26 Ağustos 2025
Kasas Sûresi 60-70 (392. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kasas Sûresi 60. Ayet

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟  ...


(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve ne
2 أُوتِيتُمْ size verildiyse ا ت ي
3 مِنْ -den
4 شَيْءٍ her şey- ش ي ا
5 فَمَتَاعُ geçimidir م ت ع
6 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
7 الدُّنْيَا dünya د ن و
8 وَزِينَتُهَا ve süsüdür ز ي ن
9 وَمَا olan ise
10 عِنْدَ yanında ع ن د
11 اللَّهِ Allah’ın
12 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
13 وَأَبْقَىٰ ve daha kalıcıdır ب ق ي
14 أَفَلَا
15 تَعْقِلُونَ aklınızı kullanmıyor musunuz? ع ق ل

Mekke müşriklerine hitap edilerek onların sahip olduğu dünya nimet ve ziynetlerinin geçici, Allah’ın âhirette vereceği nimetlerin ise daha hayırlı ve kalıcı olduğu ifade edilmekte, ardından da 62. âyette bu iki farklı nimetten faydalanacak olan iki grup mukayese edilmektedir. Bu mukayesede, dünyevî sıkıntılara göğüs gererek kararlı bir şekilde doğru yolda yürüyüp bu sayede Allah’ın kendilerine vaad ettiği âhiretteki kalıcı ve güzel nimetlere kavuşacak olanların orada mutlu bir hayat yaşayacaklarına; dünyanın geçici zevklerine aldanıp da âhireti unutanların, kendilerine bahşedilen dünyevî nimetleri kaybetme korkusuyla inanç ve yaşayışta haktan sapanların, böylece o nimetleri kötüye kullananların, nihayet nimetleri Allah’tan başka güçlere isnat ettikleri için Allah huzurunda yargılanacak olanların da mutsuz ve bedbaht olacaklarına işaret edilmektedir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 240
Riyazus Salihin, 464 Nolu Hadis
Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”
(Müslim, Cennet 55)

 Mete'a متع :  مُتُوعٌ uzamak ve yükselmektir. مَتاعٌ ise zamanı uzun bir faydalanma ve hoş vakit geçirmedir.

  Fiil olarak şöyle kullanılır: أمتَعَ olarak bir şeyden yararlanmayı uzatmak; tef'il babında مَتَّعَ olarak uzun bir süre yararlanmak. Kur'an-ı Kerim'de dünyayla ilgili مَتَّعَ fiilinin geçtiği her yerde tehdit amaçlanır. Bunun sebebi onun genişleme/rahatlık anlamı da taşımasıdır. إسْتَمْتَعَ fiili ise faydalanmak /zevk almak istemek manasında kullanılır.

  مَتاعٌ evde faydalanılan/kullanılan ev eşyasına da denir. مُتْعَةٌ boşanan kadına iddet müddetince faydalanması için verilen nafakadır. مُتْعَةُ النِّكاح  deyimi, geçmişte câri olan muvakkat bir nikah akdini ifade eder. Şöyle ki, eskiden bir erkek belirli bir süreye kadar beraber olmak için bir kadınla belirli bir mal üzerine şartlaşıp ona bu malı verirdi ve bu süre sona erince de herhangi bir boşanma olmaksızın ondan ayrılırdı.(Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 70 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri metâ, metâlanmak, emtia, mut'a (nikahı), temettü ve matahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup,mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup  ي  üzere mukadder fetha ile mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَتَاعُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هو (O) şeklindedir.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3 - Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ز۪ينَتُهَا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.     

 

وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبْقٰىۜ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 


اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟

 

Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلتم (Gafil mi oldunuz.) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlede mefûl konumundaki şart harfi  مَٓا , fiile takdim edilmiştir. Şart cümlesi olan  اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kelam  اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً  sözündeki gaib ifadeden,  اُو۫ت۪يتُمْ  ifadesi ile hitap zamirine dönmüştür. Çünkü söz konusu ifadeler kınamanın doğrudan o kimselere tevcih edilmesini gerektirmektedir. (Âşûr)

فَ  karinesiyle gelen  فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ  cümlesi, şartın cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَتَاعٌ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsned olan  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.  وَز۪ينَتُهَاۚ , tezâyüf nedeniyle  فَمَتَاعُ ’a atfedilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)    

مَتَاعُ - ز۪ينَتُهَاۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ 

 

İstînâfa matuf olan bu cümlenin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Önceki cümleyle bu cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında tazim ve teşvik içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, vaadi tazim içindir.

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اَبْقٰىۜ , haber olan  خَيْرٌ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اَبْقٰىۜ - الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟


 

Ayetin fasılası, takdiri …أغفلتم  (Gafil mi oldunuz?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muhatapların muhakeme eksikliğine ilişkin bu haber,  اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟  sözüyle takrir ve kınama sorusu olarak tefri’ (Teferruatlandırma) olmuştur. Çünkü onlar akıllarını hayır yolunda kullanmayınca, aklını fasid edenlerin menzilesine indirildiler ve kendilerine “onlar böyle kimseler midir?” diye soruldu. (Âşûr) 

Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri  Ahkaf/28)

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf/169)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Kâfirlerin, ahiret hayatının bekasına sırt çevirip, dünya hayatına bel bağlama konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle, geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تعقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesiyle belirtilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

 
Kasas Sûresi 61. Ayet

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ  ...


Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse midir?
2 وَعَدْنَاهُ kendisine vadettiğimiz و ع د
3 وَعْدًا bir söz و ع د
4 حَسَنًا güzel ح س ن
5 فَهُوَ ve o
6 لَاقِيهِ muhakkak ona kavuşacak olan ل ق ي
7 كَمَنْ kimse gibi
8 مَتَّعْنَاهُ kendisine yaşattığımız م ت ع
9 مَتَاعَ geçici zevkini م ت ع
10 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
11 الدُّنْيَا dünya د ن و
12 ثُمَّ sonra
13 هُوَ o
14 يَوْمَ günü ي و م
15 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
16 مِنَ -den olan
17 الْمُحْضَرِينَ getirilecekler- ح ض ر

  Hadara حضر :  حَضَرٌ bedevilik anlamına gelen بَدْوٌ sözcüğünün zıddıdır. حَضَارَةٌ ve حِضَارَةٌ huzurda olmak ve bulunmaktır.

  Sonradan hadar (حَضَرٌ) kelimesi bir yer, bir insan veya bir şeyin yanına gelmek, ulaşmak ya da orada hazır bulunmak anlamında bir isim haline getirilmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda  25 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hazır, hazirun, hazret, huzur, müstahzar, hazar ve ihzardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا 

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدْنَاهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَعَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَعْداً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 


Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat   2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَاق۪يهِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle birlikte mübteda  مَنْ ‘in mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  مَتَّعْنَاهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

مَتَّعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَتَاعَ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

مَتَّعْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لَاق۪يهِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمَ  zaman zarfı, الْمُحْضَر۪ينَ ‘e mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

مُحْضَر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkarî istifham harfidir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan  وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

İstifham, teşbih harfi  كَ  ile birlikte benzerliği inkar manasında için kullanılmıştır. Mana ise şöyledir; Çünkü acil ve fani nimetlerin ehli ile ebedi ve ertelenmiş nimetlerin ehli bir olmadığı gibi, bu iki fırka da eşit değildir. (Âşûr)

وَعْداً  masdarı,  وَعَدْنَاهُ  fiilinin mef’ûl-ü mutlakıdır.

Mef’ûlu mutlak, lafzî tekidlerden biridir. Mef’ûlu mutlakta temel anlam tekiddir. Bütün çeşitlerinde tekid bulunur. Amilin masdarı olarak geldiğinde mef’ûlu mutlakta tekid, temel anlam; çeşit ve sayı ifade ettiğinde ise ikincil anlam olarak kullanılır. Mef’ûlu mutlakta masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar, fiiliyle birlikte kullanıldığında mecâz olma ihtimali ortadan kalkar. (Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZDOĞAN, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25 (2015) 1, Arap Dilinde Lafız Ve Anlam Açısından Mefûl-ü Mutlak)

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayet-i Kerime’de, dünya ehli ile ahiret ehli arasındaki farklılık vurgulanmıştır. Yani, bu açık farklılık ortada iken, bu iki grup birbirine denk tutulur mu? Elbette tutulmaz. En yüce vaatle kendisine ikramda bulunulan mümin, tehditle ve ahirette cehenneme atılma ile hor görülen kâfir gibi değildir. Kâfirin bu durumu dünyadaki bir saatlik şehveti karşılığıdır. Nitekim bazen bir saatlik bir şehvet, sahibini uzun zaman devam eden bir üzüntüye boğar. (Ruhu’l Beyan)

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in haberi mahzuftur.

İstifham üslubunda geldiği halde soru dışında, tevbih ve inkâr manası taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.   

فَهُوَ لَاق۪يهِ  cümlesi sılaya matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vaadin gerçekleşeceğini açıklayan  فَهُوَ لَاق۪يهِ  cümlesi mu’tarızadır.  فَ  ise sebebiyyedir.  (Âşûr)

Müsned olan  لَاق۪يهِ , ism-i fail kalıbında gelerek süreklilik ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, ilk mevsûlün mahzuf haberine mütealliktir.  مَنْ ’in sılası olan  مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle mef’ûlu mutlak olan  مَتَاعَ  ile tekid edilmiştir.

وَعَدْنَاهُ  ve  مَتَّعْنَاهُ  fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Ayetteki benzetme, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmel, benzetme edatı zikredildiği için mürsel teşbihtir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً  cümlesiyle,  مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi arasında mukabele oluşmuştur. 


ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle ikinci mevsûlün sılasına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  ثُمَّ  edatı, birbirine bağlanan ögelerin arasında kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Yani, terahî ifade eder.  

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir. Zaman zarfı  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ , amili olan  الْمُحْضَر۪ينَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

Cümle ‘Kıyamet günü huzurda olacaklar’ anlamının yanında ‘hesaba çekilecekler’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الْمُحْضَر۪ينَ , ism-i mefûl vezninde gelmiştir. 

وَعَدْنَاهُ - وَعْداً  ve  مَتَّعْنَاهُ - مَتَاعَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tercihi itiraf etmede daha etkili ve daha beliğ olsun diye, Cenab-ı Hak bu cümleyi, soru cümlesi şeklinde îrâd etmiştir.

Azaba duçar olan kimseler için  مُحْضَر۪ينَ  lafzının tahsis edilmesi, Kur'an'a ait bir örftür. Çünkü Cenab-ı Hak, [Hazır bulundurulanlardan olacaksın…] (Saffat / 57) ve [Onlar, behemehal ihzaren getirilecekler…] (Saffat / 158) buyurmuştur. Bu kelimenin lafzında da, bu manayı ihzar vardır. Çünkü ihzar, mükellefiyeti susturmayı ve boyun eğdirmeyi ihsas ettirmektedir. Bu ise, lezzet meclislerine değil, sıkıntı ve meşakkat meclislerine uygun düşer. (Fahreddin er-Râzî)
Kasas Sûresi 62. Ayet

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ  ...


Allah’ın onlara seslenerek, “Hani benim, var olduğunu iddia ettiğiniz ortaklarım?” diyeceği günü hatırla!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve o gün ي و م
2 يُنَادِيهِمْ (Allah) onlara seslenerek ن د و
3 فَيَقُولُ der ki ق و ل
4 أَيْنَ nerede?
5 شُرَكَائِيَ benim ortaklarım ش ر ك
6 الَّذِينَ
7 كُنْتُمْ olduklarını ك و ن
8 تَزْعُمُونَ zannettikleriniz ز ع م

Birtakım varlıkları veya kişileri Allah’a ortak koşanlar âhirette hesaba çekildiklerinde Allah onlara, “Benim ortaklarım olduğunu iddia ettiğiniz tanrılar şimdi nerede?” diye soracaktır. Allah’ın yargısının aleyhlerine gerçekleştiğini gören kimseler, özellikle toplumlarına yanlış inanç ve değer ölçüleri empoze eden din ve düşünce önderleri, zorba liderler kendileri nasıl öncekilerin telkin ve teşvikleriyle azmış, doğru yoldan çıkmışlarsa onlardan devraldıkları düşünce ve hayat tarzını sonrakilere telkin ederek onları azdırıp yoldan çıkardıklarını itiraf ederler. Bununla birlikte onların kendilerine değil, arzularına kul olduklarını; bu konuda kendilerinin, herhangi bir günahları bulunmadığını da Allah’a arzederler. Ancak örneklik ve telkinleriyle toplumlarının yanlış yola girmelerine sebep oldukları için bu savunmaları işe yaramayacaktır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 240-241

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı olup mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; اذكر (zikret) şeklindedir. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُنَاد۪يهِمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُنَاد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli,   اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ ‘dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَيْنَ  istifhâm ismi, mekân zarfı olup mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

شُرَكَٓاءِيَ  muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Çünkü sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  شُرَكَٓاءِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنْتُمْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَزْعُمُونَ  cümlesi  كُنْتُمْ ’un haberi olup mahallen mansubdur.

تَزْعُمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  تَزْعُمُونَ ‘nin mef’ûlü önceki kelamın delaletiyle mahzuftur. Takdiri; تزعمونهم شركاء (Ortaklar iddia ediyorlar) şeklindedir.

يُنَاد۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ

 

Ayet  وَ ‘la önceki ayetteki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri اذكر  (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُنَاد۪يهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiildeki merfû zamir Allah Teâlâ’ya aittir.

وَعَدْنَاهُ - يُنَاد۪يهِمْ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. Önceki ayetteki azamet zamirinden, gaib zamire geçilmiştir.

Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ

 

Cümle öncesine matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Soru manası olan mekân zarfı اَيْنَ , mukaddem mahzuf habere mütealliktir. 

اَيْنَ  kelimesi, içerisinde kendisine ortak koşulanların bulunduğu mekânı soran istifham ifadesi olmakla birlikte, o gün(din günü) o iddia edilen ortakların kaybolmalarından kinaye olarak kullanılmıştır. Yani olumsuzluk manasında kullanılmıştır. (Âşûr) 

Muahhar mübteda olan  شُرَكَٓاءِيَ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.  كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. İki mef’ûle müteaddi olan  تَزْعُمُونَ  fiilinin mef’ûllerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehekküm (istihza) ve tahkir (aşağılama) anlamları taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

İstifham, ortakların olmadığından kinayedir. Nefy manasındadır. (Âşûr)

شُرَكَٓاءِيَ  [Benim ortağım] ifadesi onların yanlış inancına mebnidir. Burada onlarla alay edilmektedir. Mef‘ûllerin ikisi de mahzuftur; ifadenin takdiri  الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تزعمونهم شركاء (ortaklarım olduklarını iddia edip durduğunuz şeyler) şeklindedir. Ef‘âl-i kulûb olarak bilinen  ظننت  fiilinde iki mef‘ûlun birden hazfi caizdir; yalnızca biri ile yetinmek doğru olmaz. (Keşşâf, Beyzâvî)  

اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ [İddia ettiğiniz ortaklarım nerede?] cümlesinde, alay etme üslubu kullanılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)


Kasas Sûresi 63. Ayet

قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ  ...


Haklarında azap hükmü gerçekleşenler, “Ey Rabbimiz! İşte şunlar bizim azdırdıklarımızdır. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Şimdi de onlardan uzaklaşıp sana döndük. Zaten (gerçekte) onlar bize tapmıyorlardı” diyeceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ derler ق و ل
2 الَّذِينَ olanlar
3 حَقَّ hak ح ق ق
4 عَلَيْهِمُ üzerlerine
5 الْقَوْلُ söz ق و ل
6 رَبَّنَا Rabbimiz ر ب ب
7 هَٰؤُلَاءِ şunlardır
8 الَّذِينَ kimseler
9 أَغْوَيْنَا azdırdıklarımız غ و ي
10 أَغْوَيْنَاهُمْ onları azdırdık غ و ي
11 كَمَا gibi
12 غَوَيْنَا kendimiz azdığımız غ و ي
13 تَبَرَّأْنَا uzak olduğumuzu ب ر ا
14 إِلَيْكَ sana arz ederiz
15 مَا zaten
16 كَانُوا onlar değildi ك و ن
17 إِيَّانَا bize
18 يَعْبُدُونَ tapanlardan ع ب د

قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  حَقَّ عَلَيْهِمُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

حَقَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  حَقَّ  fiiline mütealliktir. الْقَوْلُ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l kavli  رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi mahzuftur. Münada olan  رَبَّ  muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ  cümlesi nidanın cevabıdır. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret zamiri  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , işaret ismi  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَغْوَيْنَاۚ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.  

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ  cümlesi mübteda  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

اَغْوَيْنَاۚ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.


اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  اَغْوَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  كَ  harf-i ceriyle  اَغْوَيْنَاهُمْ ‘e mütealliktir. 

غَوَيْنَاۚ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

اَغْوَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غوي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ

 

Fiil cümlesidir.  تَبَرَّأْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir.Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَۘ  car mecruru  تَبَرَّأْنَٓا  fiiline mütealliktir.

Ta’liliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانُٓوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ‘nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  

اِيَّانَا يَعْبُدُونَ  cümlesi  كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir  اِيَّانَا  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تَبَرَّأْنَٓا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi تبر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

قَالَ الَّذ۪ينَ حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  حَقَّ عَلَيْهِمُ الْقَوْلُ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Sıla cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , fail olan  الْقَوْلُ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Ayette geçen  الْقَوْلُ (söz)'den maksat, Cenab-ı Hakk'ın, "Kesinlikle, cehennemi cin ve ins ile dolduracağım" (Secde, 13) hükmünün onlar hakkında gerçekleşmesidir. O halde, tabirinin anlamı, "o sözün gereği kendilerine hak ve vâcip oldu..." demektir. (Fahreddin er-Râzî)   

الْقَوْلُ  kelimesinde elif lamla marifeliğinin cins için olduğu açıktır (Âşûr)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبَّنَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَا  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَغْوَيْنَاۚ اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ , sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle haberî isnad formunda geldiği halde dua manasındadır. Muktezâ-i zâhirin hilafına kelam olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Müsnedin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir içindir.

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

Aleyhlerine hüküm sabit olan reisleri, onların ortakları olan şeytanlardır. Yahut onların, Allah'tan başka ilâh edindikleri, yani bütün emir ve yasaklarında itaat ettikleri reisleridir. Onların aleyhinde hükmün sabit olması, hükmün gereğinin sabit ve tahakkuk etmesi demektir. Bu söz, "Yemin olsun ki, cehennemi cinlerden ve insanlardan dolduracağım." ayeti ile diğer ceza vaatleri ayetleridir.Bu hüküm, onlara uyanlara da şamil olduğu halde, reislerinin bu hükme tahsis edilmesi, küfürde ve azabı hak etmekte asıl olmalarından dolayıdır. Nitekim bu, "Yemin olsun ki, senden ve sana uyanlardan cehennemi dolduracağını." ayetinden de anlaşılmaktadır. (Ebüssuûd)

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اَغْوَيْنَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’nin haberi olan  اَغْوَيْنَاهُمْ كَمَا غَوَيْنَاۚ  cümlesinin mazi fiil sıygasında gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi,  اَغْوَيْنَاهُمْ  fiiline mütealliktir. ما ’nın sılası olan  غَوَيْنَا cümlesi masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için mufassaldır.

اَغْوَيْنَاهُمْ - غَوَيْنَاۚ  ve  قَالَ - الْقَوْلُ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَغْوَيْنَاۚ - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَغْوَيْنَاهُمْ  ifadesi haber,  كَ  mahzuf masdarın sıfatıdır. İfadenin takdiri şöyledir: اَغْوَيْنَاهُمْ فَغَوَوْ غَيَّا مِثْلَ مَا غَوَيْنَا  yani onları azdırdık, onlar da tıpkı bizim azdığımız gibi bir azgınlık ile azdılar! Bununla şunu kastetmektedirler: Bizler, üzerimizdeki azdırıcı güçlerin baskı ve zorlamasıyla -yahut bu güçler bizi azgınlığa çağırarak, bunu bize cazip gösterdikleri için- değil, kendi tercihimizle azdık. (Keşşâf)


 تَبَرَّأْنَٓا اِلَيْكَۘ 

 

Fasılla gelen istînâf cümlesi, mekulü’l-kavle dahildir. Müspet mazi fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَبَرَّأْنَٓا  fiili,  لجأنا  manasındadır. (Mahmud Sâfî)


مَا كَانُٓوا اِيَّانَا يَعْبُدُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden, menfi isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِيَّانَا , önemine binaen amili olan  تَعْبُدُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

يَعْبُدُونَنا  olarak değil de  اِيَّانَا  zamirin  يَعْبُدُونَ  fiiline takdimiyle gelen terkip, fasılaya rşayetle birlikte teberri’nin önemi dolayısıyladır. (Âşûr)

Onlardan berî olduk sana döndük, onlardan ve heveslerine uyarak tercih ettikleri küfürden berî olduk. Bu da geçen cümleyi tespit etmektedir. Bunun içindir ki, atıf edatı almamıştır. [Onlar bize ibadet etmiyorlardı] cümlesi de böyledir. Yani bize ibadet etmiyorlardı, ancak kendi heva ve heveslerine ibadet ediyorlardı. مَا كَانُٓو 'daki  مَا  edatının masdariye olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)

 
Kasas Sûresi 64. Ayet

وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ  ...


Onlara, “Haydi ortaklarınızı çağırın!” denir. Onlar da çağırırlar fakat ortakları onlara cevap veremez. Azabı görürler. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقِيلَ ve denir ki ق و ل
2 ادْعُوا çağırın د ع و
3 شُرَكَاءَكُمْ koştuğunuz ortakları ش ر ك
4 فَدَعَوْهُمْ onları çağırırlar د ع و
5 فَلَمْ fakat
6 يَسْتَجِيبُوا çağrısına cevap vermezler ج و ب
7 لَهُمْ bunların
8 وَرَأَوُا ve karşılarında görürler ر ا ي
9 الْعَذَابَ azabı ع ذ ب
10 لَوْ ne olurdu
11 أَنَّهُمْ onlar
12 كَانُوا idi ك و ن
13 يَهْتَدُونَ yola gelseler ه د ي
Sözde tanrı sayıp taptıkları varlıkların hiçbir fayda vermeyeceğini göstermek maksadıyla, müşriklere alay yollu hitap edilerek âhiret azabından kendilerini kurtarmaları için tanrılarını yardıma çağırmaları istenir. Onlar da tanrılarından yardım isterler, ancak tanrıları yardım etmek şöyle dursun onlara cevap dahi veremezler. “Keşke vaktiyle doğru yola girmiş olsalardı!” cümlesi inkârcılar adına söylenmiş olup, onların Allah’a ortak koşmanın cezasının ne olduğunu görünce dünyada iken doğru yolu seçmediklerine hayıflanacaklarını dile getirmektedir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 241

وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli’dir.

ادْعُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. شُرَكَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 فَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

دَعَوْ  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَسْتَج۪يبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru يَسْتَج۪يبُوا  fiiline mütealliktir. 

رَاَوُا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. رَاَوُا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْعَذَابَۚ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

يَسْتَج۪يبُوا  fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi  جوب ‘dir. 

Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. 


 لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ

 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olup mahallen merfûdur.Takdiri;  ثبت (Sabit oldu) şeklindedir. 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; ما رأوا العذاب في الآخرة. (Ahiretteki azabı görselerdi) şeklindedir.

اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اَنَّ  ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ  ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَهْتَدُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haber olarak mahallen mansubdur.  يَهْتَدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir.Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَهْتَدُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  هدي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَق۪يلَ ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ فَدَعَوْهُمْ فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ 

 

 

Ayet  وَ  atıf harfiyle önceki ayeteki …قال الذين  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Meçhul bina edilen  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili ve mekulü’l-kavli olan  ادْعُوا شُرَكَٓاءَكُمْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

فَدَعَوْهُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  وَق۪يلَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَلَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَهُمْ  cümlesi  فَ  ile  دَعَوْهُمْ  cümlesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Birbirine atfedilen cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَرَاَوُا الْعَذَابَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَرَاَوُا الْعَذَابَۚ  [Azabı gördüler] ifadesinde istiare vardır. Azap görülecek bir şeye benzetilerek durumun korkunçluğu ifade edilmiştir. Ya da görmek fiili maruz kaldılar anlamında istiare edilmiştir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vukû bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fiille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

ادْعُوا - دَعَوْهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


لَوْ اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesidir. Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّهُمْ كَانُوا يَهْتَدُونَ  cümlesi şarttır. Masdar tevili ile takdiri  ثبت  (Sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. Bu takdire göre şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bazılarına göre ayetteki لَوْ  temenni içindir. Buna göre ayetin manası: ”Onlar temenni ederler ki sapıklar değil, hidayete erenlerden olsalardı."(Rûhu-l Beyan)

Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede  اَنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  يَهْتَدُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  ما رأوا العذاب في الآخرة  (Ahirette azap görmezlerdi.) olan cevap cümlesi mahzuftur.

Bu takdire göre mezkûr şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s. 103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

 
Kasas Sûresi 65. Ayet

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ  ...


Allah’ın onlara seslenerek, “Peygamberlere ne cevap verdiniz? diyeceği günü hatırla.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 يُنَادِيهِمْ onlara seslenerek ن د و
3 فَيَقُولُ der ki ق و ل
4 مَاذَا ne?
5 أَجَبْتُمُ cevap verdiniz ج و ب
6 الْمُرْسَلِينَ elçilere ر س ل

“O gün kurtarıcı cevapların bütün kapıları yüzlerine kapanmıştır” ifadesi yargılama sırasında suçluların, kendilerini savunacak ve cezadan kurtaracak hiçbir mâkul söz ve meşrû mazeret bulamayacaklarını ifade etmektedir. Birbirlerine de herhangi bir şey soramayacaklardır; çünkü cevap alabilseler bile bu cevabın faydası olmayacaktır. 67. âyet ise Allah’a ortak koşmaktan vazgeçip peygamberin getirdiği mesajı kabul eden ve güzel işler yapanların âhirette kurtuluşa ereceklerini ifade eder.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 241

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  يَوْمَ  zaman zarfı olup mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; اذكر (zikret) şeklindedir. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُنَاد۪يهِمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُنَاد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli, مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ ‘dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. مَاذَٓا  istifham ismi, amili  اَجَبْتُمُ ‘ün mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اَجَبْتُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. الْمُرْسَل۪ينَ  mef’ûlü bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

يُنَاد۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dır. 

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَجَبْتُمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  جوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُرْسَل۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ

 

وَ , istînâfiyyedir. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri اذكر  (Düşün, hatırla!) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُنَاد۪يهِمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiildeki müstetir zamir Allah Teâlâ’ya aittir.

Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَيَقُولُ مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ  cümlesi  فَ  ile  يُنَاد۪يهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَٓا اَجَبْتُمُ الْمُرْسَل۪ينَ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle, tahkir ve tevbih manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

الْمُرْسَل۪ينَ ism-i mef'ûl vezninde gelmiştir.


الْمُرْسَل۪ينَ , ism-i fail vezninde gelmiştir.
الْمُرْسَل۪ينَ , ism-i fail vezninde gelmişti
Kasas Sûresi 66. Ayet

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْـبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ  ...


O gün onlara karşı bütün haberler kapanmıştır. Artık birbirlerine de soramazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَعَمِيَتْ kör olmuştur ع م ي
2 عَلَيْهِمُ onlara
3 الْأَنْبَاءُ haberler ن ب ا
4 يَوْمَئِذٍ o gün
5 فَهُمْ ve onlar
6 لَا
7 يَتَسَاءَلُونَ birbirlerine de soramazlar س ا ل

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْـبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile  يَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ  cümlesine matuftur. Fiil cümlesidir.

عَمِيَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  عَلَيْهِمُ  car mecruru  عَمِيَتْ  fiiline mütealliktir.  الْاَنْـبَٓاءُ  fail olup lafzen merfûdur. 

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı, إذ  için muzâftır.  عَمِيَتْ  fiiline mütealliktir.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.


  فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ

 

فَ  atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَتَسَٓاءَلُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَسَٓاءَلُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındadır. 

Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır. Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْـبَٓاءُ يَوْمَئِذٍ فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile  يَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fiille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْـبَٓاءُ  ifadesiyle, onlar o gün bütün haberlerden kör olacaktır. Bunun aksi olarak ifade edilmesi, mübalağa içindir. Bir de şu hakikate işaret etmek içindir: Zihne gelen bilgi, dışarıdan ona ulaşmaktadır. Bu itibarla zihin dışarıya karşı kör olduğu zaman, bilgi edinme imkânı kalmaz. (Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمُ , fail olan  الْاَنْـبَٓاءُ ’ya ihtimam için takdim edilmiştir.

ئِذٍ ’in aslı, takdir edilen sükun üzere mebni olan  إذ ’dir.  ئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

Cümlede istiare ve kalb vardır. Körlük, hidayete ermemek manasındadır. Onlar öyle bir hayret ve dehşet içindedirler ki apaçık delilleri göremezler. Ne dediklerini de bilmezler. Sanki bu deliller onlara karşı kör olmuştur. Onları bulamazlar. Aslında kör olup delilleri göremeyen onlardır. Mübalağa için kalb yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

فَعَمِيَتْ عَلَيْهِمُ الْاَنْـبَٓاءُ  [Deliller onlara gizli kaldı] cümlesinde istiare-i tasrîhiyye-i tebeiyye vardır. Şihâb şöyle der: Körlük, doğru yolu bulama­mak için müstear olarak kullanıldı. Onlar, delillere yol bulamazlar. Sonra, vurgulu bir şekilde ifade etmek için, fail ile mef’ûlun yeri değiştirildi ve deliller onlara yol bulamaz şekline sokuldu. Aslı, فَعُمُّوا عَنْ أنْباَءِ (delilleri göremediler.) şeklindedir. Gizlilik manası, bu kelimenin kapsamı içine alındı ve  عَلَيْ  edatı ile geçişli yapıldı. Bu cümlede istiare, kalb ve tazmin gibi bir çok edebî sanat vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

نَبَأ ’nin haberden farkı; ilkinin, Kur’an, kıyamet gibi çok önemli konularla ilgili olmasıdır. Peygamberler de insanın kurtuluş ve saadetini sağlayacak son derece önemli haberler (أنْباَءِ ) getirdiklerinden, nebi olarak nitelenirler. (Keşşâf)

فَهُمْ لَا يَتَسَٓاءَلُونَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi  فَ  ile …  فَعَمِيَتْ  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Kasas Sûresi 67. Ayet

فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ  ...


Ama tövbe edip iman eden ve salih amel işleyen kimsenin kurtuluşa erenlerden olması umulur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا ama
2 مَنْ kim
3 تَابَ tevbe ederse ت و ب
4 وَامَنَ ve inanırsa ا م ن
5 وَعَمِلَ ve yaparsa ع م ل
6 صَالِحًا iyi iş ص ل ح
7 فَعَسَىٰ umulur ع س ي
8 أَنْ ki
9 يَكُونَ olur ك و ن
10 مِنَ -den
11 الْمُفْلِحِينَ kurtuluşa erenler- ف ل ح

فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ

 

فَ  istînâfiyyedir.  اَمَّا  şart harfi veya tafsil harfidir. Şart anlamında, cezmetmeyen edatlardandır. Daha önce geçen bir cümleyi genişleterek anlatmak için kullanılır. (Hasan Akdağ, Arap Dilinde Edatlar) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَابَ ‘dir. Îrabdan mahali yoktur.

تَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اٰمَنَ  ve  عَمِلَ  atıf harfi  وَ ‘la  تَابَ ‘ye matuftur.  صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ  cümlesi mübteda  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  şart harfi,  اَمَّا ‘nın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  

عَسٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَسٰٓى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur. 

يَكُونَ  mansub muzari fiildir.  يَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ  car mecruru  يَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallik olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

اٰمَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.  

مُفْلِح۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَمَّا مَنْ تَابَ وَاٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ

 

فَ , istînâfiyyedir.  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî:  اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s. 419)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267) 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübtedadır. Mevsûlün sılası olan  تَابَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Aynı üslupta gelen  اٰمَنَ  ve  وَعَمِلَ صَالِحاً  cümleleri, sıla cümlesi olan  تَابَ ’ye matuftur. Her iki cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

صَالِحاً , mef’ûlun bihtir veya mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir. Yani mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri;  عمل عملاً صالحاً (Salih bir amel yaptı)’dır.

فَ  rabıtadır. Terecci manalı nakıs fiil  عَسَى ’nın dahil olduğu  فَعَسٰٓى اَنْ يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ  cümlesi, mübteda olan  مَنْ ’in haberidir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Allah Teâlâ’nın mütekellim olduğu cümlede, terecci fiili  عَسٰٓى  kesinlik bildirdiği için cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Mahmut Sâfî’ye göre  عَسٰٓى  mazi fiil sıygasında gelmiş tam fiildir. (htps://tafsir.app/28/67)

Şirkten dönüş yaparak iman edip salih amel işleyen müşrikler ise Allah indinde felaha erenlerden olacaklardır.  عَسٰٓى  fiili büyüklerden sadır olduğunda kesinlik ifade eder. (Nitekim Hasan-ı Basrî’ye göre Allah hakkında kullanılan عَسٰٓى  (muhtemelen) fiilleri, ihtimal ve beklenti değil, gereklilik / kesinlik ifade eder. “…muhtemelen …olacaklardır” ifadesinde dönüş yapanın ümit ve arzusu kastediliyor da olabilir; buna göre adeta Allah Teâlâ, “Dönüş yapan kurtulmayı arzulasın!” buyurmuş olmaktadır. (Keşşâf)

Burada şüphe bildiren kelimenin kullanılması (عَسَى /umulur, belki), büyüklerin adeti olarak kesinlik ifade etmektedir. Yahut tövbe eden tarafından umut ifade etmektedir. Yani tövbe eden felahı ummalıdır. (Ebüssuûd)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَكُونَ مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ  cümlesi, masdar teviliyle  عَسٰٓى  fiilinin faili konumundadır. 

Masdar-ı müevvel,  كاَنَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنَ الْمُفْلِح۪ينَ , nakıs fiil  كاَنَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

Ayetin başındaki ism-i mevsûlde cem’ edilenler, tövbe edenler, iman edenler, ve salih amel yapanlar şeklinde sayılmıştır. Bu üslup cem' ma’at-taksim sanatıdır.

صَالِحاً - الْمُفْلِح۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kasas Sûresi 68. Ayet

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  ...


Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَبُّكَ ve Rabbin ر ب ب
2 يَخْلُقُ yaratır خ ل ق
3 مَا ne
4 يَشَاءُ dilerse ش ي ا
5 وَيَخْتَارُ ve seçer خ ي ر
6 مَا
7 كَانَ değildir ك و ن
8 لَهُمُ onlara ait
9 الْخِيَرَةُ seçim خ ي ر
10 سُبْحَانَ münezzehtir س ب ح
11 اللَّهِ Allah
12 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
13 عَمَّا şeylerden
14 يُشْرِكُونَ ortak koştukları ش ر ك

Allah varlıkları yaratırken ve görevlendireceği peygamberleri seçerken kullara sormaz; çünkü yaratma ve tercih O’na mahsustur. Kulların tercih hak ve imkânları sorumlu tutuldukları kararları ve eylem alanlarıyla ilgilidir. 69. âyette Allah’ın tercihi ve yaratması gibi, kullarının bütün durumlarını gizlisiyle açığıyla istisnasız ve kusursuz bilecek şekilde ilminin de geniş ve sınırsız olduğu ifade edilmektedir. 

“Önünde de sonunda da hamd O’na mahsustur” diye çevirdiğimiz 70. âyetteki cümleyi müfessirler, “Bu dünyada da âhirette de hamd O’na mahsustur” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XX, 102; Şevkânî, IV, 177; Esed, II, 797).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 241

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir.  رَبُّكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَخْلُقُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَخْتَارُۜ  atıf harfi  وَ ‘la  يَخْلُقُ ‘ya matuftur. 

يَخْتَارُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi خير ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

      

مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ

 

İsim cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  لَهُمُ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

الْخِيَرَةُ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.


سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَّا  ve masdar-ı müevvel  عَنْ  harf-i ceriyle  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. 

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ وَيَخْتَارُۜ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi  وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rubûbiyet vasfıyla onlara destek olduğunun işaretidir.

Ayetteki lafza-i celâlin  رَبُّكَ  vasfıyla gelişinde, onların Muhammed (sav)‘e karşı sinelerinde sakladıkları buğza işaret vardır. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesi haberdir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  يَخْتَارُ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la mübtedanın haberine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

Müsnedün ileyhin haber olan fiil cümlesine takdiminde, nüzül sebebi göz önünde bulunduurlursa kasr manası vardır. Yani, ‘’senin Rabbin tektir. Kimin O’nun rasûlu olarak size gönderileceğini siz seçecek değilsiniz.’’ anlamındadır. (Âşûr) 

Cümlede fiiller teceddüt, istimrar, hudûs ve teceddüt ifade eden muzari sıygada gelmiş, ayrıca  müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ 

 

İstînâf cümlesidir. Önceki manayı tekid için fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Menfî  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)

Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمُ  car mecruru  كان ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  الْخِيَرَةُ , muahhar ismidir.

Takdim, kasr ifade eder. (Âşûr)

يَخْتَارُۜ - الْخِيَرَةُۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

 مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ [Onların seçme yetkileri yoktur] ayetindeki: "Yoktur" her bir şeyi kapsayan umumi bir nefydir. Yani kulun yüce Allah'ın kudreti ile kazandığı şeyler dışında seçebileceği hiçbir şey yoktur. (Kurtubî)    

مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ [Seçim hakkı onlara ait değil!] ifadesi,  يَخْتَارُۜ  fiilinin beyanıdır; çünkü “Allah dilediğini seçiyor” anlamındadır; bu sebeple cümleye atıf harfi dahil olmamıştır. Mana şudur: Bütün işlerinde tercih hakkı Allah’a aittir; işlerindeki hikmet yönlerini en iyi kendisi bilir. (Keşşâf)

 مَا كَانَ لَهُمُ الْخِيَرَةُۜ  [Onlar için ise, muhayyerlik yoktur] ifadesine gelince, خِيَرَةُۜ  kelimesi "seçmek, ihtiyar etmek" kelimesinden gelen bir isim olup, masdar yerine geçmiştir. Bu kelime yine, ism-i mef'ûl (seçilmiş olan) anlamına da gelir. (Fahreddin er-Râzî) 

Şayet burada  مَا ’yı mevsûl yapıyorsan, sılada mevsûle râci olacak zamir ve râbıt nerededir? dersen şöyle derim: Sözün aslı  الْخِيَرَةُۜ  مَا كَانَ لَهُمُ فيه  şeklindedir; إِنَّ ذَ ٰ⁠لِكَ مِنۡ عَزۡمِ ٱلۡأُمُورِ  ِ[Bunlar gerçekten kararlılık isteyen şeylerdendir.] (Lokman 31/17) ayetinde  منه  ifadesi hazf edildiği gibi burada da  فيه  rabıt zamiri hazf edilmiştir; çünkü zaten anlaşılmaktadır. (Keşşâf)

 

 سُبْحَانَ اللّٰهِ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Tenzih için ibtidaiyye olan cümle birbirine matuf iki cümle arasında itiraziyyedir. (Âşûr)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَ اللّٰهِ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَعَالٰى ‘de istiare vardır. Bu kelimenin aslı, ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemmülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

 
Kasas Sûresi 69. Ayet

وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ  ...


Rabbin, onların sinelerinin gizlediğini de açığa vurduklarını da bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرَبُّكَ ve Rabbin ر ب ب
2 يَعْلَمُ bilir ع ل م
3 مَا neyi
4 تُكِنُّ gizlediğini ك ن ن
5 صُدُورُهُمْ göğüslerinin ص د ر
6 وَمَا ve neyi
7 يُعْلِنُونَ açığa vurduğunu ع ل ن

وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ

 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  رَبُّكَ ‘ye matuftur. İsim cümlesidir. 

رَبُّكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَعْلَمُ  ile başlayan fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تُكِنُّ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

تُكِنُّ  merfû muzari fiildir. صُدُورُ  fail olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مَا يُعْلِنُون  atıf harfi  وَ ‘la  مَا تُكِنُّ ‘ya matuftur. 

يُعْلِنُون  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُعْلِنُون  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  علن ’dir. 

تُكِنُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  كنن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَرَبُّكَ يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ وَمَا يُعْلِنُونَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  وَرَبُّكَ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca müsnedün ileyh konumundaki bu izafet, Allah’ın rubûbiyet vasfıyla onlara destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَعْلَمُ مَا تُكِنُّ صُدُورُهُمْ  cümlesi, mübtedanın haberidir. İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  تُكِنُّ صُدُورُهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  صُدُورُهُمْ , faildir. İkinci ism-i mevsûl  مَا , birinciye matuftur. Atıf sebebi tezattır. Sılası olan  يُعْلِنُونَ , muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

تُكِنُّ صُدُورُهُمْ  cümlesiyle  يُعْلِنُونَ  cümlesi arasında mukabele ve ihtibâk sanatları vardır.

تُكِنُّ صُدُورُهُمْ  [Sineleri gizliyor] dedikten sonra sadece  يُعْلِنُونَ  [açıklıyorlar] lafzıyla yetinilmiş  صُدُورُهُمْ  hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır. 

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

تُكِنُّ  fiilinin  صُدُورُهُمْ ’a isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir. Gerçekte gizleyen  صُدُورُهُمْ  değil, sinelerin sahipleridir. Cüziyyet alakasıyla mecâz-ı mürseldir.

Ayetteki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

تُكِنُّ - يُعْلِنُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يُعْلِنُونَ - يَعْلَمُ  kelimelerinin arasında cinas-ı nakıs vardır.
Kasas Sûresi 70. Ayet

وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O
2 اللَّهُ Allah’tır
3 لَا olmayan
4 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
5 إِلَّا başka
6 هُوَ O’ndan
7 لَهُ O’na mahsustur
8 الْحَمْدُ hamd ح م د
9 فِي
10 الْأُولَىٰ ilk olan ا و ل
11 وَالْاخِرَةِ ve son olan ا خ ر
12 وَلَهُ ve O’nundur
13 الْحُكْمُ Hüküm ح ك م
14 وَإِلَيْهِ ve O’na
15 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع

وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  

اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.

 

 لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ 

 

لَهُ الْحَمْدُ  cümlesi,mübteda  هُوَ ‘nin üçüncü haberidir. 

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحَمْدُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  فِي الْاُو۫لٰى  car mecruru  الْحَمْدُ ‘e mütealliktir.  الْاُو۫لٰى  maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاٰخِرَةِۘ  atıf harfi وَ ‘la  الْاُو۫لٰى ‘ya matuftur.


 وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

لَهُ الْحُكْمُ  atıf harfi  وَ ‘la  الْحَمْدُ ‘e matuftur.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحُكْمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru  تُرْجَعُونَ  fiiline mütealliktir.

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

وَهُوَ اللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

Ayet  وَ ’la …وَرَبُّكَ يَعْلَمُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  اللّٰهُ  ismi, marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.  هُوَ  mübteda,  اللّٰهُ  haberdir.

Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ğafir/64, C. 1, s. 318) 

هُوَ  için ikinci haber olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

هُوَ  munfasıl zamiri  لَاۤ  ve ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ وَلَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ  cümlesi mübteda olan  هُوَ ‘nin üçüncü haberidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

لَهُ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحَمْدُ  muahhar mübtedadır. 

لَهُ  daki lâm, sahiplik içindir. Yani,‘’O’nun dışında hamd makamının sahibi yoktur.’’ demektir. Car mecrurun cümledeki takdimi ise, ihtisas ifade eder ve bu, ihtisas-ı hakikidir. Son olarak Hamd’in marife oluşu, istiğrak için cins ifade eder. Yani, ‘var olan bütün hamdler O’na aittir.‘ demektir. (Âşûr)

لَهُ , mevsûf/maksûrun aleyh,  الْحَمْدُ  sıfat/maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ahiret ve dünya, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekânlardaki şumûlü tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

وَالْاٰخِرَةِۘ , tezâyüf nedeniyle dünya hayatını ifade eden  الْاُو۫لٰى ’ya atfedilmiştir.

الْاُو۫لٰى  ve  الْاٰخِرَةِۘ ََ kelimeleri arasında ṭıbâḳ-ı îcab sanatı vardır.

Aynı üsluptaki  وَلَهُ الْحُكْمُ  cümlesi  وَ  atıf harfiyle  لَهُ الْحَمْدُ فِي الْاُو۫لٰى وَالْاٰخِرَةِۘ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim kasrıyla tekid edilmiştir. 

Ayetin son cümlesi  وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ , önceki cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  اِلَيْهِ , mevsûf/maksûrun aleyh,  تُرۡجَعُونَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder. (Âşûr, Enbiya /35) 

Mef'ûl ve müteallik adı verilen car mecrur, zarf, masdar, hal gibi bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Bu takdim, mamulun amiline kasrını, başka bir deyişle olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade etmektedir. Yani dönüş onadır, başkasına değil.

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir.

Bu ayetteki idmâc; gayenin gayeye idmâcıdır. Çünkü burada maksat hamdin sadece Allah’a mahsus olduğunu ifade etmektir. Hem dünyada hem de ahirette hamdin O’na olduğunun zikriyle bu gaye yerine gelmiş olur. Burada her iki dünyada çeşitli nimetleri verenin de O olduğu idmâc yoluyla bir cümle içinde toplanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Allah’tan başkasına hamd edilemeyeceği anlamına da gelebilecek olan bu ayette mübalağa sanatı, dünya ve ahirette hamdın onun için olması ifadesindeki ṭıbâḳ sanatına idmâc edilmiştir. Görünürde mahlukatın sadece dünya hayatında teşekkürü hak edebileceği, Allah’ın ise dünyada da ahirette de buna layık olduğu anlamı varken onun dışındaki hiçbir varlığın bunu hak etmediği anlamı ifadede olmasa da mananın içine dercedilmiştir. Bir diğer yoruma göre hamdın Allah’a ait olduğu ifadesine ölümden sonra diriliş idmâc edilmiştir. İstitbâ‘ sanatı cihetinden bakılırsa övgüye bu dünyada layık olan Allah’ın hamdine ahiretteki hamd istitbâ‘ edilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Günün Mesajı
Dünya metaı gelip geçicidir. Onunla uğraşmak Müslüman kimseyi ebedi ve kalıcı âhiret metaını elde etmekten alıkoymamalıdır.
Dünya metaının ve nişnetlerinin çokluğu yüce Allah'ın kendisine bu nimetleri ihsan ettiği kişilerde razı oluşunun delili değildir. Çünkü yüce Allah dünyayı sevdiği kimselere de verir, sevmediği kimselere de verir, ama dini ve âhireti ancak sevdiklerine verir.
Kıyâmet gününde kimsenin kimseye bir faydası olmaz. Aksine Allah'tan başka ortak kabul edilenler kendilerine ibadet edip uyan kimselerden uzaklaşacaklardır.
İman edip salih amel işlemeleri halinde tevbe edenlerin tevbesi kabul edilir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kampanya fırsatlarını değerlendiriyordu. Eğer parasıyla hava atma derdi yoksa, bu insanın içinde olan bir şeydi. Parasının ya da emeklerinin karşılığını tam anlamıyla (hatta mümkünse fazlasıyla) aldığını hissetmek isterdi. Öyle ki; bazen aslında tam olarak istemediği ya da kullanmayacağını bildiği şeyi bile ister hale getirdi. Yeter ki; verdiğinin karşılığını alsındı. Bu açıdan bakıldığı zaman, aslında hava atabilmek de, bir nevi harcananın karşılığı olsa gerek diye düşündü.

Oradan oraya uçuşan düşüncelerin farkına varınca, toparlandı ve tekrar dikkatini kampanyalara verdi. Taksit fırsatları, indirimler, garanti süreleri ve.. evet aradığını bulmuştu. Daha kaliteli ve sonsuza kadar kalıcı olan paketi seçti. Diğerlerine kıyasla, daha sönük duruyordu. Ancak okumasını bilmeyenler, böyle bir hataya düşer diye mırıldandı. Bir süre sonra çöpe gidecek olan şeye parasını, gücünü ya da zamanını harcamasının anlamı yoktu. İhtiyacı kadarını aldıktan sonra daha güzeli için bekleyebilirdi.

Dünya hayatı; yeter ki dikkat çeksin diye atılan yanıltıcı başlıklara benziyordu. Başlıkla içeriğin alakası yoktu. Haberi okuyan; ya hayal kırıklığına uğrardı ya da sinirlenirdi. Ne olursa olsun, zamanından kaybederdi. Aklını başına toplayan insan, haberleri güvenilir yerlerden almak için gereken değişiklikleri yapar ve böylece zamandan kazanırdı. Dünya hayatı, devamlı kendi reklamını yapan bir televizyon kanalı gibiydi. Süslü ama yanıltıcı bir biçimde, şimdinin sözünü verir ama bir süre sonra da çekip giderdi. 

Ey Allahım! Bilerek Sana şirk koşmaktan Sana sığınırım. Bilmeden yaptıklarım için affını taleb ederim. Azdıranlardan ve azmışlardan uzaklaşmak ve rahmetine yakın olmak için yardımını umarım. Dünyada da, ahirette de; hamd Sana mahsustur. Geçici olandan çok, kalıcı olanı istemeyi isterim. Sahip olduğum geçicilerle, kalıcı olanları kazanacağım bir ömür yaşamayı dilerim. Öyle ki, ahirete vardığımız gün, izninle ve rahmetinle; samimi tövbeleri ve salih amelleri kabul olunup da kurtuluşa erenlerin arasında, tebessüm eden bir kul da ben olayım. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji