu ayet evveline ve sonrasına bakarak Resulullah'ı teselli içindir. Çünkü ilk önce merhamete layık görüldüğü için korkuttuğu, müslüman olmalarını şiddetle istediği kavminin, yakından sevdiği hemşehrilerinin, akrabasının, gelen hakka iman etmeyip bulundukları halde ısrar etmeleri, Kur'an'ı dinler dinlemez "Biz buna iman ettik, biz önceden de müslümanlardan idik" diyen yabancıların aksine olarak peygamberlik bereketinden mahrum kalmaları kendisini üzmüştü. Buharî, Müslim ve diğer birçok hadis kitaplarında ve tefsirlerde bunun bilhassa Ebû Talib sebebiyle indirildiği rivayet edilir. Bununla beraber, Fahreddin Razî, bu ayetin görünüşünde Ebû Talib'in küfrüne bir delil olmadığını özellikle hatırlatmıştır. (Elmalılı)
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | نَتَّبِعِ | biz uyarsak |
|
4 | الْهُدَىٰ | doğru yola |
|
5 | مَعَكَ | seninle beraber |
|
6 | نُتَخَطَّفْ | atılırız |
|
7 | مِنْ | -dan |
|
8 | أَرْضِنَا | yurdumuz- |
|
9 | أَوَلَمْ |
|
|
10 | نُمَكِّنْ | biz bir mekan vermedik mi? |
|
11 | لَهُمْ | onlara |
|
12 | حَرَمًا | dokunulmaz |
|
13 | امِنًا | güvenli |
|
14 | يُجْبَىٰ | toplanıp getirildiği |
|
15 | إِلَيْهِ | ona |
|
16 | ثَمَرَاتُ | ürünlerinin |
|
17 | كُلِّ | her |
|
18 | شَيْءٍ | şeyin |
|
19 | رِزْقًا | bir rızık olarak |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | لَدُنَّا | kendi katımızdan |
|
22 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
23 | أَكْثَرَهُمْ | çokları |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يَعْلَمُونَ | bilmezler |
|
“Biz seninle beraber doğru yola uyarsak yurdumuzdan sökülüp atılırız” cümlesi, Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinden ileri gelenlerin Kur’an’da gösterilen yolun doğru olduğunun farkına vardıklarını ve bunu itiraf ettiklerini, ancak çevrelerindeki diğer müşrik Arap kabileleri tarafından atalarının dinine ihanet etmekle suçlanmaktan ve bu sebeple yurtlarından çıkarılıp sürgün edilmekten çekindikleri için İslâm düşmanlığını devam ettirdiklerini göstermektedir. Halbuki Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in duası bereketiyle (krş. Bakara 2/126; İbrâhim 14/37), içinde kutsal Kâbe’nin bulunduğu Mekke’yi –insan dahil– her türlü canlı ve bitkinin korunduğu güvenlikli bir şehir kılmış, Kureyşliler’i de buraya yerleştirmişti. Yarımadadaki genel güvensizliğe rağmen Mekkeliler bu sayede çevredeki Arap toplumlarından saygı görüyor ve güvenli bir hayat yaşıyorlardı (bk. Kureyş 106/1-4). Ayrıca Mekke arazisinin çoraklığı ve verimsizliği, Hz. İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin bereketi sayesinde dışarıdan gelen ürünlerle telâfi ediliyordu. Âyette bu durum Allah’ın Mekkeliler’e bir lutfu olarak gösterilmekte, Hz. Peygamber’e iman ettikleri takdirde herhangi bir saldırıya uğramaktan ve yurtlarından çıkarılmaktan korkmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 237
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. نَتَّبِـعِ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. الْهُدٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur. مَعَكَ mekân zarfı, نَتَّبِـعِ fiiline mütealliktir.
فَ karinesi olmadan gelen نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَا cümlesi şartın cevabıdır.
نُتَخَطَّفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. مِنْ اَرْضِنَا car mecruru نُتَخَطَّفْ fiiline mütealliktir.
اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا
Hemze istifham harfidir. وَ istînâfiyyedir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
نُمَكِّنْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَهُمْ car mecruru نُمَكِّنْ fiiline mütealliktir. حَرَماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اٰمِناً kelimesi حَرَماً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur. يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ cümlesi حَرَماً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُجْبٰٓى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.
اِلَيْهِ car mecruru يُجْبٰٓى fiiline mütealliktir. ثَمَرَاتُ naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. كُلِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رِزْقاً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ لَدُنَّا car mecruru رِزْقاً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
نَتَّبِـعِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
نُتَخَطَّفْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi خطف ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
نُمَكِّنْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi مكن ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لٰكِنَّ ’de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi أَكۡثَرَ lafzen mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لٰكِنَّ ’nin haberi لَا يَعْلَمُونَ ’dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ cümlesi, şart üslubunda kizb-i haber, ibtidaî kelamdır.
Şart cümlesi olan نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تفعّل babında gelen نُتَخَطَّفْ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
تفعّل babı fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür (zorlanmak).
İki fiili cezm eden اِنْ şart harfi, vukûu kesin olmayan durumlarda müstakbel için kullanılır. Mütekellim ya iki şey arasında tereddüt ediyordur ya da vuku bulacağına ihtimal vermiyordur. Yani fiilin gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali eşitse ya da gerçekleşmeme ihtimali daha da fazla ise şart için bu harf kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
الخَطْفِ , yırtıcı kuşların av kapması gibi süratle çarpıp almaya denilir.
التَّخَطُّفُ da bu şekilde çarpılmaktır. Haris b. Osman b. Nevfel b. Abdi Menaf, Resul-i Ekrem (sav) efendimize gelmiş de demiş ki: "Biz biliyoruz sen şüphesiz hak üzeresin ve fakat korkuyoruz, sana tabi olup da Araplara muhalefet edersek, biz bir yiyimlik başız, bizi yerimizden çarpıp, kapışıverirler." Buna cevap olarak buyuruluyor ki:
Ya biz onlara emin bir ev olan Harem'i mekân kılmadık mı? Atıf olup matufu mahzuftur. takdirindedir. Yani, biz onları koruyup da mekanlarını emniyetli bir Harem kılmadık mı? Etrafında Arapların çarpışıp durduğu Beytin hürmetiyle muhterem ve içindekiler için emniyet evi bulunan bir Harem Ona her şeyin ürünleri toplanıp getirilecek, yani iman edildiği takdirde çarpılıp alınmak şöyle dursun, emniyet ve hürmet daha da artacak ve şimdiki gibi sınırlı bir şekilde toplanma ile kalmayıp ilerde her taraftan her şeyin meyve ve ürünleri toplanıp getirilecek. Kendi katımızdan bir rızık olmak üzere ve fakat onların çoğu bilmezler de Allah'tan korkmaları gerekirken başkalarından korkarlar. (Elmalılı)
اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا
Mukadder istînâfa matuf olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümleye her ne kadar istifham hemzesi dahil olmuş olsa da cümle soru manasından çıkıp takrir ve tevbih manalarına gelmiştir. Bu sebeple mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
نُمَكِّنْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri, Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan حَرَماً ’e takdim edilmiştir.
حَرَماً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.
حَرَماً için sıfat olan اٰمِناً , mevsufunun bir özelliğini belirten tetmim ıtnâbı sanatıdır.
İsm-i mef'ûl kalıbında مأمونا şeklinde gelmesi gereken kelime ism-i fail kalıbında اٰمِناً olarak gelmiştir. Bu da faile isnad şeklinde aklî mecazdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا cümlesi, حَرَماً için ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْهِ , ihtimam için fail olan ثَمَرَاتُ ’ye takdim edilmiştir.
مِنْ لَدُنَّا car mecruru رِزْقاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir.
Veciz ifade kastıyla gelen لَدُنَّا izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait azamet zamirine muzâf olması لَدُن ’un şanı içindir.
كُلِّ شَيْءٍ umumi örfi olararak, o beldede ve komşu beldelerdeki semer olan her şeyi ifade eden umum veya kesret ifade eder. (Âşûr)
شَيْءٍ ve رِزْقاً kelimelerindeki tenvin, nev kesret ve tazim ifade eder.
يُجْبٰٓى fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
رِزْقاً , haldir ثَمَرَاتُ için. Ve mef’ûl manasında masdardır. (Âşûr)
ثَمَرَاتُ - رِزْقاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Nâfî; ‘toplandığı’ anlamındaki يُجْبٰٓى ’yı, ت ile; تُجْبٰٓى diye okumuştur. Buna sebep ise ثَمَرَاتُ kelimesinin çoğul olması ve bu tür çoğulun da müennes hükmünde olmasıdır. Diğerleri ise ي ile okumuşlardır, buna sebep ise كُلِّ شَيْءٍ ’dir. Ebû Ubeyd de bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü bu müennes isim ile onun fiili arasına bir başka lafız girmiştir. Diğer taraftan ‘mahsuller’ manasındaki ثَمَرَاتُ çoğuldur, hakiki müennes değildir. (Kurtubî)
Şayet ‘’ رِزْقاً kelimesi ne ile mansub oldu?’’ dersen, şöyle derim: Mef‘ûl-u mutlak yaparsan öncesindeki fiilin manasıyla mansub olur; çünkü يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ [her şeyin mahsulünün derilip getirildiği harem] ile يرزق ثَمَرَات كُلِّ شَيْءٍ [her şeyin mahsulü ile rızıklandırılan harem] ifadelerinin manası birdir. -Mef‘ûlun leh de olabilir- رِزْقاً kelimesine مرزوق manası verirsen, bu sefer izafetle özellik kazanan ثَمَرَاتُ kelimesinden hal olur. Sıfatla tahsisleşen nekre kelimeden hal olduğunda mansub olduğu gibi. (Keşşâf)
Bu ayet, Haris b. Osman b. Nevfel b. Abdimenaf hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: bu adam, Peygamberimize (sav) gelip: "Senin gerçekten hak üzere olduğunu biliyoruz; fakat biz, sana uyup Araplara muhalefet etmekten korkuyoruz. Biz zayıfız. Bizi yurdumuzdan atmalarından korkuyoruz" dedi. İşte Allah (cc), onların mazeretlerini şöyle reddetmiştir: "Pek iyi, biz onları, her şeyin ürünlerinin, tarafımızdan rızık olmak üzere taşınıp toplanmakta olduğu güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler."
Yani biz, onları korumadık mı ve Araplar etrafta birbirlerini boğazlarken, onların mekânını, beytü'l haramın hürmeti için güvenli kılmadık mı? . . Şu halde onlar, putlara taparken halleri böyle güvenli olduğuna göre, Beytullah'ın hürmetine bir de tevhid hürmeti ilave edilince, nasıl oradan atılmaktan korkuyorlar! Fakat onların çoğu, cahil olup bunu anlamazlar ve anlamak için tefekkür etmezler.
Yahut onların çoğu, bu ürünlerin Allah (cc) katından bahşedilen rızık olduğunu bilmezler; ancak pek azı, bunu tefekkür edip anlarlar. Zira onlar anlamış olsalar, Allah'tan başkasından korkmazlar. (Ebüssuûd)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ifadesi مِنْ لَدُنَّا kavline mütealliktir; ancak bunun Allah katından gelen bir nasip olduğunu çok azı ikrar eder; çoğu cahildir, bunu bilmez ve anlamaz. Bu nasibin Allah tarafından olduğunu bilselerdi, korku ve güvenin de Allah’tan olduğunu bilirlerdi; Allah’a inanıp o ortaklardan sıyrıldıklarında, yerlerinden - yurtlarından sökülüp atılmaktan da korkmazlardı. (Keşşâf)وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَمْ | ve nicesini |
|
2 | أَهْلَكْنَا | helak ettik |
|
3 | مِنْ | -den |
|
4 | قَرْيَةٍ | kent(ler)- |
|
5 | بَطِرَتْ | şımarmış |
|
6 | مَعِيشَتَهَا | refah içinde |
|
7 | فَتِلْكَ | İşte şunlar |
|
8 | مَسَاكِنُهُمْ | onların meskenleri |
|
9 | لَمْ |
|
|
10 | تُسْكَنْ | oralarda oturulmadı |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | بَعْدِهِمْ | onlardan sonra |
|
13 | إِلَّا | ancak |
|
14 | قَلِيلًا | pek az |
|
15 | وَكُنَّا | ve biz olduk |
|
16 | نَحْنُ | biz |
|
17 | الْوَارِثِينَ | varisler |
|
Güçlerine ve servetlerine güvenip şımaran, azan ve inkârcılıkta direnen bazı eski toplulukların tarih sahnesinden silinmiş oldukları hatırlatılarak insanlık uyarılmaktadır. Helâk olan o şımarık toplulukların izleri gösterilmekte, onlardan sonra buraların terkedildiği, harap olduğu ve ancak pek azında insanların oturabildiği belirtilmektedir. Bazı tefsirlere göre ise helâk olan kavimlerin yurtlarında insanların çok kısa bir süre veya çok az kimsenin barındığı bildirilmektedir. Bunlar, o kalıntılarda kısa bir süre için konaklayarak dinlendikten sonra kalkıp giden yolculardır (Râzî, XXV, 5; Şevkânî, IV, 174; İbn Âşûr, XX, 151; ayrıca bk. En‘âm 6/6). Bununla birlikte insanlara Allah’ın âyetlerini okuyup onları yeteri kadar aydınlatacak ve doğru ile eğrinin ne olduğunu gösterecek bir peygamber göndermeden Allah’ın, herhangi bir ülke halkını –haksızlığa, taşkınlığa sapmadıkça– helâk etmeyeceğini haber vermektedir (bu konuda bilgi için bk. İsrâ 17/15).
“Hepsi bize kalmıştır” cümlesi belde halkı helâk olduktan sonra yurtlarına vâris olacak kimsenin kalmadığına, dolayısıyla beldelerin ıssız ve sahipsiz kaldığına işaret etmekte, ayrıca mülkün hakiki sahibinin Allah Teâlâ olduğu gerçeğine imada bulunmaktadır.
“Merkez” diye çevirdiğimiz “üm” kelimesi gönderilen peygamberin ümmetine ait şehirlerin en büyüğü ve en ünlüsünü ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber, yörenin en önemli beldesi olan Mekke’de gönderilmiştir. Büyük şehirlerin tercih edilmesinin sebebi, oralarda dinî tebliğe muhatap olacak istidatlı (farklı kabiliyetler taşıyan) kimselerin daha çok bulunması ihtimalidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 237-238
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَمْ soru harfi haberiye olarak, اَهْلَكْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَرْيَةٍ car mecruru كَمْ ’in temyizidir.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur:
a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler,
b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler,
c) İçinde “ كَفَى بِ ” terkibi bulunan cümleler,
d) Kem-i istifhamiyye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَا cümlesi قَرْيَةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
بَطِرَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
مَع۪يشَتَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ
İsim cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) تِلْكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
مَسَاكِنُهُمْ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاً cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تُسْكَنْ meczum meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. مِنْ بَعْدِهِمْ car mecruru تُسْكَنْ fiiline mütealliktir. اِلَّا istisna harfidir. قَل۪يلاً müstesna olup lafzen mansubdur.
وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Mütekellim zamir نَا ‘nın ismi كُنَّا olarak mahallen merfûdur. نَحْنُ munfasıl zamir, كُنَّا ’daki نَا zamirini tekid içindir.
الْوَارِث۪ينَ kelimesi, كُنَّا ‘nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْوَارِث۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi ورث olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ
وَ , istînâfiyedir. كَمْ soru harfi haberiye olarak, اَهْلَكْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. Çokluktan kinayedir. مِنْ قَرْيَةٍ , temyizidir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بَطِرَتْ مَع۪يشَتَهَاۚ cümlesi, قَرْيَةٍ için sıfattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Keşşâf sahibi şöyle der: بَطِرَ , zenginliğin verdiği şımarıklık ve kötülüktür. Bu da, zengin olanın, Allah'ın hak ve hukukunu gözetmemesidir." Ayette مَع۪يشَتَهَاۚ kelimesi, ya tıpkı (A'raf, 155) ayetinde olduğu gibi harf-i ceri hazf edilip, fiilin doğrudan doğruya ona birleştirilmesiyle, yahut da kendisine muzâf mahzuf bir "zaman" kelimesinden ötürü mansubdur. Buna göre takdir "Geçim günlerinde şımaran..." şeklindedir. Yahut da, bu fiil "inkâr etti, nankör oldu" manasını taşıdığı için, kelime böyle mansub olmuştur. (Fahreddin er- Râzî)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Cümle haberî isnad formunda geldiği halde cümledeki anlam, kolayca anlaşılabileceği gibi muktezâ-i zâhirin hilafına olarak, tevbih ve korkutmadır. Bu nedenle terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
قَرْيَةٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tahkir ifade eder.
اَهْلَكْنَا مِنْ قَرْيَةٍ ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen kent halkıdır. بَطِرَتْ ise, dikili ağaçların köklenip sökülmesi, giysilerin çıkarılıp soyulması derecesinde nimetlerin kötüye kullanılmasıdır. (Kur’an Mecazları, Şerif er-Radî)
‘Karye ehli’ şeklinde gelmesi gelen ifadede muzâf olan ‘ehli’ kelimesi hazf edilmiştir. Bu yüzden mecazî isnad vardır.
Allah Teâlâ Mekkelilere has kılmış olduğu o nimeti hatırlatınca, bunun peşinden, dünya nimetlerine gömülmüş geçmiş ümmetlerin başına getirdiği şeylerden bahsetmiştir. İşte onlar peygamberlerini yalanlayınca, Allah onlardan o nimetleri almıştır. Cenab-ı Hakk'ın, bu açıklamasının maksadı şudur: O kâfirler, "Biz, dünya nimetlerinin elimizden kaçmasından korktuğumuz için iman edemiyoruz" deyince, Allah Teâlâ onlara, o nimetleri elden kaçıracak olan şeyin, imana yönelmek değil iman etmemekte ısrar olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er- Râzî)
فَتِلْكَ مَسَاكِنُهُمْ لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ
Cümle önceki ayetteki …وَكَمْ اَهْلَكْنَا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. فَ ‘nin istînâfiyye olması da caizdir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilene dikkat çekip tahkir amacına işaret eder.
ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa , Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَمْ تُسْكَنْ مِنْ بَعْدِهِمْ اِلَّا قَل۪يلاًۜ cümlesi, مَسَاكِنُهُمْ ’dan haldir. لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle, hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen bu hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
اِلَّا istisna edatı, قَل۪يلاًۜ müstesna olarak mansubdur.
Müstesna olan قَل۪يلاًۜ mahzuf zamanlardan veya mahzuf masdardan naibdir. Cümlenin takdiri لَمْ تُسْكَنْ سَكَنًا إلّا سَكَنًا قَلِيلًا (Çok az bir yer dışında oturulmadı.) şeklindedir. (Âşûr)
مَسَاكِنُهُمْ - تُسْكَنْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
"İşte kendilerinden sonra ancak, pek az kimsenin konabileceği’’ ifadesi İbn Abbas (ra) tarafından şöyle açıklanmıştır: "Bu, "Orada, bir günlüğüne, bir saatliğine misafir olan veya geçip giden kimselerden başka hiç kimse durmaz" demektir."
Veya "Asi olmuş ve helak edilmiş bu insanların uğursuzluklarının izleri hâlâ o memleketlerde mevcuttur. Binaenaleyh onların soylarından, orada yerleşen herkes, pek azı müstesna, orada fazla durmaz. Çünkü, oranın ahâlisinin helakından sonra oraya varis olanlar biziz" şeklinde olabilir. Oranın belli bir sahibi kalmayınca, "Burası Allah'ın varis olduğu yer" denir. Çünkü mahlukatı son bulduktan sonra, baki kalacak olan sadece O'dur. (Fahreddin er- Râzî)
وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ
Ayetin son cümlesi bir rabıta takdiriyle …لم تسكن cümlesine atfedilmiştir. Yani الوارثين لها (Onun varisleri) demektir. (Mahmud Sâfî)
كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasl zamiriyle tekid edilmiştir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
Haber olan الْوَارِث۪ينَ ’nin الْ taksıyla marife olması bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu işaretin yanında hakikî kasr ifade eder. (Âşûr)
الْوَارِث۪ينَ , ism-i fail vezninde gelerek süreklilik bildirmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَكُنَّا نَحْنُ الْوَارِث۪ينَ sözündeki varis olmaktan murad onlara verilen ve geri alınmayan ihsanlardır. Varis için de miras böyledir. Miras, mirası veren kişiye geri dönmez. Bu lafızda tasrîhi ve tebeî istiare vardır. Çünkü varis olmak, baki kalmak anlamında kullanılmıştır. (Ruveynî, Teemülat fi Sureti Meryem Suresi, Meryem/63, s.243)
Veraset mülk edinmede ve hak sahibi olmada kullanılan en güçlü lafızdır; çünkü fesh edilmez, geri dönülmez, reddetmekle iptal edilmez ve düşürülmez. (Beyzâvî)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
4 | مُهْلِكَ | helak edici |
|
5 | الْقُرَىٰ | ülkeleri |
|
6 | حَتَّىٰ | kadar |
|
7 | يَبْعَثَ | gönderinceye |
|
8 | فِي |
|
|
9 | أُمِّهَا | (ülkelerin) anasına |
|
10 | رَسُولًا | bir elçi |
|
11 | يَتْلُو | okuyan |
|
12 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
13 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | كُنَّا | biz değiliz |
|
16 | مُهْلِكِي | helak edici |
|
17 | الْقُرَىٰ | ülkeleri |
|
18 | إِلَّا | olmadan |
|
19 | وَأَهْلُهَا | halkı |
|
20 | ظَالِمُونَ | zalim |
|
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. رَبُّكَ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُهْلِكَ kelimesi كَانَ ’nin haber olup fetha ile mansubdur. الْقُرٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَبْعَثَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde olup مُهْلِكِي ‘ye mütealliktir.
يَبْعَثَ mansub muzari fiildir. ف۪ٓي اُمِّهَا car mecruru يَبْعَثَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتْلُوا fiil cümlesi رَسُولاً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتْلُوا merfû muzari fiildir. Zamir olan cemilik و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiilin mütealliktir. اٰيَاتِنَا mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur.
مُهْلِكَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا muttasıl zamir كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
مُهْلِكِي kelimesi, كُنَّا ’nın haberi olup cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ى’ dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
الْقُرٰٓى muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur. اِلَّا hasr edatıdır.
اَهْلُهَا ظَالِمُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. اَهْلُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَالِمُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
ظَالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ
Cümle, وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Azamet zamirinden bu ayette Rabb ismine iltifat edilmiştir.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.
رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâf olması Hz. Peygambere şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُهْلِكَ الْقُرٰى , veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
İsm-i fail kalıbında haber olan مُهْلِكَ , devamlılık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُهْلِكَ الْقُرٰى ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرٰى değil, orada yaşayanlardır. Karye ehli şeklinde gelmesi gelen ifadede muzâf olan ‘ehli’ kelimesi hazf edilmiştir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde اعْبُدْ fiiline mütealliktir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde مُهْلِكَ ‘ye mütealliktir.
ف۪ٓي اُمِّهَا ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اُمِّ , içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü merkez, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumu tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
رَسُولاً ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ cümlesi, رَسُولاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. Bu sıfat cümlesi, anlamı zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَاۚ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırmıştır.
رَبُّكَ - اٰيَاتِنَاۚ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
ف۪ٓي اُمِّهَا ifadesinde istiare vardır. Buradaki اُمِّ الْقُرٰى (karyelerin merkezi) ile kastedilen, galip görüşe göre Mekke’dir. Kimileri, kastedilenin, büyük kentler ve özellikle onlar içinde kendilerine bakılıp kıymet verilmiş, nazar-ı itibara alınmış kentler olduğunu söylemiştir. Çünkü onların dışında kalanlar, onlara uydu ve tabi kentler konumundadır. Mekke’ye memleketlerin merkezi adı verilmiştir. Çünkü Mekke, Allah’ın evini (Kâbe), onun Haremi Şerîfini, Allah’ın vahiylerinin indiği yerleri, O’nun peygemberlerinin ayaklarının bastığı yerleri ve yolları içermektedir. İşte andığımız bu şeylerden dolayı Mekke sanki kentlerin büyüğü, diğerleri de ona nisbetle küçük kentler konumunda olmuş, bunlar annelerine nispet edildiğinde tıpkı onun küçük kızları konumunda bulunmuşlardır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
رَبُّكَ - اٰيَاتِنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Zikredilen memleketlerin helak edilmeleri beyan edildikten sonra bu ayet de, ilâhi inayeti beyan etmektedir. Yani üstün hikmetler üzerine binâ edilmiş olan ilâhi sünnette, peygamberler vasıtasıyla tebliğ yapılmadan memleketlerin helak edilmesi, doğru değil, hatta imkânsızdır. Yahut Allah'ın geçmiş hükümlerinde ve eski icraatlarında da uyarı yapılmadan helak etmek yoktur; aksine ilâhi adet, bu durumda helak etmemektir.
Peygamberlerin tebliğleri için memleketlerin ana merkezlerinin seçilmesi, sakinlerinin daha zeki ve düzenli olmalarından dolayıdır.
Yani ey Resulüm! Rabbin, memleketlerin kentlerine, kasabalarına hakkı anlatan, onları uyarmak ve teşvik etmekle hakka davet eden ayetlerimizi okuyan bir peygamberi göndermedikçe o memleketleri helak etmez. Bu, hüccetle onları ilzam etmek ve ‘’niçin bize peygamber göndermedin ki ayetlerine uyaydık!" demek mazeretlerini kesmek içindir. Ve biz, memleketlerin merkezlerine, onları hakka davet ve irşad eden peygamber gönderdikten sonra da onlar Peygamberimizi yalanlamak ve ayetlerimizi inkâr etmek suretiyle zalim duruma düşmeden de onlari helak etmemişizdir.
Şu halde ilâhi sünnet gereğince peygamber gönderilmeden helak etmek olmaz. Fakat peygamber gönderilip yalanlanması durumunda da hep helak etmek olmayabilir. (Ebüssuûd)
وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
Ayet, وَ ’la önceki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُهْلِكِي الْقُرٰٓى , veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
İsm-i fail kalıbında haber olan مُهْلِكَ , devamlıklık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُهْلِكَ الْقُرٰى ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرٰى değil, orada yaşayanlardır. Yani ehli şeklindeki muzâf hazf edilmiştir.
وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal vavı ile gelen cümle, genel durumdan haldir. Ayetteki اِلَّا istisna edatı, hal cümlesi, müstesna konumundadır. İstisna, müferrağdır.
كَانَ - كُنَّا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱلۡقُرَىٰۤ - مُهۡلِكَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hak, "Biz, ahalisi zalimlerden ibaret olan memleketlerden başkasını helak etmeyiz" buyurmuştur. Zalimler, şirke düşerek kendilerine zulmedenler manasınadır. Mekkeliler ise böyle değildi. Çünkü onların bir kısmı iman etmişti. Allah bir kısmının da ileride iman edeceklerini biliyordu. Bir kısmının ise iman etmeyeceklerini ama soylarından iman edecek kişilerin geleceğini biliyordu. (Fahreddin er- Râzî)
Karanlığın başladığı noktada biriyle karşılaştı; önündeki kül yığınının karşısında çökmüş ağlıyordu. Aydınlığın başladığı tarafa doğru giderken durdu ve dönüp: ‘Derdin nedir?’ diye sordu. Kişi yerinden kıpırdamadan: ‘Şu kül yığınından bir parça olmayı isterdim.’ dedi. Verilen cevaba şaşırmıştı çünkü kaybettiği ne ise onlara ağlıyor sanmıştı. Soran gözlerle, hemen yanında duran hocasına baktı.
Hocası yürümeye devam ediyordu. Öğrencisi sadece adımlarını değil, verdiği cevabı da yakalamaya çalışıyordu: ‘Onun pişmanlığına çare yoktur. Karşısında ağladığını gördüğün kül yığını, uğruna hakikate sırt çevirdikleridir. Hakikati seçmek yerine, nefsini memnun etmek için seçtikleridir. Belki, dünyada onu mutlu eden ama artık boşa çıkan dünyalıklardır. Hakikat yerine seçtiklerinin bedeliyle başbaşa kalınca da, onlar gibi yok olmayı diledi ancak artık dileklerin kabul olmadığı noktadadır.’
Rüya aleminden, dünya hayatına döndükten sonra bu hali hiç unutmadı. Unutmak istemedi. Hakikat ile batıl arasında kaldığında, nefsinin heveslerinin küle dönüştüğüne şahit oldu. Kendi nefsini: ‘Defalarca yok olmayı dileyip de olamayanların haline mi özenirsin?’ diye azarlayarak külleri savurdu. Hakikati seçtikten sonra da, ihtiyacı olan dünya nimetinin hala yerinde durduğunu gördü. Allah’ın rahmetine hamd etti.
Ey bize Kur’an-ı Kerim’i indiren Allahım! Biz; kelamına iman ettik, şüphesiz o Senden gelmiş gerçeğin kendisidir. Hakikati zor, batılı ise kolay belleyenlerin ve dünyalık hevesler uğruna kendilerince kolayı seçenlerin hallerine benzemekten muhafaza buyur. Bize rahmetinle hakikati sevdir ve yardımınla hep hakikate meyil ettir. Bizi; cahillerle ve onların işleriyle işimiz yoktur diyenlerden eyle.
Daima hakikati seçenlerden ve ebedi kurtuluşa kavuşanlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Bir müslüman, her şeyiyle kıymetlidir. Kendisine biçilen değeri korumak (ve iki cihanda da zelil olmamak) için sahip olduğu gücünü doğru şekilde harcaması gerekir. Bunun sınırı, kendisini Allah’a yaklaştıran ameller veya Allah’tan uzaklaştıran ameller diye çizilmiştir. Yani Allah için yaşamak gayesiyle O’nun hoşnutluğunu kazandıracak doğru işlerle meşgul olmak en güzelidir.
Eserlerin birinde şu manada bir not düşülmüştür: “Belli dönemlerde, kimi İslam alimleri, (çoğunlukla cahiller tarafından) yazılmış bazı yanlışlara cevap verme gayesiyle çok çalışmış ve bu yoğunluktan dolayı kıymetli eserlerini tamamlayamadan vefat etmişlerdir. Şüphesiz yazdıkları cevapların faydası çoktur. Ancak yarım kalan eserleri hüzün sebebidir.”
Akıllı görünen ama cahil olan inkarcıları düzeltme çabası gösteren alimlerden şunlar öğrenilmiştir: yalan ve hakaret ile yaklaşanın amacı cahilliğini gidermek değildir; aslında her dönem, cahillerin sözleri birbirine benzerdir; belli bir ilim seviyesine sahip olmadan her eseri okumak marifet değildir. Allah, eserlerini bırakan ve bırakamayan alimlerin hepsinden razı olsun. Şüphesiz ki O, rızası için yapılan işlerin karşılığını rahmetiyle verecek olandır.
Geçmişte bir cahille karşılaşmak için sokağa çıkmak gerekirken, bugün internette kendilerini bulmak oldukça kolay ama hepsine cevap yetiştirmek imkansızdır. Belki de Kur’an-ı Kerim’deki şu ayete tutunup, gözleri ve kalbi onlardan korumak en iyisidir. Kasas 55: Onlar boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve ‘bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size; selamun aleyküm; bizim cahillerle işimiz yok’ derler.
Ey Allahım! Aklımızı aşacak, nefsimizi şaşırtacak ve ayağımızı kaydıracak işlerle meşgul olmaktan, ilimleri edinmeye çalışmaktan ve insanları dost edinmekten muhafaza buyur. Cahillerle ve onların yanlışlarıyla karşılaştığımız zaman nefsinin coşkulu duygularına kapılmadan Senin rızanı gözeterek doğru davrananlardan ve doğru konuşanlardan eyle. Bizi ve ailelerimizi; cahillikten, cahilce davranmaktan, cahilleri sevmekten ve iki cihanda da rezil olmaktan muhafaza buyur. Bizi, cahilliğimize bırakma. Bize, bizi Sana yaklaştıracak amelleri sevdir ve onlarla meşgul eyle. Bizden razı ol. Senin katında yükselen ve kurtuluşa eren kullarından eyle.
Amin.