بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ اَفَلَا تَسْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | gördünüz mü? |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | جَعَلَ | kılsa |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | عَلَيْكُمُ | üzerinize |
|
7 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
8 | سَرْمَدًا | sürekli |
|
9 | إِلَىٰ |
|
|
10 | يَوْمِ | gününe kadar |
|
11 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
12 | مَنْ | kimdir? |
|
13 | إِلَٰهٌ | tanrı |
|
14 | غَيْرُ | başka |
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | يَأْتِيكُمْ | size getirecek |
|
17 | بِضِيَاءٍ | ışık |
|
18 | أَفَلَا |
|
|
19 | تَسْمَعُونَ | işitmiyor musunuz? |
|
Evrendeki düzen amaca uygunluk bakımından olabileceklerin en mükemmelidir. Bunun tesadüfen olması ihtimali aklen mümkün değildir. Düzenin bozulmadan devam etmesi de tek kudret elinden çıktığını, tek iradeye tâbi olduğunu göstermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 243Sermede سرمد : سَرْمَدٌ dâimi olan veya sürekli ya da ebedî bir şekilde devam eden demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 2 ayette isim formunda geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Sermet ve sermedîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette اَرَاَيْتُمْ fiili iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı mahzuf olup istifhâm cümlesi onu tefsir eder. İtiraziyyedir.
جَعَلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَرْمَداً , amili جَعَلَ ‘nin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.
اِلٰى يَوْمِ car mecruru سَرْمَداً ‘e mütealliktir. اِلٰى harf-i ceri mecruruna yönelme, intiha, tahsis, musahabe, zaman zarfı, mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada intiha manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ اِلٰهٌ cümlesi amili اَرَاَيْتُمْ ‘ün ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
مَنْ istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلٰهٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
غَيْرُ kelimesi اِلٰهٌ ‘nun sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْت۪يكُمْ kelimesi اِلٰهٌ ‘nun ikinci sıfatı olup mahallen merfûdur. يَأْت۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِضِيَٓاءٍ car mecruru يَأْت۪يكُمْ fiiline mütealliktir.
اَفَلَا تَسْمَعُونَ
Ayet فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; أصممتم آذانكم. (Kulaklarınız sağır mı..) şeklindedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hemze istifham harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَسْمَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham takriridir. (Âşûr)
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir. (Yunus /50)
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır.
Bu ayette رَاَيْتُمْ kelimesinin sonuna eklenen ك zamiri hazf edilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ الَّيْلَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمُ , mef’ûl olan الَّيْلَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir.
İkinci mef’ûl سَرْمَداً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
اِلٰى harf-i ceri intihâ-i gaye içindir. Buradaki gaye dünyanın zamanlarını kapsaması manasınadır. Onun ebedi olmadığına vurgu yapılmıştır. (Âşûr)
Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍ cümlesi اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مَنْ istifhamı inkâridir. Onlar gecenin ve gündüzün yaratıcısının Yüce Allah’tan başkası olmadığını kabul ediyorlardı. (Âşûr)
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
يَأْت۪يكُمْ بِضِيَٓاءٍ cümlesi اِلٰهٌ için ikinci sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
رَاَيْتُمْ - تَسْمَعُونَ , kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve mürâât-ı nazîr sanatları, الَّيْلَ - بِضِيَٓاءٍۜ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
رَاَيْتُمْ kelimesi hemze’nin hazfi ile أرَيْتُمْ şeklinde de okunmuştur; ancak bu kurallı bir hazif değildir. Manası, ‘buna kimin gücü yeter söyleyin’ demektir. سَرْمَداً kesintisiz, devamlı demektir. Bir şeyin art arda gelmesi manasında سرد kökünden alınmıştır. سَرْمَداً kelimesinin mim’i zaid olup kelime فعْمَلٌ veznindedir. (Keşşâf)
اَفَلَا تَسْمَعُونَ
Ayetin fasılası, takdiri .. أصممتم آذانكم (Kulaklarınız sağır mı..) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfi muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayetin bu son cümlesi birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri Ahkaf/28)
Bu atıf harflerinin ( ثمَّ ve فَ ) hemzeden önce geldiği ayetlerde, hemze bazen inkâr bazen -nefy bulunmak şartıyla- takrir veya tevbih ifade eder.
Bazen hemzeden sonra gelen فَ harfi bu ayette olduğu gibi sebebiyye olabilir. Yani, ‘böyle olursa da işitmeyecek misiniz?’ demektir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
يَأْت۪يكُمْ fiilinin iki yerde de muhatab zamiriyle gelmesindeki hikmet: Allah’ın gündüzü ve geceyi yaratmasının insanlar için bir nimet olduğuna işaret içindir. Allah’ın tekliğine delil getirilirken verilen nimetin hatırlatılması manası idmac edilmiştir. (Âşûr)قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ اَفَلَا تُبْصِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | أَرَأَيْتُمْ | baksanıza |
|
3 | إِنْ | eğer |
|
4 | جَعَلَ | kılsa |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | عَلَيْكُمُ | üzerinize |
|
7 | النَّهَارَ | gündüzü |
|
8 | سَرْمَدًا | sürekli |
|
9 | إِلَىٰ |
|
|
10 | يَوْمِ | gününe kadar |
|
11 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
12 | مَنْ | kimdir? |
|
13 | إِلَٰهٌ | tanrı |
|
14 | غَيْرُ | başka |
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | يَأْتِيكُمْ | size getirecek |
|
17 | بِلَيْلٍ | geceyi |
|
18 | تَسْكُنُونَ | dinleneceğiniz |
|
19 | فِيهِ | onda |
|
20 | أَفَلَا |
|
|
21 | تُبْصِرُونَ | görmüyor musunuz? |
|
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli اَرَاَيْتُمْ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifhâm harfidir. رَاَيْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı mahzuf olup istifhâm cümlesi onu tefsir eder. İtiraziyyedir.
جَعَلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْكُمُ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir.
النَّهَارَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَرْمَداً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اِلٰى يَوْمِ car mecruru سَرْمَداً ‘e mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ اِلٰهٌ cümlesi amili اَرَاَيْتُمْ ‘ün ikinci mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. مَنْ istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلٰهٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. غَيْرُ kelimesi اِلٰهٌ ‘un sıfatı olup merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَأْت۪يكُمْ kelimesi اِلٰهٌ ‘un ikinci sıfatı olup mahallen merfûdur.
يَأْت۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِلَيْلٍ car mecruru يَأْت۪يكُمْ fiiline mütealliktir. تَسْكُنُونَ cümlesi لَيْلٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
تَسْكُنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِۜ car mecruru تَسْكُنُونَ fiiline mütealliktir.
اَفَلَا تُبْصِرُونَ
Hemze istifham harfidir. Ayet فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُبْصِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُبْصِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi بصر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَرَاَيْتُمْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قُلْ kelimesi çok önemlidir. Aslında bütün ayetlerin başında bir قُلْ lafzı vardır ama önemli olan hususlarda قُلْ lafzı açık olarak söylenmiştir. (Yunus /50)
اَرَاَيْتَكُمْ , dikkat çekme tabirlerinden biridir. اَرَاَيْتَ ve benzerlerindeki تَ zamiri faildir. ك ise Basra ekolüne göre ت ’nin anlamını tekid eden bir hitap harfidir ve îrabdan mahalli yoktur. Tekidin sebebi, muhatabın gafletinin derinliğini vurgulamaktır. Aynı uyuyan kimseyi sarsmak gibi. Çünkü derin uykuya dalmış olan kişi hem elle hem de dille uyandırılır.
Bu ayette رَاَيْتُمْ kelimesinin sonuna eklenen ك zamiri hazf edilmiştir. Zira kendisinden önce hitabın tekidini gerektirecek herhangi bir gafletle ilgili bir söz geçmemiştir. Böylece onların sarsılması ve tenbih (uyarılması) sadece azabın hatırlatılmasıyla gerçekleşmiştir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
اِنْ جَعَلَ اللّٰهُ عَلَيْكُمُ النَّهَارَ سَرْمَداً اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ cümlesi, şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasındaki جَعَلَ , şart fiilidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْكُمُ , mef’ûl olan النَّهَارَ ’ye, ihtimam için takdim edilmiştir.
اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ car mecruru سَرْمَداً ’e mütealliktir.
İkinci mef’ûl سَرْمَداً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.
Şartın cevabının öncesinin delaletiyle hazfedilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ cümlesi اَرَاَيْتُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü konumundadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ ve تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ cümleleri اِلٰهٌ için ikinci ve üçüncü sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüd ve istimrar ifade etmişlerdir.
﴿تَسْكُنُونَ ف۪يهِۜ cümlesinde birçok nimeti içinde barındıran nimeti hatırlattığı için idmâc sanatı vardır. Bu nimet sükunet nimetidir. Bu nimetler; dinlenme, sıcaktan korunma, sayesinde tefekkür ve amel ettiğimiz sinir sisteminin enerjisini yenileme ve düşmandan korunma lezzetlerini içerir. (Âşûr)
لَيْلٍ - النَّهَارَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَأْت۪يكُمْ بِلَيْلٍ [Geceyi size kim getirecek?] cümlesi azarlama ve susturma ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
سَرْمَداً kesintisiz, devamlı demektir. Bir şeyin art arda gelmesi manasında سرد kökünden alınmıştır. سَرْمَداً kelimesinin mim’i zaid olup kelime, فعْمَلٌ veznindedir. (Keşşâf)
اَفَلَا تُبْصِرُونَ
Ayet mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
رَاَيْتُمْ - تُبْصِرُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَرَاَيْتُمْ - لَا تُبْصِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
Önceki ayetle bu ayet arasında güzel bir mukabele oluşmuştur.
Gündüzden bahsederken تُبْصِرُونَ fiili, geceden bahsederken تَسْمَعُونَ fiilinin seçimi mürâât-ı nazîr sanatının, lafız-mana uyumu babına güzel bir örnektir.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28)
Bu atıf harflerinin ( ثمَّ ve فَ ) hemzeden önce geldiği ayetlerde, hemze bazen inkâr, bazen -nefy bulunmak şartıyla- takrir veya tevbih ifade eder.
Bazen hemzeden sonra gelen فَ harfi bu ayette olduğu gibi sebebiyye olabilir. Yani, böyle olursa da işitmeyecek misiniz? demektir. (Dr. Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
Son iki ayette gece ve gündüzün kıyamete kadar uzatılması durumunda Allah’tan başkasının bir söz hakkı olmadığı, tenasübe uygun olarak zikredilmiş ve gece ile ilgili ayetin sonunda dinlemeye gündüzle ilgili ayetin sonunda da görmeye vurgu yapılarak bu uyum pekiştirilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden dolayı |
|
2 | رَحْمَتِهِ | rahmeti- |
|
3 | جَعَلَ | var etti |
|
4 | لَكُمُ | sizin için |
|
5 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
6 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
7 | لِتَسْكُنُوا | dinlenmeniz için |
|
8 | فِيهِ | onda |
|
9 | وَلِتَبْتَغُوا | ve aramanız için |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | فَضْلِهِ | O’nun lutfu- |
|
12 | وَلَعَلَّكُمْ | ve umulur ki |
|
13 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
Sekene سكن :
سُكُونٌ sükûn, bir nesnenin hareketliliğinin ardından sâbit/hareketsiz veya durağan hale gelmesidir. Bu kelime bir yerde yaşamak/ikamet etmek manasında da kullanılır. İsmi mekanı مَسْكَنٌ şeklinde gelir, çoğulu ise مَساكِنٌ dur.
سَكَنٌ hem zihnen rahatlamaya, bir şeye dayanmaya ve sukûnete hem de kendisiyle sukûnet bulunan şeye denir.
Yine سَكَنٌ kendisiyle sukûnete kavuşulan ve huzur bulunan ev/meskendir.
سِكِّينٌ bıçak demektir. Kesilen canlının hareketini sona erdirdiği için böyle adlandırılmıştır.
Fetih, 48/4. ayette geçen سَكِينَةٌ sekînet sözcüğüne gelince bununla ilgili üç görüş vardır: 1- Müminin kalbine sekinet vererek onu sakinleştiren ve ona emniyet hissi veren bir melektir. 2- O akıldır. Eğer akıl sahibini şehvete meyletmekten ve korkudan alıkoyarsa ona sekînet denir. 3- Bazıları ise سَكَنٌ ve سَكِينَةٌ kavramlarının aynı olup korkunun giderilmesi anlamına geldiğini ifade etmişlerdir.
Son olarak مِسْكِينٌ kelimesi hiçbir şeyi olmayan kimseye denir ve fakirden daha düşük bir seviyededir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de pek çok farklı formda 69 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sukûnet, sâkin, sekine, mesken, meskun, miskin, teskin, müsekkin ve iskandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ istînâfiyyedir. مِنْ sebebiyyedir. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada baz manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ رَحْمَتِه۪ car mecruru جَعَلَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمُ car mecruru جَعَلَ fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlun bihine mütealliktir. الَّيْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
النَّهَارَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لِ harfi, تَسْكُنُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْكُنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَسْكُنُوا fiiline mütealliktir. لِتَبْتَغُوا atıf harfi وَ ‘la لِتَسْكُنُوا ‘ye matuftur.
لِ harfi, تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir. مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru لِتَبْتَغُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri; لعلّكم ترزقون (Rızıklandırılmanız için) şeklindedir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir. كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ cümlesi لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمِنْ رَحْمَتِه۪ جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ , istînâfiyyedir.
Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car-mecrur لَكُمْ ihtimam için mef’ûl olan الَّيْلَ ’e, مِنْ رَحْمَتِه۪ amili olan جَعَلَ fiiline, rahmete dikkat çekmek ve onun muhatap tarafından iyice anlaşılması için takdim edilmiştir.
مِنْ harf-i ceri ba’diyet manasında gelmiştir. Çünkü Allah’ın insanlara olan rahmeti pek çok çeşidi ve tek tek herbiriyle tasdik edilen külli bir hakikattir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktir.
Aynı üsluptaki وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ cümlesi masdar tevilinde, yine جَعَلَ fiiline müteallik olmak üzere önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَحْمَتِه۪ , فَضْلِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire izafe edilen رَحْمَتِ ve فَضْلِ kelimeleri tazim edilmiştir.
Burada iki tane tıbâk vardır. Gündüz ve gece arasındaki tıbâk zâhirdir. Sükûnet ve Allah’ın fazlından aramak arasındaki tıbâk ise hafîdir. Çünkü sükûnetin mukabili harekettir. Allah’ın fazlından aramak ise hareketi gerektirdiği için sükûnetin zıddı olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayet-i kerîmede gece ve gündüz bir araya getirilmiştir. Bunlar Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki nimetlerindendir. Rahmetinin bir tezâhürüdür. Daha sonra da zamanın gece ve gündüz şeklinde yaratılmasının hikmeti zikredilmiştir. Geceleri sükûn bulmak, gündüzleri de hareket edip çalışmak içindir. Bu hareket, yeryüzünde fesad çıkarmak için değil Allah’ın fazlından aramak ve maslahat için olmalıdır. Bunun için ayet-i kerîmede Allah’ın fazlından bölümü ilave edilmiştir. Çünkü hareket fesad için de maslahat için de olabilir. Ama Allah’ın fazlı sadece ıslahı ifade eder. Dolayısıyla ikinci bölümde de sükûnet ve fazîleti aramak şeklinde iki zıd zikredilmiştir. İşte ayetin hem başında, hem de sonunda iki zıddın zikredilmesi mümini bu nîmet üzerinde düşünmeye sevk eder. Niçin zaman gündüz ve gece olarak yaratılmıştır? Kıyamet gününe kadar sadece gündüz ya da sadece gece olsaydı hayat nasıl olurdu? İşte böylece Allah Teâlâ önceki ayetler üzerinde tefekküre davet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî İlmi)
Burada gece ve gündüz kelamın başında tafsilen zikredilen kelimelerdir. Bunlar leff’i temsil eder. Bazıları buna tayy da demiştir. Arkadan gelen onda sükûn bulmanız için ve fazlından arayasınız diye sözleri ise neşri temsîl eder. Bunlar, muhatabın hangisinin hangi zamanda yapılacağını anlayacağı varsayılarak tayin edilmeksizin gelmiştir. Eğer tayin edilerek zikredilseydi bu durumda leff ve neşr sanatı değil taksim sanatı olurdu. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ cümlesi rızık istemek ve elde etmek için çalışmaktan kinaye olarak gelmiştir. (Âşûr)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin fasılası, takdiri لعلّكم ترزقون (Rızıklandırılmanız için) olan, mukadder istînâfa matuftur. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.
لَعَلَّ ‘nin haberi olan تَشْكُرُونَ , muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ , gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Cümlede müsned olan تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak, 71. ayetin sonunda, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" buyurmuş, 73. ayetin sonunda, "Hâlâ görmeyecek misiniz?" buyurmuştur. Çünkü bunların maksadı, duydukları ve gördükleri şeylerden tefekkür ve tedebbür açısından istifade edilmesidir. Binaenaleyh onlar bu istifadeyi yapmayınca duymayanlar ve görmeyenler olarak kabul edilmişlerdir. Kelbî, Hak Teâlâ'nın, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" hitabının manasının, "Hâlâ bunları yapana itaat etmeyecek misiniz"; "Hâlâ görmeyecek misiniz?" hitabının manasının ise, "üzerinde olduğunuz hatanızı ve dalaletinizi görmeyecek misiniz?" demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Eğer, "Cenab-ı Hak, "İçinde dinleneceğiniz bir geceyi..." demiş olduğu gibi, "içinde tasarruf edebileceğiniz bir gündüzü" demeli değil miydi?" denirse, biz deriz ki: Bu ifadede, "güneşin ışığı" demek olan "ziya" kelimesinin getirilmesi, kendisine taalluk eden menfaatlerin çokluğundan ötürüdür. Yoksa bu, sadece geçimle ilgili tasarruflar değildir. Karanlık (gece) ise, bu şekilde değildir.
Cenab-ı Hak, "ziya"nın peşi sıra, "Hâlâ dinlemeyecek misiniz?" hitabını getirmiştir. Çünkü dinlemek ve duymak, o ziyanın (ışığın) faydalarını anlamak ve anlatmak için, gözün idrak edemediği şeyleri idrake vesiledir. Gecenin peşi sıra da, "Hâlâ görmeyecek misiniz?" buyurulmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Bu soru, yukarıda 62. âyette geçen sorunun aynıdır (cevabı hakkında bilgi için bk. 62-64. âyetler). Sorunun burada tekrar edilmesi, günahkârların dünyadaki tutumlarını aklen hiçbir şekilde haklı gösterebilecek durumda olmadıklarını vurgulamak içindir. Nitekim bir sonraki âyette de bu hususa dikkat çekilmektedir.
Müfessirlere göre 75. âyette her ümmetten çıkarılacağı bildirilen şahitten maksat peygamberlerdir (Taberî, XX, 104; Şevkânî, IV, 178; İbn Âşûr, XX, 173). Yüce Allah, bütün insanları mahşerde bir araya topladığında her milletin peygamberini çağırıp kendisinden o millete vaktiyle Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ edip etmediğini, tebliğ ettiyse nasıl cevap verdiklerini soracak ve onlar hakkında tanıklık etmesini isteyecektir; Hz. Muhammed de kendi ümmeti hakkında tanıklık edecektir (bk. Nisâ 4/41).
Allah’tan başka tanrıların var olduğunu iddia edenlere, “Kesin delilinizi getirin!” denilerek iddialarını ispatlamaları istenecektir. Bunu ispatlamaları mümkün olmadığı için cevap veremeyeceklerdir. Dünyada iken bâtıl bir inançla kendilerine şefaat edeceğine inandıkları düzmece tanrıları da ortalıkta gözükmeyecek; nihayet “hakikatin Allah’a mahsus olduğu”, yani yalnız O’nun hakkında “gerçek var olandır” denebileceği, putperestlerin gerçek sayıp tanrı diye niteledikleri nesnelerin ise hakikatte uydurma şeylerden ibaret bulunduğu herkes için ayan beyan ortaya çıkacaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 243
وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı olup mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; اذكر (zikret) şeklindedir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَاد۪يهِمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنَاد۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ ‘dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَيْنَ istifham ismi, mekân zarfı olup mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
مَتَى , اَيْنَ , اَيَّ وَقْتٍ , اَيَّ زَمَنٍ , اَيَّ مَكَانٍ gibi soru isimleri de mef’ulün fihtir.
Mef’ûlün fih: Fiilin işlendiği zamanı veya yeri bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün fihin diğer adı zarftır. Mef’ûlün fih mansubdur. Başına harf-i cer gelirse mahallen mansub olur.
Mef’ûlün fihin harf-i cerleri şunlardır: فِي - بِ . Mef’ûlün fih fiilinin önüne geçebilir. Mef’ûlün fihi bulmak için fiile “nerede, ne zaman?” soruları sorulur.
Mef’ûlün fih ikiye ayrılır: 1. Zaman zarfı: Fiilin oluş zamanını bildiren mef’ûlün fihtir.
2. Mekan zarfı: Fiilin oluş yerini, mekânını bildiren mef’ûlün fihtir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شُرَكَٓاءِيَ muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur. Çünkü sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl شُرَكَٓاءِ ‘nin sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfatı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَزْعُمُونَ cümlesi كان ’nin haberi olup mahallen mansubdur. تَزْعُمُونَ ‘nin mef’ûlü önceki kelamın delaletiyle mahzuftur. Takdiri, تزعمونهم شركاء (Ortakları olduğunu iddia ettiğiniz) şeklindedir.
يُنَاد۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ
Ayet وَ ‘la önceki ayetteki istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri اذكر [Düşün, hatırla!] olan mahzuf bir fiile müteallıktır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُنَاد۪يهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiildeki merfu zamir Allah Teâlâ’ya aiddir.
Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَيَقُولُ اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ
Cümle فَ ile öncesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Soru manası olan mekân zarfı اَيْنَ , mukaddem mahzuf habere müteallıktır.
İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tehekküm (istihza) ve tahkir (aşağılama) anlamları taşıdığı için cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Muahhar mübteda شُرَكَٓاءِيَ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. İki mef’ûle müteaddi olan تَزْعُمُونَ fiilinin mef’ûllerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Halîdi, Vakafât, S. 103)
[İddia ettiğiniz ortaklarım nerede, der?] yani الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تزعمونهم شركاء demektir ki, iki mef'ûl da hazf edilmiştir, çünkü sözün akışından anlaşılmaktadır. (Beyzâvî)
زعم fiili iki mef‘ûl alır. Peki, ayette bu mef‘ûller nerededir? dersen şöyle derim: Mef‘ûllerin ikisi de mahzuftur; ifadenin takdiri الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَهُمْ شُرَكَٓاءِيَ (ortaklarım olduklarını iddia edip durduğunuz şeyler) şeklindedir. Ef‘âl-i kulûb olarak bilinen ظننتُ babında iki mef‘ûlun birden hazfi caizdir; yalnızca biri ile yetinmek doğru olmaz. (Keşşâf)
اَيْنَ شُرَكَٓاءِيَ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ [İddia ettiğiniz ortaklarım nerede?] cümlesinde, alay etme üslubu kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
تَزْعُمُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَنَزَعْنَا | ve çıkarırız |
|
2 | مِنْ | -ten |
|
3 | كُلِّ | her |
|
4 | أُمَّةٍ | ümmet- |
|
5 | شَهِيدًا | bir şahid |
|
6 | فَقُلْنَا | ve deriz |
|
7 | هَاتُوا | getirin |
|
8 | بُرْهَانَكُمْ | delilinizi |
|
9 | فَعَلِمُوا | bilirler ki |
|
10 | أَنَّ | kesinlikle |
|
11 | الْحَقَّ | gerçek |
|
12 | لِلَّهِ | Allah’a aittir |
|
13 | وَضَلَّ | ve sapıp gider |
|
14 | عَنْهُمْ | kendilerinden |
|
15 | مَا | şeyler |
|
16 | كَانُوا | oldukları |
|
17 | يَفْتَرُونَ | uyduruyor(lar) |
|
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً
Ayet, atıf harfi وَ ‘la يُنَاد۪ي ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur. Fiil cümlesidir. نَزَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ كُلِّ car mecruru نَزَعْنَا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. اُمَّةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. شَه۪يداً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. شَه۪يداً kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ ‘dir. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَاتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni, camid emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
هَاتُوا fiili manayı fiil (isim fiil)dir. Manayı fiil: Yapı itibariyle isim olan, mana itibariyle fiil kabul edilen kelimelerdir. Çekimleri yoktur. Fiil gibi amel ederler. (Fail ve mef’ûl alırlar.) Mazi, muzari ve emir manalı olarak gelebilirler. Manayı fiillerin gelme sebebi; fiilden daha kuvvetli, daha şiddetli oldukları içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بُرْهَانَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ
Ayet, atıf harfi فَ ile قُلْنَا ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. عَلِمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel عَلِمُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette عَلِمُٓوا bilmek fiili iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
حَقَّ kelimesi اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لِلّٰهِ car mecruru اَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Ayet, atıf harfi وَ ‘la عَلِمُٓوا ‘ya matuf olup mahallen mecrurdur.
Fiil cümlesidir. ضَلَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru ضَلَّ fiiline mütealliktir. مَا müşterek ism-i mevsûl fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri; يفترونه (O’na iftira ettiğiniz) şeklindedir.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَفْتَرُونَ cümlesi كَانُوا ‘un haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْتَرُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَنَزَعْنَا مِنْ كُلِّ اُمَّةٍ شَه۪يداً فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki يُنَاد۪يهِمْ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
نَزَعْنَا fiili sanki olmuş gibi gerçekleşeceğinin kesinliğine delalet etmek için mazi fiil olarak getirilmiştir. (Âşûr)
Burada نَزَعْنَا fiilinde نَا [Biz] kipinin kullanılması, bu hususun son derece önemli ve bu halin pek korkunç olduğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)
النَّزْعُ : Bir şeyin içinde karışmış olarak bulunan bir şeyi çekip çıkarmaktır. Burada topluluktan bir kısım insanı çıkarmak manasında istiare olunmuştur. Tıpkı Meryem suresi 69. ayet gibi: “ثُمَّ لَنَنْزِعَنَّ مِن كُلِّ شِيعَةٍ أيُّهم أشَدُّ عَلى الرَّحْمَنِ عِتِيًّا (Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.)” (Âşûr)
يُنَاد۪يهِمْ fiilindeki gaib zamirden نَزَعْنَا ‘daki azamet zamirine iltifat vardır.
اُمَّةٍ ‘deki tenvin kesret, شَه۪يداً ’deki ise, nev ve tazim ifade eder.
فَقُلْنَا هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi ve acze düşürme amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. (Âşûr)
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
هاتُوا fiili, isim fiildir. ‘Arzedin, sunun’ manasındadır. هاتِ kesra üzere mebnidir. Allah Teâlâ’nın daha önce Bakara suresi 111. ayetinde “قُلْ هاتُوا بُرْهانَكم إنْ كُنْتُمْ صادِقِينَ (De ki: Eğer doğru kimseler iseniz delilinizi getirin)” diye geçtiği gibidir. Arz etmek, göstermek için istiare olunmuştur. (Âşûr)
شَه۪يداً - بُرْهَانَكُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İbn Manzur, açıkça هات fiilinin هاتيُي - هاتى ‘den emir olduğunu, bu fiilin mazi ve muzarisinin öldüğünü belirtmekte; dolayısıyla fiil ölümü sebebiyle diğer sıygaları gelmeyerek câmid olduğunu söylemiştir. İbn Hişâm ve el-Anŧâkî gibi nahivciler, هات ‘nin talep manasını ifade etmesi ve muhataba ى ’sını kabul etmesi sebebiyle fiil kabul edildiğini ifade etmektedirler. هات fiili Kur’an’da هاتوا şeklinde dört yerde emir fiili olarak cemi müzekker sıygada geçmektedir: Bakara, 2/111; Enbiyâ, 21/24; Kasas, 28/75.Neml, 27/64. (Yusuf Doğan, Arapçada Kelime Yapisi Açısından Tartışılan Câmid Fiiller Ve Câmidlik Sebepleri)
هَاتُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
فَعَلِمُٓوا اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ
Cümle فَ ile …قلنا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ الْحَقَّ لِلّٰهِ , masdar teviliyle عَلِمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِلّٰهِ , tekid ve mastar harfi اَنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
نَزَعْنَا - اللّٰهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
عَلِمُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟
Ayetin atıfla gelen son cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَلَّ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası; كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin mübhem bir yapıya sahip ism-i mevsûlle marife yapılışı, müsnedün ileyhin zikrinden kaçınmak ve onun ne kadar kötü olduğunu muhataba hissettirmek amacına matuftur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُمْ , fail olan ism-i mevsûle ihtimam için takdim edilmiştir.
İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)
الضَّلالُ : Asıl manası yola hidayet edilmemektir. Burada mecaz olarak kullanılmış, bir şeyin akla gelmemesi manasında istiare olmuştur. (Âşûr)
يَفْتَرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | elbette |
|
2 | قَارُونَ | Karun |
|
3 | كَانَ | idi |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | قَوْمِ | kavmi- |
|
6 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
7 | فَبَغَىٰ | azgınlık etti |
|
8 | عَلَيْهِمْ | onlara karşı |
|
9 | وَاتَيْنَاهُ | ve ona vermiştik |
|
10 | مِنَ | -den |
|
11 | الْكُنُوزِ | hazineler- |
|
12 | مَا | ki |
|
13 | إِنَّ | muhakkak |
|
14 | مَفَاتِحَهُ | onun anahtarları |
|
15 | لَتَنُوءُ | ağır geliyordu |
|
16 | بِالْعُصْبَةِ | bir topluluğa |
|
17 | أُولِي | sahibi |
|
18 | الْقُوَّةِ | kuvvet |
|
19 | إِذْ | hani |
|
20 | قَالَ | demişti ki |
|
21 | لَهُ | ona |
|
22 | قَوْمُهُ | kavmi |
|
23 | لَا |
|
|
24 | تَفْرَحْ | şımarma |
|
25 | إِنَّ | şüphesiz |
|
26 | اللَّهَ | Allah |
|
27 | لَا |
|
|
28 | يُحِبُّ | sevmez |
|
29 | الْفَرِحِينَ | şımarıkları |
|
Tefsirlerde Karun, Hz. Mûsâ’nın amcasının oğlu ve Firavun’un yüksek seviyede bir görevlisi olarak tanıtılmakta, İsrâiloğulları’na karşı zalimlik ve taşkınlık ettiği rivayet edilmektedir. Hz. Mûsâ’ya önce iman etmiş, fakat daha sonra hırsı ve kıskançlığı yüzünden ona karşı çıkmıştır. Rivayete göre İsrâiloğulları içinde dinî mâlûmatı en geniş olan kimseydi. İlmi ve servetiyle övünür, soydaşlarına karşı büyüklük taslardı. Ne var ki inançsızlığı, kibir ve gururu yüzünden helâk olup gitmiştir (Taberî, XX, 105-106; Şevkânî, IV, 179; İbn Âşûr, XX, 175; Karun’un topluma karşı baskıcı tutumu hakkında ayrıca bk. Ankebût 29/39-40). “Ekip” diye çevirdiğimiz usbe kelimesi, on yahut daha çok (kırka kadar) kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir (İbn Âşûr, XII, 222). Burada kinaye yoluyla Karun’un servetinin çokluğu ifade edilmektedir.
77. âyetteki öğüt, Allah’a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl amaç âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir. b) Bağlama daha uygun olan açıklama ise şöyledir: Dünya hayatı, ebedî âlemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona kaptırmamalı, dünyasını âhireti için değerlendirmelidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 245-246اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. قَارُونَ kelimesi اِنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur. قَارُونَ kelimesi alem isim olduğundan gayr-ı munsarıftır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi اِنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مِنْ قَوْمِ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. مُوسٰى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. بَغٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. عَلَيْهِمْ car mecruru بَغٰى fiiline mütealliktir.
وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنَ الْكُنُوزِ car mecruru mef’ûl olan zamirin mahzuf haline müteallilktir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl amili اٰتَيْنَا ‘nın ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اِنَّ مَفَاتِحَهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَفَاتِحَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَنُٓوأُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بِ ta’diyyedir. بِالْعُصْبَةِ car mecruru تَنُٓوأُ fiiline mütealliktir. اُو۬لِي kelimesi عُصْبَةِ ‘nin sıfatı olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti ي ‘dir. الْقُوَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ
اِذْ zaman zarfı olup mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; أذكر (zikret) şeklindedir.
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. قَوْمُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli لَا تَفْرَحْ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَفْرَحْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْفَرِح۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَارُونَ kelimesi Harun gibi yabancı bir isimdir. Yabancı ve marife bir kelime olduğu için gayr-i munsariftir. Şayet قرن kökünden فاعول vezninde Arapça bir isim olsaydı munsarif olurdu. (Keşşâf)اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنْ قَوْمِ , nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
بَغٰى عَلَيْهِمْۖ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olan كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)
Bu cümle istînâfi ibtidâiyyedir. Bazı Mekkeli kâfirlerin durumlarına örnek teşkil etmesinden dolayı kıssayı hatırlatmak için gelmiştir. Bu kâfirler Velid bin Muğire ve Ebu Cehil bin Hişam gibi onların efendileriydi. (Âşûr)
وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ
Cümle atıf harfi وَ ‘la كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اٰتَيْنَاهُ fiilinin ikinci mef’ûlu konumundaki ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası olan اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ cümlesi, اِنَّ ’nin ikinci haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
آتَى fiili, اَعْطَى fiili birbirinden farklıdır:
1- آتَى fiilindeki hemze, اَعْطَى fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır. اَعْطَى ise hem az, hem de çok şeyler için kullanılır. Eta; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır. اَعْطَى ise te'den daha yüksek ve açık olan mechur olan tı harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.
2-آتَى fiili, maddi ve manevi konularda ve اَعْطَى fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.
3- اَعْطَى mülk edinme manasını taşır, bu mana آتَى fiilinde yoktur.
4- آتَى fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki اَعْطَى fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.
5- Madem ki اَعْطَى fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar, isterse dilediğine verir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1)
Allah Teâlâ, قَارُونَ hakkında da وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ [Ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı] buyurmuştur. Nihayet Yüce Allah, bunları ondan çekip almış ve onu da sarayını da yere batırmıştır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)
نَوْء المفاتح ; Bu, kalb (Cümlenin iki öğesinin yer değiştirmesi) dir. Bu duruma bağlı olarak ögenin işlevi değiştiğinden yüklemin farklı ögeye isnad edilmesi istiare oluşumuna imkân verir. Söz konusu ayette yer değişme ( عُصْبَ - مَفَاتِحَ arasındadır) üslubu üzere istiâre vardır. Çünkü لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ ’nin asıl manası; ‘’Anahtarlar topluluğun güçlükle belini doğrultup kaldırıyordu’’ şeklindedir. Ancak kastedilen mana, topluluğun o anahtarları güçlükle taşımasıdır. Yani anahtarların sayılarının çok, saplarının ağır olmasından dolayı topluluk onları zor taşıyordu. Ancak anahtarlar, bu topluluğun onları zor kaldırıp güçlükle taşımasının sebebi olunca sanki anahtarlar, o topluluğa ağır gelip meşakkatle ve güçlükle kaldırıyormuş gibi anlatılmıştır. (Bu yoruma göre bu ifade, zor kaldırıp güçlükle taşıma (نَوْ ) eylemi, gerçek öznesi olan topluluğa değil de bu eylemin sebebi olan anahtarlara isnad edilmesi sebebiyye ilgisi ile aklî mecaz olur) (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ
Müstenefe olarak fasılla gelen ayete dahil olan zaman zarfı اِذْ , takdiri اذكر (Hatırla, düşün!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَالَ لَهُ قَوْمُهُ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için fail olan قَوْمُهُ ’ya, takdim edilmiştir.
Zaman ismi olan اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَفْرَحْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَفْرَحْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
تَفْرَحْ - فَبَغٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye veya beyânî istînâf istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
لَا تَفْرَحْ - فَرِح۪ينَ kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak, tıbâkı selb, reddü’l-acüz ale’s-sadr; قَوْمُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَابْتَغِ | ve iste (ara) |
|
2 | فِيمَا | içinde |
|
3 | اتَاكَ | sana verdiği |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | الدَّارَ | yurdunu |
|
6 | الْاخِرَةَ | ahiret |
|
7 | وَلَا | ve |
|
8 | تَنْسَ | unutma |
|
9 | نَصِيبَكَ | nasibini |
|
10 | مِنَ | -dan |
|
11 | الدُّنْيَا | dünya- |
|
12 | وَأَحْسِنْ | ve iyilik et |
|
13 | كَمَا | gibi |
|
14 | أَحْسَنَ | iyilik ettiği |
|
15 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
16 | إِلَيْكَ | sana |
|
17 | وَلَا | ve |
|
18 | تَبْغِ | isteme |
|
19 | الْفَسَادَ | bozgunculuk |
|
20 | فِي |
|
|
21 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
22 | إِنَّ | çünkü |
|
23 | اللَّهَ | Allah |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يُحِبُّ | sevmez |
|
26 | الْمُفْسِدِينَ | bozguncuları |
|
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir. ابْتَغِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
مَٓا ve masdar-ı müevvel, ف۪ي harf-i ceriyle ابْتَغِ fiiline mütealliktir. ف۪ي sebebiyyedir.
اٰتٰيكَ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celal fail olup lafzen merfûdur.
الدَّارَ ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur. الْاٰخِرَةَ kelimesi الدَّارَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ابْتَغِ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اٰتٰيكَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَنْسَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. نَص۪يبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الدُّنْيَا car mecruru نَص۪يبَ ‘e müteallik olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur.
Fiil cümlesidir. اَحْسِنْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. مَٓا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle amili اَحْسَنَ ‘nin mef’ûlün mutlakına müteallıktır.
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَحْسَنَ fiiline mütealliktir.
اَحْسَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حسن ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَبْغِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الْفَسَاد mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَبْغِ fiiline mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâl اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْمُفْسِد۪ينَ mef’ûlün bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُفْسِد۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ
Atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki mekulü’l-kavle atfedilen ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Allah Teâlâ, Harun’un kavminin sözlerini bildirmektedir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَٓا , harfi-cerle birlikte ابْتَغِ fiiline mütealliktir. Sılası olan اٰتٰيكَ اللّٰهُ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الدَّارَ lafzı, وَابْتَغِ fiilinin mef’ûlüdür. الْاٰخِرَةَ ise الدَّارَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah'ın verdiği nimetler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü nimetler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu nimetlerle Harun arasındaki irtibatı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا
Mekulü’l-kavle matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لدُّنْيَا - لْاٰخِرَةَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
Malik dedi ki: Bu, israfa gitmeksizin yemek ve içmektir. Nasibinden kastın kefen olduğu söylenmiştir. İşte bu kesintisiz bir öğüttür. Sanki şöyle demiş gibidirler: Sen şu kefen diye bilinen nasibin dışında, malının tümünü terkedip gideceğini unutma! (Kurtubî)
İki cümle arasında vav ile gelmiş parantez içi (itiraziyye) cümlesidir. (Âşûr)
ولا تَنْسَ نَصِيبَكَ cümlesindeki nehiy ibâha (mübahlık) manasında kullanılmıştır. Unutmak, terk etmekten kinayedir. (Âşûr)
النَّصِيبُ ; pay, hisse demektir. النَّصْبِ şeklinde فَعِيلٌ kalıbındadır. Çünkü kime ne verilirse onun nasibi olur ve onun için ayrılır. النَّصِيبِ kelimesinin zamirine muzaf olması onun hakkı olduğuna delalet (işaret) eder. Katade dedi ki: Dünya hissesinin tamamı helâldir. Dolayısıyla bu ayet, nehiy (yasaklama) sıygasının caizlik (ibâha) anlamında kullanılmasına bir örnektir. مِن ba'diyet içindir. Dünyadan kastedilen ise, onun nimetidir. Dolayısıyla manası şöyledir: Senin payın, dünya nimetlerinin bazısıdır. (Âşûr)
وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ
Atıfla gelen bu cümle de mekulü’l-kavle matufur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl ما ’nın sılası olan اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kâf teşbih içindir. ”ما“ masdariyyedir. Yani كَإحْسانِ اللَّهِ إلَيْكَ (Allah'ın sana ihsan etmesi gibi) demektir. Müşebbeh, أحْسِنْ den alınmış ihsan etmektir. Yani إحْسانًا شَبِيهًا بِإحْسانِ اللَّهِ إلَيْكَ. Teşbihin manası ‘’her nimetin şükrü kendi cinsinden olur’’’ şeklindedir. Bu kâf harfi nahivciler arasında talil için olan kâf diye adlandırılması yaygındır. Benzeri şua ayettir: واذْكُرُوهُ كَما هَداكُمْ (Bakara/198). İşin doğrusu talil manasının teşbihten ortaya çıktığıdır, bu mana kâf harfinin manalarından değildir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için mufassaldır.
وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la öncesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فِي الْاَرْضِ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekandaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Âşûr)
وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ cümlesi ile وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَسَادَ - اَحْسَنَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, فَسَادَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اَحْسِنْ - اَحْسَنَ ve ابْتَغِ - تَبْغِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümleden murad, onun işlemekte olduğu zulüm ve haksızlıklardır. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah lafzı ayette iki kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Zamir makamında zahir olarak açık ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Sâmerrâî, Beyâni Tefsir Metodu, Yasin Sûresi)
Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
الْفَسَادَ - الْمُفْسِد۪ينَ , kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و - نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
إنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ المُفْسِدِينَ [Allah bozguncuları sevmez]" cümlesi, ifsadın yasaklanmasının illetidir. Çünkü kulların Allah'ın sevmediği şeyleri yapması caiz değildir. Karun, İsrail dini üzerinde tevhid inancına sahipti. Fakat o, Musa'nın vaatlerinden ve getirdiği kanunlardan kuşku duyuyordu. (Âşûr)
لا تَبْغِ الفَسادَ في الأرْضِ cümlesinin atfı, ihsan (iyilik) ile fesadı (bozgunculuk yapmayı) birbirine karıştırmama uyarısı içindir. Zaten ihsanı emretmek, fesadın yasaklanmasını gerektirir. Bunun; ayrıca ifade edilmesi ihsanın ve kötülüğün kaynakları sayılınca bir şeye iyilikle birlikte kötülük yapmanın ihsan sayılmayacağı unutulabilmesi dolayısıyladır. (Âşûr)
İstediklerine odaklanarak ya da kolayına geldiği şekilde yaşamaya başladığında; insan hayatında sıkıntılar belirmeye başlar. Nefsani sıfatları beslendikçe beslenmek ister. Asla doymaz ve şiştikçe şişer. Kalbî sıfatların yanında, insanın bedeni ve psikolojisi de hastalık belirtileri göstermeye başlar. İnsanın hastalanmasının yanında; yaşadığı dünyanın da düzeni bozulur. Hayvanlar da hastalanır. Bunların hepsi bir kısır döngüye dönüşür ve birbirini besler. Zira; istediklerini doyurmaya alışan insan, bunun hep devam etmesini ister.
İstediklerini elde ederek yaşamaya alışan insan, memnuniyetsiz bir kişiliğe sahip olur. Havanın sıcak olmasından, soğuk olmasına; yağmur yağmasından, kar yağmasına; hep bir şikayet sebebi vardır. Artık diline dolanmış, alışkanlık halini almıştır. Öyle ki, bazen tam olarak ne istediğini düşünmeden, yanlış dua ifadeleri kullanır. Olan bir şeyin olmamasını ister, olmayan bir şeyin de olması gerektiğine karar verir. Her istediğini elde ettikçe, bazen şükürden de uzaklaşır. Zira; istemedikleri gözüne batmaya devam etmektedir.
Ey Allahım! Bizi; yaşadığımız dünyanın ve geçtiğimiz yolların kıymetini bilenlerden ve zarar vermekten sakınanlardan eyle. Gecenin ve gündüzün, gökyüzünün maviliğinin ve yağmur bulutlarının, soğuğun ve sıcaklığın; kısacası yarattığın düzenin şükrünü eda edenlerden eyle. Bizi; doğal afetlerden ve hastalıklardan muhafaza buyur. Maddi manevi, her hastalığımızın şifasını ver. İslam’ın sınırlarına teslim olarak; nefsini terbiye edenlerden, aşırılıktan uzaklaşanlardan ve israftan sakınanlardan eyle.
Amin.
***
Denir ki, hizaya getirilmediği sürece nefsin duracağı yoktur. Ömür bittiğinde doyduğunu ya da akıllanacağını iddia etmek yalandan ibarettir. İki cihanda da kazanmak için durdurulmadan durmayı bilmek gerekir.
Dua için ellerini açtığında hatırla, istemenin de bir adabı vardır. Seni senden iyi bilen Allah’a güvenerek, nefsinin kaldırabileceği hayırları istemek gerekir. Zira her şeyin fazlası ya aklı, ya bedeni ya da nefsi hasta eder.
İnsan, yalnız yoklukta zorlanan değildir. Çeşitli nimetlerin varlığı ile ya şükre, ya da nankörlüğe yaklaşır. Ya sadece dünyayı ister, ya da her gün ahireti için çalışır. Ya her şeyi kaybeder ya da Allah’ın hoşnutluğunu kazanmış halde dirilir.
Ey Allahım! Bize iki cihanda da iyilik ver. Aklımızı, bedenimizi ve nefsimizi; her türlü hastalıktan muhafaza buyur. Mevcut hastalıklarımızın da şifasını ver. Bizi yokluğun ve varlığın zorluklarından ve şımarıklıklarından muhafaza buyur. Gözlerimizi tok ve gönüllerimizi hoş eyle. Bizi takva sahibi ve mütevekkil olan şükür ehlinden eyle.
Amin.