بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ فَاَنْجٰيهُ اللّٰهُ مِنَ النَّارِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | olmadı |
|
3 | جَوَابَ | cevabı |
|
4 | قَوْمِهِ | kavminin |
|
5 | إِلَّا | başka bir şey |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | قَالُوا | demelerinden |
|
8 | اقْتُلُوهُ | onu öldürün |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | حَرِّقُوهُ | onu yakın |
|
11 | فَأَنْجَاهُ | fakat onu kurtardı |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | مِنَ | -ten |
|
14 | النَّارِ | ateş- |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | فِي | vardır |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
18 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
19 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
20 | يُؤْمِنُونَ | inanan |
|
Hz. İbrâhim, kavminin bayram şenliği için kasabanın dışına çıktığı bir sırada, en büyükleri dışındaki bütün putlarını kırmış, bu yüzden onu ateşe atarak cezalandırmaya kalkıştıklarında Allah Teâlâ bir mûcize gerçekleştirip, o dehşetli ateşi serinliğe dönüştürmüştü, İbrâhim de sağ salim kurtulmuştu (bilgi için bk. Enbiyâ 21/51-71). Fakat bu olay da kavmi üzerinde ciddi bir tesir bırakmadı; 25. âyetten anlaşıldığına göre bunun bir sebebi de putperestliğin, söz konusu kavim arasında bir dayanışma ruhu doğurmuş olmasıydı. Yani onlarda din, bir inanç konusu olmaktan ziyade bir toplumsal kaynaşma aracı idi. Böylece onlar için dinî inançların doğru veya yanlış olmasının önemli görülmediği, toplumda bir sevgi bağı oluşturacak şekilde geleneksel bir kurum olmasının yeterli bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bir gerçeklik konusu değil de sadece bir töre ve çıkar konusu, bir kültür unsuru olarak benimsenen dinin ebedî kurtuluşu sağlamaktan uzak olacağı da açıktır. Dolayısıyla, 25. âyette belirtildiğine göre, dünyada böyle bâtıl bir din etrafında birleşenler, sadece gerçek olanların değer taşıyacağı âhirette aynı sevgi bağını sürdüremeyecekler; aksine tapanlar, tapılanlar, birbirini aldatıp haktan saptıranlar ve körü körüne onlara kapılıp sapanlar, hepsi birbirinden kopacak, hatta birbirine ağır eleştiriler yönelteceklerdir; ama bu suçlamalar hiçbirini hak ettikleri cezaya çarptırılmaktan, Allah’ın yardımından mahrum kalmanın doğuracağı çaresizlikten kurtaramayacaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 264
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ فَاَنْجٰيهُ اللّٰهُ مِنَ النَّارِۜ
فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. جَوَابَ kelimesi كَانَ’nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur.
قَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ٓ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اقْتُلُوهُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اقْتُلُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder.
حَرِّقُوهُ fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Cümle atıf harfi فَ ile mukadder söze matuftur. Takdiri, فقذفوه فأنجاه (Böylece onu attılar ama O, onu kurtardı) şeklindedir.
اَنْجٰيهُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi filldir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. مِنَ النَّارِ car mecruru اَنْجٰيهُ fiiline mütealliktir.
حَرِّقُوهُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi حرق ’dur.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَةً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. يُؤْمِنُونَ fiili قَوْمٍ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ
فَ istînâfiyyedir veya 12. ayetteki İbrahim kıssasına atıftır.
Ayetin ilk cümlesi, olumsuz كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, كَانَ ’nin ismi ve haberi arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; sıfat denilen vasfın, mevsûftan başkasında bulunmamasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ izafeti, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Masdar harfi اَنْ ’in dahil olduğu اَنْ قَالُوا اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismidir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اقْتُلُوهُ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Yine aynı üslupla gelen حَرِّقُوهُ, mekulü’l-kavl cümlesine اَوْ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler inşâî olmak bakımından mutabıktır.
ما كان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
اقْتُلُوهُ اَوْ حَرِّقُوهُ [Onu öldürün veya onu yakın] cümlesinde îcâz vardır. Onu ateşte yakın demektir. Aynı şekilde فَاَنْجٰيهُ [Allah onu kurtardı] cümlesinde de îcâz vardır. Yani (Onlar onu ateşe attılar, Allah da onu ateşten kurtardı) demektir. (Safvetu’t Tefasir)
اَوْ حَرِّقُوهُ فَاَنْجٰيهُ اللّٰهُ مِنَ النَّارِۜ
Cümle atıf harfi فَ ile mukadder cümleye matuftur. Takdiri, فقذفوه (Onu attılar.) şeklindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İki cümle arasında meskutun anh vardır. Yani onu ateşe attılar, Allah da onu ateşten kurtardı demektir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
اَنْجَيْنَاكُمْ fiili اِفعال babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise تفعيل babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim, لِقَوْمٍ ’deki tenvin ise muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.
Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden يُؤْمِنُونَ cümlesi, لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناًۙ مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۘ وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَۗ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
3 | اتَّخَذْتُمْ | siz edindiniz |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | دُونِ | bırakıp |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
7 | أَوْثَانًا | birtakım putlar |
|
8 | مَوَدَّةَ | sevmek için |
|
9 | بَيْنِكُمْ | birbirinizi |
|
10 | فِي |
|
|
11 | الْحَيَاةِ | hayatında |
|
12 | الدُّنْيَا | dünya |
|
13 | ثُمَّ | sonra |
|
14 | يَوْمَ | gününde |
|
15 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
16 | يَكْفُرُ | inkar edersiniz |
|
17 | بَعْضُكُمْ | bir kısmınız |
|
18 | بِبَعْضٍ | diğerini |
|
19 | وَيَلْعَنُ | ve la’netlersiniz |
|
20 | بَعْضُكُمْ | bir kısmınız |
|
21 | بَعْضًا | diğerini |
|
22 | وَمَأْوَاكُمُ | ve varacağınız yer |
|
23 | النَّارُ | ateştir |
|
24 | وَمَا | ve yoktur |
|
25 | لَكُمْ | sizin için |
|
26 | مِنْ | hiçbir |
|
27 | نَاصِرِينَ | yardımcı |
|
Vedde ودّ: وَدٌّ herhangi bir şeyi sevmek ve onun olmasını temenni etmektir. Bu köke ait meveddet مَوَدَّةٌ kelimesi hem salt sevgi anlamında hem de temenni ve arzu anlamlarında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 29 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Vedûd (esmaul husna), Meveddet ve Müveddet'tir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Be'ada بعض : Bir şeyin بَعْضِ 'sı (bazısı), onun bir parçasıdır. Bu bütün (كُلٌّ) göz önünde bulundurularak söylenir.
Bu köke ait بَعُوضٌ sivrisinek sözcüğü de بَعْضُ kelimesinden alınmıştır. Bu da onun diğer hayvanlara göre cisminin çok küçük oluşundandır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda 158 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri bazı ve bazendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناًۙ مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli اتَّخَذْتُمْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّمَا kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اتَّخَذْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَوْثَاناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَوَدَّةَ mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَيْنِكُمْ mekân zarfı, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. فِي الْحَيٰوةِ car mecruru اتَّخَذْتُمْ fiiline mütealliktir.
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةِ hayatın sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۘ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَوْمَ zaman zarfı, يَكْفُرُ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَكْفُرُ merfû muzari fiildir. بَعْضُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِبَعْضٍ car mecruru يَكْفُرُ fiiline mütealliktir. يَلْعَنُ atıf harfi وَ ’la يَكْفُرُ fiiline mütealliktir.
يَلْعَنُ merfû muzari fiildir. بَعْضُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَعْضاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَۗ
İsim cümlesidir. مَأْوٰيكُمُ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. النَّارُ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealiktir. مِنْ harf-i ceri zaiddir. نَاصِر۪ينَ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
مِنْ nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü Nahiv, s. 341)
نَاصِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan نصر fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Türkçemizdeki himaye eden, kollayan, yardım eden gibi kelimelerin karşılığı olan نَاصِرٌ kelimesi Kur'an-ı Kerim’de نَاصِرُونَ ve اَنْصَارُ şeklinde iki farklı cemi kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemi müzekker salim kipi ile gelen نَاصِرُونَ kelimesi sekiz yerde, cemi kıllet kipi ile gelen اَنْصَارُ kelimesi de on bir ayette geçmektedir.
نَاصِرُونَ ; Âl-i İmran Suresi, 3/22, 56, 91, 150; Nahl Suresi, 16/37; Ankebût Suresi, 29/25; Rûm Suresi, 30/29; Casiye Suresi, 45/34; اَنْصَارُ; Bakara Suresi, 2/270; Âl-i İmran Suresi, 3 /52, 192; Maide Suresi, 5/72; Nuh Suresi, 71/25; Tevbe Suresi, 9/100, 117; Saff Suresi, 61/14. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur'an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)
وَقَالَ اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناًۙ مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ
وَ istînâfiyyedir. Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in sözlerini bildiriyor. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّمَا اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْثَاناً cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
إِنَّمَا , kâffe (durduran engelleyen) ve mekfûfedir. ماَ zaide olup, edatın îrab bakımından tesirine mani olan harftir. إِنَّ ’yi amelden düşürmüştür.
Kasr, fiille car-mecrur arasındadır. Onların amelleri, Allah’tan gayrı olan putlara hasredilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
اِنَّمَا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Bu edatla kasr, müspet siyakında gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اتَّخَذْتُمْ fiiliyle; ibadet edilmeyi hak etmedikleri ortaya konduktan sonra hala onları ilah edinmeye devam etmek manası kastedilmiştir. (Âşûr)
Mukadder ikinci mef’ûle müteallik olan مِنْ دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ دُونِ اللّٰهِ tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah‘la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı, Dergâhü’l Kur’an, c. 8, s. 723)
اَوْثَاناً ’deki tenvin tahkir içindir.
Onlara olan sevgilerinden haber vermek akli mecazdır. Çünkü onları ilah edinmelerinin sebebi sevgileridir. Mecazın ifade ettiği mübalağa; إنَّ ile yapılan tekid üzerine tekid olmuştur. Bu iki tekid hasr ifade eder. Çünkü Sekkâkî’nin dediğine göre hasr, sadece tekid üzerine tekid ile yapılmaz. Burada da haber önce olumlu söylenerek sonra da bundan başkasının olumsuz olduğu söylenerek tekid edilmiştir. (Âşûr)
مَوَدَّةَ , mef’ûlun lieclih olarak mansubdur.
فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya hayatı içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hayatı hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mücrimlerin dünya hayatında putlara ya da aralarındaki muhabbetlerini tekid için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
مَوَدَّةَ بَيْنِكُمْ ifadesi izafetli ve izafetsiz olarak mansub da merfû da okunmuştur. Mansub okunuşunun iki açıklaması vardır. Biri; مَوَدَّةَ kelimesinin mef‘ûlün leh olmasıdır yani aranızda sevgi ve bağlılık peyda olması için Allah’tan başka tanrılar edinmişsiniz! Çünkü -insanlar bir mezhepte ittifak ettiği gibi- siz de bu tanrılara tapınmak üzere toplanıyor, onlar sayesinde kaynaşıyorsunuz. Bu, onların birbirini sevmelerine, dostluk, sadakat ve samimiyetlerine vesile oluyordu. Diğer açıklama; مَوَدَّةَ kelimesinin اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ (Furkan Suresi 43; Casiye Suresi 23) ayetindeki gibi, ikinci mef‘ûl olmasıdır; bu durumda mana muzafın hazfedildiği takdir edilerek; “Tanrıları aranızda meveddet sebebi edinmişsiniz!” ya da “Tanrıları aranızda meveddet -yani mevdûdet (sevilen varlıklar)- edinmişsiniz!” şeklindedir. Tıpkı [Öyle insanlar var ki Allah’tan başka birtakım şeyleri O’na denk kabul eder ve onları Allah’ı sever gibi severler! (Bakara Suresi, 165)] ayetindeki gibi. مَوَدَّةَ kelimesinin merfu okunuşu da iki şekilde açıklanabilir: مَوَدَّةَ kelimesi اِنَّمَا ’daki مَا mevsûle kabul edilerek, اِنَّ ’nin haberi olur. Veya mahzuf bir mübtedanın haberi olur. Anlam şöyledir: Tanrılar aranızda bir meveddettir -yani sevilen şeydir- ya da meveddet sebebidir. (Keşşâf)
ثُمَّ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكْفُرُ بَعْضُكُمْ بِبَعْضٍ وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۘ
Cümle terahi bildiren ثُمَّ atıf harfi ile öncesindeki …اتَّخَذْتُمْ مِنْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَوْمَ zaman zarfı, يَكْفُرُ fiiline mütealliktir. Zarf-ı zaman olan يَوْمَ önemine binaen amili olan يَكْفُرُ ’ya takdim edilmiştir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıyga teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيَلْعَنُ بَعْضُكُمْ بَعْض cümlesi …اتَّخَذْتُمْ مِنْ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَأْوٰيكُمُ النَّارُ
Hükümde oraklık sebebiyle …اتَّخَذْتُمْ مِنْ cümlesine atfedilen son cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan مَأْوٰيكُمُ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Müsned olan النَّارُ ’ın marife gelişi, kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir.
Müsned iki durumda marife olur.
1. Muhatap; müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur.
2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyak, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyakın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Onların sığınağı ateştir ifadesinde istiare vardır. مَأْوٰي, aslında sığınılacak yer demektir. Burada cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için ve hiç itiraz etmeden gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir. Ayette cehennemin onların me’vası olduğunu söylemekle; aynı “cehennemle müjdele“ cümlesinde olduğu gibi tahakküm ve alay üslubu ile uyarma söz konusudur. Aralarındaki zıddiyet tehekküm ve alay kastıyla tenasübe benzetilmiştir. Sığınma, himaye manaları nar’da hayalen vardır.
وَمَا لَكُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَۗ
Cümle atıf harfi وَ ’la …اتَّخَذْتُمْ مِنْ دُونِ cümlesine atfedilmiştir. Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Zaid harf ve isim cümlesi olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan مِنْ نَاصِر۪ينَ ’deki مِنْ harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyh olan نَاصِر۪ينَ۟ ’nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederken yine olumsuz cümledeki مِنْ , “hiç anlamı verir. Yani onlar için hiçbir yardımcı yoktur.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Müsnedün ileyh olan نَاصِر۪ينَۗ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi bu sıfatın devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مِنْ nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü, Nahiv, s. 341)
Cenab-ı Hakk bundan önce müfred (tekil) sıyga ile: “Allah'tan başka sizin bir veliniz ve bir yardımcınız yoktur” (Ankebut Suresi, 22) buyurmuş; burada ise cemi sıygası ile “Sizin yardımcılarınız da yoktur” buyurmuştur. Bunun hikmeti şudur: Onlar, Hz. İbrahim’i (a.s.) yakmak istediklerinde, “Onu yakın ve ilahlarınıza yardımda bulunun.” (Enbiya Suresi, 68) ayetinde bahsolunduğu gibi: “Biz ilahlarımıza yardım ediyoruz.” demişlerdi. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Siz, onların yardımcıları olduğunuzu iddia ediyordunuz. Halbuki ne putperestlerin, ne de o putların yardımcıları yoktur.” buyurmuştur. Ama o ayette, yardımcılardan bahsolunmamıştır. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk, yardımı, cins olarak tamamen nefyederek “Hiçbir yardımcı yoktur” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Lût, İbrâhim’in kardeşi Haran’ın oğludur (Tekvîn, 14/12). Amcasının yaymaya çalıştığı dini benimsemiş, daha sonra kendisi de peygamberlikle şereflendirilmiştir (Lût hakkında bilgi için bk. Hûd 11/69-73).
“Artık ben, rabbime göç edeceğim” meâlindeki ifadeyi Hz. Lût’a nisbet edenler olmuşsa da bunu Hz. İbrâhim’in söylediği yönündeki görüş daha isabetli görünmektedir. Nitekim İbrâhim aleyhisselâm, putperest halkı tarafından atıldığı ateşten en küçük bir zarar görmeden kurtulmasıyla sonuçlanan mûcizeye rağmen yine de halkı kendisine iman etmeyince artık orada kalmanın mânasız hale geldiğini anlamış ve Ken‘ân diyarına hicret etmeye karar vermişti (Hz. İbrâhim’in hayatı hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124).
İshak, İbrâhim’in İsmâil’den sonra dünyaya gelen oğlu, Ya‘kub da onun İshak’tan torunudur. Ya‘kub’un diğer bir adı da İsrâil’dir; İsrâiloğulları ismi buradan gelmektedir. Âyette İshak ile birlikte Ya‘kub’un da Hz. İbrâhim’e bir bağış ve armağan olarak anılması, onun İsrâiloğulları’nın tarihindeki önemine işaret eder.
İbn Atıyye, Hz. İbrâhim’e dünyada verilen mükâfatı, ateşten kurtarılması, âdil davranması, doğru ve yararlı işler yapmayı ilke edinmesi, her çağda saygıyla anılması, sonraki bütün nesillerin onu mânevî önder ve rehber olarak görmeleri, Hz. İsmâil gibi gönlü saygıyla dolu bir evlâda sahip olması şeklinde özetlemiştir (IV, 314).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 264-265فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru اٰمَنَ fiiline mütealliktir. لُوطٌۢ fail olup lafzen merfûdur. قَالَ atıf harfi وَ ’la اٰمَنَ fiiline matuftur.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ي mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُهَاجِرٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اِلٰى رَبّ۪ي car mecruru مُهَاجِرٌ ’a mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُهَاجِرٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْعَز۪يزُ haber olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌۢ
Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle … وَقَالَ cümlesine atfedilmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , fail olan لُوطٌۢ ’e ihtimam için takdim edilmiştir.
Bu cümle Hz. İbrahim’in sözleri arasında itiraziyyedir. Lut’un isminin anılması, ona Lut’tan (a.s.) başka kimsenin inanmadığını gösterir. (Âşûr)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
المُهاجَرَةُ (Hicret), الهَجْرِ kelimesinin mufâale babıdır ve manası: kendisine bağlı olan bir şeyin terk edilmesidir. Mufâale babı mübalağa içindir. (Âşûr)
وَقَالَ اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ
Bu cümle makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ bu cümlede Hz. İbrahim’in sözlerini bildiriyor.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِلٰى رَبّ۪ي ifadesinde اِلٰى harfinin kullanılması meknî istiaredir. Bu harfi mecazi manada intihâ ifade etmiştir. Çünkü İbrahim’in (a.s.) Allah’ın emrettiği yere hicreti Allah Teâlâ’nın zatına hicret gibidir. Dolayısıyla bu harf hayali meknî istiare için kullanılmıştır veya halkının Allah'a ibadet etmediği bir yerden Allah'a şirk koşanların bulunmadığı bir yere hicret etmek istemesi Allah’a hicreti gibidir. Böylece اِلٰى harfi lam-ı ta’lil manasını taşıyarak tebei istiare olmuştur. Arkadan gelen إنَّهُ هو العَزِيزُ الحَكِيمُ cümlesiyle istiare-i muraşşaha olmuştur. (Âşûr)
İbrahim’e (a.s.) ait mütekellim zamirinin رَبّ۪ ismiyle izafeti, Hz. İbrahim’e tazim ve teşrif içindir.
Hz. İbrahim, اِنّ۪ي مُهَاجِرٌ اِلٰى رَبّ۪يۜ [Ben Rabbime hicret ediciyim] yani “Hicret etmem emrolunan tarafa yönelip gitmem, oraya gitmeyi istememden ötürü değil, sırf Allah rızasından ötürüdür” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ve ve fasıl zamiriyle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
Munfasıl zamir, اِنَّ ’nin ismini tekid için gelmiştir. (Mahmud Safî, Âşûr)
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
الْعَز۪يزُ ve الْحَك۪يمُ sıfatları sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Önce gelen الْعَز۪يزُ ismini الْحَك۪يمُ isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye layık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr)وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَوَهَبْنَا | ve biz armağan ettik |
|
2 | لَهُ | ona |
|
3 | إِسْحَاقَ | İshak’ı |
|
4 | وَيَعْقُوبَ | ve Ya’kub’u |
|
5 | وَجَعَلْنَا | ve verdik |
|
6 | فِي | içindekilere |
|
7 | ذُرِّيَّتِهِ | onun nesli |
|
8 | النُّبُوَّةَ | peygamberlik |
|
9 | وَالْكِتَابَ | ve Kitap |
|
10 | وَاتَيْنَاهُ | ve ona verdik |
|
11 | أَجْرَهُ | karşılığını |
|
12 | فِي |
|
|
13 | الدُّنْيَا | dünyada |
|
14 | وَإِنَّهُ | ve şüphesiz o |
|
15 | فِي |
|
|
16 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
17 | لَمِنَ | elbette |
|
18 | الصَّالِحِينَ | iyilerdendir |
|
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَـهُٓ car mecruru وَهَبْنَا fiiline mütealliktir. اِسْحٰقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَعْقُوبَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. جَعَلْنَا atıf harfi وَ ’la وَهَبْنَا fiiline matuftur.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ car mecruru amili جَعَلْنَا ’nın mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
النُّبُوَّةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْكِتَابَ atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
اٰتَيْنَاهُ atıf harfi وَ ’la وَهَبْنَا ’ya matuftur. اٰتَيْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَجْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الدُّنْيَا car mecruru اٰتَيْنَاهُ fiiline mütealliktir. الدُّنْيَا ismi mecrur olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
اٰتَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru الصَّالِح۪ينَ ’e mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. مِنَ الصَّالِح۪ينَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada ba’z (bir kısım) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الصَّالِح۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ
وَ atıftır. Ilk cümle olan وَوَهَبْنَا لَـهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ, önceki ayetteki …وَقَالَ cümlesine matuftur. Mazi fiil sîgasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَـهُٓ , ihtimam dolayısıyla mef’ûl olan اِسْحٰقَ ’ya takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلْنَا ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ النُّبُوَّةَ وَالْكِتَابَ ve وَاٰتَيْنَاهُ اَجْرَهُ فِي الدُّنْيَاۚ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle وَهَبْنَا cümlesine atfedilmiştir.
Fiillerin hepsi azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
ف۪ي ذُرِّيَّتِهِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla zürriyet içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zürriyet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Zürriyetle bağlantının kuvvetini ifade için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
اَجْرَهُ kelimesinde istiare vardır. Mükâfat, işçiye yapılan ödemeye benzetilmiştir.
وَهَبْنَا fiilinde cem’ edilenler; İshak, Yakub, kitap, dünyada mükâfat, zürriyetinden nebiler verilmesi şeklinde sayılmıştır. Bu, taksim sanatıdır. Ayrıca ibhamdan sonra izah babından ıtnâbdır.
Şayet “Kitaptan murad edilen nedir?” dersen şöyle derim: Burada kitap cinsi murad edilmiştir. Artık bu sözün muhtevasına İbrahim’in nesline verilen şu dört kitap da dahil olmuştur: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an. (Keşşâf)
Yani biz, İbrahim'e (a.s.), çocuk doğurmasından umudunu kestiği o kısır, kocakarı eşinden dilediği bir oğul ve fazla olarak ikinci bir oğul da vermiştik; onun soyundan çok peygamber gönderdik; dört büyük semavi kitap dahil olmak üzere onlara ilâhi kitaplar verdik ve onun hicretinin karşılığı olarak dünyada evlat ve pak zürriyet, soyundan peygamberliğin sürekli devam etmesi, hak dinlerin mensuplarının atası sayılmak ve kıyamete dek ona övgü ve salât getirilmesi gibi mükâfatlar da verdik. (Ebüssuûd)
الكِتابُ kelimesi ile kastedilen cinstir. Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an-ı Kerim, İbrahim’in (a.s.) soyuna inen kitaplardır. (Âşûr)
وَاِنَّهُ فِي الْاٰخِرَةِ لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. لَمِنَ الصَّالِح۪ينَ, mahzuf habere mütealliktir.
Car mecrur لَـهُٓ , amili olan الصَّالِح۪ينَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
الصَّالِح۪ينَ ism-i fail vezninde gelerek salih olma özelliğinin sübut ve devamına işaret etmiştir.
Dünyada mükâfatını verdik sözünün zikrinden sonra ahirette salihlerden kıldık şeklindeki ifade îgāl babından ıtnâbdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve tekid lamı sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
Onun ahirette verilecek yol gösterme ve peygamberliğinin mükâfatı da vardır. Bu da onun, orada salihlerden olmasıdır. Çünkü kulun salih olması, elde edebileceği en yüksek derecedir. Zira salih, olduğu gibi kalan şey manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
الصّالِحِينَ kelimesindeki marifelik kemâl manası içindir. “Ahirette o kâmil vasıflara sahip olan salihler arasındadır” manasındadır. (Âşûr)
الدُّنْيَاۚ - لْاٰخِرَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلُوطًا | ve Lut |
|
2 | إِذْ | hani |
|
3 | قَالَ | dedi ki |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
5 | إِنَّكُمْ | şüphesiz siz |
|
6 | لَتَأْتُونَ | gidiyorsunuz |
|
7 | الْفَاحِشَةَ | bir fuhşa |
|
8 | مَا | yapmadığı |
|
9 | سَبَقَكُمْ | sizden önce |
|
10 | بِهَا | onu |
|
11 | مِنْ | hiç |
|
12 | أَحَدٍ | kimsenin |
|
13 | مِنَ | -den |
|
14 | الْعَالَمِينَ | alemler- |
|
وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ
لُوطاً atıf harfi وَ ’la اِبْرٰه۪يمَ ’e matuftur.
اِذْ zaman zarfı mukadder أرسلنا fiiline mütealliktir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لِقَوْمِ car mecruru قَالَ fiiline mütalliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. تَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الْفَاحِشَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. سَبَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِهَا car mecruru zamir olan mef’ûlun haline mütealliktir. Takdiri, متلبّسين بها (Ona bürünerek) şeklindedir.
مِنْ zaiddir. مِنْ اَحَدٍ lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْعَالَم۪ينَ car mecruru اَحَدٍ ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir.وَلُوطاً اِذْ قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ
16. ayetteki إبراهيم ’e matuf olan لُوطاً ’in, takdiri أذكر (Düşün, hatırla!) olan mahzuf fiilin mef’ûlü olduğu da söylenmiştir.
Zaman zarfı اِذْ , mahallen mecrur olan … قَالَ لِقَوْمِه۪ٓ cümlesine muzâf olmuştur.
Zaman ismi olan اِذْ ’in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr)
Mekulü’l-kavl olan اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ cümlesi, اِنَّ ve lâm-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkarî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ ifadesinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder.
لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ [Gerçekten siz hayasızlık yapıyorsunuz…] ve arkadan gelen [Siz, ille de erkeklere mi yaklaşacaksınız?] cümlelerinde, onların çirkin işlerini kınamak ve ayıplamak için çeşitli edatlarla tekid ve fiili tekrarlamak suretiyle ıtnâb yapılmıştır. (Safvetü’t Tefasir)
مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ
Failden veya الْفَاحِشَةَۘ ’den hal olan cümle fasılla gelmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
مِنْ اَحَدٍ ibaresi, nefy siyakında nekra olarak gelmiştir. Bilindiği gibi, olumsuz siyakta gelen nekre, umuma delalet eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِهَا , ihtimam için fail olan مِنْ اَحَدٍ ’e takdim edilmiştir.
مِنَ الْعَالَم۪ينَ car mecruru اَحَدٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Ayetteki beyânî üsluptan umum anlaşılmaktadır. Cümlede iki farklı şekilde umumi mana ifade edilmiştir:
Lut’u da... ifadesi İbrahim’i de ifadesine ya da İbrahim’in de matuf olduğu Nuh’u da kelimesine atfedilmiştir. الْفَاحِشَةَ lafzı, çirkinliğin dibi anlamına gelir. مَا سَبَقَكُمْ بِهَا مِنْ اَحَدٍ مِنَ الْعَالَم۪ينَ [Dünyada sizden önce hiç kimse bunu yapmamıştı!] cümlesi yapılan işin çirkinliğini ortaya koyan bir başlangıç cümlesidir. Sanki biri; “Bu iş (yani livata) neden kötüdür?” diye soruyor da ona şöyle deniliyor: Bu, çok çirkin olduğundan insanlar tabiatları gereği bundan iğrenip nefret ettikleri için bu işe bunlardan önce hiç kimse teşebbüs etmemiştir. Tabiatları pis; tıynet, huy ve karakterleri habis olduğu için bu işe bir tek Lut kavmi cüret etmiştir. Alimler demişlerdir ki: Lut kavminden önce hiçbir erkek, hiçbir erkeğe şehvetle yanaşmamıştır! (Keşşâf)
Bu cümle, fiilin son derece çirkin olduğunun izahıdır. Zira bütün dünya insanlarının bu fiilden uzak durması, bunun ancak, insan tabiatının tiksindiği ve nefislerin nefret ettiği bir fiil olduğunu göstermektedir. (Ebüssuûd)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَئِنَّكُمْ | siz ha? |
|
2 | لَتَأْتُونَ | gidiyorsunuz |
|
3 | الرِّجَالَ | erkeklere |
|
4 | وَتَقْطَعُونَ | ve kesiyorsunuz |
|
5 | السَّبِيلَ | yol |
|
6 | وَتَأْتُونَ | ve yapıyorsunuz |
|
7 | فِي |
|
|
8 | نَادِيكُمُ | toplantılarınızda |
|
9 | الْمُنْكَرَ | edepsizce şeyler |
|
10 | فَمَا | fakat |
|
11 | كَانَ | olmadı |
|
12 | جَوَابَ | cevabı |
|
13 | قَوْمِهِ | Kavmi’nin |
|
14 | إِلَّا | başka |
|
15 | أَنْ |
|
|
16 | قَالُوا | demelerinden |
|
17 | ائْتِنَا | haydi getir |
|
18 | بِعَذَابِ | azabını |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | إِنْ | eğer |
|
21 | كُنْتَ | isen |
|
22 | مِنَ | -dan |
|
23 | الصَّادِقِينَ | doğrular- |
|
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ önceki ayetteki اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ ’den bedel olarak mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hemze istifhâm harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. تَأْتُونَ الرِّجَالَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. الرِّجَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. تَقْطَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. السَّب۪يلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. تَأْتُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي نَاد۪ي car mecruru الْمُنْكَرَ ’in mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْمُنْكَرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَاد۪يكُمُ kelimesi, sülasi mücerredi ندي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ
فَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. جَوَابَ kelimesi كَانَ ’nin mukaddem haberi olup lafzen mansubdur. قَوْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel, كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ائْتِنَا illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِعَذَابِ car mecruru ائْتِنَا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنْتَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
صَّادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَئِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الرِّجَالَ وَتَقْطَعُونَ السَّب۪يلَ وَتَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ
Ayetin ilk cümlesi, önceki ayetteki اِنَّكُمْ لَتَأْتُونَ الْفَاحِشَةَۘ cümlesinden bedel olarak nasb mahallindedir. Hemze inkârî istifham harfidir. Soru mütekellimin bilmediği veya cevap istediği bir konu olmadığı için cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, ikaz manasına gelen terkip mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayetteki, تَأْتُونَ ف۪ي نَاد۪يكُمُ الْمُنْكَرَۜ [toplantı yerinizde meşru olmayanı mutlaka yapacak mısınız?] ifadesi “Yaptığınızın çirkin oluşu yetmiyormuş gibi bunu bir de açıktan yapma çirkinliğini işliyorsunuz.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
تَأْتُونَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَمَا كَانَ جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ izafeti, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki قَالُوا ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ cümlesi, masdar teviliyle كَانَ ’nin muahhar ismidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. جَوَابَ قَوْمِه۪ٓ mevsûf/maksûr, mübteda olan masdar-ı müevvel sıfat/maksûrun aleyhtir.
Günahkârların sözlerindeki بِعَذَابِ اللّٰهِ izafeti onların alay ve eğlence kastına işaret ederek, azabın tazimini ifade eder.
ائْتِنَا - تَأْتُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ائْتِنا بِعَذابِ اللَّهِ cümlesindeki emir, aciz bırakma içindir ve Resul’ün daveti esnasında onları azap konusunda uyardığını da içermektedir. (Âşûr)
اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Ayetin mekulü’l-kavle dahil olan fasılası, fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الصَّادِق۪ينَ car-mecruru كاِن’nin mahzuf haberine mütealliktir.
Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri; ائْتِنَا بِعَذَابِ اللّٰهِ (Bize Allah’ın azabını getir.) şeklindedir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اِنْ harfi, vuku bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılır. Burada da peygamberin doğru söyleme ihtimali azmış gibi düşündüklerini ifade etmişlerdir.
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2) Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.
3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
Şart cümlesiyle kavim, Lut (as)’la alay etmek amacında olduklarını, اِنْ şart harfini seçerek, onun uyarılarını ciddiye almadıklarını belli etmektedirler.
Kur'an-ı Kerim’de muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için birçok şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir.
Tebliğde Farklı Üslup
Cenab-ı Hak, Hz. İbrahim’in (as) kavminin “Onu öldürün veya yakın” dediğini, Lût’un (as) kavminin ise “Allah'ın azabını getir bize” dediklerini, Hz. İbrahim (as), Lût (as), İbrahim’in (as) kavminden olduğu için Lût’tan (as) daha büyük olduğu halde onu tehdit etmediklerini nakletmiştir (niçin)? Buna cevaben diyoruz ki: İbrahim (as), onların dinlerini tenkit ediyor ve ilâhlarını, değerlerini düşürecek, noksanlıklarını ifade eden, duymazlar, görmezler, faydalı olmazlar gibi sıfatlarla tenkit ediyor, kınıyordu. Bir kimsenin dinini tenkid etmek ise ona ağır gelir. Bundan dolayı onlar, Hz. İbrahim’in (as) cezasını ölüm veya yakma olarak takdir etmişlerdi. Hz. Lût (as) ise kavminin yaptığı o çirkin fiili yadırgıyor, onları haram işlemekle itham ediyordu. Kavmi de: “Bu dinle ilgili bir şey değildir” diyorlardı. Dolayısıyla Lût’un (as) tenkidi kavmine, Hz. İbrahim’in (as) sözünün kavmine ağır gelişi gibi ağır gelmiyordu ve “Sen bunun haram olduğunu, Allah'ın bundan ötürü azap edeceğini söylüyorsun. Biz ise azap etmeyeceğini söylüyoruz. Eğer bu hususta sadık ise bize o azabı getir.” demeye başladılar. (Fahreddin er-Râzî)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli رَبِّ انْصُرْن۪ي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. رَبِّ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlun bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْصُرْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَلَى الْقَوْمِ car mecruru انْصُرْن۪ي fiiline mütealliktir. الْمُفْسِد۪ينَ kelimesi الْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُفْسِد۪ينَ۟ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelen ayet faide-i haber ibtidai kelamdır. قَالَ fiili ve mef’ûlünden müteşekkildir. Allah Teâlâ, Hz. Lut’un duasını bildirmektedir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبِّ انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟ , nida üslubunda talebi inşâî isnaddır. Nida harfi ve mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfin amacı, mütekellimin münadaya yakın olma isteğidir. رَبِّ ismiyle gerçekleşen izafet, mütekellimin sığınma ve yardım isteğine işaret eder.
Nidanın cevabı olan انْصُرْن۪ي عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Veciz anlatım kastıyla gelen الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟ izafeti, kavmi tahkir içindir.
عَلَى الْقَوْمِ الْمُفْسِد۪ينَ۟ [Bozguncular topluluğuna karşı] ifadesi, “o çirkin hareketin ardına düşenlere ve onu kendilerinden sonrakilere adet haline getirenlere karşı” manasındadır. Onları böyle nitelemesi, azabı mübalağalı şekilde istemek ve onların acil azabı hak ettiklerini akla getirmek içindir. (Beyzâvî)
Yaptıkları amellerin iğrençliğiyle kendilerini ifsat ettikleri ve insanları fuhşiyata ve kötülüğe sürükleyip alıştırdıkları için المُفْسِدِينَ vasfını almışlardır. Bu vasıflandırma ile onlara karşı istenilen nusretin Allah tarafından gönderileceğine dair bir işaret vardır. Çünkü Allah Teâlâ fesat çıkaranları (bozguncuları) sevmez. (Âşûr)
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و - نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.