29 Ağustos 2025
Kasas Sûresi 85-88 / Ankebût Sûresi 1-6 (395. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kasas Sûresi 85. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَـرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...


Kur’an’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir. De ki: “Rabbim hidayetle geleni ve apaçık bir sapıklık içinde olanı daha iyi bilir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِي ki
3 فَرَضَ gerekli kılan ف ر ض
4 عَلَيْكَ sana
5 الْقُرْانَ Kur’an’ı ق ر ا
6 لَرَادُّكَ elbette seni döndürecektir ر د د
7 إِلَىٰ
8 مَعَادٍ varılacak yere ع و د
9 قُلْ de ki ق و ل
10 رَبِّي Rabbim ر ب ب
11 أَعْلَمُ bilir ع ل م
12 مَنْ kim
13 جَاءَ getirmiştir ج ي ا
14 بِالْهُدَىٰ hidayet ه د ي
15 وَمَنْ ve kim
16 هُوَ O
17 فِي içindedir
18 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
19 مُبِينٍ apaçık ب ي ن

Bu âyetin, hicret esnasında Mekke ile Medine arasında Cuhfe denilen yerde indiği rivayet edilmiştir (Şevkânî, IV, 184). “Allah, elbette seni yine dönülecek yere tekrar gönderecektir” ifadesi, müşrikler tarafından zulme mâruz kaldığı için Mekke’den hicret eden Hz. Peygamber’in bir gün zaferle tekrar oraya döneceğinin bir işaretidir. “Döndürülecek yer” ifadesi “ölüm, cennet, âhirette en yüksek makam” olarak da yorumlanmıştır (Taberî, XX, 123-126; Şevkânî, IV, 184). Âyetin, âhiret mükâfatı yanında dünyaya dönük bir işareti de vardır. Kur’an sayesinde Hz. Peygamber ve ona inananlar, onu izleyenler, Allah’ın murat ettiği sona, fıtratın imkân verdiği kemale ulaşacaklardır. Metinden de anlaşılacağı üzere âyetin son bölümü, Hz. Peygamber ile tartışan ve “Sen apaçık bir sapkınlık içindesin” şeklinde sözler sarfeden müşriklere cevap olarak inmiştir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 249

Radde ردّ :   رَدٌّ bir şeyin bizzat kendisini veya hallerinden biriyle onu geri çevirmek ve döndürmektir. En'am, 6/28 '' وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ / ...yoksa geri gönderilseler bile, yine kendilerine yasaklanan şeylere döneceklerdir.'' ayeti kerimesinde bizzat kendisini/zâtını geri çevirme anlamı vardır. Âli İmran, 3/149 '' يَرُدُّوكُمْ عَلٰٓى اَعْقَابِكُمْ   ...sizi gerisin geri döndürürler ''ayeti kerimesinde ise bir şeyin bulunduğu hale geri çevrilmesi (dinden döndürülmek) kastedilmiştir.

  رِدَّةٌ ve إرْتِدادٌ  kelimeleri gelinen yolda tekrar geri dönmektir. Fakat رِدَّةٌ sözcüğü sadece küfür anlamında kullanılırken, إرْتِدادٌ hem küfür hem de başka şeyler hakkında kullanılır. (Müfredat)

 Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda 59 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

Türkçede kullanılan şekilleri red, radde, irtidat, istirdat, tereddüt, mürted ve mütereddittir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَـرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ي  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahalen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  فَرَضَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

فَرَضَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَلَيْكَ  car mecruru  فَرَضَ  fiiline mütealliktir.  الْقُرْاٰنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

رَٓادُّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اِلٰى مَعَادٍ  car mecruru  رَٓادُّكَ ‘ye mütealliktir. 

رَٓادُّ  kelimesi, sülasi mücerredi  ردد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 


 قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى 

 

Cümle iki atıf arasında itiraziyyedir. Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

رَبّ۪ٓي  mübteda olup mukadder damme ile merfudur, mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَعْلَمُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

اَعْلَمُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsmi tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  اَعْلَمُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَٓاءَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِالْهُدٰى  car mecruru  جَٓاءَ ‘deki  failin mahzuf haline müteallik olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

هُدٰى  kelimesi maksur isimdir.

Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi…

Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la makablindeki ism-i mevsûle matuf olup mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَـرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kelam ihtimamı için tekid harfiyle başlamıştır. (Âşûr) 

Müsnedün ileyh Allah Teâlâ’nın sılasındaki habere ima için özel ismiyle değil ism-i mevsûlle gelmiştir. (Âşûr) 

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçen Allah Teâlâ’yı tazim amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْكَ , ihtimam için mef’ûl olan  الْقُرْاٰنَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

اِنَّ ’nin haberi olan رَٓادُّكَ  kelimesinin ism-i fail kalıbında gelmesi durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.  اِلٰى مَعَادٍۜ , haber olan  لَـرَٓادُّكَ ‘ye mütealliktir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  رَٓادُّكَ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

İsm-i mekan veznindeki  مَعَادٍۜ ‘in tenkiri, tazim içindir. (Âşûr)

لَـرَٓادُّكَ - مَعَادٍۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Kur’an’ı okumayı, tebliğ etmeyi ve muhtevasıyla amel etmeyi sana farz kılan, seni elbet bir sonuca vardıracak! Hem öyle bir sonuç ki… Öldükten sonra hiçbir beşere nasip olmayan muazzam ve mükemmel bir sonuç!  مَعَادٍۜ  kelimesinin nekre yapılması işbu mana içindir. Şu da söylenmiştir: Varılacak sonuç anlamındaki  مَعَادٍۜ ‘dan maksat Mekke’dir. Şöyle ki: Mekke fethedildiği gün, Allah Teâlâ onu Mekke’ye ulaştırmış olacaktır;ٍ  مَعَادٍ  kelimesi nekre gelmiştir; çünkü o sırada Mekke varılacak anlamlı bir sonuç ve dönülecek önemli bir yer idi. Zira bu, Peygamber’in (sav) Mekke’ye egemen olup ora halkını itaat altına aldığını, İslam’ın ve Müslümanların izzete erdiğini, şirkin ve şirk birliğinin ise zillete düştüğünü gösteriyor olacaktı!.. Sure hicretten önce Mekke’de nazil olmuştur; Allah Teâlâ adeta Peygamber (sav)  Mekke’de Mekkelilerin baskı ve işkencesi altında iken onu oradan hicret ettirip tekrar muzaffer ve egemen bir şekilde Mekke’ye döndüreceğini vadetmektedir. (Keşşâf)


 قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Cümle istînâfiyye veya atfedilen iki cümle arasında itiraziyye olarak fasılla gelmiştir.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبّ۪ٓي  isminin Peygamberimize ait olan zamire muzâf olması, Resulullah'a (sav) destek ve şeref içindir.

Müsned olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. İsim cümleleri sübut ifade eder. 

اَعْلَمُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘nın sılası olan   جَٓاءَ بِالْهُدٰى  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkinci müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  birinciye matuftur. Sılası olan  هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  ف۪ي ضَلَالٍ , mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  kelimesinin sıfatıdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

ف۪ي ضَلَالٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

اَعْلَمُ ’da cem’ vardır. Hidayette olmak ve dalalet içinde olmak şeklindeki ayrım taksimdir.

جَٓاءَ , geldi manasındadır.  بِ  harfiyle kullanıldığında getirdi anlamına gelir. Fiillerin harf-i cerlerle yeni mana kazanmaları tazmindir.

هُدٰى - ضَلَالٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Herhalde sana bu Kur'an'ı farz kılan, yani bu Kur'an ile ameli farz kılan Cenab-ı Hak elbette seni dönülecek yere döndürecektir. Bu ayet Mekke'den hicret esnasında Cuhfe'de indiğine göre, meâd, ölüm; döndürmekten maksat ise Mekke'ye geri döndürülmedir. Yani ahirete irtihal etmeden önce seni bu çıktığın yere geri getirecek, Mekke'yi fethettirecektir. (Elmalılı)

 
Kasas Sûresi 86. Ayet

وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يراً لِلْكَافِر۪ينَۘ  ...


Sen, bu kitabın sana verileceğini ummuyordun. Ancak o, Rabbinden bir rahmet olarak sana verildi. Öyle ise kâfirlere sakın arka çıkma.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değildin
2 كُنْتَ sen ك و ن
3 تَرْجُو umuyor ر ج و
4 أَنْ
5 يُلْقَىٰ vahyolunacağını ل ق ي
6 إِلَيْكَ sana
7 الْكِتَابُ Kitabın ك ت ب
8 إِلَّا ancak
9 رَحْمَةً bir rahmet olarak ر ح م
10 مِنْ -den
11 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
12 فَلَا o halde
13 تَكُونَنَّ olma ك و ن
14 ظَهِيرًا arka ظ ه ر
15 لِلْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر

Peygamberlik görevi kişinin istemesine ve bu yolda gayret gös­termesine bağlı olmayıp Allah’ın seçmesi, lutuf ve ihsanıyla verilen yüce bir görevdir. Nitekim âyette Hz. Peygamber’in de böyle bir ümit taşımadığı, böyle bir görev düşünmediği ifade edilmektedir. Allah, kullarına merhamet ettiği, onların yeryüzünde şaşkın ve sapkın bir şekilde yaşamaları neticesinde hem dünyada hem de âhirette sıkıntıya düşmelerini istemediği için aralarından kendilerine doğru yolu gösterecek peygamberler göndermiş ve bunlara rehberlik edecek kitaplar vahyetmiştir.

Sakın inkârcılara destek verme!” meâlindeki cümle ile bunu takip eden son iki âyette Hz. Peygamber’in şahsında müminlere hitap edilip Allah’ın gönderdiği Kur’an sayesinde doğru ile eğri açıkça belli olduğu için müminlerin, yanlış yolda giden inkârcılara destek olmamaları, Allah’ın birliğine imanda sebat etmeleri; şirk içinde yaşayıp ölenleri ümitlendirerek yollarının doğru ve kurtarıcı olduğu kanaatini verecek söz ve davranışlardan sakınmaları istenmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 249

وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf olması da caizdir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كُنْتَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَ  muttasıl zamiri  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى  cümlesi  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تَرْجُٓوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  تَرْجُٓوا ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

يُلْقٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mansub, meçhul muzari fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  يُلْقٰٓى  fiiline mütealliktir.  الْكِتَابُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatı  لكن  manasında, istisna-i munkatı' dır.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubtur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَحْمَةً  mukadder fiilin mef’ûlü lieclihi olup fetha ile mansubdur. مِنْ رَبِّ  car mecruru  رَحْمَةً ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يراً لِلْكَافِر۪ينَۘ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إذا ألقي إليك الكتاب (Sana kitap verdiyse) şeklindedir. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُونَنَّ  fetha üzere mebni, nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Fiilin sonundaki   نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mahallen meczumdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

تَكُونَنَّ  ismi, müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  ظَه۪يراً  kelimesi  تَكُونَنَّ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.  لِلْكَافِر۪ينَ   car mecruru  ظَه۪يراً ‘e mütealliktir.  لْكَافِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

كَافِر۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  كفر  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَا كُنْتَ تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ 

 

Ayet, istînâfiyyedir veya itiraziyyeden öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

كان ’nin haberi olan  تَرْجُٓوا اَنْ يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُلْقٰٓى اِلَيْكَ الْكِتَابُ اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ  cümlesi, masdar tevili ile  تَرْجُٓوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْكِتَابُ , Kur’an’dan kinayedir.  رَحْمَةً  kelimesinin amili mukadder bir mef’ûlun lieclihidir. Kelimedeki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.

Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz.Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.  Ayrıca bu izafet Allah’ın rubûbiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Buradaki  اِلَّا , istidrak için olan  لكن  anlamındadır. Yani, (Lakin, Rabbinden bir rahmet olarak o kitap sana verildi) demek olup, bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın [Nida ettiğimiz vakit de sen, o dağın yanında değildin. Fakat sen, Rabbinden, sana tahsis etmiş olduğu bir rahmet olarak (gönderildin)] şeklindeki Kasas/46 ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)

 اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ 'deki istisna munkatı' bir istisnadır. (Âşûr) 

اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ  ifadesinde istisnanın izahı nedir? dersen şöyle derim: Bu söz, manaya hamledilmiş olup adeta şöyle denmektedir: Sana kitap tamamen Rabbinden bir rahmet olarak verilmiştir. اِلَّا , ِaksine ve ama anlamı veren  لكن  manasında da olabilir; yani ‘’evet, sen ummuyordun ama bu kitap sana Rabbinden bir rahmet olarak indirildi’’ demektir. (Keşşâf)


 فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يراً لِلْكَافِر۪ينَۘ


 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يراً لِلْكَافِر۪ينَۘ  cevap cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

Takdiri,  إذا ألقى إليك الكتاب  (Sana kitap verdiyse) olan şart cümlesi mahzuftur. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

تَكُونَنَّ - كُنْتَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلَا تَكُونَنَّ ظَه۪يراً لِلْكَافِر۪ينَۘ  ibaresinde hüsrana uğrayan ve dalalete düşen kâfirlere ta’riz vardır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

 
Kasas Sûresi 87. Ayet

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ  ...


Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan çevirmesinler. Rabbine çağır ve sakın Allah’a ortak koşanlardan olma!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve sakın
2 يَصُدُّنَّكَ seni alıkoymasınlar ص د د
3 عَنْ -nden
4 ايَاتِ ayetleri- ا ي ي
5 اللَّهِ Allah’ın
6 بَعْدَ sonra ب ع د
7 إِذْ
8 أُنْزِلَتْ indirildikten ن ز ل
9 إِلَيْكَ sana
10 وَادْعُ ve da’vet et د ع و
11 إِلَىٰ
12 رَبِّكَ Rabbine ر ب ب
13 وَلَا ve
14 تَكُونَنَّ olma ك و ن
15 مِنَ -dan
16 الْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar- ش ر ك

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la makablindeki  لَا تَكُونَنَّ ‘ye matuftur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَصُدُّنّ  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Fail olan  وَ  iltika-i sakineynden dolayı  mahzuftur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  عَنْ اٰيَاتِ  car mecruru  يَصُدُّنَّكَ   fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بَعْدَ  zaman zarfı,  يَصُدُّنَّكَ  fiiline mütealliktir. 

اِذْ  zaman ismi olup muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنْزِلَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هى dir. اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَتْ  fiiline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 ادْعُ  fiili illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  اِلٰى رَبِّكَ      car mecruru  ادْعُ  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُونَنَّ  nakıs,fetha üzere mebni muzari fiildir. Mahallen meczumdur. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تَكُونَنَّ ‘nin ismi müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  تَكُونَنَّ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. 

الْمُشْرِك۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا يَصُدُّنَّكَ عَنْ اٰيَاتِ اللّٰهِ بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki … فَلَا تَكُونَنَّ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiil nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

Veciz ifade kastıyla gelen  اٰيَاتِ اللّٰهِ  izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzâf olması, bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Zaman zarfı  اِذْ  ve akabindeki cümle,  بَعْدَ ’nin muzâfun ileyhidir. Zaman zarfı  اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

اُنْزِلَتْ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

وَادْعُ اِلٰى رَبِّكَ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  لَا يَصُدُّنَّكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâi olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü aşikardır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz.Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

بَعْدَ اِذْ اُنْزِلَتْ اِلَيْكَ  ifadesi, ‘ayetler indirildikten sonra’ demektir; yani  يَوْمَءِذٍ  , حِينِءذٍ  , لَيْتَءذٍ  kelimelerinde olduğu gibi  اِذْ ‘e zaman isimleri muzâf olmaktadır. Böyle kâfirlere arka çıkma vb. durumların yasaklanması, -yukarılarda geçtiği üzere- heyecan ve coşku vermek içindir. Yani Peygamber kâfirlere destek oluyormuş da bu, kendisine yasaklanıyormuş gibi anlaşılmamalıdır. (Keşşâf) 


وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  لَا يَصُدُّنَّكَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

تَكُونَنَّ  fiilinin sonundaki nun, tekid içeren nûn-u sakiledir.

وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَۚ  ibaresinde müşriklere ta’riz vardır.
Kasas Sûresi 88. Ayet

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


Sen Allah ile beraber başka bir ilâha ibadet etme. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm yalnızca O’nundur ve kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا ve
2 تَدْعُ yalvarma د ع و
3 مَعَ ile beraber
4 اللَّهِ Allah
5 إِلَٰهًا bir tanrıya ا ل ه
6 اخَرَ başka ا خ ر
7 لَا yoktur
8 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
9 إِلَّا başka
10 هُوَ O’ndan
11 كُلُّ her ك ل ل
12 شَيْءٍ şey ش ي ا
13 هَالِكٌ helak olacaktır ه ل ك
14 إِلَّا başka
15 وَجْهَهُ O’nun yüzü(zatı)ndan و ج ه
16 لَهُ O’nundur
17 الْحُكْمُ Hüküm ح ك م
18 وَإِلَيْهِ ve O’na
19 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la makablindeki  لَا تَكُونَنَّ ‘ye matuftur. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَدْعُ  fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مَعَ  mekân zarfı, اِلٰهاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلٰهاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اٰخَرَۢ  kelimesi  اِلٰهاً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

İsim cümlesidir. لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. 

اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri,  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

كُلُّ  mübteda olup lafzen merfûdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  هَالِكٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna edatıdır.  وَجْهَهُ  müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْحُكْمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  تُرْجَعُونَ  muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

هَالِكٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  هلك  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۢ

 

 

Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … لَا تَكُونَنَّ cümlesine atfedilmiştir.  Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu ayette muhatap görünüşte Hz. peygamber olsa da hitap tüm insanlaradır.

اِلٰهاً ’in tenkiri tahkir ve kıllet ifade eder. Menfî siyakta nekre umum ve şümule işarettir.

اٰخَرَ  kelimesi  اِلٰهاً  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ 

 

Cümle itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلٰهَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)


كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ 

 

Önceki nehiyler için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  كُلُّ شَيْءٍ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.

İsm-i fail kalıbında haber olan  هَالِكٌ , devamlılık ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلَّا  istisna edatı,  وَجْهَهُۜ  ise müstesnadır.

Her umumi lafzın, bir tahsis yönü vardır. Umumi manayı tahsis eden ifade ya muttasıldır ya da munfasıldır. (Sûyûtî, İtkan, c. 2, s. 44)

اِلَّا وَجْهَهُۜ [Sadece onun yüzü…] ifadesinde mecâz-ı mürsel vardır. Cüz (yüz) zikredilmiş, küll (Allah'ın (cc) zatı) kastedilmiştir. (Safvetu’t Tefasir)

شَيْءٍ ’deki tenvin cins ve kesret ifade eder.


 لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim kasrıyla tekid edilmiştir. 

Ayetin son cümlesi  وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ , önceki cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

لَهُ  car mecrurunun takdimi hasr ifadesi içindir. Eksiksiz hüküm sadece Ona aittir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ ‘nin amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  اِلَيْهِ , mevsûf/maksûrun aleyh,  تُرۡجَعُونَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder. (Âşûr, Enbiya /35) 

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir. 

Son üç ayette muhatap Hz.Peygamber olsa da hitap tüm inananlaradır.

Takdim-tehir, icaz-ı hazif, kasr ve diğer birçok belağî sanatın yer aldığı bu ayette tevhid, ahiret ve nübüvvet konusu son derece edebi bir üslupla sunulmuştur.

Surenin neredeyse tüm ayetlerinin fasılalarındaki وَ - نَ , يْ - نَ  harflerinin oluşturduğu seci, muhatabın dikkatini kolayca çekerek hayran bırakmaktadır.

Surenin son ayetinde hüsn-i intihâ sanatı vardır. Mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.

Sure Musa (as) ile başlamış , قَالَ رَبِّ بِمَاۤ أَنۡعَمۡتَ عَلَیَّ فَلَنۡ أَكُونَ ظَهِیرࣰا لِّلۡمُجۡرِمِینَ  [Artık bir daha suçlularla arkadaş olmayacağım.] (Kasas,17.) ayetindeki sözüyle devam etmiş, vatanından çıkışı ele alınmış, sonra Resulullah’ın kâfirlere hiçbir zaman yardımcı olmayacağına dair Allah’ın emriyle Mekkeden çıkışı teselli edilerek, tekrar Mekke’ye döneceğine dair vaadi ile son bulmuştur. Böylece, surenin başında olan … إِنَّا رَاۤدُّوهُ إِلَیۡكِ    … [...biz onu tekrar sana geri vereceğiz...] (Kasas, 7.) ayetiyle, Resulullah’ın Mekke’ye dönüşü arasında münasebet mevcuttur. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 294)

 
Ankebût Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 69 âyettir. Sûre, adını 41. âyette geçen “elAnkebût” kelimesinden almıştır. Ankebût, örümcek demektir. Sûrede başlıca, Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme gibi temel inanç konuları ile Nûh, İbrahim, Lût ve Şu’ayb gibi peygamberlerin ibret dolu kıssaları konu edilmektedir. YineÂd ve Semûd gibi kavimlerle Kârûn ve Hâmân gibi tarihin azgın liderlerinin başlarına gelenlere dikkat çekilmektedir.
Mushaftaki sıralamada yirmi dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen beşinci sûredir. Rûm sûresinden sonra, Mutaffifîn sûresinden önce –ağırlıklı görüşe göre– Mekke’de inmiştir. Tamamının Medine’de indiği de söylenmektedir. Bir rivayete göre büyük bir bölümü Mekke’de, baş tarafından on veya on bir âyeti de Medine’de inmiştir. Aksine ilk dokuz âyetinin Mekke’de, daha sonraki kısmının Medine’de indiği de söylenmiştir. Bu rivayetlerden çıkan sonuca göre tamamı hicretin hemen öncesine ve/veya sonrasına denk gelen bir zaman dilimi içinde inmiştir.
Ankebût sûresinin ana konusu, doğru inanca sahip olmak ve bu minval üzere yaşamaktır. Sûre insanoğlunun başı boş yaratılmadığını, Allah karşısında sorumlu olduğunu, dolayısıyla bir imtihan hayatı yaşadığını bildiren âyetlerle başlar ve Allah’ın gerçek müminlerle münafıkları mutlaka birbirinden ayıracağını bildirir. Daha sonra Nûh, İbrâhim, Lût ve Şuayb peygamberlerle Âd ve Semûd kavimlerinin yanı sıra Mûsâ ile ilgili kıssaların ibret alınması gereken yönleri özetlenir. Namazın mahiyeti ve ahlâkî yararları hatırlatılır. Mekke putperestlerinin Hz. Peygamber ve Kur’an’la ilgili kuşkuları ve itirazları cevaplandırılır; onların iman konusunda içine düştükleri çelişkilere değinilir. Allah yolunda içtenlikle çaba gösterenlere Allah’ın destek ve yardımını müjdeleyen âyetle son bulur.
Dârekutnî’nin Sünen’inde (II, 64) nakledilen bir hadise göre Hz. Âişe, “Resûlullah aleyhisselâm, güneş ve ay tutulmalarında dört rükûlu, dört secdeli iki rek‘at namaz kılar, bu namazın ilk rek‘atında Ankebût veya Rûm sûresini, ikinci rek‘atında Yâsîn sûresini okurdu” demiştir.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ankebût Sûresi 1. Ayet

الٓمٓ ۠  ...


Elif Lâm Mîm.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الم Elif lam mim
Sûrelerin başlarında bulunan bu harflere hurûf-ı mukattaa denir. İlk bakışta birer rumuz gibi görünen harflerin değişik anlamlara işaret ettiği ileri sürülmüştür (bilgi için bk. Bakara 2/1).

الٓمٓ ۠

 

Hurûf-u mukattaa harflerindendir.

الٓمٓ ۠

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaâ ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur'an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah'ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, yüce Allah'ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında birşey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah'tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

 
Ankebût Sûresi 2. Ayet

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ  ...


İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَحَسِبَ -mı sandılar? ح س ب
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 أَنْ
4 يُتْرَكُوا bırakılacaklarını ت ر ك
5 أَنْ
6 يَقُولُوا demekle ق و ل
7 امَنَّا inandık ا م ن
8 وَهُمْ onlar
9 لَا hiç
10 يُفْتَنُونَ sınanmadan ف ت ن

Putperestlerin başta Bilâl-i Habeşî, Ammâr ve Yâsir gibi kimsesizler olmak üzere, müslümanlara uyguladıkları baskı ve zulümlerin dayanılmaz noktalara ulaştığı Mekke döneminin sonlarında inen bu âyetler, gerçek mümin ve müslüman olmanın anlamını ve şartlarını ana çizgileriyle ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Buna göre insanların sorumluluklarını yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek mânada müslüman olmaları için yalnızca “inandık” diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmaları yeterli değildir. Asıl dindarlık, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıkar.

İbn Atıyye’nin de ifade ettiği gibi (IV, 305) her ne kadar bu âyetlerin, belirtilen tarihsel bağlamla ilgili olarak indiği kabul edilirse de içerdiği anlam ve mesaj süreklidir, evrenseldir; kapsamı da insanoğlunun karşılaşabileceği yoksulluk, hastalık, ölüm, savaş gibi bütün acı olayları, hatta yerine getirmek zorunda olduğu ödev ve sorumluluklara katlanmayı da içine alacak kadar geniştir. 3. âyette geçmiş çağlardaki toplulukların da bu tür fitnelerle imtihan edildikleri, yani düşmanlarının baskı ve zulümlerine mâruz kaldıkları belirtilmek suretiyle bu âyetlerin evrenselliğine işaret edilmiştir. Buna göre iyilikle kötülük, iyilerle kötüler, müminlerle münkirler arasındaki çatışma insanlık tarihinin sadece bir döneminde yaşanıp bitmiş bir olgu değildir; aksine bu “sünnetullah”tır, yani Allah’ın sürüp giden şaşmaz bir yasasıdır (Şevkânî, III, 221); başlangıcından sonuna kadar dünya hayatı bireyler için olduğu kadar topluluklar için de bir imtihan alanıdır. Nitekim müslümanlar, ilk zamanlarda olduğu gibi tarihin sonraki dönemlerinde de sıkıntılar yaşamışlar, inançlarını ve kutsal değerlerini yok etme hareketleriyle karşılaşmışlardır. Günümüz müslümanları da aynı durumu ağır bir şekilde yaşamaktadırlar; tarihin gelecek dönemlerinde de bu tür tehlikelerle karşı karşıya kalabileceklerdir. Şu halde bu âyetler sadece ilk müslümanları değil, her dönemdeki bütün inançlı insanları, –sadece “inandım” demekle yetinmeyip– kişisel ve toplumsal varlıklarına, değerlerine, hak ve özgürlüklerine, ülkelerine ve bağımsızlıklarına sahip çıkmaya; bu uğurda özveride bulunmaya, zorluklara ve acılara katlanmaya çağırmakta; doğrularla yalancıların, yani gerçekten mümin ve müslüman olanlarla sözde müslümanların bu şekilde ortaya çıkacağını, bunların Allah katındaki değerlerinin de bu imtihandaki başarı derecelerine göre belli olacağını ifade etmektedir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 252-253

   Terake ترك :   تَرْكُ الشَّيْءِ bir şeyi terketmek, 1- Kasti ve ihtiyari olarak, ya da 2- zorla veya baskıyla çaresizlikten veya mecburiyetten dolayı bırakmak, ondan vazgeçmek ya da ayrılmaktır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  bir isim ve bir fiil formunda olmak üzere 43  defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri terk, tereke, metruk ve mütarekedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

 

Hemze istifhâm harfidir.  حَسِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  النَّاسُ  fail olup lafzen merfûdur.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  حَسِبَ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُتْرَكُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

İkinci  اَن  ve masdar-ı müevvel mahzuf  ب  harf-i ceriyle  يُتْرَكُٓوا  fiiline mütealliktir.

يَقُولُٓوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub, muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اٰمَنَّا ‘dir.  يَقُولُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

هُمْ لَا يُفْتَنُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

لَا يُفْتَنُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْتَنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

 

Cümle ibtidaiyyedir. Mütekellim, Allah Teâlâdır.

Hemze istifham harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp kınama ve azarlama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا  cümlesi, masdar teviliyle  حَسِبَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Ayetteki ikinci masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَقُولُٓوا اٰمَنَّا  cümlesi masdar tevilinde, takdir edilen  ب  harf-i ceriyle birlikte  يُتْرَكُٓوا  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُٓوا  fiilinin mekulü’l kavli olan  اٰمَنَّا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُٓوا  fiilinin failinden hal olan  وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ  cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

يُتْرَكُٓوا  ve  يُفْتَنُونَ  fiilleri, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اَنْ يُتْرَكُٓوا  (Terk) , حَسِبَ’ nin birinci mef‘ûlüdür;  اٰمَنَّا  haber;   وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ  da terk mefhumunun tamamlayıcısıdır; çünkü o, tasyîr (yani intikal, oluşum ve dönüşüm) anlamındaki terktir. (Keşşâf)
Ankebût Sûresi 3. Ayet

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ  ...


Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Allah, doğru söyleyenleri de mutlaka bilir, yalancıları da mutlaka bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 فَتَنَّا biz sınadık ف ت ن
3 الَّذِينَ kimseleri
4 مِنْ -den
5 قَبْلِهِمْ onlardan öncekiler- ق ب ل
6 فَلَيَعْلَمَنَّ elbette bilecektir ع ل م
7 اللَّهُ Allah
8 الَّذِينَ kimseleri
9 صَدَقُوا doğruları ص د ق
10 وَلَيَعْلَمَنَّ ve bilecektir ع ل م
11 الْكَاذِبِينَ yalancıları ك ذ ب
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “ En şiddetli belâlar peygamberlerin başına, sonra sâlihlerin, daha sonra da onlara benzeyen kimselerin başına gelir. Kişi dinine olan bağlılığına göre belâya uğrar. Dininde ne kadar samimi ise belâ ve musibeti o kadar fazla olur. 
( Tirmizi, Zühd 56; İbni Mâce, Fiten 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 172,173,180,185)

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ

 


وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

فَتَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَعْلَمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mahallen merfûdur

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  صَدَقُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

صَدَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. لَيَعْلَمَنَّ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يَعْلَمَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  الْكَاذِب۪ين  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْكَاذِب۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

وَ  atıf harfidir. Atıf 2. ayetteki ibtidaiyye cümlesinedir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Cümleler arasına inşâi olmak bakımından mutabakat vardır. Aralarındaki anlam bütünlüğü aşikardır. 

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan … فَتَنَّا الَّذ۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

فَتَنَّا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.


فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ

 

Atıfla gelen cümle önceki mukadder kaseme matuftur. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  صَدَقُوا  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Bahsi geçenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, tazim içindir.

Aynı üsluptaki  وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Faide-i haber inkârî  kelamdır.

الْكَاذِب۪ينَ  kelimesi fiil cümlesinde ism-i fail vezniyle gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.

يَعْلَمَنَّ  fiillerinin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ صَدَقُوا  cümlesiyle  لَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِب۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

صَدَقُوا - كَاذِب۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

صَدَقُوا  (Doğru söylediler) - كَاذِب۪ينَ (Yalancılar) kelimeleri arasında fiil ile isim arasında geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

فَتَنَّا - اللّٰهُ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ankebût Sûresi 4. Ayet

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ  ...


Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar. Ne kötü hükmediyorlar!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 حَسِبَ -mı sandılar? ح س ب
3 الَّذِينَ kimseler
4 يَعْمَلُونَ yapan(lar) ع م ل
5 السَّيِّئَاتِ kötülükleri س و ا
6 أَنْ
7 يَسْبِقُونَا bizi geçeceklerini س ب ق
8 سَاءَ ne kötü س و ا
9 مَا
10 يَحْكُمُونَ hüküm veriyorlar ح ك م

İnsanlar yalnızca hastalıklar, can ve mal kayıpları, baskı ve zulümler, savaşlar gibi sıkıntılarla imtihan edilmezler. Daha genel olarak yaşadığımız dünya bir imtihan dünyasıdır; önümüze çıkardığı iyilik ve kötülükleriyle hayatın kendisi bir imtihandır. İyilikleri seçenler Allah nezdinde imtihanı kazanmış olurlar; kötülükleri seçenler ise –âyetteki ifadesiyle– Allah’tan kaçıp kurtulabileceklerini düşünmemelidirler. Onlar böyle düşünüyor, böyle hükmediyorlarsa bu çok kötü, çok yanlış bir düşünce ve hükümdür; aksine onlar Allah’tan kaçamayacaklar, O’nun huzurunda hesap verip hak ettikleri cezayı çekeceklerdir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 253-254

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ

 

اَمْ , munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 1. Muttasıl  اَمْ  . Munkatı’  اَمْ  (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَسِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdarı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  حَسِبَ  fiili sanmak,  يَعْمَلُونَ  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

السَّيِّـَٔاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  حَسِبَ  fiilinin mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.  

يَسْبِقُونَا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ

 

سَٓاءَ  zem anlamı taşıyan camid fildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مَا  harfi  سَٓاءَ  fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfedir.  سَٓاءَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, حكمهم (Onların hükmü) şeklindedir. 

سَاءَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı İsme Muzâf Olarak Gelmesi  2. سَاءَ ’nin Temyiz Alması

3. سَاءَ  Fiilinin  مَا  Harfi ile Gelmesi (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَحْكُمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  يَحْكُمُونَ  cümlesi  مَا ‘nın sıfatıdır.

اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِ اَنْ يَسْبِقُونَاۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki  اَمْ ,  inkâri manada hemze ve  بل  manasında munkatı’ dır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

حَسِبَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَعْمَلُونَ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَسْبِقُونَا  cümlesi, masdar tevili ile  حَسِبَ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şayet  حَسِبَ  fiilinin mef‘ûlleri nerededir? dersen şöyle derim: Tıpkı  اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ

[Cennet’e girivereceğinizi mi sanmıştınız?] (Bakara 2/214) ayetindeki gibi,  اَنْ ‘in sılasının müsned ve müsnedün ileyhe şamil olması iki mef‘ûl yerine geçmiştir. Ancak حَسِبَ ‘nin قدّر  anlamında olması da mümkündür ki bu durumda zaten bir mef‘ûl yeterli olmaktadır.  اَمْ , ‘yoksa’ anlamındadır yani munkatı’ dır. Bu ‘yoksa’nın anlamı, hisbânın, önceki hisbândan çok daha batıl/boş olmasıdır; çünkü önceki, imanından dolayı imtihan edilmeyeceğini düşünmekte idi; bu ise günahlarından dolayı cezalandırılmayacağını sanmaktadır! (Keşşâf)


 سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ

 

Tekid hükmünde (Âşûr) müstenefe olan cümlenin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Zem fiili  سَاۤءَ ’nin dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.

سَٓاءَ  fiilinin, takdiri  حكمهم  (Onların hükmü) olan mahsusunun hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Zem fiilinin failini tefsir eden (açıklayan) nekre-i mevsûfe olan  مَا , fail konumundadır.

سَٓاءَ  zem anlamı taşıyan camid fiildir. 

سَٓاءَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Ayet-i kerîme’de geçen  سَٓاءَ  lâfzı,  بأس  manasında zem fiili,  مَا  da  الَّذ۪ي  manasında mevsûledir. Aid ise  يَحْكُمُونَ  fiilinin mef'ûlu olmak üzere mahzûf olan  ه  zamiridir. (Celaleyn Tefsiri) 

السَّيِّـَٔاتِ - سَٓاءَ  arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Ankebût Sûresi 5. Ayet

مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Her kim Allah’a kavuşmayı umarsa, bilsin ki Allah’ın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَنْ kim
2 كَانَ ise ك و ن
3 يَرْجُو umuyor ر ج و
4 لِقَاءَ ile buluşmayı ل ق ي
5 اللَّهِ Allah
6 فَإِنَّ şüphesiz
7 أَجَلَ (buluşma) vakti ا ج ل
8 اللَّهِ Allah’ın
9 لَاتٍ gelmektedir ا ت ي
10 وَهُوَ ve O
11 السَّمِيعُ işitendir س م ع
12 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

Allah’a kavuşmayı arzu eden”den maksat, dünyada O’nun iradesine uygun olarak yaşayıp O’nun hükümlerini yerine getirenler ve bunun karşılığının kendilerine verileceğini umanlar, dolayısıyla âhiret hayatına inananlardır. “Allah’ın verdiği sürenin sonu” ifadesiyle de ölüm veya ölüm sonrasında insanların yaptıklarının karşılığını bulacakları âhiretteki yargılanma zamanı kastedilmiştir (Râzî, XXV, 31). Hayat geçicidir; sonunda varılacak yer Allah’ın huzurudur. Dünyada acılara katlanma pahasına, Allah’ın yüklediği görevleri yerine getirerek büyük sınavı başaranlar, “Allah’a kavuşmayı arzu edenler”dir. Bunlar, iyi olmak ve iyiliği hâkim kılmak için gayretler göstermişlerse kendi iyilikleri için yapmışlardır. Çünkü “Allah’ın hiçbir kimsenin hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur.” İnsanların bütün iyi işleri er veya geç ama mutlaka kendi faydalarına sonuç verir; onun insanlıkta ve Müslümanlık’ta kemalini arttırır; Allah katındaki değerini ve derecesini yükseltir. Âyetten anlaşıldığına göre insanlar bir kere gönülden niyet edip karar vererek hayırlı işlere, üstün gayretlere giriştiler mi artık Allah’ın yardım ve desteği de onlarla olur ve bu sayede üstesinden gelemeyecekleri kadar ağır gibi görünen işleri bile başarabilirler, ulaşılamaz zannedilen hedeflere ulaşabilirler. Bu gerçeğe sûrenin son âyetinde de yer verilecektir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 254-255

مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ 

 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  şart fiili olup nakıs mebni, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

كَانَ  ile başlayan isim cümlesi  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ  cümlesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  لِقَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

  

 فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  فليستعدّ له لأن أجل الله آت  (Onun için hazırlansın, çünkü Allah'ın eceli geliyor) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اَجَلَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰتٍۜ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup, mahzuf  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur.

اٰتٍۜ  kelimesi, sülasi mücerredi  أتي  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

 

وَ  istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

السَّم۪يعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur. 

السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  مَن  şart harfi, mübtedadır.  كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪  isim cümlesi  مَنْ ’in haberi, aynı zamanda şart cümlesidir.

كَانَ ’nin haberi olan  يَرْجُوا لِقَٓاءَ اللّٰهِ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبِّه۪  izafetinde  اللّٰهِ  ismine muzâfun ileyh olan  لِقَٓاءَ , şeref kazanmıştır.

Rabıta harfi  فَ  ile gelen  اِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍ  cevap cümlesi, şartın cevabıdır. اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi  لَاٰتٍ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 لِقَٓاءَ اللّٰه  ifadesinde istiare vardır. Çünkü Yüce Allah’a kavuşma gerçek manasıyla doğru olmaz. Bununla kastedilen, O’nun huzurunda verilecek hesap ile yüz yüze gelme, O’nun ceza ve mükâfatıyla karşılaşma veya amel sahiplerine yaptıklarının karşılığının verileceği, hak edenlere hak ettiklerinin ödeneceği vakit olarak belirlediği vakte kavuşma demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)    

فَاِنَّ اَجَلَ اللّٰهِ لَاٰتٍۜ  cümlesinde muhatap, inkârcı olduğu için  اِنَّ  ve  لَ  ile pekiştirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)


وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısı ile marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Hem müsnedin hem de müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ğafir Suresi 64, s. 318)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişiklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 
Ankebût Sûresi 6. Ayet

وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ  ...


Her kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz Allah, âlemlere muhtaç değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kim
2 جَاهَدَ cihad ederse ج ه د
3 فَإِنَّمَا ancak
4 يُجَاهِدُ cihad eder ج ه د
5 لِنَفْسِهِ kendi yararına ن ف س
6 إِنَّ elbette
7 اللَّهَ Allah
8 لَغَنِيٌّ zengindir غ ن ي
9 عَنِ -den
10 الْعَالَمِينَ alemler- ع ل م
“Ey kullarım! Şüphesiz ben zulmü kendime haram kıldım. Ve onu sizin aranızda da haram kıldım; o halde birbirinize zulmetmeyin. Ey kullarım! Benim hidayete erdirdiklerim dışında hepiniz dalalettesiniz (ne yapacağını bilmez durumdasınız); o halde benden hidayet isteyin ki sizi hidayete erdireyim. Ey kullarım! Benim yedirdiklerimin dışında hepiniz açsınız; o halde benden size yedirmemi isteyin ki size yedireyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız; o halde benden size giydirmemi isteyin ki size giydireyim. Ey kullarım! Şüphesiz siz gece-gündüz hata/günah işliyorsunuz, ben ise hepinizi (dilediğim kimseleri) bağışlarım; o halde sizi bağışlamamı talep edin ki sizi bağışlayayım. Ey kullarım! Şu bir gerçektir ki, siz asla bana ne zarar verebilirsiniz ne de yarar verebilirsiniz."
"Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, sizden en takva sahibi (Allah’ın emir ve yasaklarıma karşı en saygılı) bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları) benim mülküme hiçbir şey katmaz/arttırmaz. Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz sizden en fasık bir adamın kalbi üzere olsalar, (bu tutumları) benim mülkümden hiçbir şey eksiltmez."
"Ey kullarım! Eğer öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz aynı yerde durup (hepsi baynı anda) benden isteseler, herkese istediğini veririm ve bu benim katımdakini noksanlaştırmaz; ancak iğnenin denize daldırıldığı zaman denizden noksanlaştırdığı kadardır. Ey kullarım! Bunlar ancak sizin amellerinizdir, ben onları yazıyorum, sonra size tam karşılığını vereceğim, kim bir hayır bulursa Allah’a hamdetsin, kim bundan başka bir şey bulursa, nefsinden başkasını kınamasın.”
 (Müslim, Bir, 55/ h. no: 2577)

  Ğaneye غني :   غِنىً kelimesi çeşitli şekillerde kullanılır: 1- İhtiyaçların olmaması; bu sadece Yüce Allah'a mahsustur. 2- İhtiyaçların az olması. 3- İnsan türlerine göre kazanç yollarının çok olması. 

  Sülasi fiil formunda (غَنِيَ) anlamı 'şöyle bir şey sayesinde ihtiyaçtan uzak, kendine yeter, zengin/varlıklı bir halde olmak ya da o hale gelmek' şeklinde kullanılır. İstif'al formu da aynı manada kullanılmaktadır.

  İf'al babındaki أغْنَى formu yetmek/kâfi gemek demektir.

  Tef'il babı formundaki تَغَنَّى şekli ise bazılarına göre terennüm etti/şarkı söyledi, diğer bazılarına göre ise memnun ve hoşnut olmak anlamına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 73 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri gani, gına gelmek, istiğna, müstağni olmak, teganni ve mugannidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ

 

Ayet atıf harf  وَ ‘la önceki ayetteki şart cümlesine matuftur. 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَاهَدَ  fiili  مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

جَاهَدَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يُجَاهِدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لِنَفْسِ  car mecruru يُجَاهِدُ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَاهَدَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  جهد ’dir. 

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir. (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

 اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

 

İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  غَنِيٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  عَنِ الْعَالَم۪ينَ  car mecruru  غَنِيٌّ ‘a müteallik olup cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

عَالَم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ 

 

Önceki ayetteki şart cümlesine matuf olan bu ayette  مَن  şart harfi, mübtedadır.  مَنْ جَاهَدَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ ’in haberi olan  جَاهَدَ ’nin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

فَ  karinesiyle gelen şartın cevabı olan  فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiille car mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. 

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Mazi ve muzarinin bir arada kullanımı, istimrar ve istikrar arasındaki uyum dikkat çekici beyânî bir güzelliktir.

Muzari fiil, teceddüt ve hudusa delalet eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 84)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

جَاهَدَ  fiili,  مفاعلة  babındandır. Sülâsisi  جهد ‘dir.  مفاعلة  babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir(çokluk, bir işi çok yapmak) gibi manalar katar.

جَاهَدَ - يُجَاهِدُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. 

Ta‘lîl, bir şeyin sebebinin zikredilmesi demektir. Bir şeyin doğruluğunu, fayda ya da zararını ortaya koymak maksadıyla onun sebebini açıklamak da ıtnâb çeşitlerindendir. (Kur’ân-ı Kerim’de tnâb Üslûbu Ali Bulut)

اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ  kısmıyla Allah’ın alemlerden müstağni olduğu için cihad eden kimsenin sevap alarak kendisi için cihad ettiği, yaptığı cihadın Allah’ın mülküne bir şey katmadığı anlamı ortaya çıkmaktadır. Burada sanki cihadın sadece kendisine fayda sağlamasının nedeni nedir? diye takdiri bir soru ortaya çıkabilir. Hemen akabinde  اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ  ifadesiyle bu sorunun cevabı verilmiştir. Yani mümin mücahitlerin cihadı olmadan da dinini muzaffer kılmaya Allah’ın gücü yeter. Fakat onları dünya hayatına imtihan için gönderdiğinden dinin muzaffer olması ve insanlar için konulmuş bazı durumları da terk etmelerini zorunlu kılmışır. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı'nda Itnâb Üslûbu)

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و- نَ  ve  ي - نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.

Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

 
Günün Mesajı
85. ayetin ehl-i tasavvuftan pek çoklarının da virdi olan ve zordakilerin, makbul bir gaye uğrunda çalışanların ve gurbettekilerin, Mekke-Medine'den ayrılanların okuması tavsiye edilen ilk kısmının kelime kelime manası şudur: Kur'ân'ın (temsil ve tebliğini) sana farz kılan Allah, seni dönülecek bir yere mutlaka geri döndürecektir.? Bu ifade üzerinde çeşitli yorumlar yapılmışsa da, onun, sürenin başındaki “Biz ise diliyorduk ki, ülkede aşağılanıp ezilen o insanlara lütufta bulunalım, onları (zalimlere tâbi olmaktan kurtarıp) kendilerine uyulan bir millet yapalım, içlerinde insanları Allah'ın yoluna yöneltecek rehberler dar edelim ve onlara (Firavun ve hanedanının sahip olduğu mülk ve ihtişamın ötesinde bir mülk veğhtişam bahşetmek için, kendilerini bereketlerle donattığın ülkeye) mirasçı kılalın. (âyet 5) âyetiyle münasebeti açıktır. Bu süre indiğinde Mekke'de Müslümanlar ağır işkenceler altında idi. Âyet, çok erken bir dönemde Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm'ın ve beraberindeki Müslümanların Mekke'yi terke mecbur bırakılacaklarını, fakat oraya muzaffer olarak tekrar döneceklerini ve bu süre içinde Kur'ân'ın hayatlarının bütününe hayat olacağını müjdelemektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Kalp ve nefis, devamlı bir mücadele içindedir. Hangisinin kazanmasını istiyorsa insan, o tarafı besleyecek şekilde yaşamalıdır. İmtihan dünyasında olduğunu söylemek yetmez, inandığına göre hareket etmek zorundadır. Zira; nefis unutkandır ve devamlı kalbin sesini bastırmak için fırsat kollamaktadır.

Nefis, en ufak sıkıntıdan hoşlanmaz ve hem şikayet etmeye hem de isteklerini çığırmaya meyillidir. Dünya hayatında, insanın zorlanması yani üzülmesi, korkması, ağlaması, sıkıntının bir an önce çözülmesini istemesi ve hastalıklarının şifasını araması doğaldır. Zaten, nefsin ve kalbin zorlanması birbirinden farklıdır. Nefis edepsizdir; sıkıntıdan kurtulmak için her yolu dener. Kalp ise edeplidir; hiçbir şeyin boşa gitmediği inancıyla çabalar ve rahmet kapılarının esintisini gözler. 

Nefsin zorlanması; zorluklar karşısında nefsani duygu ve düşüncelerin harekete geçmesi demektir. İstedim gerçekleşsin, yaptım olsun, çalıştım hakkettim, inandım yetsin gibi cümleleriyle ve bitmek bilmeyen ‘neden’ soruları ile insanı tüketir. Kalbin zorlanması; sabır, dua ve istiğfar iledir. Nefsin sesini bastırır, onun sorularını keser atar ve “tevekkeltu al’Allah” diyerek bekler. 

Kalp; yapabileceklerini araştırır ve elinden geleni yaptıktan sonra gerisini Allah’a bırakır. Zira; o bilir ki; içtiği ilacın şifasını bedenine ulaştıran Allah’tır. Seçenekler arasında aklına yatanı gönlüne sevdiren Allah’tır. Duyduğu tek bir kelime ile ya da gördüğü tek bir kıpırtı ile gönlündeki derdi ferahlatan Allah’tır. Elinden geleni yaptığını iddia ettiği işi başarıyla sonuçlandıran Allah’tır. Yaramayan ilacın, sevemediği fırsatın, henüz gitmeyen hüznün ve ulaşılamayan başarının hepsinde bir hikmet vardır. Allah rızası için yaşayan ve Allah yolunda yürüyen kul için; hepsinin sonunda Allah’ın rahmeti vardır.

Allahım! Biz; Sana kavuşmayı arzu edenlerdeniz. Dosdoğru yoluna ilet. Bizi ve sevdiklerimizi, kötü işlerle meşgul olanlardan ve onlar gibi olmaktan muhafaza buyur. Dünya hayatının imtihan yeri olduğunu idrak edenlerden ve hayatının her evresinde, Senin rızanı umarak, elinden geleni yapanlardan eyle. Allahım! Şüphesiz ki; dünya imtihan yeridir ve ebedi hayat ahirettir. Yaşadığımız sıkıntıların ecrini kazanmamızı nasip et ve onları daha hayırlıları ile değiştir. Yükümüzü hafiflet, iki cihanda da bize saadet ver ve bizi merhametin ile kuşat. Ve bizi Sana kavuştur.

Amin.

***

İnsan evladı biraz tuhaftır, nefsinin kölesi olan daha da tuhaftır. Aklı, önüne konulmayan seçeneklerde kalır. Kalbi, elinin altında bulunmayanı özler. O an için ulaşılması mümkün olmayanı ister. Değiştiremeyeceği meseleler hakkında kafa yorar. Gerçekleşmeyecek senaryoları yazarak çeşitli duygulara bürünür. Dualar ederek beklediklerine kavuştuktan sonra sıkılır. Kaybettiğinde ağlayacakları hakkındaki şikayet listesiyle dolaşır. 

Öyle ki ömrünü sanki hep tek gözü kapalı gibi yaşar. Allah’a kulluk etmek için geldiği alemde dünyalıklara kapılarak huzursuzlanır. Umduklarından daha güzellerine ulaştığı her anı ve mutlulukları görmezden gelir. Bulunduğu anın tadını kaçırır ve hakkıyla değerlendirmeyi unutur. Kolaylıkları hatırlayarak şükürle buluşmak yerine zorlukları anlatır ve anlattıkça da büyütür. Doğru yerde ve doğru miktarda doğru kelimeleri söylemenin kıymetini unutur. 

Allah’a teslim olan kul, devamlı doğru bakış açısını yakalama çabasındadır. Bu, nefsiyle kalbinin arasındaki çekişmelerden biridir. Kalbi yaşananlarda Allah’ın rızasını arar, nefsi anlık bile olsa sadece huzurunun peşinde koşar. Allah’a güvenenin, O’na ibadetle meşgul olanın, şükür ve istiğfar ifadeleri ile O’nun kapısına varanın görüş alanı genişler. Allah’ın kendisiyle beraber olduğu bilinciyle rahmetini umar. Onun hali ağrı kesiciyi alıp tesir etmesini bekleyen gibidir. Emindir, Allah’ın izniyle ferahlık yakındır.

Ey Allahım! Bizi umduğumuzdan daha güzel günlere ulaştır ve korktuklarımızdan emin kıl. Ümitsizlikten, tembellikten ve karamsarlıktan koru. Bulunduğumuz anın içinde doğruları görüp rızana uygun şekilde hareket edenlerden eyle. İlaçlarını aldıktan sonra iyileşeceğinden emin olan bir hastanın halinden daha fazla Sana şeksiz ve şüphesiz bir teslimiyet ile sığınan kullarından eyle. Bizi şeytanın ve nefsimizin vesveseleriyle başbaşa bırakma. Zikrinle dillerimizi, muhabbetinle kalplerimizi, nurunla iç ve dış dünyalarımızı süsle. Bizi affet, bizden razı ol ve iki cihanda da salih kullarınla beraber kıl.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji