2 Eylül 2025
Ankebût Sûresi 15-23 (397. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ankebût Sûresi 15. Ayet

فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ  ...


Biz de onu (Nûh’u) ve gemide bulunanları kurtardık ve bunu âlemlere bir ibret kıldık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَنْجَيْنَاهُ fakat onu kurtardık ن ج و
2 وَأَصْحَابَ ve halkını ص ح ب
3 السَّفِينَةِ gemi س ف ن
4 وَجَعَلْنَاهَا ve onu yaptık ج ع ل
5 ايَةً bir ibret ا ي ي
6 لِلْعَالَمِينَ alemlere ع ل م

فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ   atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْجَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَصْحَابَ  atıf harfi وَ ‘la  اَنْجَيْنَاهُ ‘deki mef’ûlun bih olan zamire matuftur. Aynı zamanda muzâftır.  السَّف۪ينَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَنْجَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf veya haliyyedir. جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اٰيَةً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  لِلْعَالَم۪ينَ  car mecruru  اٰيَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

عَالَم۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَنْجَيْنَاهُ وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ

 

Ayet atıf harfi  فَ  ile önceki ayetteki  فَاَخَذَهُمُ الطُّوفَانُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Allah Teâlâ Hz. Nuh’u ve gemidekileri kurtardığını mazi fiil sıygasıyla bildiriyor. 

وَاَصْحَابَ السَّف۪ينَةِ  kelimesi  اَنْجَيْنَاهُ  fiilinin mef’ûlüne temâsül nedeniyle atfedilmiştir. 

اَنْجَيْنَاهُ  fiili  اِفعال  babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي  fiili ise  تفعيل  babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)

وَجَعَلْنَاهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiillerin azamet zamirine isnadı tazim, mazi fiil sıygasında gelmesi temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اٰيَةً ’deki tenvin tazim içindir.

وَجَعَلْنَاهَٓا  [bunu kıldık] ifadesindeki zamir sefîneye, hadiseye ya da kıssaya racidir.(Keşşâf)  

14 ve 15. ayetlerde Allah Teâlâ Nuh (as)’ın kıssasını çok veciz bir şekilde bildirmektedir. Bu, îcâz/özlü ifadesine rağmen kıssa içindeki tesirli öğüde delalet etmektedir. Çünkü bu kıssa, kavmi davetinden yüz çevirince Hz. Peygamber’in (sav) üzülmesi üzerine O’na teselli olmak üzere zikredilmiştir. Allah Teâlâ Peygamberine kendisinden önceki peygamberlerin de kavimlerinde bulunan kâfirlerle mücadele ettiklerini fakat sabrettiklerini bildirdi. Bu peygamberlerden ilk olarak Hz. Nuh’u zikretti. Zira o, yeryüzü küfürle dolduktan sonra gönderilen ilk resul idi. Ayrıca Hz. Nuh’un kavminden çektiğini hiçbir Peygamber çekmemiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

 
Ankebût Sûresi 16. Ayet

وَاِبْرٰه۪يمَ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  ...


İbrahim’i de peygamber olarak gönderdik. Hani o, kavmine şöyle demişti: “Allah’a kulluk edin, O’na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِبْرَاهِيمَ ve İbrahim(i gönderdik)
2 إِذْ hani
3 قَالَ dedi ki ق و ل
4 لِقَوْمِهِ kavmine ق و م
5 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
6 اللَّهَ Allah’a
7 وَاتَّقُوهُ ve O’ndan korkun و ق ي
8 ذَٰلِكُمْ bu
9 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
10 لَكُمْ sizin için
11 إِنْ eğer
12 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
13 تَعْلَمُونَ biliyor(lar) ع ل م

Hz. İbrâhim’in kavmiyle ilişkileri ve tebliğ faaliyetleri hakkında daha önceki sûrelerde başka vesilelerle bilgi verildiği için burada ayrıntılı açıklama yapmayı gerekli görmüyoruz. Şu kadarını belirtelim ki İbrâhim, öncelikle halkını, bütün peygamberlerin tebliğlerinin ortak ilkesi olan bir Allah’a kul olmaya, tanrı diye taptıkları putların gerçekten tanrı niteliklerine sahip olup olmadıkları üzerinde düşünmeye çağırmış; daha önce başka toplumların da kendi peygamberlerini yalancılıkla suçladıklarını hatırlatarak onların âkıbetlerinden ibret almaları gerektiğini ima etmiştir.

Hz. İbrâhim’in, “Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” şeklindeki ifadesi (16. âyet) özellikle şu gerçeklere işaret etmektedir: İnsanın Allah’a kul olup O’na saygıyla itaat etmesinin faydası yine insanın kendisinedir. Çünkü Allah’tan başkasına kul olmak öncelikle insanlık onurunu, kişiliğini tahrip eder; ayrıca inkârcılık insanların âhiretteki kurtuluşunu imkânsız kıldığı gibi eninde sonunda dünya hayatlarına da zarar verir. 18. âyette bazı eski toplulukların yanlış tutumlarının hatırlatılması da inkârcılığın yol açtığı dünyevî kayıp konusunda uyarı maksadı taşımaktadır.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 262-263

وَاِبْرٰه۪يمَ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ

 

اِبْرٰه۪يمَ  atıf harfi  وَ ‘la  نُوحاً ‘e matuftur.  اِذْ  zaman zarfı olup  اَرْسَلْنَا  fiiline mütealliktir.

(إِذْ) : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَال  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لِقَوْمِهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  اعْبُدُوا اللّٰهَ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اعْبُدُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اتَّقُوهُ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اتَّقُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اتَّقُوهُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  كُمْ  ise muhatap zamiridir. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  خَيْرٌ ‘a mütealliktir.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَعْلَمُونَ  cümlesi  كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. 

تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَاِبْرٰه۪يمَ اِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ 

 

اِبْرٰه۪يمَ , atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki  نُوحاً  kelimesine atfedilmiştir. Zaman zarfı  اِذْ ,  önceki ayetteki  اَنْجَيْنَاهُ  fiiline mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ لِقَوْمِهِ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.

Hz. ibrahim’in sözleri olan mekulü’l kavl cümlesi  اعْبُدُوا اللّٰهَ  şeklinde emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَاتَّقُوهُ  cümlesi  وَ  atıf harfiyle  اعْبُدُوا اللّٰهَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi أذكر  fiilinin takdiri ile mansub olup  اِذْ  de bedel-i iştimâl olarak İbrahim’den bedeldir; zira zaman kendi bünyesinde olan şeylere şamildir. Ya da  اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi yukarıdaki  نُوحاً  (Nûh)  kelimesine matuf;  اِذْ  de  اَرْسَلْنَا (gönderdik) kelimesinin zarfıdır; yani İbrahim kavmine öğüt, nasihat verecek, onlara hakkı arz edecek ve onlara ibadet ve takvayı emredecek bir yaş ve ilme ulaştığında İbrahim’i peygamber olarak gönderdik. (Keşşâf)

اعْبُدُوا اللّٰهَ وَاتَّقُوهُۜ  [Allah'a ibadet edin, O'ndan çekinin] sözü, tevhide işarettir. Çünkü tevhid, tek bir ilâhı kabul edip dışındaki her şeyi reddetmektir. Buradaki  اعْبُدُوا اللّٰهَ  emri ispata; وَاتَّقُوهُۜ  emri de, Allah'tan başka her şeyin reddine bir işarettir. Allah'a ibadet edin emrinin, vâcipleri yapmaya; O'ndan çekinin emrinin de haramlardan kaçınmaya bir işaret olduğunun söylenmesi de mümkündür. Birinciye Allah'ı itiraf ve ikrar, ikinciye şirkten kaçınma da dahil olur. (Fahreddin er-Râzî) 


ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Zamandan bağımsız, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismi olan  ذلك  ile marife olması, en güzel şekilde temyiz etmek ve tazim içindir. 

ذٰلِكَ  ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, s. 190) 

خَيْرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Onların içinde bulundukları şirk ve günahlarda hiç hayır olmadığı halde خَيْرٌ (Daha hayırlıdır) ifadesinin kullanılması, batıl iddiaları itibarıyladır. (Ebüssuûd)


اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan  كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir.

Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şart cümlesinin cevabı Kur’an’da çoğu yerde olduğu gibi mahzuftur, öncesinin delaletinden mana anlaşılır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından âdet haline getirmiştir. (Arap Dilinde كَان Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M. Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat) 

تَعْلَمُونَ  fiilinin mef’ûlu, kendisinden önceki kelimenin delaletiyle mahzuftur. Fiilin lâzım fiilerden sayılması da mümkündür. Yani, “eğer siz ilim ve tefekkür ehli iseniz.’’ manasındadır. (Âşûr)

 
Ankebût Sûresi 17. Ayet

اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً وَتَخْلُقُونَ اِفْكاًۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقاً فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


“Siz, Allah’ı bırakarak ancak putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’ı bırakarak taptıklarınızın size hiçbir rızık vermeye güçleri yetmez. Öyle ise rızkı Allah’ın katında arayın. O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Siz yalnız O’na döndürüleceksiniz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا ancak
2 تَعْبُدُونَ siz tapıyorsunuz ع ب د
3 مِنْ
4 دُونِ başka د و ن
5 اللَّهِ Allah’tan
6 أَوْثَانًا bir takım putlara و ث ن
7 وَتَخْلُقُونَ ve uyduruyorsunuz خ ل ق
8 إِفْكًا yalan şeyler ا ف ك
9 إِنَّ şüphesiz
10 الَّذِينَ
11 تَعْبُدُونَ sizin taptıklarınız ع ب د
12 مِنْ
13 دُونِ başka د و ن
14 اللَّهِ Allah’tan
15 لَا
16 يَمْلِكُونَ güçleri yetmez م ل ك
17 لَكُمْ size
18 رِزْقًا rızık vermeye ر ز ق
19 فَابْتَغُوا siz arayın ب غ ي
20 عِنْدَ yanında ع ن د
21 اللَّهِ Allah’ın
22 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
23 وَاعْبُدُوهُ ve O’na tapın ع ب د
24 وَاشْكُرُوا ve şükredin ش ك ر
25 لَهُ O’na
26 إِلَيْهِ O’na
27 تُرْجَعُونَ döndürüleceksiniz ر ج ع

اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً وَتَخْلُقُونَ اِفْكاًۜ 

 

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir. 

تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru  اَوْثَاناً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. 

اللّٰهِ  lafza-i celâl, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَوْثَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  تَخْلُقُونَ  atıf harfi وَ ‘ la  تَعْبُدُونَ ‘ye matuftur.  

تَخْلُقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اِفْكاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 


اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقاً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَعْبُدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

لَا يَمْلِكُونَ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَعْبُدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ دُونِ  car mecruru mukadder aid zamirin haline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمْلِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَكُمْ  car mecruru  رِزْقاً ‘nın mahzuf haline mütealliktir.  رِزْقاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  


فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن احتجتم إلى شيء (Eğer bir şeye ihtiyacınız varsa) şeklindedir.

ابْتَغُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  عِنْدَ  zaman zarfı  ابْتَغُوا  fiiline mütealliktir.  الرِّزْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  عْبُدُوهُ  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اشْكُرُوا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  اشْكُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  وَاشْكُرُوا  fiiline mütealliktir. 

اِلَيْهِ  car mecruru  تُرْجَعُونَ  fiiline mütealliktir. 

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

ابْتَغُوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً وَتَخْلُقُونَ اِفْكاًۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

إِنَّمَا , kâffe (durduran engelleyen) ve mekfûfe’dir.  ماَ  zaide olup, edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir.  إِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.

Kasr, fiille car-mecrur arasındadır. Onların ibadeti, Allah’tan gayrı olan putlara hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. 

اِنَّمَا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mukadder aid zamirin veya  اَوْثَاناً ’in haline müteallik olan  مِنْ دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allahla beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)

تَخْلُقُونَ اِفْكاً  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Mef’ûl olan  اَوْثَاناً  ve  اِفْكاًۜ  kelimelerindeki tenvin, nev, kesret ve tahkir ifade eder.

خلْقَ الإفك  ifadesinde istiare vardır. Bu, bir takım put suretleri uyduruyorsunuz yani onları keyfinize göre tasarlıyorsunuz -ki  خلْقَ  kelimesinin asıl anlamı tasarlamaktır - sonra da onları tapmakta olduğunuz ilâhlar haline dönüştürüyorsunuz demektir. Halbuki tapılan ilâh; yaratılan değil yaratandır, yapılan değil yapandır. Bu durumda sanki [Allah Teâla], Siz büsbütün yalandan ibaret bir ilah uydurdunuz da Allah’ın dışında ona tapıyorsunuz buyurmuştur. Buradaki  الإفك (yalan) anlamındadır. (İbni Abbas’a ulaşan) bir görüşe göre تَخْلُقُونَ اِفْكاً  ifadesi, istek ve arzunuza göre yalan uyduruyorsunuz demektir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

 

اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقاً

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ve isim cümlesi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مِنْ دُونِ اللّٰهِ  ifadesindeki  دُونِ nin iki türlü anlamı ortaya çıkmaktadır. İlki,  دُونِ nin غَيْرِ  anlamı olup bu durumda  مِنْ  zaid olur. Mana ise: “Allah’ı bırakıp onun dışındaki putlara tapıyorsunuz”dur. İkinci durum ise: دُونِ nin uzak bir mekâna isim olmasıdır ve böyle olduğunda, kelime zıt manası için müstear bir lafız olup  مِنْ  ise ibtidâiyye olacaktır. Bu durumda ise mana: “Allah’ın sıfatlarına muhalif olan sıfatlarla mevsuf putlara tapıyorsunuz” olur. (Âşûr)

لَا يَمْلِكُونَ لَكُمْ رِزْقاً  cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَكُمْ, mef’ûl olan  رِزْقاً ’a ihtimam için takdim edilmiştir.

رِزْقاً ’daki tenvin kıllet içindir. Nefy siyakında nekre, umum ve şümul ifade eder.

اِنَّمَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً  [Siz Allah'ı bırakıp sadece putlara tapıyorsunuz…] cümlesinden sonra  اِنَّ الَّذ۪ينَ تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ  [Allah'ı bırakıp da taptığınız o putlar] cümlesi getirilerek ıtnâb üslubu kullanılmıştır. Bu, put­lara tapmalarından dolayı onların adi bir iş yaptıklarını göstermek içindir. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir) 


فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ الرِّزْقَ وَاعْبُدُوهُ وَاشْكُرُوا لَهُۜ

 

فَ  mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Takdiri, …إن احتجتم إلى شيء (Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa…) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi olan  فَابْتَغُوا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Aynı üsluptaki  وَاعْبُدُوهُ  cümlesi ve  وَاشْكُرُوا لَهُ  cümlesi وَ  atıf harfiyle  فَابْتَغُوا عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Aralarında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

عِنْدَ اللّٰهِ  tamlamasında  عِنْدَ  mekân zarfı olup mecazdır. Allah’tan rızık istenmesi, aranan bir şeyin kendisine özgü kılınan bir mekânda aranıyor olmasına benzetilmiştir. Kendisine zarfın eklenmesiyle tahsis olunan bir mekâna delalet etmek üzere  عِنْدَ kelimesi ile istiare yapılmıştır. Şükrün lam ile müteaddi olması, Arap dilindeki ekseri kullanıma göre lamın ihtisas yani istihkak manasını ifade etmesidir. (Âşûr)

اللّٰهِ - دُونِ - مِنْ - رِّزْقَ - تَعْبُدُونَ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şayet “Allah Teâlâ rızkı neden önce nekre sonra marife yapmış?” dersen şöyle derim: Çünkü şu manayı murad etmektedir: Onlar size herhangi bir rızık veremezler. Öyleyse siz bütün rızkı Allah katından isteyin; rızkı size veren sadece O’dur, başkası değil! (Keşşâf)

الرِّزْقَ  kelimesinde elif-lam ahdi sarîhidir.

 

 اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Önceki emirler için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ ’nin amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur.  اِلَيْهِ  mevsûf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. 

تُرْجَعُونَ  fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder. (Âşûr, Enbiya Suresi 35) 

Bu cümle; ibadetin ve şükrün sebebi olarak gelmiştir. Yani o Allah buna karşılık size sevap veya ceza verecektir. Çünkü ölümden sonra başkasına değil sadece O’na döndürüleceksiniz. Dolayısıyla bu cümlede ibadetin sebebiyle baasın ispatı idmâc edilmiştir. (Âşûr)

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [O’na döndürüleceksiniz] sözü, lafzen sarih olarak Allah’a dönüşe delalet eder, bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Zuhruf Suresi 85, C. 4, s. 370) Buna idmâc sanatı denir.

تَعْبُدُونَ - اعْبُدُوهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi, ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
Ankebût Sûresi 18. Ayet

وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ  ...


“Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 تُكَذِّبُوا yalanlarsanız ك ذ ب
3 فَقَدْ elbette
4 كَذَّبَ yalanlamışlardı ك ذ ب
5 أُمَمٌ ümmetler de ا م م
6 مِنْ
7 قَبْلِكُمْ sizden önceki ق ب ل
8 وَمَا ve yoktur
9 عَلَى düşen
10 الرَّسُولِ elçiye ر س ل
11 إِلَّا başka bir şey
12 الْبَلَاغُ tebliğ etmekten ب ل غ
13 الْمُبِينُ açıkça ب ي ن

وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تُكَذِّبُوا  şart fiili olup  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن تكذّبوا فلا يضرّني تكذيبكم لأنه قد كذّب أمم (Eğer inkar ederseniz, inkarınız bana zarar vermez, çünkü ümmetler de inkâr etmiştir.) şeklindedir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  كَذَّبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اُمَمٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru  اُمَمٌ ’nün mahzuf sıfatına mütealliktir.

تُكَذِّبُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

Ayet, atıf harfi وَ ’la  فَقَدْ كَذَّبَ  cümlesine matuftur. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

عَلَى الرَّسُولِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِلَّا  hasr edatıdır.  الْبَلَاغُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُب۪ينُ  kelimesi  الْبَلَاغُ  sıfatı olup merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُب۪ينُ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ

 

وَ  atıftır. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi olan  تُكَذِّبُوا, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

تُكَذِّبُوا  şeklindeki şart fiili ve  كَذَّبَ  şeklindeki cevap fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya mef’ûlde olan kesrettir. 

قَدْ  mazi fiille kullanıldığında tahkik ifade eder. Ayrıca mazi fiil ile geldiğinde yapılacak işin yaklaştığını göstermek üzere, takrib manasında kullanılır. (Süyûtî, İtkan)

تُكَذِّبُوا - كَذَّبَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Eğer yalanlarsanız ifadesinin Kureyşlilere hitap olduğu, İbrahim’in (a.s.) sözlerinden olmadığı da söylenmiştir. (Kurtubî) 

Bu cümlenin mu’teriza cümlesi olması ve وَ ın itiraziyye vav’ı olması mümkündür. Bu itiraz cümlesi, İbrahim’in (a.s.) sözü ile kavminin ona olan cevabı arasında zikredilmiş olup doğrudan Allah Teala’dan müşriklere müvecceh olan bir sözdür. Hitabın gaip olarak başlayıp hitaba dönmesi kendilerini tescil etmek içindir taşır. (Âşûr)

 


 وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ

 

Bu cümle, … قَدْ كَذَّبَ  cümlesine matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَى الرَّسُولِ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْبَلَاغُ, muahhar mübtedadır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile kasr oluşmuştur. 

Ayetteki kasr, kasr-ı mevsûf ale’l-sıfat şeklinde olup izâfîdir. Habere müteallik olan  عَلَى الرَّسُولِ , mübteda olan  الْبَلَاغُ ya kasredilmiştir. Ayette Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Yani hesap görmek ona düşmez. Başkaları da tebliğ yapabileceği için izafî iddiaî kasır olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)

Muahhar mübteda olan  الْبَلَاغُ  için sıfat konumundaki  الْمُب۪ينُ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

رَّسُولِ - بَلَاغُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Taberî şöyle der:  الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ’den maksat; işitene, ondan ne murad edildiğini açıklayan ve kendisinden ne kastedildiği anlaşılan tebliğdir.
Ankebût Sûresi 19. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ  ...


Onlar, Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığını, sonra onu nasıl tekrarladığını görmüyorlar mı? Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 كَيْفَ nasıl ك ي ف
4 يُبْدِئُ başlatıyor ب د ا
5 اللَّهُ Allah
6 الْخَلْقَ yaratmayı خ ل ق
7 ثُمَّ sonra
8 يُعِيدُهُ onu iade ediyor ع و د
9 إِنَّ şüphesiz
10 ذَٰلِكَ bu
11 عَلَى göre
12 اللَّهِ Allah’a
13 يَسِيرٌ kolaydır ي س ر

Bu bölümün, Hz. İbrâhim ve onun halkıyla ilgili önceki âyetlerin devamı sayılabileceği gibi –bir tür parantez içi ifadesi olarak– Hz. Peygamber ve onun kavmiyle ilgili olabileceği de belirtilmektedir. Her iki durumda da önemli olan, varlığı, oluşu ve hayatı başlatanın da devam ettirenin de Allah olduğunun ortaya konmasıdır. Bu gerçeğin “... görmezler mi?” şeklinde soru ifadesiyle dile getirilmesi ise insanın duyu ve zihin imkânlarını kullanmasının gerekliğine işaret etmektedir. Ayrıca sağlıklı bir şekilde incelenip üzerinde düşünüldüğünde varlığın arkasındaki hikmeti, planı ve o planın sahibini anlama imkânının elde edilebileceğine de işaret vardır. Bu yaratılış olgusunun hatırlatılmasında, –Kur’an’da değişik vesilelerle sık sık altı çizildiği gibi– aynı yaratıcı kudretin âhiret denilen ikinci hayatı gerçekleştirmeye de muktedir olduğuna bir ima bulunmaktadır.

19. âyeti şu şekilde anlayanlar da vardır: “Görmez mi onlar, Allah varlığı ilk baştan nasıl yoktan yaratıyor? Sonra O, yaratılışı tekrar gerçekleştirecektir.” Bu yoruma göre önce evrendeki sürekli yaratılış hatırlatılmakta, ardından da âhiret hayatının başlangıcı olmak üzere ikinci yaratılışın gerçekleşeceğine dikkat çekilmektedir. İlk yaratılışın geniş zaman (muzâri) fiiliyle zikredilmesi bu yaratılışın sürekliliğine işaret eder (bk. Kurtubî, XIII, 349; İbn Âşûr, XX, 228). Ancak âyetin bütününde dünyadaki yaratılışa, bu yaratılışın sürekliliğine dikkat çekildiği şeklindeki görüş daha isabetli görünmektedir. 20. âyette ise hem dünyadaki yaratma hem de dünya hayatının sona ermesinin ardından ikinci hayat için diriltme söz konusu edilmiş; ilk yaratma, ikinci yaratmanın mümkün olduğuna delil olarak gösterilmiştir (Taberî, XX, 138-139). 21. âyette ikinci yaratılışın yani âhiret hayatının gerçekleşme sebebi dolaylı bir ifadeyle belirtilmiştir ki bu da Allah’ın dilediğine azap etmesi, dilediğine de merhametiyle muamele edip azaptan esirgemesidir. Kuşkusuz Allah, adalet ve hikmet sahibi olduğu için, dünya hayatını inkâr ve isyanla geçirenleri cezaya çarptıracak, iman ve itaatle geçirenleri de azaptan koruyup lutuf ve merhametiyle onlara ikramda bulunacaktır. Nitekim 23. âyet, ilâhî rahmetin ve cezanın adalet temeline dayandığına dikkat çekmektedir.

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 263-264

   Yesera يسر :   يُسْرٌ, zorluk anlamındaki عُسْرٌ sözcüğünün zıddıdır, kolaylık demektir. يَسَّرَ ve إسْتَيْسَرَ formları kolaylaşmayı ifade eder. تَيَسَّرَ ise kolaylaştırmak ve hazırlamak anlamında kullanılır. يَسِيرٌ ve مَيْسُورٌ kolay, yumuşak ve mülayim anlamına gelirken miktarı az ve önemsiz şeylerle ilgili de kullanılır.

  Yine bu köke ait مَيْسَرَةٌ ve يَسارٌ kelimeleri zenginliği ifade eder. يَسارٌ (sol) sözcüğü ayrıca يَمِينٌ (sağ) sözcüğünün de kardeşidir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  44 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Yüsra, müyesser, Yesâri ve Yâser'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلوا “Gaflet mi ettiler?” şeklindedir.

Hemze istifhâm harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  كَيْفَ  istifhâm ismi olup amili  يُبْدِئُ ’nün hali olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir. Bu ayette  يَرَوْا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُبْدِئُ اللّٰهُ  cümlesi  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

يُبْدِئُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  الْخَلْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُع۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُع۪يدُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عود ’dir.

يُبْدِئُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  بدأ ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

  

 اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ذٰلِكَ  işaret ismi  اِنَّ nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك  ise muhatap zamiridir. 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru يَس۪يرٌ ’e mütealliktir. يَس۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur.

اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ 

 

Atıfla gelen  اَوَلَمْ يَرَوْا كَيْفَ  cümlesi, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, … أغفلوا (Gaflet mi ettiler?) şeklindedir.

Hemze inkarî istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

كَيْفَ , hal konumunda istifham harfidir.  كَيْفَ يُبْدِئُ اللّٰهُ الْخَلْقَ  cümlesi  يَرَوْا  fiilinin mef’ûlu yerindedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kur’an'da geçen  أولم تر  ile ألم تر  arasındaki fark için vav harfiyle gelen tabirin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delil çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir. أولم تر  tabirinin hayatta misali çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir. ألم تر  tabirinin de çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 329)

Bu ifadeyle tıpkı görme gibi apaçık olan bir “bilme” manası kastedilmiştir. Çünkü insan, yaratılışın başlangıcının Allah'tan olduğunu bilir. Çünkü ilk yaratma mahlukattan olamaz. (Fahreddin er-Râzî) 

Bu ifade, Mekke halkına hatırlatmada bulunmak ve açık delil olmasına rağmen ölümden sonra yeniden dirilmeyi yalanlamalarını çirkin addetmek üzere Hz. İbrahim kıssasının iki bölümü arasında bir ara cümlesidir. Ayetin anlamı şöyledir: “Mekke halkı, Allah'ın ilk olarak bir varlığı herhangi bir madde olmadan nasıl yarattığını görmediler ve bütün açıklığı ile görme sayılabilecek ölçüde bilgi sahibi olmadılar mı?” (Rûhu’l Beyan)

  

 ثُمَّ يُع۪يدُهُۜ

 

ثُمَّ  harfiyle gelen cümle, istînafiyyedir.  ثُمَّ  atıf değil, rütbe ve terahî ifade eder. Çünkü yokluktan sonra yeniden yaratılış onlara görünür değildir ve bunu akıllarına bile getirmezler. Müstakil olarak  اَوَلَمْ يَرَوْا  cümlesiyle  قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi arasında itiraziyyedir. (Âşûr ve Mahmut Sâfî) 

Cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يُبْدِئُ  (ilk defa yaratır) - يُع۪يدُ (tekrar yaratır) kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

يُبْدِئُ - خَلْقَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

 

 اِنَّ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يرٌ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. اِنَّ ’nin isminin ismi işaret olarak gelmesi işaret edilenin önemini vurgulayarak tazim ifadesi içindir. İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَى اللّٰهِ, ihtimam için amili olan  يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir.

Müsned olan  يَس۪يرٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır. Tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Bütün mamullerin cümledeki yeri aslında amilinden sonra gelmesidir. Cümlede car mecrur ihtimam sebebiyle amili olan  يَس۪يرٌ ’a takdim edilmiştir. Çünkü kolaylık Allah’a isnad edilmiştir.

 
Ankebût Sûresi 20. Ayet

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ  ...


De ki: “Yeryüzünde dolaşın da Allah’ın başlangıçta yaratmayı nasıl yaptığına bakın. Sonra Allah (aynı şekilde) sonraki yaratmayı da yapacaktır. (Kıyametten sonra her şeyi tekrar yaratacaktır) Şüphesiz Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 سِيرُوا gezin س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 فَانْظُرُوا ve bakın ن ظ ر
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 بَدَأَ başladı ب د ا
8 الْخَلْقَ yaratmağa خ ل ق
9 ثُمَّ sonra
10 اللَّهُ Allah
11 يُنْشِئُ yapacaktır ن ش ا
12 النَّشْأَةَ yaratmayı da ن ش ا
13 الْاخِرَةَ son ا خ ر
14 إِنَّ çünkü
15 اللَّهَ Allah
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ gücü yeter ق د ر

  Neşe'e نشأ :    نَشْأَةٌ bir şeyi ihdas etmek, icat etmek; ilk defa, daha önce yokken varlık sahasına taşımak, yapmak veya üretmek, ve besleyip büyütmek veya yetiştirmek demektir.

  İf'al formundaki إنْشاءٌ kavramı, bir şeyin icad edilmesi, ve beslenip büyütülmesi veya yetiştirilmesidir. Daha çok canlılarla ilgili kullanılır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 28 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri neş'et etmek, inşâ,menşe ve naşîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

س۪يرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  س۪يرُوا  fiiline mütealliktir. 

فَ  atıf harfidir.  انْظُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  كَيْفَ  istifham ismi olup amili  بَدَاَ ‘nin hali olup mahallen mansubdur.

بَدَاَ الْخَلْقَ  cümlesi, انْظُرُوا  fiilini iki mef’ûlü yerinde olarak mahallen mansubdur.

بَدَاَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.  الْخَلْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


 ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ 

 

ثُمَّ  istînâfiyyedir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur.  يُنْشِئُ النَّشْاَةَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُنْشِئُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  النَّشْاَةَ  masdardan naib mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْاٰخِرَةَ  kelimesi  النَّشْاَةَ nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُنْشِئُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نشأ ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubdur.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَد۪يرٌ ’a mütealliktir.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

قَد۪يرٌ  kelimesi  اِنّ nin haberi olup merfûdur. 

قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ

 

Ayet istînafiye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ  cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehdit ve korkutma manası taşıdığı için mecâz-ı mürsel mürekkebdir.

Yine aynı üslupla gelen  فَانْظُرُوا كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ  cümlesi, mekulü’l kavl cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır.

كَيْفَ  istifham ismi hal,  بَدَاَ الْخَلْقَ  cümlesi de  انْظُرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

Cenab-ı Hakk önceki ayetle,  رُؤْيَة  (görme) lafzını, bu ayette de نْظُرُ  (bakma) lafzını getirmiştir. Fıtrî ilim, fikrî ve tefekkürî ilimden daha tam ve mükemmeldir. Çünkü bakmak, görmeye götürür. Nitekim Arapçada “Baktım ve gördüm” denilir. Bir şeye götüren ise o şeyin altındadır. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk, birincisinde, “Sizin için görme tahakkuk etmediyse o görmenin tahakkuk edebilmesi için yeryüzüne bakınız…” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)  

Ayetteki  س۪يرُوا  ve  انْظُرُوا  emir fiilleri itibar yani düşünmeye sevk etmek amacıyla gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 ثُمَّ اللّٰهُ يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ 

 

ثُمَّ  atıf değil istînâfiyyedir. Rütbe ve terahî ifade eder. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mübtedanın haberi olan  يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  النَّشْاَةَ, mahzuf mef’ûl-ü mutlaktan naibdir.

النَّشْاَةَ  için sıfat olan  الْاٰخِرَةَۜ, mevsûfunun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek azgınların şeytanlara tabi oluşlarının  zihinde canlanması sağlanmıştır.  

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin takdimi söz konusudur. 

كَيْفَ -  بَدَاَ - الْخَلْقَ - اللّٰهُ  kelimelerinde izmâr-izhar arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

يُنْشِئُ - النَّشْاَةَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

النَّشْاَةَ  kelimesi  النَّشْاَةَ  ve  ألنٌَشاءة  şeklinde okunmuştur; tıpkı  ألرٌَأفة  ve  ألرٌَآفَة  gibi. Şayet  كَيْفَ بَدَاَ الْخَلْقَ  ifadesinde Allah zamirle ifade edildiği halde  ثُمَّ اللّٰهُ  ifadesinde neden lâfza-i celâl -açıkça hem de başlangıç ifadesi yani mübteda olarak- getirilmiştir? Oysa normali, كَيْفَ بَدَأ الله الخَلْقَ ثُمَّ  يُنْشِئُ النَّشْاَةَ الْاٰخِرَةَ  şeklinde ifade edilmesidir. Bunun manası nedir? dersen şöyle derim: Mekkelilerle tartışılan yeniden yaratma konusu idi. -Ki dizler bu konuda hep zangırdamıştır! İşte Allah Teâlâ ilk yaratılışın kendisi tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koyunca, tekrar yaratmanın da aynen ilk yaratma gibi olduğunu onlara bir kanıt olarak sunmuştur. Hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı Allah’ı ilk yaratma aciz bırakamadığı gibi yeniden yaratma da aciz bırakamaz! Adeta (Sonra durum şu ki; ilk icadı gerçekleştiren kim ise tekrar yaratmayı gerçekleştirecek olan da odur.) buyurmaktadır. İşbu manaya delalet ve tenbih için ism-i celâlini açıkça zikretmiş ve bunu ifadeye başlangıç kılmıştır. (Keşşâf-Ebüssuûd)

 

اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌۚ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyh olan Allah lafzı iki kez zikredilmesi şüphesiz müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa Suresi 81)

Daha önce açık isim geçtiği için zamir gelmesi gereken yerde Allah ismi celâli geldi. Böylece muhatabın zihninde bu isim daha kolay yerleşir. Çünkü açık isim zamirden daha kuvvetli, daha belîğ, delalet ettiği manayı daha iyi ifade eden ve zihinlerde yerleştiren bir kelimedir. Bu ayetlerdeki ism-i celâller de böyledir. Bu Allah lafızları yerine gaib zamir gelseydi bu etki olmazdı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

شَيْءٍ deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amiline takdim edilmiştir. 

Şüphesiz Allah her şeye kādirdir. Çünkü O gücünü zatından alır, zatının mümkünlere nispeti de eşittir. O sebeple ilk oluşuma gücü yettiği gibi ikinci oluşuma da gücü yeter.  (Beyzâvî)     

يَس۪يرٌ  (Kolay) - س۪يرُوا (Yürüyün) kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
Ankebût Sûresi 21. Ayet

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ  ...


O, dilediğine azap eder, dilediğine de merhamet eder. Ancak O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يُعَذِّبُ azabeder ع ذ ب
2 مَنْ kimseye
3 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
4 وَيَرْحَمُ ve acır ر ح م
5 مَنْ kimseye
6 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
7 وَإِلَيْهِ ve hepiniz O’na
8 تُقْلَبُونَ çevrilirsiniz ق ل ب

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ

 

Fiil cümlesidir.  يُعَذِّبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  وَ  atıf harfidir.

يَرْحَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

يُعَذِّبُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيْهِ  car mecruru  تُقْلَبُونَ  fiiline mütealliktir.

تُقْلَبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki mübteda için ikinci haber olması da caizdir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu cümle, makablinin tamamlayıcısı mahiyetindedir. Ayette, azap etmek önce zikredilmiş, çünkü bu makamdaki korkutmak, teşvikten daha münasiptir. (Ebüssuûd)

يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ - يَرْحَمُ مَنْ يَشَٓاءُۚ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

يُعَذِّبُ - يَرْحَمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

مَنْ - يَشَٓاءُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاِلَيْهِ تُقْلَبُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la ... يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.  

تُقْلَبُونَ  fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kur’an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ, ihtimam için amili olan  تُقْلَبُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Car mecrurun takdimi kasr değil, ihtimam içindir. Çünkü reddedilen bir inanç yoktur. Ve bu takdimde yeniden dirilişin meydana gelişini ispat ve tehdit vardır. (Âşûr)
Ankebût Sûresi 22. Ayet

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟  ...


Siz, yerde de gökte de (Allah’ı) âciz bırakacak değilsiniz. Sizin Allah’tan başka ne bir dostunuz, ne de bir yardımcınız vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değilsiniz
2 أَنْتُمْ siz
3 بِمُعْجِزِينَ aciz bırakacak ع ج ز
4 فِي
5 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
6 وَلَا ve ne de
7 فِي
8 السَّمَاءِ gökte س م و
9 وَمَا ve yoktur
10 لَكُمْ sizin için
11 مِنْ
12 دُونِ başka د و ن
13 اللَّهِ Allah’tan
14 مِنْ hiçbir
15 وَلِيٍّ koruyucu(nuz) و ل ي
16 وَلَا ve ne de
17 نَصِيرٍ bir yardımcı(nız) ن ص ر

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  اَنْتُمْ  munfasıl zamir  مَٓا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.  بِ  harf-i ceri zaiddir. مُعْجِز۪ينَ  lafzen mecrur,  مَٓا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُعْجِز۪ينَ ’deki zamirin haline mütealliktir. 

وَ  atıf harfidir. لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  فِي السَّمَٓاءِۘ  car mecruru  فِي الْاَرْضِ ’a matuftur.

 

وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  مِنْ دُونِ  car mecruru  وَلِيٍّ ’nin haline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مِنْ  zaiddir.  مِنْ وَلِيٍّ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  zaid harftir. لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. نَص۪يرٍ۟  lafzen mecrur mahallen merfûdur.

وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۘ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi formundadır.  مَٓا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِمُعْجِز۪ينَ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden zaid harf, nefy harfinin tekrarı ve isim cümlesi olmak üzere çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir. 

المُعْجِزُ kelimesi asıl olarak, birini herhangi bir eylemi yapmaktan aciz bırakan kişi demektir. Burada üstün gelmek ve kudretten kaçıp kurtulmak anlamında mecaz olarak kullanılmıştır. (Âşûr)

Nefy harfi  لَا ’nın tekrarlanması olumsuzluğu tekid içindir.

السَّمَٓاءِۘ  - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ۟

 

Cümle istînâfa  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مَا لَكُمْ  mahzuf habere mütealliktir. Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  وَلِيٍّ  muahhar mübtedadır. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen  دُونِ اللّٰهِ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

وَلِيٍّ - نَص۪يرٍ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ankebût Sûresi 23. Ayet

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Allah’ın âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr edenler var ya; işte onlar benim rahmetimden ümit kesmişlerdir. İşte onlar için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
3 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَلِقَائِهِ ve O’nunla buluşmayı ل ق ي
6 أُولَٰئِكَ işte onlar
7 يَئِسُوا ümidi kesmişlerdir ي ا س
8 مِنْ -den
9 رَحْمَتِي benim rahmetim- ر ح م
10 وَأُولَٰئِكَ ve işte
11 لَهُمْ onlar için vardır
12 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
13 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي 

 

وَ  atıf harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 لِقَٓائِه۪ٓ  car mecruru atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا  cümlesi mübteda  الَّذ۪ينَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَـئِسُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مِنْ رَحْمَت۪ي  car mecruru  يَـئِسُوا  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ ’nin sıfatı olup lafzen merfûdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la önceki ayetteki  وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

Mübteda konumundaki mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَلِقَٓائِه۪ٓ, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107) 

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  izafeti, ayetlerin tazim ve tekrimi içindir. 

Ayetlerin Allah'a izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.

Bu ayetler, kıyametteki dirilmeye delâlet eden ilk yaratma ile ahiret hayatını bildiren ayetleri de öncelikle kapsayan geniş bir mana ifade etmektedir. Bu ayetleri, Allah'ın vahdaniyet delillerine tahsis etmek ise bu makama münasip düşmez. (Ebüssuûd)

لِقَٓائِه۪ٓ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓائِ  şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesi mübtedanın haberidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ismi işaret olan  اُو۬لٰٓئِكَ  ile marife oluşu işaret edilenleri tahkir ve kınamak içindir.

Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  ayetinde müşriklerin Allah’ın rahmetinden ümit kesmelerinin mazi fiil ile haber verilmesi, vuku bulacak olan bu durumun kesin olarak gerçekleşeceğine dikkat çekmek içindir. Mana ise: “Onlar, kesinlikle Allah’ın rahmetinden ümit keseceklerdir” şeklindedir. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَحْمَت۪ي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رَحْمَت۪  tazim edilmiştir.

اللّٰهِ - رَحْمَت۪ي  kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

Zemahşerî ِAnkebût Suresinin 20-23. ayetlerinin, İbrahim’in (a.s.) sözlerinin bir parçası olabileceği gibi, ikinci bir ihtimalle itirazî cümleler de olmaya elverişli olduğunu kaydeder. Müfessir bu görüşüyle itirazî cümlelerin sadece bir cümle veya ayet değil, cümleler dizisi şeklinde gelebileceğini de belirtmiş olmaktadır. 

Zemahşerî İbrahim kıssasının ana metin içinde itirazî olacak şekilde zikredilmesini; küfür ve şirkin inkâr üzerine kurulması, Kureyş’in risaleti kabul etmeyişlerinin inkâr tarihinin tekerrüründen ibaret olması ve böylece Peygamber Efendimizin yaşadıklarından ötürü teselli edilmesi ile gerekçelendirir. Bütün bu anlatımlar, genel çerçevede Allah’ın birliği, kudreti ve delilleri ile şirkin çürük yapısını nitelemeye matuftur. Bu çift yönlü ilişki, itirazî ayetlerle ana ayet grubu arasında derin bir bağ oluşturur. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları) 18-23 ayetleri arasındaki bölümün istitrat olduğu da söylenmiştir.

 وَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 

 

Cümle atıf harfi وَ ’la  اُو۬لٰٓئِكَ يَـئِسُوا مِنْ رَحْمَت۪ي  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder.

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan  لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.

اَل۪يمٌ  kelimesi  عَذَابٌ  için sıfatttır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَل۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ nin tekrarı o kimselerin ne aşağılık ve kötü kimseler olduklarını ve azabı hak ettiklerini vurgulamak içindir. Bu tekrarda ınâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cenab-ı Hakk, rahmetten bahsedince, onu kendisine nispet ederek  مِنْ رَحْمَت۪ي [Benim rahmetimden…] demiş, azaptan bahsedince onu kendisine nispet etmemiştir. Bunun sebebi, rahmetinin azabını geçmiş olması ve bir de kullarına, rahmetinin onları kuşattığını ve o rahmetin kendisinden ayrılmazlığını bildirmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
Günün Mesajı
17. ayette “O şeyler” olarak tercüme edilen kelimenin aslı ellezine ism-i mevsulü (birleştirme ismi/zamiri) olup, esasen şuurlu varlıklar için kullanılır. Bu da göstermektedir ki, putperest toplumların taptıkİarı putların çoğu melekler, cinler, peygamberler, kahramanlar, devlet adamları gibi, bir zaman halkın çok sevip, daha sonra tanrılaştırdıkları kimseleri temsil ediyordu. Dolayısıyla âyet, putİarı nazara verirken, bu gerçeğe de işarette bulunmaktadır. Bunların dışında, insanlar' çok defa, iyi veya kötü bildikleri birtakım 'ruhlar'a, “tabiat kuvvetleri”ne, gök cisimlerine ve daha başka şeylere de tapınmış, Allah'ın İrade ve Kudreti'ni bu şekilde başka pek çok şeylere taksim etmişlerdir. Burada belirtelim ki, putçuluk ve putatapıcılık, geçmişe ait bir vakıa olmayıp, bugün de açık ve örtülü biçimde pek çok şekillerde ve pek çok isim altında devam etmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler


Ey her şeye kadir olan Allahım! Nefsim, ergenlik döneminden çıkamayan bir yetişkin gibi. Yardımına ve rahmetine muhtacım. Nefsimi; talebesini özenle yetiştirmeye çalışan bir hoca gibi seveyim. Bilinmez kazalardan zarar görmesin diye yavrusunu kollayan bir ebeveyn gibi koruyayım.

Nefsimin isteklerini pirincin taşını ayıklar gibi ayıklayayım. İstediklerime ulaşmanın yollarını ince eleyip sık dokuyayım. Her ihtiyacımı ve rızkımı, Senin katında arayayım. Karşılanan her isteğimin Senden geldiğinin bilincinde olup şükredeyim. Elde edemediğime ya da kaybettiğime üzülmekten çok, Senin takdirine güveneyim.

Ey dilediğini cezalandıran ve dilediğini affeden Allahım! Nefsimi kalbimle beraber Sana itaat ettir. Şirkin ve küfrün her şeklinden yüzümü çevirip, yalnız Sana yöneleyim. Yolların en hayırlısında yürümeyi seçip, Senin sınırlarına tevazu ile riayet edeyim. Sana kulluk için geldiğim bu dünyadan, rızanı kazananlardan olup çıkayım.

Amin.

***

Rızık dendiği zaman çoğunlukla akla ilk gelen karın tokluğundan yemek ya da para olur. Belki de rızık, yeryüzündeki nimetlerden maddi ya da manevi anlamda doğru faydalanabilmektir. Böyle bakıldığında zamanı değerlendirmek de bir rızıktır. Amel etmedikten sonra ilmi, tadını çıkaramadıktan sonra yemeği, gözü doymadıktan sonra malı, üzerine giyemedikten sonra kıyafeti, işe yaramadıktan sonra herhangi bir ilacı, iyi yoldaş olmadıktan sonra arkadaşı ve doğru yaşamadıktan sonra ömrün uzamasını istemenin anlamı nedir?

Etrafımızı saran yoğun mutsuzluk sisinin sebebi de bu olsa gerek. Herkes bir şeylerin daha çok olmasını istemekte ve bunun için de çabalamaktadır. Dünya hayatı kıymeti bilinmeyen nice nimetlerle doludur. Zira nefsin: ‘yeter ki sahip olalım’ yalanına kanmak kolaydır. Ancak geçmişten ibret almasını bilen ve Allah’ın rızasını kazanmak umuduyla doğru yaşamaya çalışan kişi şunu bilir: tek başına sahip olmak yeterli değildir.

İşte bu yüzden daima Allah’tan iste ve daima tam iste! Allah’ın rahmetini kucaklamak hevesiyle açabildiğin kadar aç dualarının kollarını. Her şeyi; kalbinden geçenleri ve istemeyi akıl edemediklerini iste. Yapamadıklarını yapabilmek için ihtiyacın olanı iste. Elindekilerin kıymetini bilmeyi de iste. Şeksiz imanla ve samimi şükürle dolu mutmain bir kalp iste. Rızkını iste. Yani istediklerinin kendi hayatında nice hayırlara vesile olmasını ve seni Allah’ın rızasına ferahlık ile ulaştırmasını iste. 

Ey Allahım! 
Bizi;
İstemesini bilenlerden ve daima Senden isteyenlerden, 
Elindekilerinin kıymetini bilenlerden ve hem maddi, hem de manevi anlamda onlardan faydalananlardan,
Teslimiyetin ve tevekkülün getirdiği huzur ve muhabbet ile hakiki manada doyanlardan,
Her şeyi, Senin rızana yaklaşmak ve Sana kavuşmak için bir basamak görenlerden ve yardımın ile doğru adımı, doğru şekilde atanlardan,
Sana kul olanlardan ve Sana şükredenlerden,
Sana döneceği bilinciyle yaşayanlardan, huzuruna aydınlık bir yüz ile çıkanlardan ve Sana kavuşanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji