1 Eylül 2025
Ankebût Sûresi 7-14 (396. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ankebût Sûresi 7. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...


İman edip salih amel işleyenlerin kötülüklerini elbette örteceğiz. Onları işlediklerinin daha güzeliyle mükâfatlandıracağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 امَنُوا inananlar ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 لَنُكَفِّرَنَّ mutlaka örteceğiz ك ف ر
6 عَنْهُمْ onların
7 سَيِّئَاتِهِمْ kötülüklerini س و ا
8 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ ve onları mükafatlandıracağız ج ز ي
9 أَحْسَنَ en güzeliyle ح س ن
10 الَّذِي
11 كَانُوا olduklarının ك و ن
12 يَعْمَلُونَ yapmış ع م ل

Kur’an’ın en çok önem verdiği, zihinlere yerleştirmeyi istediği ilkelerden biri de şudur: İnsanın inancı ne kadar yanlış, işleri ne kadar kötü olursa olsun, onun için kurtuluş kapısı daima açıktır; insan bir kere içtenlikle Allah’a dönüp bu kapıdan girdikten, yani istikametini düzeltip Allah’ın istediği ruh temizliğini gerçekleştirdikten, kalbini imanla ve hayatını güzel işlerle donattıktan sonra artık günahları anlamını kaybedecek ve tamamıyla silinip yok edilecek; o insan tertemiz bir mümin olarak hayata yeniden başlamış sayılacaktır; hatta âyete göre Allah böyle insanları, yaptıkları iyi işleri sayesinde hak ettiklerinden daha güzeliyle ödüllendirecektir. Bu ödüllendirmenin bir âhiret yönünün bulunduğu muhakkaktır; fakat âyette bunun sadece âhirette olacağına dair sınırlayıcı bir ifade bulunmadığına göre, burada hem uhrevî hem dünyevî ödüllendirmenin kastedildiği düşünülebilir. Özellikle âyetteki “güzel işler”in her türlü hayırlı, verimli gayretleri; gerek bireyin gerekse toplumun maddî ve mânevî gelişmesine, kalkınmasına katkıda bulunan faydalı işleri kapsadığı düşünülecek olursa dünyevî ödüllendirmenin anlamı daha iyi ortaya çıkar. Buna göre kısaca eğer insanlar iman edip güzel işler yaparlarsa, Allah da onları eskiden yaptıkları kötü işlerin zararlı sonuçlarından kurtarır; bundan böyle yapacakları güzel işlerin sonuçlarının daha da güzel olmasını sağlar; onların hem bireysel hem de toplumsal planda gelişmelerini, güçlenmelerini, mutlu ve huzurlu olmalarını; eğitimde, kültürde, sağlıkta, uygarlığın diğer nimetlerinde hem bunları üretme hem de bunlardan istifade etme yönünde onlara yardım eder. Kuşkusuz âyetteki “sâlih amelleri işleme” ifadesi, Allah’ın rızâsına ve yoluna uymayan her türlü kötülüklerle mücadeleyi de içine aldığına göre –bir önceki âyetle de bağlantısı dikkate alındığında– Allah’ın bu ödüllendirme vaadi, kötülüklerle mücadelede başarıyı, dolayısıyla erdemli bir toplum gerçekleştirmeyi de kapsar. 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 254-255

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere  mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ye matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

نُكَفِّرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

عَنْهُمْ  car mecruru  نُكَفِّرَنَّ  fiiline mütealliktir.  سَيِّـَٔاتِهِمْ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur.  Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَنَجْزِيَنَّهُمْ  atıf harfi  وَ ‘la  لَنُكَفِّرَنَّ  fiiline matuftur.  نَجْزِيَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اَحْسَنَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَانُوا  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و  muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.

يَعْمَلُونَ  fiili,  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

لَنُكَفِّرَنَّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كفر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ 

 

Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki  وَمَنْ جَاهَدَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder. 

Merfû mahaldeki  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

الصَّالِحَ /salih, fasidin zıddıdır. Fasid ise, telef olan, yok olan demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الاعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır. 

لَنُكَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْ  cümlesindeki  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, nûn-u sakîle ile de tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Mahzuf kasemle birlikte cümle, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.

لَنُكَفِّرَنَّ  fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)

لَنُكَفِّرَنَّ  fiili,  تفعيل  babında gelerek fiilde teksir ifade etmiştir.  

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

سَيِّـَٔاتِهِمْ - اَحْسَنَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.

عَمِلُوا  lafzında irsâd sanatı vardır.

Cenab-ı Hak, imanı amelden önce zikretmiştir. Burada şöyle bir incelik vardır: Mükelleflerin amelleri üç kısma ayrılır: Tefekkürü, inancı ve tasdiki demek olan kalbinin amelleri; zikri ve şehadeti demek olan dilinin amelleri; taatı ve ibadeti demek olan uzuv ve bedenlerinin amelleri... Binaenaleyh bedenî ibadetler, kendi başlarına değil, ancak diğerleri sayesinde yükselebilirler. Doğru söz ise, ayette de beyan edildiği gibi kendi kendine yükselebilir. Kalbin ameli demek olan tefekkür ise, ona iner. Nitekim Hz Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah, en yakın semaya iner ve "Yok mu bir tövbe eden, tövbesini kabul edeyim" diye nida eder. Müslim, musâfirin,, 172 (1/523) Müsned, 2/433."Tövbe eden", kalbi ile pişmanlık duyandır. Yine, Hz Peygamber (sav) "Allah Azze ve Celle, buyuruyor ki: "Ben, kalbi kırık ve mahzun olanların yanındayım" Keşfu'l-Hafa, 1/203 yani "Kendi aczini ve Benim kudretimi, kendi önemsizliğini ve Benim azametimi düşünenlerin yanındayım" demiştir. Bu, aklen de böyledir. Çünkü kim, Allah'ın nimetleri hususunda tefekkür ederse, Allah'ı bulur ve O'nu zihninde tutar. Böylece anlaşılır ki, kalbin ameli için Allah iniyor. Dilin amelleri ise Allah'a gidiyor ve uzuvların amelleri Allah'a kavuşuyor. İşte bu, kalbin amelinin (tefekkürün) ne kadar faziletli birşey olduğuna dikkat çekmektedir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Bu cümle önceki kasemin cevap cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile  tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَنَجْزِيَنَّهُمْ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اَحْسَنَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberi olan  يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

عَمِلُوا - يَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Önceki ayette  اللّٰهَ لَغَنِيٌّ  ifadesindeki gaib sıygadan, bu ayette  لَنُكَفِّرَنَّ  şeklindeki cemi mütekellime geçiş iltifat üslubudur.

Allah, kulunun amellerinden, iman ile amel-i salih çeşitlerini dile getirmiş ve Kendi fiillerinden olmak üzere, bu ikisinin mukabilinde şu iki şeyi, yani günahları örtmeyi (silmeyi) ve en güzel bir şekilde mükâfaatlandırmayı zikretmiştir. Çünkü O, "(Onların) kötülüklerini örteriz ve her halde, o işlemekte olduklarının daha güzeliyle onları mükâfatlandırırız" buyurmuştur. Binaenaleyh, günahları örtmek imanın mukabili; "daha güzeliyle mükâfatlandırma" da, amel-i salih mukabili zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk'ın,  لَنَجْزِيَنَّهُمْ اَحْسَنَ   "...Daha güzeliyle onları mükâfatlandırırız" ifadesi, şu iki manaya gelebilir:

a) "Biz onları, amellerinin en güzeline göre mükâfatlandırırız."

b) "Biz onları, amellerinden daha güzeliyle mükâfatlandırırız". Birinciye göre ayetin anlamı, "Biz onların amellerini, olabilecek en güzel şekilde değerlendirir ve ona göre onlara mükâfat veririz" şeklindedir. Yoksa, "onlardan en güzeli alınır, ona göre mükâfat verilir, gerisi değerlendirmeye tabi tutulmaz" şeklinde değildir, ikincisine göreyse, bu ifadenin manası, Cenab-ı Hakk'ın ["Kim iyi (hal) ile gelirse, onun için bundan daha hayırlısı vardır"] (Kasas, 64) ve ["Kim (Allah'a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte ona bunun on katı..."] (En'am, 160) ifadelerinin anlamına yakındır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Ankebût Sûresi 8. Ayet

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناًۜ وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  ...


Biz, insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَوَصَّيْنَا ve biz tavsiye ettik و ص ي
2 الْإِنْسَانَ insana ا ن س
3 بِوَالِدَيْهِ ana babasına و ل د
4 حُسْنًا iyilik etmeyi ح س ن
5 وَإِنْ ve eğer
6 جَاهَدَاكَ onlar seni zorlarlarsa ج ه د
7 لِتُشْرِكَ ortak koşman için ش ر ك
8 بِي bana
9 مَا bir şeyi
10 لَيْسَ olmayan ل ي س
11 لَكَ senin
12 بِهِ hakkında
13 عِلْمٌ bilgin ع ل م
14 فَلَا asla
15 تُطِعْهُمَا onlara ita’at etme ط و ع
16 إِلَيَّ banadır
17 مَرْجِعُكُمْ dönüşünüz ر ج ع
18 فَأُنَبِّئُكُمْ size haber veririm ن ب ا
19 بِمَا şeyleri
20 كُنْتُمْ olduğunuz ك و ن
21 تَعْمَلُونَ yapmış ع م ل

Ana babaya iyi davranma konusu Kur’an’ın önem verdiği, dolayısıyla İslâm ahlâkının öncelikli ödevlerinden biridir. Burada ana babaya iyiliğin özellikle hatırlatılmasının sebebi, böylesine önemli olan bu ödevin dahi tevhid inancından daha önemli ve önde tutulamayacağına işaret etmektir. İnsan sadece dışarıdan gelen baskılara değil, bizzat ebeveyninin baskılarına mâruz kalarak da bir sınav geçirebilir. Şu halde eğer ana baba evlâtlarından, Allah’ın varlığını ve birliğini tanımama yönünde, bu sonucu doğurabilecek bir istekte bulunurlarsa bu isteğe uyulmayacaktır. Ancak burada ana babalar, inkâr ve şirkin dışında, açıkça günah ve haram olan başka şeyler buyururlarsa bu buyruğa itaat edilmesi gerektiği şeklinde bir anlam çıkarılmamalıdır. Zira hiçbir buyruk Allah’ın buyruğundan daha önemli olamaz; dolayısıyla hadislerde de belirtildiği gibi kural olarak Allah’a âsi olma anlamına gelebilecek hiçbir buyruğa itaat edilemez (meselâ bk. Müsned, I, 400, 409; II, 17, 142; Buhârî, “Ahkâm”, 4; “Cihâd”, 108; Müslim, “İmâre”, 39).

Âyet bazı putperest Araplar’ın, müslüman olan evlâtları üzerinde baskı kurmalarıyla ilgilidir. Ancak müminler bu tür baskılarla her zaman karşılaşabilirler; evlâtlarının dindarlığından rahatsızlık duyan ve onlar üzerinde baskı kurmaya çalışan ailelere her dönemde rastlamak mümkündür. Böyle durumlarda bir yandan Allah’ın buyruklarına karşı gelmekten sakınmak, diğer yandan da yine Allah’ın buyruğu olan ebeveyn hukukuna riayet etmek için samimi bir çaba göstermenin evlâtlar için oldukça zor ama ecri büyük bir davranış olacağını ve bu gerilime katlanmanın da bu dünyada tâbi olduğumuz sınavın bir parçası olduğunu daima göz önünde tutmak gerekir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 256-257
Resûl-i Ekrem Efendimiz :” Yaradana isyan olan yerde yaratılana itaat edilmez” buyurmuştur. 
(Ahmed b. Hanbel, Müsned,I, 131,400,409; ayrıca bk. Buhâri, Megazi 58, Ahkâm 4, Ahbûru’l-âhâd 1; Müslim, İmaret 39).

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناًۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  وَصَّيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الْاِنْسَانَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بِوَالِدَيْهِ  car mecruru  وَصَّيْنَا  fiiline müteallik olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حُسْناً  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır. Takdiri; إيصاء ذا حسن (İyilik vasiyeti) şeklindedir. 


وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. جَاهَدَاكَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye  ا ’i fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لِ  harfi,  تُشْرِكَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel mahallen mecrur olup  جَاهَدَاكَ  fiiline mütealliktir.

تُشْرِكَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ب۪ي  car mecruru  تُشْرِكَ  fiiline mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَيْسَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَكَ  car mecruru  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem ismine mütealliktir. 

بِه۪  car mecruru  عِلْمٌ ‘un mahzuf haline mütealiktir.  عِلْمٌ  kelimesi  لَيْسَ ’nin muahhar haberi olup lafzen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تُطِعْهُمَا  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 


اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

اِلَيَّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُكُمْ , muahhar mübtedadır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُنَبِّئُكُمْ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اُنَبِّئُكُمْ   fiiline müteallıktır. 

كُنْتُمْ  ismini ref haberini nasb eder.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تَعْمَلُونَ  fiili  كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.

تَعْمَلُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَوَصَّيْنَا الْاِنْسَانَ بِوَالِدَيْهِ حُسْناًۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

وَصَّيْنَا  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

حُسْناًۜ , mahzuf mef’ûlü mutlak olan masdardan naibdir. Takdir, إيصاء ذا حسن  (İyilik vasiyeti) şeklindedir. (Âşûr)

"Allah Teâlâ insana, ana-babasına karşı gerek fiil gerekse söz ile en güzel şekilde davranmasını emretmiştir." Mükemmellik ifade etsin diye de, bu kelime, nekre olarak  حُسْناًۜ  şeklinde getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ana-babaya iyilikte bulunmak emredilmiştir. Çünkü ana-baba, doğurma neticesinde çocuğun varlığının; alışılagelen terbiye sebebiyle de, bekasının sebebidirler. O halde bu demektir ki, ana-baba, çocuk için mecazî manada bir sebeptir. Halbuki Allah Teâlâ ise çocuk için onun dünyaya gelmesini irade etmesi sebebiyle, varlığının; ebedî saadete ulaşması için de, öldükten sonra diriltmek suretiyle, bekasının hakiki sebebidir. Binaenaleyh, kulun Allah'a karşı olan halini güzelleştirmesi daha yerinde olur. (Fahreddin er-Râzî)


وَاِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ فَلَا تُطِعْهُمَاۜ

 

Önceki cümleye matuftur. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  اِنْ جَاهَدَاكَ لِتُشْرِكَ ب۪ي مَا لَيْسَ لَكَ بِه۪ عِلْمٌ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِتُشْرِكَ ب۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  جَاهَدَاكَ  fiiline mütealliktir.

تُشْرِكَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası,  لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ , nakıs fiil  لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.  عِلْمٌ, muahhar ismidir.

Şart cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِتُشْرِكَ ب۪ي , mef’ûl olan ism-i mevsûl  مَا ’ya ihtimam için takdim edilmiştir.

عِلْمٌ ’daki tenvin nev ve taklil ifade eder.

فَ  karinesiyle gelen فَلَا تُطِعْهُمَاۜ , cevap cümlesidir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Ayette  الْاِنْسَانَ  şeklindeki gaip sıygasından  جَاهَدَاكَ  şeklindeki muhatap sıygasına dönülmüştür. Bu durum insanın sonunda Rabbine döneceği gerçeğini tekit etmektedir. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili ve Belâgatında İltifat  Sanatı)

Cenab-ı Hak, "Eğer onlar, olmayan bir şeyi bana ortak koşman için uğraşırlarsa, kendilerine itaat etme" buyurmuştur. Binaenaleyh, Cenab-ı Hakk'ın, "hakkında bilgin olmayan şeyi" ifadesi, şu demektir: Taklit, küfürde taklit olması şöyle dursun, iman konusunda dahi iyi bir şey değildir. Binaenaleyh, insan bu konuda taklitten kaçınıp ilimden başkasına boyun eğmeyince, ana-babasına da asla itaat edemez. Çünkü, onların sözlerinin doğruluğunu bilmek, meydana gelmesi imkânsız olan bir şeydir. Binaenaleyh insan taklit yoluyla müşrik olamayacağına göre, ilim olduğu halde şirkin südur etmesi imkânsız olur. O halde, o bilgili olan kimseden asla şirk sadır olmaz. (Fahreddin er-Râzî)


اِلَيَّ مَرْجِعُكُمْ فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

اِلَى اللّٰهِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مَرْجِعُكُمْ  muahhar mübtedadır. 

Müsnedün ileyh olan  مَرْجِعُكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

المَرْجِع  burada  البَعْثُ  manasınadır. (Âşûr)

فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُون   cümlesi, atıf harfi  فَ  ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَاُنَبِّئُكُمْ  fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

الإنْباءُ  burada  الإخْبارُ  manasınadır. Gizli aşikâr yapılan tüm amellerin Allah Teâlâ’nın ilminde olduğu manasında kinaye olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  اُنَبِّئُكُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’nin haberi  تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ  [Yaptıklarınızı size haber vereceğim.] cümlesinde, tehdit ve uyarı vardır. İbare, haber vermekle kalmaz ‘gereken cezayı veririz’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

عِلْمٌ - تَعْمَلُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı kalb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cenab-ı Hak "Dönüşünüz ancak Bana'dır. Binaenaleyh, ne yapar idiyseniz size Ben haber vereceğim" buyurmuştur. Bu, "Her ne kadar bugün, babalarınızla, çoluk-çocuğunuzla, akraba ve taraftarlarınızla oturup kalkıyor, iç içe yaşıyor iseniz de, akibetiniz ve varışınız Bana'dır Banal..." demektir. Cenab-ı Hakk'ın "Size haber vereceğim" ifadesinde şöyle bir incelik vardır: Allah Teâlâ sanki şöyle demek ister: "Babalarınızı hazır, beni de sizden gaib, sizden uzak sanıp da Benim gayb olmama ve sizin Bana muhalefetinizi (güya) bilmememe sığınarak, yanınızda bulunanlara itaat etmeyin, her dediklerini yapmayın! Çünkü Ben, daima sizinle beraberim. Sizin yaptıklarınızı bilirim, onları unutmam; onların hepsini de, teker teker haber vereceğim."(Fahreddin er-Râzî)

 
Ankebût Sûresi 9. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ  ...


İman edip de salih amel işleyenler var ya, biz onları mutlaka salihler (iyiler) arasına sokacağız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseleri
2 امَنُوا inananları ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanları ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
5 لَنُدْخِلَنَّهُمْ sokarız د خ ل
6 فِي arasına
7 الصَّالِحِينَ salihler ص ل ح

Yukarıda 7. âyette de geçtiği gibi “iman edip güzel işler yapma” ifadesi, Kur’an’ın sık sık tekrar ettiği son derece kapsamlı bir ifadedir. 7. âyette iman edip güzel işler yapanlara geçmişteki hatalarının bağışlanacağı, yaptıkları iyiliklerin daha güzelleriyle karşılık bulacağı bildirilmişti. Burada ise Allah, iman edip güzel işler yapanları mutlaka erdemli insanlar arasına alacağını vaad etmektedir. “Erdemli insanlar” diye çevirdiğimiz âyetteki sâlihînin tekili olan sâlih, “düzenli, uygun, iyi, doğru, yararlı, barışçı, uzlaşmacı” gibi anlamlarda hem eylemlerin hem de insanların sıfatı olarak kullanılır. İlgili âyetler bir bütünlük içinde düşünüldüğünde, özellikle Enbiyâ sûresinin 105. âyeti de dikkate alındığında sâlih kelimesinin, din ve dünya işlerinin hakkını vererek yapan, dünya ve âhirette huzurlu ve mutlu olmanın gerektirdiği şartları taşıyan insanı ifade etmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 257-258

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la  اٰمَنُوا ’ye matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ulun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  نُدْخِلَنَّهُمْ  mukadder kasemin cevap cümlesidir.  نُدْخِلَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

فِي الصَّالِح۪ينَ  car mecruru  نُدْخِلَنَّهُمْ  fiiline mütealliktir.  الصَّالِح۪ينَ  cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الصَّالِح۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ

 

وَ , istînafiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder. 

Merfû mahaldeki  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.

لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ  cümlesindeki  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasemle birlikte  لَنُدْخِلَنَّهُمْ فِي الصَّالِح۪ينَ  cümlesi,  الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.

لَنُدْخِلَنَّهُمْ  fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, nûn-u sakîle ile de tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

فِي الصَّالِح۪ينَ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla salihler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü salihler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Salihlerle birlikte olmayı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.

الصَّالِحَاتِ - الصَّالِح۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

Cenab-ı Hakk'ın,  فِي الصَّالِح۪ينَ  ifadesinin manasının, "Biz onları salihlerin makamına" ya da, "salihlerin yurduna sokacağız" şeklinde olduğu ileri sürülmüştür ama, evlâ olan, ayette herhangi bir takdîr cihetine gidilmemesi, kelamın manasının, "O onları salihlerden kılar ve onları, onların zümresine katar" şeklinde olduğunun söylenmesidir. (Fahreddin er-Râzî)

Yüce Allah, amel eden müminlerin halini yeniden söz konusu etmektedir ki; insanlar onların mertebelerine nail olmak için şevk duysun. [Biz elbette" onları "salihler arasına katacağız] ayeti de bu manada bir mübalağadır. Yani salâhın en ileri derecesinde olup salâhın en uzak hedeflerine ulaşmış olanlar demektir. İşte mümin bu noktaya geldi mi onun semeresini de, mükâfatını da elde eder ki, o da cennettir. (Kurtubî)

Cenab-ı Hakk'ın, 'İman edip de güzel güzel amel işleyenler" ifadesini yeniden getirmesinin faydası ve hikmeti şudur; Cenab-ı Hak, "iman edip de" ifadesini, bir keresinde, "hidayete eren" kimsenin durumunu; diğer keresinde de, "hidayete sevk eden" kimsenin durumunu beyan etmek için tekrarlamıştır. Bunun böyle olduğuna, Cenâb-ı Hakk'ın önce ["Kötülükleri örteriz"] (Ankebût, 7) demesi, ikinci olarak da, "Biz onları muhakkak ki salihler (zümresine) sokacağız" buyurması delalet etmektedir. Salihler, hidayete sevk edenlerdir; çünkü bu, peygamberlerin mertebesidir. İşte bundan dolayıdır ki pek çok peygamber, ["Beni, salihlere kat"] (Yusuf, 101) demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Ankebût Sûresi 10. Ayet

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ  ...


İnsanlardan öyleleri vardır ki, “Allah’a inandık” derler. Ama Allah uğrunda bir ezaya uğratılınca, insanlardan gördükleri baskı ve işkenceyi Allah’ın azabı gibi tutar. Andolsun, Rabbinden bir yardım gelecek olsa mutlaka, “Biz de sizinle beraberdik” derler. Allah, herkesin kalbinde olanı en iyi bilen değil midir?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنَ ve
2 النَّاسِ insanlardan ن و س
3 مَنْ kimisi
4 يَقُولُ der ق و ل
5 امَنَّا inandık ا م ن
6 بِاللَّهِ Allah’a
7 فَإِذَا fakat
8 أُوذِيَ eziyet edilince ا ذ ي
9 فِي uğrunda
10 اللَّهِ Allah
11 جَعَلَ sayar ج ع ل
12 فِتْنَةَ işkencesini ف ت ن
13 النَّاسِ insanların ن و س
14 كَعَذَابِ azabı gibi ع ذ ب
15 اللَّهِ Allah’ın
16 وَلَئِنْ ama
17 جَاءَ gelse ج ي ا
18 نَصْرٌ bir yardım ن ص ر
19 مِنْ -den
20 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
21 لَيَقُولُنَّ andolsun derler ki ق و ل
22 إِنَّا elbette biz de
23 كُنَّا ك و ن
24 مَعَكُمْ sizinle beraberdik
25 أَوَلَيْسَ değil midir? ل ي س
26 اللَّهُ Allah
27 بِأَعْلَمَ daha iyi bilen ع ل م
28 بِمَا bulunanı
29 فِي
30 صُدُورِ göğüslerinde ص د ر
31 الْعَالَمِينَ alemlerin ع ل م

Bu iki âyette münafıkların tutumundan söz edilmektedir. Münafıkların Medine’de ortaya çıktıkları dikkate alınarak bu âyetlerin Medine döneminde indiğini kabul edenler vardır. Ancak özellikle Mekke döneminin sonlarına doğru putperestlerin müslümanlar üzerindeki baskılarının şiddetlenmesi sebebiyle, müslüman olmuş bazı kişilerin zaaf gösterdikleri, münafıkça davrandıkları da düşünülebilir. Burada asıl önemli nokta, insan gerçeğinin son derece ciddi bazı zaaflarına işaret edilmesidir.

Diğer bütün canlılardan farklı olarak insan, inançları ve değerleri uğruna gerektiğinde güçlüklere katlanmayı göze alan bir varlıktır. O, bedeni ve organları ne kadar kendi varlığının bir parçası ise aynı şekilde inancını, mânevî değerlerini, haklarını ve ödevlerini de kişiliğinin vazgeçilmez unsurları olarak gördüğü, gerektiğinde bunlar uğruna fiziksel zorluklara göğüs gerip kişiliğini koruduğu sürece yaratılmışların üstünü olma ayrıcalığına sahip olur. 10. âyet bu temel insanlık şuuruna ulaşamamaları, bu yüzden farklı durumlarda farklı kişilikler sergilemeleri sebebiyle –İslâmî literatürde münafıklar denilen– sözde inanmışları eleştirmekte; böylece müslümanların önüne yüksek bir insanlık ideali koymaktadır. Daha sonra Allah’ın, insanların kalplerindeki en gizli niyetleri bildiği gibi kimin özü sözü bir, kimin iki yüzlü, kimin sahtekâr olduğunu bildiği uyarısında bulunulmakta; böylece zımnen müminle münafık arasındaki önemli bir farka işaret edilmektedir ki, bu fark da yukarıda belirtilen kişilik yapısına, insanlık idealine ulaşma derecesinde ortaya çıkmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 258-259

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. مِنَ النَّاسِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَقُولُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavl cümlesi  اٰمَنَّا بِاللّٰهِ ‘ dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نا  fail olarak mahallen merfûdur. 

بِاللّٰهِ  car mecruru  اٰمَنَّا  fiiline mütealliktir. 

اٰمَنَّا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir .

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


 فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا : dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۫ذِيَ  fiili ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اُو۫ذِيَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فِي اللّٰهِ  car mecruru  اُو۫ذِيَ  fiiline mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ  cümlesi şartın cevabıdır.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

جَعَلَ  kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir halden başka bir hale geçmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فِتْنَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَعَذَابِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اُو۫ذِيَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أذى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

جَٓاءَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. نَصْرٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidirيَقُولُنَّ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.

Ayet-i kerîme’de geçen  لَئِنْ  lafzındaki  لَ  kasem içindir. Ayrıca  لَيَقُولُنَّ  lafzından, üç tane nun peş peşe geldiği için ref alameti olan  نّ , ictima-i sakineyn sebebiyle de cemilik zamiri olan و  hazf edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

Kasemin cevabının delaletiyle şartın cevap cümlesi mahzuftur. 

Mekulü’l-kavli  اِنَّا كُنَّا ‘dır.  يَقُولُنَّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كُنَّا ’nın dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

كُنَّا  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  نَا  mütekellim zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

مَعَكُمْ  mekân zarfı,  كُنَّا ’nın mahzuf haberine mütealliktir. 


اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ

 

Hemze istifham harfidir. وَ  istînâfiyyedir. 

لَيْسَ  nakıs camid fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.  لَيْسَ  nakıs fiillerdendir. Nakıs fiiller şunlardır.

1. كَانَ

2. لَيْس

3. صَارَ ve benzerleri: اَصْبَحَ – اَضْحَى – اَمْسَى – ظَلَّ – بَاتَ

4. Süreklilik bildirenler: مَا زَالَ – مَا بَرِحَ – مَا فَتِئَ – مَا اِنْفَكَّ 

5.  مَا دَامَ

Bu fiiller, isim cümlesinin başına gelerek, mübtedayı ref haberi de nasb eder. Mübteda bunların ismi, haber de haberi olur. Bunlara kendinden sonra gelenin îrabını değiştirdikleri için de “nevasıh” adı verilir.

İsim cümlesindeki mübteda ve haberin özellikleri ve birbirine uyumu nasılsa, nakıs fiillerin isim ve haberi arasındaki uyum ve özellikleri de öyledir.

كَانَ  ve benzerlerinin isim ve haberlerinin îrab durumları şöyledir:

a) Müfred olduklarında; ismi damme (-ُ) ile merfû, haberi fetha (-َ) ile mansub olur.

b) Tesniye olduklarında; ismi elif (ا) ile merfû, haberi cezimli yâ (يْ) ile mansub olur.

c) Cemi müzekker salim olduklarında; ismi (و) ile merfû, haberi sakin yâ (ي) ile mansub olur.

d) Cemi müennes salim olduklarında; ismi damme (اتُ) ile merfû, haberi kesra (اتِ) ile mansub olur.

Nakıs fiillerin haberleri isim cümlesinin haberi gibi müfred, cümle (isim, fiil) veya şibh-i cümle (zarflı, harf-i cerli isim) olarak gelebilir.

Nakıs fiillerin mazi, muzari, masdar, emir gibi bütün kipleri aynı şekilde amel eder.

لَيْسَ  isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir.

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâli,  لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir.

اَعْلَمَ  lafzen  mecrurdur, çünkü ism-i tafdil kalıbı esre yerine fetha alır,  لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir.  بِ  harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْلَمَ  burada gayri munsarif olabilen tekil kalıplara girer.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif sınıfına girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمَ ‘ye mütealliktir. 

ف۪ي صُدُورِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.  الْعَالَم۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْعَالَم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  علم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. مِنَ النَّاسِ ’nin müteallakı olan mukadddem haber mahzuftur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , merfû mahalde, muahhar mübtedadır. Sılası olan  يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l kavli olan  اٰمَنَّا بِاللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mükellefler üçe ayrılır: Hüsn-i itikadıyla kendisini ortaya koyan mümin. Küfrü ve inadıyla, açıktan hareket eden kâfir. Bu ikisi arasında dönüp dolaşan (münafık). Çünkü o, lisanıyla, iman ettiğini açıklıyor, kalbinde ise küfür saklıyordur.  Allah Teâlâ, "Allah iman edenleri de elbette bilir, münafıkları da elbette bilir" ifadesiyle, iki kısmı açıklayıp, "Yoksa kötülükler yapanlar..," (Ankebut, 4-9) ifadesiyle de o iki grubun durumunu ortaya koyunca, üçüncü kısmı da beyan etmek üzere: "İnsanlardan öylesi vardır ki: "Allah'a inandık" der" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ 

 

Cümle öncesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ  cümlesi, şarttır. Aynı zamanda, cevap cümlesine müteallık olan  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اُو۫ذِيَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)

اُو۫ذِيَ  fiiline müteallİk olan car mecrur  فِي اللّٰهِ ’nin, takdiri  سبيل  olan muzafı mahzuftur.

فَ  karinesi olmaksızın gelen cevap cümlesi  جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Teşbih harfinin dahil olduğu  كَعَذَابِ اللّٰهِۜ  izafeti,  جَعَلَ  fiiline mütealliktir. Ayetteki teşbih,  teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için de mufassaldır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

اِذَا , müstakbel için kullanılır. Yani, gelecek zamanda gerçekleşecek bir cezanın, yine gelecek zamanda gerçekleşecek bir şarta bağlı olması durumunda bu edat kullanılır. Mütekellim şart fiilinin vukû bulacağına kesin olarak, ya da büyük bir ihtimalle inanıyorsa اِذَا harfini kullanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَذَابِ  kelimesinin lafzı celâle muzâf olması, azabın dehşetini, kötülüğünü vurgulamak içindir.

فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِ  (İnsanların eziyetini, Allah'ın azabı gibi sayar) cümlesinde mürsel mücmel teşbih vardır. Burada vech-i şebeh hazf edil­miş, dolayısıyle mücmel olmuştur. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsîr)

اُو۫ذِيَ - عَذَابِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hakk'ın,  فَاِذَٓا اُو۫ذِيَ فِي اللّٰهِ جَعَلَ فِتْنَةَ النَّاسِ كَعَذَابِ اللّٰهِۜ  "Allah uğrunda eziyete (duçar) olduğu zaman..." ifadesi, "... Yurtlarından çıkarıldılar, benim yolumda işkenceye uğradılar" (Âl-i İmran, 195) ayetinin ifade ettiği anlamdadır. Ancak ne var ki Âl'i İmran 195 ayetiyle murad edilen, kâfirlerin eziyetlerine sabredenler olduğu halde, burada kastedilenler ise, buna sabredemeyenlerdir. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, orada, "Benim yolumda işkenceye uğradılar buyurmuşken, burada, "Allah yolunda..." buyurmuştur. Buradaki nükte şudur: Allah, sabredip dayanan mü'minin ne kadar şerefli olduğunu; öte yandan da, inançsız münafığın ne kadar adî ve bayağı olduğunu beyan etmek istemiştir... Bunun için de, "Mümine, onu terk etmesi için Allah yolu uğrunda işkence edildi de, buna rağmen o, onu terketmedi; inançsız münafığa da işkence edildi ve hemen o, kendisini kurtarmak için Allah'ı terk etti' buyuruldu. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَئِنْ جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ 

 

Atıfla gelen cümledeki  لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إنْ  şart harfidir. 

Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasemin cevabı şart üslubunda gelmiştir.

اِنْ  şart harfi, asıl şart edatlarındandır. Çoğu zaman şartın vukuunda şek ifade eder. 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106)

Şart cümlesi olan  جَٓاءَ نَصْرٌ مِنْ رَبِّكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesinin cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir.

Mahzuf cevapla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru,  نَصْرٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. نَصْرٌ ’daki tenvin, tazim ve kemal vasıfları ifade eder. Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzafun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Ayette ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir. Allah ve Rabb isimleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hak, daha önceki ifadelerinde lafzâ-i celâl geçtiği halde burada "Allah" demeyip "Rabb'inden" buyurmuştur. Çünkü Rabb kelimesi, hususi delaleti, şefkat ve merhamet olan bir isimdir. Lafzâ-i Celâl'in delaleti ise, heybet ve azamettir. Nasr ve muzafferiyet söz konusu olduğunda, rahmet ve merhamete delalet eden lafız; azap söz konusu olduğunda ise, azamete delalet eden lafız zikredilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Allah ve Rabb isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rabb olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)

لَيَقُولُنَّ اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Cümleye dahil olan lam, kasemin hazfına işarettir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

Kasemin cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nûnunun getirilmesi zorunlu hale gelir. 

Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda  اِنَّ  ve  ل  َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır. 

Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği  durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

لَيَقُولُنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّا كُنَّا مَعَكُمْۜ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Haberi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

Cümlede icazı hazif sanatı vardır.  مَعَكُمْ  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.  

نَصْرٌ - عَذَابِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 اَوَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ

 

İstînâfiyye veya itiraziyedir.  لَيْسَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî kelamdır. Hemze istifham harfidir.

لَيْسَ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. Lafza-i celalin ayette üç kez tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru kastı taşımamaktadır. Tevbih ve taaccüp kastı taşıyan istifham, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Tekid ifade eden zaid  بِ  harfinin dahil olduğu  بِاَعْلَمَ بِمَا ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ  cümlesi,  لَيْسَ ‘nin haberidir. Hudûs ifade eden mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  اَعْلَمَ ‘ye mütealliktir. Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur. ف۪ي صُدُورِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

ف۪ي صُدُورِ الْعَالَم۪ينَ  tabirinde istiare vardır.  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

يَقُولُ - لَيَقُولُنَّ  ve  الْعَالَم۪ينَ  - اَعْلَمَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette de ism-i celâl üç kez geçmiştir. Çünkü makam; müminleri, Allah’ın azabı ile insanların fitnesini bir tutanlardan olmamaları için uyarma makamıdır. İsm-i celâl, müminleri terbiye etmek, yardım etmek, ayaklarını din üzere sabit kılmak ve sabretmelerini sağlamak için tekrar edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hak, onların böylece insanları şaşırtmak, aldatmak istediklerini ama bunun onlar için iyi olmayacağını, çünkü böyle aldatmanın ancak, kişinin sözünün, kalbindekine uymadığı zaman söz konusu olduğunu, dinleyenin işi onun sözüne göre ele alacağını, kalbindeki niyetin ne olduğunu bilemeyeceğini ve bu sebeple de o işin, dinleyen açısından karışacağını, bir aldatmaca olacağını, Zât-ı ilahiyesinin ise, sînelerde (kalplerde) olan şeyleri hakkıyla bildiğini, zira insanın kalbindeki, o insandan daha iyi bildiğini ve bu işin Kendisi nazarında karışık olmadığını, aldatmaca olamayacağını beyan buyurmuştur. Bu, kalplerde olanın esasen nazar-ı itibara alındığına bir işarettir. Binaenaleyh iman etmiş görünüp, içinde küfrünü gizleyen münafık, kâfirdir; zahiren kâfirmiş gibi görünüp, imanını kalbinde saklamak mecburiyetinde bırakılan mümin ise, gerçek mümindir. Çünkü Allah, bütün insanların kalplerinde olanı en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Ankebût Sûresi 11. Ayet

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  ...


Allah, elbette kendisine iman edenleri de bilir ve elbette münafıkları da bilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَيَعْلَمَنَّ ve elbette bilir ع ل م
2 اللَّهُ Allah
3 الَّذِينَ kimseleri
4 امَنُوا inananları ا م ن
5 وَلَيَعْلَمَنَّ ve elbette bilir ع ل م
6 الْمُنَافِقِينَ iki yüzlüleri ن ف ق

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَعْلَمَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا 'dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.

لَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  atıf harfi و 'la makabline matuftur.  الْمُنَافِق۪ينَ ‘nin nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ

 

Atıfla gelen cümle önceki mukadder kaseme matuftur. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî  kelamdır.

الْمُنَافِق۪ينَ , fiil cümlesinde ism-i fail vezniyle gelerek hudûs ve yenilenme anlamı ifade etmiştir.

فَلَيَعْلَمَنَّ  fiillerinin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰمَنُوا  (iman ettiler) -  الْمُنَافِق۪ينَ (münafıklar) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı ve fiilden isme geçişe örnek olan güzel bir iltifat sanatı vardır.

لَيَعْلَمَنَّ  fiilinin tekrarı Allah Teala’nın bilme sıfatının, insan muhayyilesine sığmayacak özelliğini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَلَيَعْلَمَنَّ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  cümlesiyle  وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِق۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu ayette iman edenler hudûsa delalet etmek üzere sılası fiil olan ism-i mevsûlle, ikinci fırka ise sübuta delalet etmek üzere ism-i fail sıygasıyla gelmiştir. Böylece imanın her zaman yenilendiğini (yani bu fiilin teceddüdü), münafıklığın ise yerleşmiş bir özellik olduğu, sanki onlardan hiç ayrılmadığı, sabit bir özellik olduğu ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayet-i kerîme’de geçen iki fiildeki lâm da mahzuf kaseme delalet eder. (Celâleyn Tefsiri)

Allah Teâlâ, Kendisinin bütün âlemin kalbinde olanları en iyi şekilde bildiğini beyan buyurunca, mümini imanını ortaya koymasa bile, münafığı iman ettiğini ilan etse bile bildiğini beyan buyurarak, "Allah iman edenleri de elbet bilir, münafıkları da elbet bilir" buyurmuştur. Burada şöyle bir husus vardır: ["Allah Teâlâ, "Allah, sadık olanları bilir"] (Ankebût, 3) buyurmuş; burada ise, "Allah iman edenleri bilir" buyurmuştur. Binâenaleyh: Orada konu, müminler ve kâfirler olup, kâfirler "Allah birden çoktur" demek suretiyle sözünde yalancı; mü'minler de, "Allah birdir" demek suretiyle sözünde sadık olup; orada ortaya koyduğunun aksini içinde saklayanlardan (münafıklardan) bahsedilmemiştir. Dolayısıyla orada, birisi sâdık, diğeri kâzib iki esas kısım söz konusu olmuştur. Bu ayette ise, münafık da sözünde (zahiren) sadıktır. Çünkü o da "Allah bir" demektedir. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak, münafık hakkında kalbinin durumunu nazar-ı dikkate alarak, "(Allah) münafıkları da elbet bilir" demiş; mü'minin, tasdikten ibaret olan kalbî durumunu da nazar-ı dikkate alarak, "Allah iman edenleri de elbet bilir" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Ankebût Sûresi 12. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ  ...


İnkâr edenler iman edenlere, “Yolumuza uyun da sizin günahlarınızı yüklenelim” derler. Hâlbuki onların günahlarından hiçbir şey yüklenecek değillerdir. Şüphesiz onlar kesinlikle yalancılardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi(ler) ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
4 لِلَّذِينَ kimselere
5 امَنُوا inananlara ا م ن
6 اتَّبِعُوا siz uyun ت ب ع
7 سَبِيلَنَا bizim yolumuza س ب ل
8 وَلْنَحْمِلْ ve biz taşırız ح م ل
9 خَطَايَاكُمْ sizin hatalarınızı خ ط ا
10 وَمَا oysa değillerdir
11 هُمْ kendileri
12 بِحَامِلِينَ taşıyacak ح م ل
13 مِنْ -ndan
14 خَطَايَاهُمْ onların hataları- خ ط ا
15 مِنْ hiçbir
16 شَيْءٍ şey ش ي ا
17 إِنَّهُمْ elbette onlar
18 لَكَاذِبُونَ tamamen yalancıdırlar ك ذ ب

Bu âyetlerin yukarıdaki iki âyetle bağlantısı dikkate alındığında, bazı Kureyşli putperestlerin –biraz da alay kokan bir üslûpla– müslümanları dinlerinden döndürmeye çalıştıkları anlatılmaktadır. İyi incelendiğinde görülecektir ki Kur’an-ı Kerîm, inançsız da olsa kendi halindeki kişilerden çok, gerçek inanca ve erdemli yaşayışa düşman olan, bu tür değerlere karşı savaş veren, bu yolu benimsedikleri için insanlara düşman olan ve onları yollarından döndürmek için alay eden, hakarette bulunan ve ağır baskılara kadar her türlü yola başvuran, insanlık fıtratı bozulmuş, militan, zorba ve beyinsiz (sefîh) inkârcılara karşı mücadele vermektedir.

Bu şekilde insanları saptırmaya kalkışanlar, kendi günahlarının yanında, saptırdıkları insanlarınki kadar başka günahlar da yüklenirler. Nitekim Hz. Peygamber bu gerçeği daha genel bir çerçevede şöyle ifade etmiştir: “Kim İslâm’da bir güzelliğe önder olursa kıyamete kadar o yolda gidenlerin sevabınca sevap kazanır, ötekilerin sevabından da bir şey eksilmez. Ama kim bir kötülüğe öncülük ederse kıyamete kadar onu yapanların günahları kadar günah işlemiş olur, ötekilerin günahları da eksilmiş olmaz” (Müsned, IV, 362; Müslim, “İlim”, 15; “Zekât”, 69).

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 258-259

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

اتَّبِعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

سَب۪يلَنَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  emir lamıdır. نَحْمِلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

خَطَايَاكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اتَّبَعُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.  

اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

وَ  itiraziyyedir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder.  هُمْ  munfasıl zamiri, مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur. 

بِ  harfi zaiddir.  بِحَامِل۪ينَ  lafzen mecrur olup  مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.  بِحَامِل۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْ خَطَايَاهُمْ  car mecruru  شَيْءٍ ’in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl  zamiri  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ شَيْءٍ  lafzen mecrur, ism-i fail olan  حَامِل۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

بِحَامِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حمل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُمْ  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

كَاذِبُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  كَاذِبُونَ  kelimesi, sülâsi mücerredi  كذب  olan fiilin ism-i failidir.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Cümledeki ikinci ism-i mevsûl mecrur mahalde olup başındaki harfi cerle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

كَفَرُوا - اٰمَنُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلْنَحْمِلْ خَطَايَاكُمْ  cümlesine dahil olan  لْ , emir lamıdır. Mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen haber manasına geldiği için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayet-i kerîme’de geçen وَلْنَحْمِلْ  emri, haber manasındadır. (Celâleyn Tefsiri)

Ayetteki, "Yüklenelim" ifadesi, emir sıygasıdır. Bu, emir sıygası olmasına rağmen, manaca şart ve ceza (cevap) durumunda olup, "Eğer bize uyarsanız, biz sizin hatalarınızı yükleniriz" takdirindedir. Keşşâf sahibi şöyle der: Bu, iki işi varlık âleminde birleştirmek isteyen kimsenin "Senden bağış, benden dua" sözü gibidir. Binaenaleyh ayetteki "yüklenelim" ifadesi, "yüklenmesi bizden..." manasına olup, gerçekten bir isteme ve kabul emri değildir. (Fahreddin er-Râzî)


وَمَا هُمْ بِحَامِل۪ينَ مِنْ خَطَايَاهُمْ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

وَ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri çeşitli gayelerle yapılan ıtnâb sanatıdır. Nefy harfi  مَا , nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِحَامِل۪ينَ ’ye dahil olan  بِ , zaiddir. Zaid harfler cümleyi tekid eder. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

نَحْمِلْ - حَامِل۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki tenvin, kıllet ifade eder.  مِنْ  harfi kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir. 

Konudaki önemi sebebiyle tekrarlanan  خَطَايَا  kelimesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

‘’Hatalarını yüklenmek’’ ifadesinde istiare vardır. Hatalar yüke benzetilmiştir. Yükler gibi hatalar da insanı hayatta zor durumda bırakır ve ağır gelir.

Cümle, kelamın mazmûnunu atfetmek kabilinden  وَ  ile gelmiştir. Yoksa kâfirlerin sözü olmadığı açıktır. Bu cümlenin kendisinden sonraki cümleyle birlikte  وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesine atfı da mümkündür. Bu durumda  وَ , ikinci haberi ifade için gelmiştir. Yani mana şöyledir: اتَّبِعُوا سَب۪يلَنَا ونَحْمِلو خَطَايَاكُمْۜ وَاِنَّهُمْ لن يحملوا .

اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ  önceki sözü tekid eder mahiyette gelmiştir. Bunun için burada fasl yapılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


اِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi olan  كَاذِبُونَ  ism-i fail vezninde gelerek, onların bu sıfatlarının sürekli olduğuna işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

 
Ankebût Sûresi 13. Ayet

وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالاً مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟  ...


Andolsun, onlar mutlaka kendi yüklerini ve kendi yükleriyle beraber nice ağır yükleri yükleneceklerdir. Uydurmakta oldukları şeylerden de kıyamet günü şüphesiz, sorguya çekileceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَيَحْمِلُنَّ ve onlar taşıyacaklar ح م ل
2 أَثْقَالَهُمْ kendi yüklerini ث ق ل
3 وَأَثْقَالًا ve (başka) yükleri ث ق ل
4 مَعَ beraber
5 أَثْقَالِهِمْ kendi yükleriyle ث ق ل
6 وَلَيُسْأَلُنَّ ve elbette sorguya çekileceklerdir س ا ل
7 يَوْمَ gününde ي و م
8 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
9 عَمَّا şeylerden
10 كَانُوا oldukları ك و ن
11 يَفْتَرُونَ uyduruyor(lar) ف ر ي

   Seqale ثقل :   ثِقْلٌ ağırlık ve خِفَّةٌ hafiflik sözcükleri birbirinin mukabilidir. Tartılan veya ölçülen her şeyin ağır basanına ثَقِيلٌ adı verilir. Temelde cismani şeyler için kullanılmasına rağmen anlamsal konularda da kullanıldığına rastlanır.

  ثَقِيلٌ sözcüğünün insan için yergi maksadıyla kullanımı literatürde daha yaygın olsa da bazen övgü için de kullanılmaktadır.

  مِثْقالٌ kendisiyle ölçünün yapıldığı nesnedir ve her türlü mizan ve terazi ağırlığının adı olan ثَقِلٌ kökünden gelir.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda 28 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri sakil, sıklet ve sakaleyndir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالاً مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

لَيَحْمِلُنَّ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. İki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)  

اَثْقَالَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَثْقَالاً  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

مَعَ  mekân zarfı,  اَثْقَالِ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.  اَثْقَالِهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَيُسْـَٔلُنَّ  kelimesi atıf harfi و ‘ la  لَيَحْمِلُنَّ  cümlesine matuftur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يُسْـَٔلُنَّ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan cemi و 'ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için fail mahzuftur.  يَوْمَ  zaman zarfı,  يُسْـَٔلُنَّ  fiiline mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  يُسْـَٔلُنَّ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانُوا ; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  يَفْتَرُونَ۟  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَفْتَرُونَ۟  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَفْتَرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  فرى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالاً مَعَ اَثْقَالِهِمْۘ وَلَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَمَّا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.  وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ وَاَثْقَالاً  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır.

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümle mahzuf kasem ve nûn-u sakile olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümleye dahil olan lam, kasemin hazfına işaret eden muvattiedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır. 

Kasemin cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin te’kîd nûnunun getirilmesi zorunlu hale gelir. Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda  اِنَّ  ve  ل  َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır. 

Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği  durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’ân'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Aynı üsluptaki  لَيُسْـَٔلُنَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi, kasemin cevabına atıf harfi  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî  kelamdır.

Ayet-i kerîme’de geçen iki fiildeki lâm kasem lamıdır, Bu fiillerin faili olan vav ve ref alameti olan nun, hazf edilmiştir. (Celâleyn Tefsiri)

Hataların yük  اَثْقَالَهُمْ  olarak ifade edilmesi, hataların ağır ve ezici olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

اَثْقَالَهُمْ  kelimesinin ayette tekrarlanması günahın ne büyük ağırlık olduğunu vurgulamak için olabilir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَثْقَالاً ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

وَلَيَحْمِلُنَّ اَثْقَالَهُمْ  [Elbette kendi yüklerini taşıyacaklar.] cümlesinde, güzel bir istiare vardır. Burada günahlar yüklere benzetilmiştir. Çünkü yükler, insanın boynuna ağır gelir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

لَيُسْـَٔلُنَّ  fiiline müteallik olan, mecrur konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ , nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

لَيُسْـَٔلُنَّ  fiili,  مِنْ  harfiyle kullanıldığında ‘istemek’,  عَنْ  harfiyle kullanıldığında ‘sormak’ manasına gelir. Fiillerin harfi cerle yeni mana kazanması, tazmindir.

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

لَيَحْمِلُنَّ - وَاَثْقَالاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Bu ayeti kerimede tehdit ve uyarı vardır. Cümle, sorguya çekilmekle kalmaz, “gereken cezayı görürler” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir. 

Bunun bir benzeri de Peygamber (sav)'ın : "Kim İslam'da kötü bir yol açacak olursa, o kötü yolun günahı ve ondan sonra da onunla amel edeceklerin günahı onun üzerinedir. Bununla birlikte hiçbirinin günahından da bir şey eksiltilmeyecektir." Müslim, II, 705, IV, 2059; Tirmizî, V, 143; İbn Mâce, I, 75; Müsned, II, 504, IV, 358. 360. Bu, Ebû Hureyre ve başkaları tarafından rivayet edilmiş bir hadisidir. (Kurtubî)

 
Ankebût Sûresi 14. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ  ...


Andolsun, biz, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik. O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Neticede onlar zulümlerini sürdürürlerken tûfan kendilerini yakalayıverdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا biz gönderdik ر س ل
3 نُوحًا Nuh’u
4 إِلَىٰ
5 قَوْمِهِ kavmine ق و م
6 فَلَبِثَ kaldı ل ب ث
7 فِيهِمْ onların arasında
8 أَلْفَ bin ا ل ف
9 سَنَةٍ seneden س ن و
10 إِلَّا eksik
11 خَمْسِينَ elli خ م س
12 عَامًا yıl ع و م
13 فَأَخَذَهُمُ sonunda yakaladı ا خ ذ
14 الطُّوفَانُ Tufan ط و ف
15 وَهُمْ
16 ظَالِمُونَ haksızlık edenleri ظ ل م

Sûrenin 3. âyetinde önceki toplulukların da imtihandan geçirildikleri bildirilmişti. Buradan itibaren 43. âyete kadar bazı peygamberlerin tebliğlerinin özünü oluşturan konulardan ve kendi topluluklarının bu peygamberler karşısında sergiledikleri inkârcı tutumlardan, bu yüzden uğradıkları felâketlerden örnekler verilerek insanlık tarihinin din bağlamında ders alınmaya değer yönleri özetlenmekte; böylece bir yandan İslâm’ın muhatapları olanlar uyarılırken bir yandan da İslâm peygamberinin karşılaştığı inkârcı ve düşmanca davranışların benzerleriyle önceki peygamberlerin de karşılaştığı hatırlatılarak Resûlullah ve müminler teselli edilmektedir.

Kur’an-ı Kerîm’de kavmiyle giriştiği inanç mücadelesi hakkında bilgi verilen ilk peygamber Hz. Nûh’tur; ayrıca yine Kur’an’da kaç yıl yaşadığı bildirilen tek peygamber de odur. Tevrat’ta da Nûh’un 950 yıl yaşadığı bildirilmektedir (Tekvîn, 9/29). Ancak, bir tarih kitabı mahiyetinde olan Tevrat’ın Tekvîn bölümünde (5/28-9/29) Nûh’un hayatı nisbeten ayrıntılı olarak anlatılırken Kur’an’da daha çok onun hayatının ibret alınacak yönleri verilmiştir (Nûh tûfanı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-49).

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  

نُوحاً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اِلٰى قَوْمِ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  لَبِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

ف۪يهِمْ  car mecruru  لَبِثَ  fiiline mütealliktir.  اَلْفَ zaman zarfı, لَبِثَ  fiiline müteallıktır. سَنَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  istisna harfidir.  خَمْس۪ينَ  müstesna olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker kelimelere mülhaktır.  عَاماً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الطُّوفَانُ  fail olup lafzen merfûdur.  

هُمْ ظَالِمُونَ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  haliyyedir  Munfasıl zamir  هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الظَّالِمُونَ  ise haber olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.  

الظَّالِمُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan  وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Cümlenin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. 

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Kasem cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nûnunun getirilmesi zorunlu olur. 

Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda   اِنَّ  ve  ل  َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

فَلَبِثَ ف۪يهِمْ اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماًۜ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümledeki  اِلَّا , istisna edatı,  خَمْس۪ينَ  müstesnadır.  عَاماًۜ , müstesna için temyiz olan ıtnâb sanatıdır.

عَاماًۜ - سَنَةٍ  kelimeleri arasında tefennün ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

اَلْفَ سَنَةٍ اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماً  [Dokuzyüzelli sene] ifadesinde, tefennün (çeşitleme) sanatı vardır. Tefennün yapmak için  اِلَّا خَمْس۪ينَ سَنَةٍ  demeyip, اِلَّا خَمْس۪ينَ عَاماً  dedi. Çünkü aynı cümlede bir kelimenin tekrar edilmesi belâgata aykırıdır. Ancak, ٱلۡقَارِعَةُ مَا ٱلۡقَارِعَةُ  cümlesinde olduğu gibi, olayın büyüklüğünü veya kor­kunçluğunu ifade etmek maksadıyla yapılırsa belâgata aykırı olmaz. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Beyzâvî, IV, 310)

Ayette bin sene derken  سنة , elli eksik yıl derken  عام kelimeleri kullanılmıştır ve her iki kelime de aralarında ince anlam farkları bulunmakla birlikte öz anlam itibarıyla yıl anlamındadır. Ayette bereketsizlik, zorluk gibi anlamları bünyesinde barındıran  سنة  kelimesinden, bolluk, bereket gibi anlamları da olan  عام kelimesine bir geçiş söz konusudur. 950 sene sıkıntı ve zorluk çeken Nuh (as)’ın yılları  سنة  kelimesiyle, Allah’ın yardımının ve kurtuluşun geldiği yıllar ise  عام kelimesiyle ifade edilmiştir. 

Ayette aynı öz anlamı ifade eden iki farklı kelime kullanılmasının bile iltifât sanatı içerisinde değerlendirilmesi alanının ne kadar genişletildiğine en güzel örneklerden olsa gerektir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)

Bundan önce, müminlerin, kâfirlerin eziyetiyle imtihan edilmeleri beyan edildikten sonra burada da, peygamberlerin ümmetlerinin eziyetine müptela oldukları beyan edilmektedir. Bu, imtihan edilmeden sırf iman ile bırakılıverileceklerini sananların fikrini reddetmek ve onları sabra teşvik etmek içindir. Zira peygamberler, kendi ümmetlerinden çeşitti fenalıklar görüp bunlara sabrettiklerine göre, bu müminlerin sabretmeleri daha uygun ve gereklidir. (Ebüssuûd)

Alimlerden bazıları sayıdaki istisnanın, geriye kalanı söylemek olduğunu ifade etmişlerdir. Mesela bir kimse "Falancanın bende, üç hariç on (dirhem, dinar) alacağı vardır" dediğinde, o kimse sanki "Onun bende yedi (dirhem, dinar) alacağı vardır" demiştir. İşte bu bilinince Cenab-ı Hakk'ın; "Elli yılı eksik olmak üzere, bin sene" ifadesi, "dokuzyüzelli sene" demiş gibi olur. O halde böyle demeyip de başka bir üsluba geçilmesinin faydası hakkında Zemahşerî iki faydanın bulunduğunu söyler:

1) İstisna, katiyete delalet eder; bu sebeple, istisnanın terk edilmesi ise, bazan takrîbi bir mana düşündürebilir. Çünkü bir kimse, "Falanca yüz sene yaşadı dediğinde, onun, kat’i olarak değil de yaklaşık olarak yüz sene demiş olması zannedilebilir. Ama o kimse, "bir ay hariç, bir sene hariç yüz sene" dese, o zaman bu zan izale olur ve bundan katiyet anlaşılır.

2) Nuh (as)'ın kavmi içinde kalış müddetini zikretmek, onun çok sabrettiğini beyan etmek içindir. Binaenaleyh Hz Peygamber (sav)'in tebliğ süresi daha az olduğu için onun sabretmesi evleviyetle gerekir. Durum böyle olunca, Cenab-ı Hak kendisi için vadolunmuş müstakil bir isim bulunan adetler mertebesinin en üstünde bulunan sayıyı zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ وَهُمْ ظَالِمُونَ

 

Atıfla gelen cümle, mukadder cümleye matuftur. Takdiri;  فكذّبوه  (Hemen onu yalanladılar.) şeklindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

اَخَذَهُمُ  fiili tufana isnad edilmiştir. İbarede mecazî isnad vardır. Muahaze eden tufan değil, Allah Teâlâ’dır.

وَهُمْ ظَالِمُونَ  cümlesi, haldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  ظَالِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Tufan, bir şeyi şiddetli ve bolca kaplayan sel, rüzgâr ve karanlık için kullanılmaktadır. (Ebüssuûd)

Cenab-ı Hakk'ın “Nihayet onlar zulümde devam edip dururlarken, kendilerini tufan yakalayıvermişti" buyruğuna gelince, burada bir inceliğe işaret vardır. Bu da şudur: Allah Teâlâ, sırf zulmün bulunması sebebiyle, azap etmez. Aksi halde, zulmeden sonra da tövbe edene zulmetmesi gerekirdi. Zira, ondan zulüm sadır olmuştur. O ancak, zulmünde ısrar edene azap eder. İşte O'nun, ifadesi, "Onlar zulümleri içinde iken, Allah onları helak etti. Şayet onlar zulmü terketselerdi, Allah onları helak etmeyecekti" anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Günün Mesajı
13. ayette zikredilen ehl-i küfrün özellikle önderlerinin kendi günah yükleri dışında yüklendikleri günahlar, sapmalarına sebep oldukları ve izlerini takip eden kişilerin günahları ile (Nahl Süresi/16: 25), açtıkları yollardan giden daha başkalarının günahlarıdır. Allah Rasülü aleyhissalâtü vesselâm, bir hadis-i şeriflerinde, “İslâm'da iyi bir yol, bir çığır açan, o yolda gidenlerin sevabı kadar sevabı onların sevabından eksiltilmeksizin alır. Kötü bir yol açan ise, o yolda gidenlerin günahı kadar günahı onların günahlarından eksiltilmemek üzere alır” buyurmaktadır. (Müslim, "Zekât", 69, İbni Mâce, "Mukaddime", 203)
Sayfadan Gönüle Düşenler
Bir zamanlar iki yüzlü olan adamın, iki yüzlü bir evladı vardı. O, babası gibi bu halinin değişmesi gerektiğini düşünmüyordu. İki yüzü sayesinde, bulunduğu her ortama girebiliyor, herkesle istediği ilişkiyi kurabiliyordu. Üstelik iki yüzü de babasınınki gibi görünen cinsten değildi, kalbinde gizliydi. İnsanlar arasında babasından başka bilen de yoktu. Evladının bu haline üzülen babası, hastalığının son günlerinde ona tekrar nasihat etti: Evladım! Allah yolunda iki yüzlülük felaket habercisidir. İnsan ilişkilerinde iki yüzlülük yalnızlık habercisidir. Gel vazgeç bu halinden.

O gün babasına gülümsedi ama iki yüzünden de vazgeçmedi. Bulunduğu her ortamda, bukalemun misali renk değiştirmeye devam etti. Yüzüne güldüğü insanların arkasından konuştu. Kendi başına kaldığında ibadetlerinden kaçtı. Hiçbir sıkıntıya gelemedi. Yine de her başarıdan kendisine pay biçti. Musibet anlarında isyan etti. Kurtulunca da hiçbir ibret almadı. Kalbindekilerle hareketleri, hep bir çelişki içindeydi. Bir gün, gizlediği çirkinlikleri etrafa saçıldı ve herkes duydu. İnsanlar kendisinden uzaklaştı. Yalnızlığı derinleşti. Akıllanmak yerine kendisi gibi olanları bulmak için yola çıktı.

Ey Allahım! İki yüzlülüğün her türlüsünden ve iki yüzlülerin şerrinden Sana sığınırım. Kalbimin halini, Sana olan iman ve muhabbet ile güzelleştir. Kalbinde olanı Senden gizlediğini sananların yanılgısına düşmekten Sana sığınırım. Beni; Sana kalbiyle ve bedeniyle itaat edenlerden eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji