بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
3 | أُوتِيتُهُ | o bana verildi |
|
4 | عَلَىٰ | sayesinde |
|
5 | عِلْمٍ | bir bilgi |
|
6 | عِنْدِي | bende bulunan |
|
7 | أَوَلَمْ |
|
|
8 | يَعْلَمْ | bilmedi mi ki |
|
9 | أَنَّ | şüphesiz |
|
10 | اللَّهَ | Allah |
|
11 | قَدْ | elbette |
|
12 | أَهْلَكَ | helak etmiştir |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِهِ | kendisinden önceki |
|
15 | مِنَ | arasıda |
|
16 | الْقُرُونِ | kuşaklar |
|
17 | مَنْ | niceleri |
|
18 | هُوَ | o |
|
19 | أَشَدُّ | daha güçlü |
|
20 | مِنْهُ | kendisinden |
|
21 | قُوَّةً | kuvvet bakımından |
|
22 | وَأَكْثَرُ | ve daha çok |
|
23 | جَمْعًا | cemaati bulunan |
|
24 | وَلَا | ve |
|
25 | يُسْأَلُ | sorulmaz |
|
26 | عَنْ | -ndan |
|
27 | ذُنُوبِهِمُ | günahları- |
|
28 | الْمُجْرِمُونَ | suçlulara |
|
“Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz” ifadesi, suçluların yaptıklarından sorumlu olmayacakları veya onların hesapsız kitapsız cehenneme sürüklenecekleri anlamına gelmez. Bu ifade, söz konusu suçluların yapıp ettiklerinin suç ve günah olduğunun âşikâr olarak bilinmesi sebebiyle akıbetlerinin de bir felâket olduğunun apaçık gerçek olarak bilindiği anlamına gelmekte ve sarsıcı bir uyarı maksadı taşımaktadır.
Dünya hayatına düşkün olanlar Karun’un servet ve ihtişamını gördükçe onun şanslı bir insan olduğunu düşünüyor ve onun yerinde veya onun kadar zengin biri olmak istiyorlardı. İlim ve irfan sahibi kimseler ise onları kınayarak bu tür özentilerin yersiz olduğunu söylüyorlardı. Zira dünyadaki servet geçici, âhiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıydı (krş. Kehf 18/46; A‘lâ 87/16-17). 80. âyete göre âhirette bu nimetlere kavuşabilmek için iman, sâlih amel ve sabır sahibi olmak gerekmektedir.
Karun, evi barkı ve bütün servetiyle birlikte yerin dibine batırıldı. Daha önce onun ihtişamına imrenip özenenler bunu görünce söylediklerine pişman oldular ve Allah’ın verdiği rızka razı olmak gerektiğine, nankörlerin iflah olmayacaklarına kanaat getirdiler.
Karun kıssası, servet ve gücüne güvenerek, kendini imtiyazlı ve büyük görüp Allah’a isyan, insanlara karşı haksızlık eden ve bu suretle sınırı aşanlar için asırları aşıp gelen bir ibret tablosu, bir öğüt levhasıdır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 246-247
قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّمَا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli اُو۫ت۪يتُهُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اُو۫ت۪يتُهُ sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى عِلْمٍ car mecruru mahzuf hale muteallıktır. عِنْد۪ي mekân zarfı, عِلْمٍ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
اُو۫ت۪يتُهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ
Hemze istifham harfi, وَ istînâfiyyedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَعْلَمْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. قَدْ اَهْلَكَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدۡ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اَهْلَكَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru اَهْلَكَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْقُرُونِ car mecruru مَنْ ism-i mevsûlünün mahzuf haline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ اَشَدُّ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَشَدُّ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مِنْهُ car mecruru اَشَدُّ ’ye mütealliktir. قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُ جَمْعاً atıf و ’la makabline matuftur.
اَهْلَكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَشَدُّ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ
Fiil cümlesidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُسْـَٔلُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. عَنْ ذُنُوبِهِمُ car mecruru يُسْـَٔلُ fiiline mütealliktir. الْمُجْرِمُون naib-i fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْمُجْرِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Karun’un sözlerini bildiriyor.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur عَلٰى عِلْمٍ, naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Mekân zarfı عِنْد۪يۜ ise عِلْمٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Halin ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. عِلْمٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.
Cümledeki kasr, fail ile عَلٰى عِلْمٍ’in müteallakı olan hal arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
اِنَّـمَٓا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُو۫ت۪يتُهُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عِنْد۪ي lafzı, ilmin sıfatıdır ya da اُو۫ت۪يتُهُ ‘ya mütealliktir, جاز هذا عِنْد۪يۜ (bu; zannım ve kanaatimce caizdir) sözü gibidir. (Beyzâvî)
Kavminin, Karun'a: [Allah'ın sana ihsan ettiği gibi…] şeklindeki sözleri, Karun' da bir sebep ve liyakat olmaksızın, Allah'ın o malları ve hazineleri kendisine bahşettiğini bildirdiği için sanki Karun, bu sözleriyle onların nasihat mahiyetindeki sözlerini reddetmek istemektedir. Yani ben, bilgim sayesinde insanlardan üstün kılındım; mal ve şöhret ile onlardan üstün kılınmayı hak ettim demek istemektedir. (Ebüssuûd)
Karun'un, bilgiden kastettiği Tevrat bilgisidir. Zira Karun, onlardan Tevrat'ı en iyi bilen idi. (Ebüssuûd)
إنَّما kelimesi إنَّ ve kâffe denilen ما ’nın birleşmesinden meydana gelmiş ve bitişik yazılan tek bir mürekkeb kelime olup hasr edatıdır. Yani ما أُوتِيتُ هَذا المالَ إلّا عَلى عِلْمٍ عَلِمْتُهُ demektir. (Âşûr)
اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ
Atıfla gelen cümle, … أجهل (Bilmiyor mu?) veya أعلم ما ادعاه (Ne iddia ettiğini biliyor mu?) şeklindeki mukadder istînâfa matuftur.
Hemze inkarî istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden …اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ cümlesi, masdar teviliyle يَعْلَمْ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinin haberi …قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ قَبْلِه۪, mef’ûl olan ism-i mevsûle ihtimam için takdim edilmiştir.
اَهْلَكَ fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. قُوَّةً temyizdir.
Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)
وَاَكْثَرُ , sıla cümlesinin haberi olan اَشَدُّ ’ya temâsül nedeniyle atfedilmiştir. Her ikisi de ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Temyiz olan جَمْعاًۜ, manevî tekid harfidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve tahkik harfi sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرُونِ değil, o devirde yaşayanlardır. اهل الْقُرُونِ şeklinde gelmesi beklenen ifadede muzâf olan اهل kelimesi hazf edilmiştir.
Bu cümle kuvvetine ve malının çokluğu ile gururlanmasına karşı şaşkınlık ve azarlama içermektedir, zira onu biliyordu; Tevrat'ı okumuş ve onu tarihçilerden duymuştu.
Ya da o husustaki ilmini reddetmekle ilim ve ilimle böbürlenme iddiasını reddetmektedir, yani onun yanında iddia ettiği gibi ilim mi vardır; bunu bilmedi de kendini helak olanların düştüğü uçuruma attı demektir? (Beyzâvî)
Bu ayet, Karun'un bilgi iddiasını ve onun sayesinde üstün olmak iddiasını reddetmekte ve onda böyle bir bilgi olmadığım ifade etmektedir. (Ebüssuûd)
Bu ifadenin, onun bunu bilebilmesini nefy için olması caizdir. Buna göre sanki o, “Bu bana, bendeki ilimden ötürü verilmiştir.” deyip de ilmi ile kibirlenip onunla büyüklük taslayınca ona, “Onun yanında, iddia ettiği ve kendisi sebebiyle şahsını her nimete müstehak addettiği o ilim gibisi var mı ki? O bu faydalı ilmi öğrenmedi; şayet öğrenseydi onunla kendisini, helak olanların akıbetinden korurdu.” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ
وَ , itiraziyyedir. Cümle iki atıf arasında itiraziyye olarak gelmiştir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.
Teceddüt ve istimrar ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُسْـَٔلُ fiili, meçhul bina edilmiştir. الْمُجْرِمُونَ naib-i faildir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْ ذُنُوبِهِمُ, fail olan الْمُجْرِمُونَ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
Müsnedün ileyh olan الْمُجْرِمُونَ, ism-i fail vezninde gelmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
سأل fiili istedi demektir. عَنْ harfiyle sordu manasına gelir. Fiillerin harf-i cerle yeni mana kazanması, tazmindir.
يَعْلَمْ - عِلْمٍ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ذُنُوبِهِمُ - الْمُجْرِمُونَ ve اَكْثَرُ - جَمْعاًۜ ve اَشَدُّ - قُوَّةً gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ebu Müslim şöyle demiştir: “Sormak, bazen muhasebe için olur, bazen de takrir ve azarlamak için. Kimi kez de tarziye alınmak için olur. Bu ayete en uygun şey ise tarziye alınmak (özür dilemek) anlamında olmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hakk, ‘Sonra o kâfirlere izin verilmeyecek, onlardan tarziye de talep edilmeyecektir.’ (Nahl Suresi, 84) ve ‘Bu (hepsinin) dillerinin tutulacağı bir gündür. Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler…’ (Mürselat Suresi, 35-36) buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ cümlesindeki هِمُ zamirinin nereye raci olduğu konusu ihtilaflıdır. Zamirin mercii konusunda iki görüş vardır.
a) Zamir, kendinden sonraki الْمُجْرِمُونَ kelimesine racidir. Nahivde yaygın olarak bilinen kurala göre zamir kendinden öncekine raci olur. Burada ise kendinden sonrakine raci olmuştur. Bu, nahiv açısından doğru olur mu? Eğer zamirin raci olduğu kelime lafzen kendisinden sonra zikredilip rütbe (olması gereken tertip) olarak kendinden önce bulunuyorsa, dil kullanımına uygun kabul edilmektedir. Ayette de zamir lafzen kendisinden sonra zikredilen kelimeye raci olmuştur. Ancak bu kelime naib-i faildir. Naib-i failin rütbesinin konumu, fiilden hemen sonra olmasıdır. Yani zamirin bitiştiği mef‘ûlden öncedir. Dolayısıyla zamir, rütbe açısından kendinden önceki kelimeye raci olmuştur. Zamirin mercisinin bu tayinine göre zamirin bulunduğu وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ cümlesindeki وَ , istînâfiyyedir. Dolayısıyla cümle de istînâfiyyedir. Bu îrab açıklamasına göre cümlenin anlamı mealde verildiği gibi olmaktadır. Buna göre kıyamette suçluların günahlarından soru sorulmayacağı anlamı ortaya çıkmaktadır.
b) Zamir kendinden önce geçen ً مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً ifadesindeki مَنْ kelimesine racidir. مَنْ kelimesinin lafzı dikkate alındığından kendinden hemen sonraki zamir müfred olmuşken, anlamı dikkate alınarak ذُنُوبِهِمُ ifadesindeki zamir cemî olmuştur. Zamirin merciinin bu şekildeki tayinine göre cümlenin başındaki و atıf harfi olup cümleyi kendinden önceki cümleye atfetmektedir. Ya da و , haliyye olup cümle kendinden önceki cümlede bulunan اَهْلَكَ fiilinin failinin ya da mef‘ûlünün hal cümlesi olmaktadır. Bu îrab izahlarına göre cümlenin anlamı şu şekilde verilmektedir. “Suç işleyenler, önceki nesillerin günahından sorulmaz.” Yani herkes kendi yaptığından sorumludur. Hiç kimse başkasının günahı nedeniyle sorguya çekilmez. (Harun Abacı, Kur’an’ın Anlam Farklılaşmasına Îrabın Etkisi-Âlûsî Tefsiri Örneği)
Karun, kendisinden daha güçlü ve daha zengin olanların helâk edilmelerinin belirtilmesiyle tehdit edilince bunu tekid için de Allah beyan ediyor ki bu durum, o helak edilen kavimlere mahsus değildir.(Ebüssuûd)
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَخَرَجَ | (Karun) çıktı |
|
2 | عَلَىٰ | karşısına |
|
3 | قَوْمِهِ | kavminin |
|
4 | فِي | içinde |
|
5 | زِينَتِهِ | süsü (debdebesi) |
|
6 | قَالَ | dedi(ler) |
|
7 | الَّذِينَ | kimseler |
|
8 | يُرِيدُونَ | isteyen(ler) |
|
9 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
10 | الدُّنْيَا | dünya |
|
11 | يَا لَيْتَ | Keşke! |
|
12 | لَنَا | bize verilseydi |
|
13 | مِثْلَ | bir benzeri |
|
14 | مَا | şeyin |
|
15 | أُوتِيَ | verilen |
|
16 | قَارُونُ | Karun’a |
|
17 | إِنَّهُ | gerçekten onun |
|
18 | لَذُو | vardır |
|
19 | حَظٍّ | şansı |
|
20 | عَظِيمٍ | büyük |
|
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَرَجَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. عَلٰى قَوْمِه۪ car mecruru خَرَجَ fiiline mütealliktir. ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ car mecruru خَرَجَ 'deki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri متزيّنا şeklindedir.
قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُر۪يدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l kavli, يَا لَيْتَ لَنَا ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا tenbih harfidir. Temenni ifade eden لَيْتَ harfi, اِنَّ gibi isim cümlesine dahil olur, ismini nasb haberini ref yapar. لَنَا car mecruru لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِثْلَ kelimesi لَيْتَ ’nın muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Müşterek ismi mevsûl مَٓا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ قَارُونُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili قَارُونُۙ ’dir olup lafzen merfûdur.
يُر۪يدُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
اُو۫تِيَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اِنَّ ’nin haberi ذُو حَظٍّ ’dir. ذُو harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti وَ ’dır. حَظٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَظ۪يمٍ kelimesi حَظٍّ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
فَخَرَجَ عَلٰى قَوْمِه۪ ف۪ي ز۪ينَتِه۪ۜ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki …قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Âşûr bu cümleyi 62. ayetteki وآتَيْناهُ مِنَ الكُنُوزِ cümlesine atfetmiştir.
Karun’la ilgili bildirimin devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Bu ifade, onun en gözde ve en güzel elbisesiyle kavminin karşısına çıktığına delalet eder. Kur'an'da ancak bu kadarı zikredilir. Ama insanlar, bu ziynetin keyfiyeti hususunda muhtelif şeyler zikretmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُۙ
İstînafiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يُر۪يدُونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ قَارُونُ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. يَا harfi tenbihdir. Nidanın cevabı, لَيْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, temenni üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida üslubunda gelmiş olmasına rağmen temenni manası taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Temenni: Husûlü arzu edilmekle ve sevilmekle birlikte imkânsız ya da ihtimali çok zayıf bir şeyin olmasını istemektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif vardır. لَنَا car mecruru, لَيْتَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. مِثْلَ, muahhar ismidir.
مِثْلَ ’nın muzafun ileyhi müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’in sılası اُو۫تِيَ قَارُونُ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Bu sözler o dönemin müminlerinin sözleridir. Onlar dünyayı arzulayarak, onun serveti gibi mala sahip olmayı temenni etmişlerdi. Bir diğer görüşe göre bu, ahirete iman etmeyen, ahireti de arzulamayan kâfir olan bir topluluğun sözüdür. (Kurtubî)
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi لَذُو حَظٍّ şeklinde izafet terkibiyle marife gelerek bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
حَظٍّ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَظ۪يمٍ kelimesi حَظٍّ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Azim, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
اِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظ۪يمٍ [Onun büyük bir nasibi vardır.] cümlesi, muhatap kuşku ve tereddüt içinde Zeccâc şöyle demiştir: “Bu kelime yani ‘Allah'ın sevabı daha hayırlıdır’ kelimesi ancak taatleri eda, haramlardan kaçınma; kendisine ayırıp verdiği her türlü hayır ve şer hususunda Allah'ın kaza ve kaderine rıza hususunda sabredenlere verilir.” (Fahreddin er-Râzî)
إنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ ifadesi sanki bunu işiten inkâr edermiş gibi taaccüpten kinaye olarak gelmiştir. (Âşûr)
Muhatap kuşku ve tereddütte olduğu için إِنَّ ve ل ile pekiştirilmiş, tekid edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۚ وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi(ler) |
|
2 | الَّذِينَ | olanlar |
|
3 | أُوتُوا | verilmiş |
|
4 | الْعِلْمَ | bilgi |
|
5 | وَيْلَكُمْ | yazık size |
|
6 | ثَوَابُ | sevabı |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
9 | لِمَنْ | kimse için |
|
10 | امَنَ | inanan |
|
11 | وَعَمِلَ | ve yapan |
|
12 | صَالِحًا | iyi işler |
|
13 | وَلَا | ve |
|
14 | يُلَقَّاهَا | buna kavuşturulmaz |
|
15 | إِلَّا | başkası |
|
16 | الصَّابِرُونَ | sabredenlerden |
|
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası اُو۫تُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعِلْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَيْلَكُمْ cümlesi itiraziyyedir. وَيْلَكُمْ mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ثَوَابُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte خَيْرٌ ’a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۚ ’dir. İrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. عَمِلَ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
عَمِلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُو۫تُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
اٰمَنَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi امن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târiz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ itiraziyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُلَقّٰيهَٓا fiili ى üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الصَّابِرُونَ naib-i fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الصَّابِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan صبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ لِمَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاًۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki …قَالَ الَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Önceki ayetle bu ayet arasında mukabele oluşmuştur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ, mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.
وَيْلَكُمْ ; kullanılmayan mahzuf bir fiilin mef’ûlu olarak mansubdur.
وَيْلَكُمْ itiraziyye cümlesidir. Beddua manasındadır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”ın Kullanımı)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan ثَوَابُ اللّٰهِ خَيْرٌ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyhin izafetle marife oluşu, veciz ifade kastının yanında, müsnedün ileyhi tazim içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ, harfi-cerle birlikte خَيْرٌ ’a mütealliktir. Sılası olan اٰمَنَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَعَمِلَ صَالِحاً cümlesi, sıla cümlesi olan اٰمَنَ ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl olan صَالِحاًۚ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. Bu kelime aslında sıfattır. Mevsuf hazf edilmiştir. Bu sıfatla kâmil olarak vasıflandığına delalet edilmiştir.
عَمِلَ - الْعِلْمَ kelimeleri arasında cinas-ı kalb vardır.
وَيْلَكُمْ [Yazıklar olsun!] ifadesinin aslı kişinin helakı için edilen bedduadır. Sonra, rıza ve memnuniyetin olmadığı şeyleri terk etme, bunları engelleyip yasaklama anlamında kullanılır olmuştur. Tıpkı لا أبا لك ifadesindeki gibi ki bu ifadenin aslı da işe teşvik konusunda kişiyi ayıplayarak ona beddua etmektir. (Keşşâf)
Yani [Ahiretin hallerini bilenler temenni edenlere yazıklar olsun size dediler] cümlesi helak için bedduadır, istenmeyen şeyden men etmek için kullanılır. Allah'ın sevabı ahirette iman eden ve iyi amel işleyen için Karun'a verilenden hatta dünyadan ve dünyadaki şeylerden daha hayırlıdır. Ona kavuşturulmaz cümlesindeki zamir ulemanın konuştuğu kelama ya da sevaba aittir. Çünkü mesubet manasınadır ya da cennete veya iman ve iyi amele racidir. Çünkü bu ikisi siyret ve tarikat (davranış ve yol) manasınadır. (Beyzâvî)
خَيْرٌ لَكم yerine لِمَن آمَنَ وعَمِلَ صالِحًا buyurularak zamir yerine ismi mevsûl gelmiştir. Böylece Allah'ın mükâfatını ancak salih amellerde bulunan müminlerin alacağına ve bunun da imanın sıhhatine ve amelin çokluğuna göre olduğuna işaret edilmiştir. İsmi mevsûl onlardan böyle olanları ve o makama ulaşmayanları da kapsar. (Âşûr)
وَلَا يُلَقّٰيهَٓا اِلَّا الصَّابِرُونَ
وَ , itiraziyyedir. Cümle birbirine atfedilmiş iki cümle arasında itiraziyyedir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, iki tekid hükmündedir. Fiille naibu faili arasında kasr-ı sıfat ale’l- mevsuftur. يُلَقّٰيهَٓا sıfat /maksûr, الصَّابِرُونَ mevsûf/maksûrun aleyhtir.
يُلَقّٰيهَٓا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
قَالَ - يُلَقّٰي kelimeleri arasında cinas-ı ıtlak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yani bu alimlerin konuştukları kelimeye yahut mükâfata yahut cennete yahut iman ile salih amele ancak şehvetlerin terkinde ve itaatte sabredenler kavuşturulur. (Ebüssuûd)
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَخَسَفْنَا | nihayet batırdık |
|
2 | بِهِ | onu |
|
3 | وَبِدَارِهِ | ve evini barkını |
|
4 | الْأَرْضَ | yere |
|
5 | فَمَا |
|
|
6 | كَانَ | olmadı |
|
7 | لَهُ | onun |
|
8 | مِنْ | hiçbir |
|
9 | فِئَةٍ | topluluğu |
|
10 | يَنْصُرُونَهُ | ona yardım edecek |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | دُونِ | karşı |
|
13 | اللَّهِ | Allah’a |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | كَانَ | değildi |
|
16 | مِنَ | -dan |
|
17 | الْمُنْتَصِرِينَ | kendini kurtaranlar- |
|
Devera دور : دارٌ etrafında duvar olması ve kuşatılmış olması (deveran) nokta-ı nazarından eve denir. Çoğulu ise دِيارٌ olarak gelir. Bu temel anlamdan sonra mıntıka, bölge/ ülke, şehir, köy/ dünya da دارٌ olarak adlandırılır.
Bu kökten türemiş داءِرَةٌ sözcüğü ihata eden, etrafını çeviren ve kuşatan çizgi/hat anlamına gelir.
Çevirmek/kuşatmak manasındaki دارَ - يَدُورُ fiilinin mastarı دَوَرانٌ dur. Daha sonra bu mastar ile kaza, kötü olay veya felaket ifade edilir olmuştur.
Son olarak hoş, iyi, sevilen ve tasvip edilen şeyle ilgili دَوْلَةٌ sözcüğü kullanıldığı gibi nahoş, fena, kötü ya da iğrenç bir şeyle ilgili de دَوْرَةٌ ve داءِرَةٌ kelimeleri kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 55 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Dâru-n Nedve, devre, devriye, dâir, dâire, devran, diyar, devir, müdür, müdüriyet, idare, medar, tedvir ve duvardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv
خَسَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru خَسَفْنَا fiiline mütealliktir.
بِدَارِهِ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ
فَ ta’liliyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. لَهُ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
مِنْ harfi zaiddir. فِئَةٍ lafzen mecrur, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
يَنْصُرُونَهُ fiil cümlesi فِئَةٍ ’nin sıfatı olarak mahallen merfû veya mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَنْصُرُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ دُونِ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو’dir.
مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُنْتَصِر۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
الْمُنْتَصِر۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَخَسَفْنَا بِه۪ وَبِدَارِهِ الْاَرْضَ
Ayetin ilk cümlesi mukadder bir istînâfa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِه۪ ve بِدَارِهِ car mecrurları ihtimam için mef’ûl olan الْاَرْضَ ’e takdim edilmiştir.
Karun şımarıp, böbürlenip haddi aşınca Allah Teâlâ onu ve evini barkını haddi aşmasının ve şımarıklığının bir cezası olarak yere batırdı. Bu ifadenin başındaki فً, bu manaya delalet etmektedir. Çünkü sebebiyet manasını ihsas ettirmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَمَا كَانَ لَهُ مِنْ فِئَةٍ يَنْصُرُونَهُ مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ
فَ ta’liliyyedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. كَانَ ’nin muahhar ismi olan مِنْ فِئَةٍ ’e dahil olan مِنْ harfi, cümleyi tekid eden zaid harftir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
فِئَةٍ ’deki tenvin, kıllet ifade eder. مِنْ harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)
يَنْصُرُونَهُ cümlesi, فِئَةٍ için sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Müspet muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَنْصُرُونَهُ fiilinin failinden mahzuf hale müteallik olan مِنْ دُونِ اللّٰهِۗ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an, c. 8, s. 723)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
يَنْصُرُونَهُ ’da irsâd sanatı vardır.
الخَسْفُ arzın üstünün altıyla yer değiştirmesidir. (Âşûr)
وَمَا كَانَ مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ’la ta’lil cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْمُنْتَصِر۪ينَ ibaresi كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
الْمُنْتَصِر۪ينَ ’nin اِفْتِعال babının ism-i fail vezninde gelmesi, kurtulmaya muvaffak olamama durumunun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَنْصُرُونَهُ - الْمُنْتَصِر۪ينَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كَانَ - مَا - مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَصْبَحَ | ve başladılar |
|
2 | الَّذِينَ |
|
|
3 | تَمَنَّوْا | ve isteyenler |
|
4 | مَكَانَهُ | onun yerinde olmayı |
|
5 | بِالْأَمْسِ | dün |
|
6 | يَقُولُونَ | demeğe |
|
7 | وَيْكَأَنَّ | vay demek ki |
|
8 | اللَّهَ | Allah |
|
9 | يَبْسُطُ | bollaştırıyor |
|
10 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
11 | لِمَنْ | kimseye |
|
12 | يَشَاءُ | dilediği |
|
13 | مِنْ | -ndan |
|
14 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
15 | وَيَقْدِرُ | ve kısıyor |
|
16 | لَوْلَا | olmasaydı |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | مَنَّ | lutfetmesi |
|
19 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
20 | عَلَيْنَا | bize |
|
21 | لَخَسَفَ | yere batırırdı |
|
22 | بِنَا | bizi de |
|
23 | وَيْكَأَنَّهُ | demekki gerçekten |
|
24 | لَا |
|
|
25 | يُفْلِحُ | iflah olmaz |
|
26 | الْكَافِرُونَ | kafirler |
|
Vey وي :
وَيْ kelimesi geçmiş bir olay üzerine yanıp yakılma, hüzün, pişmanlık duyma, keder, teessüf ve hayret etme manaları taşır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de edat olarak 2 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri vay, eyvah ve vahdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَصْبَحَ nakıs, mebni mazi fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has müşterek ism-i mevsûl اَصْبَحَ ’nın ismi olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَمَنَّوْا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَكَانَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur. بِالْاَمْسِ car mecruru تَمَنَّوْا fiiline mütealliktir.
يَقُولُونَ fiili اَصْبَحَ ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l kavli وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ’dır. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
وَيْ isim fiil أتعجب manasında muzari fiildir.
كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar.
اللّٰهَ lafza-i celâl كَاَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. يَبْسُطُ fiil cümlesi كَاَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْسُطُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru mahzuf hale mutealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَقْدِرُ atıf harfi و ‘la يَبْسُطُ fiiline matuftur.
اَصْبَحَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ
لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır.) şeklindedir.
مَنَّ fetha üzere mebni, mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْنَا car mecruru مَنَّ fiiline mütealliktir.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. خَسَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِنَا car mecruru خَسَفَ fiiline mütealliktir.
وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
وَيْ kelimesi أتعجب manasında muzari isim fiildir.
Yapı itibariyle isim olan, mana itibariyle fiil kabul edilen kelimelerdir. Çekimleri yoktur. Fiil gibi amel ederler. (Fail ve mef’ûl alırlar.) Mazi, muzari ve emir manalı olarak gelebilirler.
Manayı fiillerin gelme sebebi; fiilden daha kuvvetli, daha şiddetli oldukları içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَاَنَّ kelimesi اِنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. İsmini nasb haberini ref yapar. هُ muttasıl zamiri كَاَنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. يُفْلِحُ fiil cümlesi كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُفْلِحُ damme ile merfû muzari fiildir. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
يُفْلِحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târiz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاَصْبَحَ الَّذ۪ينَ تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ
Ayet önceki ayetteki …فَخَسَفْنَا بِه۪ cümlesine matuftur. Nakıs fiil اَصْبَحُ ’nun dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nakıs fiil اَصْبَحَ ’nın ismi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nın sılası olan تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında sonraki habere dikkat çekme amacına matuftur.
يَقُولُونَ وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesi, اَصْبَحَ ’nın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan وَيْكَاَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُۚ cümlesine dahil olan وَيْ kelimesi, أعجب manasında muzari isim fiildir.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin isminin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
كَاَنَّ ’nin haberi olan يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müşterek ismi mevsûl مَنْ, mecrur mahalde olup harf-i cerle birlikte يَبْسُطُ fiiline müteallıktır. Sıla cümlesi يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ şeklinde müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru, مَنْ mevsûlu için temyiz veya mukadder aid zamirin haline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen عِبَادِه۪ izafetinde Allah Teâlâya aid zamire muzâf olan عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.
وَيَقْدِرُۚ cümlesi aynı üslupta gelerek …يَبْسُطُ الرِّزْقَ cümlesine tezat nedeniyle atfedilmiştir.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ cümlesiyle وَيَقْدِرُۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Bu iki cümle arasında ihtibâk sanatı vardır. İlk cümledeki الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ ifadesi ikinci cümlede hazf edilerek يَقْدِرُۚ fiili ile yetinilmiştir.
İhtibâk bir belâgat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 82)
يَبْسُطُ - يَقْدِرُۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تَمَنَّوْا مَكَانَهُ بِالْاَمْسِ [Dün onların yerinde olmayı temenni ederler…] cümlesinde kinaye vardır. Yüce Allah, dün kelimesini yakın geçmiş zamandan kinaye olarak kullanmıştır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir)
Ayetteki, “وَيْ, demek ki…” deyimine gelince bil ki وَيْ kelimesi, كأن ’den ayrı bir kelime olup hatayı görmek ve pişmanlığı ifade için kullanılan bir kelimedir. Binaenaleyh onlar, “Ne olurdu, Karun'a verilen servet gibi bizim de malımız olsaydı.” (Kasas Suresi, 79) deyip sonra onun yere batırıldığını görünce, hatalarını anlayıp önce “وَيْ”, dediler; sonra da “Demek ki Allah, kullarından kimi dilerse ona ikram olsun diye değil, ilâhi irade, hikmetine göre onun rızkını genişletiyor, dilediğinin de onu hor ve hakir kılmak için değil, aksine onu denemek, imtihan etmek için hikmeti ve kazası gereği rızkını daraltıyor.” dediler. (Fahreddin er-Râzî)
الأمْسُ kelimesi mecaz-ı mürsel yoluyla mutlak geçmiş zaman için kullanılmıştır. مَكانُ kelimesi de mecazen sahibinde yerleşmiş bir hal için kullanılmıştır. (Âşûr)
لَوْلَٓا اَنْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا لَخَسَفَ بِنَاۜ
Mekulü’l-kavle dahil olan istînâf cümlesidir. Fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır.
اَنْ ve akabindeki مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْنَا cümlesi masdar teviliyle mübtedadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
لَ , şartın cevabının başına gelen harftir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan لَخَسَفَ بِنَاۜ cümlesi, şartın cevabıdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا , şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Lafza-i celâlin zamir makamında zahir olarak tekrar zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)
وَيْكَاَنَّهُ لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟
İstînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Mekulü’l-kavle dahil olan cümlede وَيْ fiili, أعجب manasında muzari isim fiildir.
Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَنَّ ’nin ismi هُ /hu şan zamiridir.
كَاَنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ۟ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri MeânÎ İlmi)
الْكَافِرُونَ۟, ism-i fail kalıbında gelmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Ayette وَيْ taaccüp fiilinin tekrarı mütekellimin şaşkınlık ve pişmanlığının fazlalığına işaret etmektedir.
وَيْكَاَنَّ tekrarında ıtnâb, مَنَّ - مَنْ ve مِنْ kelimeleri arasında cinas vardır.
يُفْلِحُ - خَسَفَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Kûfelilere göre وَيْكَ kelimesi وَيْلكَ anlamında olup “Kâfirlerin asla felah bulamadığını bilmiyor musun!” demektir. كَ ’nin وَيْ kelimesine katılmış hitap harfi olması da mümkündür. اَنَّهُ ifadesi لانه manasında olmaktadır. ويلك ’deki ل , bu sözün kimin için söylendiğini beyan eder; zira وَىْ (vay be, vah) denilince “Kime?” diye sorulmakta; muhatap da “Sana dedi” demektedir. Ya da bu ifade “Kâfirler felah bulamaz, bu böyledir; işte Karun yere batırılmış!” demektir. Kisâî gibi bazıları وَىْ üzerinde vakfedip كَاَنَّهُ ’dan başlarken Ebu Amr gibi ويلك üzerinde vakfedenler de vardır. (Keşşâf)تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُواًّ فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَاداًۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | تِلْكَ | işte |
|
2 | الدَّارُ | yurdu |
|
3 | الْاخِرَةُ | ahiret |
|
4 | نَجْعَلُهَا | onu veririz |
|
5 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
6 | لَا |
|
|
7 | يُرِيدُونَ | istemeyen(ler) |
|
8 | عُلُوًّا | böbürlenmeyi |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
11 | وَلَا | ve ne de |
|
12 | فَسَادًا | bozguncuğu |
|
13 | وَالْعَاقِبَةُ | ve sonuç |
|
14 | لِلْمُتَّقِينَ | sakınanlarındır |
|
“İşte” diye çevirdiğimiz tilke kelimesi Arap dilinde genellikle büyük ve önemli şeylere işaret için kullanılır; burada nitelikleri hakkında daha önce bilgi verilmiş olan âhiret yurdunun önemli ve ebedî nimetlerle dolu olduğunu göstermektedir. Nitekim Hz. Peygamber âhirette gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen güzel nimetlerin var olduğunu haber vermiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 35; Müslim, “Îmân”, 312). Bu nimetler yeryüzünde böbürlenmek, egemenliğini kullanıp fesat çıkartmak ve zulmetmek istemeyenlere verilecektir. “İyi son, Allah’a karşı gelmekten sakınanların olacaktır” cümlesi, diğer dinî ve ahlâkî görevleri yerine getirmek yanında, özellikle bu bağlamda, uhrevî nimetleri elde edebilmek için İslâmî ölçülere uygun olmayan bir yol ve niyetle dünyevî varlık ve değerlerin peşine düşmemek; ayartıcı, baştan çıkartıcı şeylere düşkünlük göstermemek gerektiği anlamını içermektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 248
تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُواًّ فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَاداًۜ
İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الدَّارُ ismi işaretten bedel veya atf-ı beyandır. Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاٰخِرَةُ kelimesi الدَّارُ ’nun sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَجْعَلُهَا mübtedanın haberi olup mahallen merfûdur. نَجْعَلُهَا damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هَا mefulün bih olarak mahallen mansubdur.
لَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle birlikte نَجْعَلُهَا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası لَا يُر۪يدُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُر۪يدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. عُلُواًّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru عُلُواًّ ’e mütealliktir. لَا harfi zaiddir. فَسَاداً kelimesi و’la عُلُواًّ’e matuftur.
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. الْعَاقِبَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلْمُتَّق۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.
الْمُتَّق۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْمُتَّق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftial babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تِلْكَ الدَّارُ الْاٰخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُواًّ فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَاداًۜ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan işaret ismi تِلْكَ, ahiret yurdunu tazim ve teşrif içindir. الدَّارُ الْاٰخِرَةُ , mübtedadan bedeldir.
نَجْعَلُهَا لِلَّذ۪ينَ لَا يُر۪يدُونَ عُلُواًّ فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَاداً cümlesi تِلْكَ ’nin haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, harfi-cerle birlikte نَجْعَلُهَا fiiline mütealliktir. Sılası olan لَا يُر۪يدُونَ عُلُواًّ فِي الْاَرْضِ وَلَا فَسَاداًۜ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عُلُواًّ ve فَسَاداًۜ kelimelerindeki tenvin, kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.
Sıla cümlesinde لاَ ’nın tekrarı فَسَاداً ’in nefyini tekid içindir.
فِي الْاَرْضِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü, içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
تِلْكَ ile ahiretin işaret edilmesinde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
تِلْكَ ifadesi ahireti ve onun şan ve itibarını yüceltmektedir. İşte o ahiret; bahsini işittiğin, vasıf ve niteliği sana ulaşmış olan şeydir manasındadır. (Keşşaf)
وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّق۪ينَ , istînâf cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur لِلْمُتَّق۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir.
الْاٰخِرَةُ - الْعَاقِبَةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
العاقِبَةُ kelimesi çok kullanıldığı için isim olarak kullanılan bir sıfattır. Önceki halin sonu için kullanılır. Çoğunlukla da hayırlı bir son için kullanılır. (Âşûr)
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kim |
|
2 | جَاءَ | getirirse |
|
3 | بِالْحَسَنَةِ | bir iyilik |
|
4 | فَلَهُ | ona vardır |
|
5 | خَيْرٌ | daha güzeli |
|
6 | مِنْهَا | ondan |
|
7 | وَمَنْ | ve kim |
|
8 | جَاءَ | getirirse |
|
9 | بِالسَّيِّئَةِ | kötülük |
|
10 | فَلَا |
|
|
11 | يُجْزَى | cezalandırılmaz |
|
12 | الَّذِينَ | kimseler |
|
13 | عَمِلُوا | yapan(lar) |
|
14 | السَّيِّئَاتِ | kötülükleri |
|
15 | إِلَّا | başkasıyla |
|
16 | مَا | şeylerden |
|
17 | كَانُوا | oldukları |
|
18 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
İnsanların dünya hayatında yaptıklarının âhirette karşılıksız kalmayacağı, ceza veya mükâfatın, dünya hayatında ortaya konan iyi ya da kötü tutum ve davranışların tabii sonucundan başka bir şey olmadığı ifade edilmektedir (“iyilik” diye çevirdiğimiz hasene ve “kötülük” diye çevirdiğimiz seyyie kavramları hakkında bilgi için bk. En‘âm 6/160; Neml 27/89-90).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 248-249مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. بِالْحَسَنَةِ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır.
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَيْرٌ muahhar mübtedadır. مِنْهَا car mecruru خَيْرٌ ’a mütealliktir.
İki yerde de جاءَ fiilinin gelişi hesap zamanı kötülükle gelenin ve iyilikle gelenin kastedildiğine işaret içindir. الَّذِينَ عَمِلُوا السَّيِّئاتِ ifadesindeki عَمِلُوا fiilinin tercih edilmesi gördükleri cezanın sebebinin yaptıkları şeyler olduğuna ve Allah’ın adaletine daha fazla tenbih içindir. (Âşûr)
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. جَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir. بِالسَّيِّئَةِ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıtadır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُجْزَى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası عَمِلُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَاۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelmiştir.
Haberin mazi sıygasında fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
لَهُ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. خَيْرٌ muahhar mübtedadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْهَا ’nın müteallakı olan خَيْرٌ , daha hayırlıdır anlamında ism-i tafdildir.
خَيْرٌ - الْحَسَنَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
جَٓاءَ , geldi manasındadır. بِ harfiyle kullanıldığında getirdi anlamına gelir. Fiillerin harf-i cerlerle yeni mana kazanmaları tazmindir.
وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Önceki cümleye atıf harfi وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi مَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. مَنْ şart ismi mübteda, جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ cümlesi mübtedanın haberidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, …فله مثلها لأنه takdirindeki cevap için ta’liliyedir.
يُجْزَى fiilinin naib-i faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
يُجْزَى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كَانُوا يَعْمَلُونَ nakıs fiil كان’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Nefy harfi لا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, fiil ve mef’ûlu arasındadır. Onlar sadece amellerinin karşılığını görürler. Yaptıkları ameller dışında bir şey sebebiyle cezalandırılmazlar.
Burada zamir yerine zahir ismin konulması, kötülüğün onlara tekrar isnad edilmesiyle hallerini sert bir dille eleştirmek içindir. Ancak yaptıklarının misli ile cezalanırlar ifadesinde misli hazf edilmiş, مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ onun yerine geçirilmiştir. Bu da misilde mübalağa etmek içindir. (Beyzâvî)
عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ ve بِالسَّيِّئَةِ - السَّيِّـَٔاتِ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
السَّيِّـَٔاتِ - الْحَسَنَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مَنْ - جَٓاءَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ خَيْرٌ مِنْهَا [Kim bir iyilik getirirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır] - وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزَى الَّذ۪ينَ [Kim de bir kötülük getirirse ona da sadece misliyle karşılığı verilir] cümlesi arasında güzel bir mukabele sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk, [Eğer iyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz. Eğer kötülük ederseniz kendinize kötülük etmiş olursunuz. (İsra Suresi, 7)] buyurarak “ihsan”ı iki defa tekrarlamış: kötülük yapmayı da bir kere zikretmekle yetinmiştir. Bu ayette ise, السَّيِّئَ ’yi iki defa zikretmiş, حَسَنَةِ ’yi bir defa zikretmekle yetinmiştir. Bunun sebebi ne olabilir?
Cevap: Çünkü burası, ahiret yurduna teşvik makamıdır. Binaenaleyh günahlardan men etme hususunda müessir ve beliğ ifade kullanmak, burada sor derece uygundur. Zira günahlardan alabildiğine caydırmak, o nispette ahirete davet etmek demektir. Ama İsra Suresindeki ayette Cenab-ı Hakk, onların hallerini açıklamıştır. Binaenaleyh onların güzel yanlarını iyice anlatmak oraya uygun düşer. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, السَّيِّئَةِ lafzını bu ayette iki kez zikretmiştir. Çünkü kötü amelin onlara tekrar tekrar isnad edilmesinde, onların hallerini iyice kötülemek ve dinleyenlerin kalbinde, السَّيِّئَةِ isminin kötü bir şey olduğunu iyice vurgulamak vardır. Allah'ın السَّيِّئَة ’ye karşı, ancak misliyle; haseneye de on katıyla mukabelede bulunması, O'nun büyük fazlındandır.” (Ebüssuûd)
إلّا ما كانُوا يَعْمَلُونَ ifadesi müferrağ istisnadır. Müstesna teşbih-i beliğ olarak gelmiştir. Yani جَزاءُ شَبَهِ الَّذِي كانُوا يَعْمَلُونَهُ (Onu yapanlarınkine benzer bir ceza) demektir. Benzerlik ve denklik dini örf açısındandır. Yaptıklarına uygun bir ceza demektir. (Âşûr)
Yaşını başını almış, yaşadığı yeri terk etmiş. Kendisini tanımayanların olduğu bir yere varmış. Zaman geçmiş, ömür kısalmış. Bir gün, bir tanıdık uğramış. Meydanda görünce yaşlıyı, hemen tanımış. Yanına koşmuş, ellerine sarılmış. Ahali bu muhabbetten pek etkilenmiş.
Yaşlı, misafirini evine çağırmış. Memleketten haberler sormuş. Misafiri anlattıktan sonra: benden haberler bu kadar demiş. Neden gittiğini sormuş. Yaşlı demiş ki: Karun’u ve zenginliğini bilir misin? Sahip olduklarının Allah’tan geldiğini unutmuş. Hepsi kendisindenmiş gibi övünürmüş. Halkın önüne çıkar, havasını atarmış.
İnsanlar, Karun’un zenginliğine özenirmiş. Keşke bize de benzeri verilseydi diye hayıflanırmış. İlim sahipleri ise onların bu haline şaşırır: asıl üstünlüğün Allah katında olduğunu hatırlatırmış. Günü gelince, Allah, Karun’u zenginliğiyle beraber helak etmiş. Bir zamanlar onun yerinde olmak isteyenler, gerçeği görmüş ve pişman olmuş. Allah’ın verdiği rızka razı olmak gerektiğini anlamış.
Bir gün, bir sözün ardından nefsimdeki Karun’un uyandığını işittim. Zaten bir ailem yoktu, buralardan uzaklaşmak en iyisi dedim. Nefsimin Karun’u cezasını bulunca, etrafımda dolananların ve beni övenlerin çekip gideceğinden emindim. Ömrümün sonlarında böyle bir riske girmekten korktum ve Allah rızası için nefsimden kalbime hicret ettim. Allah’ın kabul buyurmasından başka bir dileğim yoktur.
Sohbetin ardından yatmışlar. Misafir, gece boyunca, yaşlıyı memleketine geri götürmenin yollarını düşünmüş. Sabah uyandığında, yaşlının hala uyanmamış oluşunu yadırgamış. Yattığı yeri kontrol edince anlamış. Yaşlı adam gitmiş, ardında da ufak bir not bırakmış: Allah’a emanet, ikimizin de yolu açık olsun.
Ey Allahım! Biliriz ki; yaşadığımız ömür bir gün bitecek. Sahip olduğumuz dünyalık her şey Senden, bir gün hepsi gidecek. Geriye sadece, Senin rızan için yaptıklarımız kalacak. Rahmetinle nasip ettiğin mallarımızla, yeteneklerimizle ve evlatlarımızla büyüklenme hatasına düşmekten muhafaza buyur. Bizi; sahip olduğu her şeyin şükrünü edenlerden ve Senin yolunda; dünyamız ve ahiretimiz için hayırlı bir kul olmak için fırsatları değerlendirenlerden eyle. Şüphesiz ki kulun için en hayırlısının ne olduğunu, ancak Sen bilirsin. Hakkımızda hayırlı olanı gönlümüze sevdir. Bizi; Senin verdiğine de, vermediğine de rıza gösterenlerin arasına kat.
Amin.