بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُـنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | zaman |
|
2 | جَاءَتْ | geldikleri |
|
3 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
4 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’e |
|
5 | بِالْبُشْرَىٰ | bir müjde ile |
|
6 | قَالُوا | dediler ki |
|
7 | إِنَّا | muhakkak biz |
|
8 | مُهْلِكُو | helak edeceğiz |
|
9 | أَهْلِ | halkını |
|
10 | هَٰذِهِ | şu |
|
11 | الْقَرْيَةِ | (Sodom) kentin |
|
12 | إِنَّ | çünkü |
|
13 | أَهْلَهَا | oranın halkı |
|
14 | كَانُوا | oldular |
|
15 | ظَالِمِينَ | zalimler(den) |
|
Heleke هلك : هَلاكٌ sözcüğü dört manada kullanılabilir: 1- Bir şeyin senden kaybolmuşken senin dışındaki birinin yanında mevcut olması. 2- Bir şeyin şekil değiştirmesi, fesad/bozulma yoluyla helak olması. 3- Ölüm anlamında kullanılması. 4- Bir şeyin varlık aleminden iptal edilmesi ve kökten yok edilmesi. Fenâ bulma diye adlandırılan da budur.
Azap, korku ve fakirlik içinde helâk adı kullanılmaktadır. هُلْكٌ kavramı ise, yok etmek/yıkıma uğratmaktır. تَهْلُكَةٌ helake yol açan, sebep olan ya da götüren şeydir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 68 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri helak olmak, tehlike, istihlak ve müstehliktir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُـنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ
وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. جَٓاءَتْ رُسُلُنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِبْرٰه۪يمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِالْبُشْرٰى car mecruru جَٓاءَتْ fiiline mütealliktir.
فَ karînesi olmadan gelen قَالُٓوا cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اِنَّا مُهْلِكُٓوا ’dur. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُهْلِكُٓوا fiili, اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
اَهْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. هٰذِهِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْقَرْيَةِ kelimesi هٰذِهِ ’den bedel olup fetha kesra ile mecrurdur.
مُهْلِكُٓوا kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَهْلَهَا kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَانُوا ile başlayan isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. ظَالِم۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
ظَالِم۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُـنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ
وَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَتْ رُسُلُـنَٓا اِبْرٰه۪يمَ بِالْبُشْرٰىۙ cümlesi, şarttır ve لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Veciz anlatım kastıyla gelen رُسُلُـنَٓا izafetinde azamet zamirine muzâf olan رُسُلُ şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsned olan مُهْلِكُٓوا اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِۚ ‘nin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye etmiş, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Henüz gerçekleşmemiş olduğu halde mazi sıyga ile ifade edilmesi, bu fiilin kesinlikle vuku bulacağına işaret etmek içindir.
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı olmak üzere böyle tekidler içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الْقَرْيَةِۚ ’nin هٰذِهِ ile işaret edilmesi, ona dikkat çekmek ve tahkir içindir.
اِنَّ اَهْلَهَا كَانُوا ظَالِم۪ينَۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formundadır. كان ’nin haberi olan ظَالِم۪ينَۚ , ism-i fail vezninde gelerek bu sıfatın onlarda devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُهْلِكُٓوا- اَهْلَ kelimeleri arasında cinası nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَهْلَ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Allah Teâlâ melekleri müjdeleyici ve inzar edici olarak gönderdi. Fakat müjde Allah'ın rahmetinin, helak ile inzar etme ise gazabının eseridir. Rahmeti gazabını geçmiştir. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk ayette müjdeyi inzardan önce zikrederek [Elçilerimiz İbrahim'e o müjdeyi getirince…] buyurmuş, sonra da [Biz bu memleketin ahalisini helak edeceğiz] demiştir. Melekler müjdeden bahsederken onu bir sebebe bağlamaksızın, “Biz, peygamber olduğun veya mümin veya adil olduğun için seni müjdeliyoruz” dememişler. Ama helak etmekten bahsederken bunu bir sebebe bağlayarak [Çünkü onun ahalisi zalim oldular] demişlerdir. Çünkü lütuf sahibinin lütfu bir karşılık ile olmaz. Adaletli olanın azabı ise ancak bir suçtan dolayı olur. (Fahreddin er-Râzî)
ٱنصُرۡنِی عَلَى ٱلۡقَوۡمِ ٱلۡمُفۡسِدِینَ ve إِنَّ أَهۡلَهَا كَانُوا۟ ظَـٰلِمِینَ şeklindeki 30 ve 31. ayetlerin son harflerinde birbirine uygunluk ve kulağa hoş gelen eşsiz bir tatlılık vardır. Bu, Kur'an'ın özelliklerindendir. (Safvetü’t Tefasir)
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (İbrahim) dedi ki |
|
2 | إِنَّ | ama |
|
3 | فِيهَا | orada vardır |
|
4 | لُوطًا | Lut |
|
5 | قَالُوا | dediler ki |
|
6 | نَحْنُ | biz |
|
7 | أَعْلَمُ | daha iyi biliriz |
|
8 | بِمَنْ | kimin bulunduğunu |
|
9 | فِيهَا | orada |
|
10 | لَنُنَجِّيَنَّهُ | onu kurtaracağız |
|
11 | وَأَهْلَهُ | ve ailesini |
|
12 | إِلَّا | yalnız |
|
13 | امْرَأَتَهُ | karısı |
|
14 | كَانَتْ | olmuştur |
|
15 | مِنَ | -dan |
|
16 | الْغَابِرِينَ | kalacaklar- |
|
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪يهَا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem ismine müteallıktır. لُـوطاً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur.
قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli نَحْنُ اَعْلَمُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ‘ye mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.
İsm-i tafdil bazen de farklı harf-i cerler ile kullanılabilir. بِ harf-i ceriyle kullanılırsa bilgi ve cehalet manası ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نُنَجِّيَنَّهُ fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. نُنَجِّيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَهْلَـهُٓ atıf harfi و ’la لَنُنَجِّيَنَّهُ ‘ deki zamire matuftur.
اِلَّا istisna harfidir. امْرَاَتَهُ müstesnadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَنُنَجِّيَنَّهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf haberine mütealliktir.
الْغَابِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْغَابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ
Fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İlk cümlede Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in sözlerini bildirmektedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ ف۪يهَا لُـوطاًۜ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. ف۪يهَاۘ car mecruru, اِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine mutealliktir. لُـوطاًۜ ise اِنَّ ’nin muahhar ismidir.
Bu ifadeyle Hz. İbrahim, elçilerin bu konuda bilgisi olduğundan şüphesi olmadığı halde tahassür ve teessüf (üzüntü ve hayıflanma) duygularını izhar etmek istemiştir. Muktezâ-i zâhirin hilafına durum arzeden terkip, muktezâ-i hale mutabıktır.
قَالُوا نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَنْ ف۪يهَاۘ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Harf-i cerle birlikte اَعْلَمُ ’ya müteallik müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’nin sılası mahzuftur. Car mecrur ف۪يهَاۘ , bu mahzuf sılaya mütealliktir.
قَالُوا - قَالَ arasında cinası iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَنُنَجِّيَنَّهُ وَاَهْلَـهُٓ اِلَّا امْرَاَتَهُۘ
Mekulü’l-kavle dahil istînâfiyye olan cümlede لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiş cevap cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasemin cevabı olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lâm harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nûnunun getirilmesi zorunlu hale gelir.
Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
اِلَّا istisna edatı, امْرَاَتَهُۘ müstesnadır.
امْرَاَتَكَ - اَهْلَكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Lut’un (a.s.) karısı için zevc değil امْرَاَتَ kelimesi kullanılmıştır.
İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür: Sadakat, Allah’ın dinine inanmada birlik, üreme imkânı bulunmak, nikâhlı olmak. اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: – İhanet (Aldatma) – Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık – Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) – Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
الْغَابِر۪ينَ - لَنُنَجِّيَنَّهُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
Burada şöyle bir incelik var: O grup yani Hz. İbrahim (a.s.) ile melekler hayır ehli idiler. Her biri diğerinin daha hayırlı olmasını isterdi. Mesela, Hz. İbrahim (a.s.), meleklerin “Biz onları imha edeceğiz” sözünü duyunca hem kendisini hem de kendisine meleklerin verdiği (salih evlat) müjdesini unutup Lut’u (a.s.) düşündüğünü ortaya koydu ve “Onların içinde Lut da var” dedi. Melekler de Hz. İbrahim’in (a.s.) bu durumunu görünce, buna bir diğer hususu ilave ederek: “Sen sadece Lut’tan bahsediyorsun. Halbuki biz, hem onu hem ehlini (ona tabi olanları) kurtaracağız” dediler. Sonra da ehlinden karısının müstesna olduğunu bildirerek, “Yalnız geride kalacaklardan yani helak olacaklardan olan karısı müstesna” demişlerdir.
الْغَابِر۪ينَ hem geçmiş hem devam eden hakkında kullanılan müşterek bir lafızdır. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | جَاءَتْ | geldi |
|
4 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
5 | لُوطًا | Lut’a |
|
6 | سِيءَ | fenalaştı |
|
7 | بِهِمْ | onlar yüzünden |
|
8 | وَضَاقَ | ve daraldı |
|
9 | بِهِمْ | onlar hakkında |
|
10 | ذَرْعًا | huzursuzca |
|
11 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَخَفْ | korkma |
|
14 | وَلَا | ve ne de |
|
15 | تَحْزَنْ | üzülme |
|
16 | إِنَّا | elbette biz |
|
17 | مُنَجُّوكَ | seni kurtaracağız |
|
18 | وَأَهْلَكَ | ve aileni |
|
19 | إِلَّا | yalnız |
|
20 | امْرَأَتَكَ | karın |
|
21 | كَانَتْ | olmuştur |
|
22 | مِنَ | -dan |
|
23 | الْغَابِرِينَ | kalacaklar- |
|
Zera'a ذرع : ذِراعٌ insanın bilinen organı koldur. Ayrıca bu sözcük kol ile ölçülen şey anlamında da kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 5 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli zirâ(arşın)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً
وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi zaiddir. جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لُـوطاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen س۪ٓيءَ cümlesi şartın cevabıdır. س۪ٓيءَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بِهِمْ car mecruru س۪ٓيءَ fiiline mütealliktir. ضَـاقَ بِهِمْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
ضَـاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ذَرْعاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir.
Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَا تَخَفْ ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَا تَحْزَنْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُنَجُّوكَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَهْلَكَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, ننجّي (Kurtardık) şeklindedir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. امْرَاَتَكَ müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُنَجُّوكَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
İsim cümlesidir. كَانَتْ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى’dir. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf haberine mütealliktir.
الْغَابِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْغَابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠
وَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. اَنْ zaid harftir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً cümlesi, şarttır ve لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Veciz anlatım kastıyla gelen رُسُلُـنَٓا izafetinde azamet zamirine muzâf olan رُسُلُ şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi س۪ٓيءَ بِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. س۪ٓيءَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Naib-i fail, Lut’tur (a.s.).
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Car mecrur بِهِمْ ’deki بِ , sebebiyyedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine atfedilmiştir. ذَرْعاً , temyizdir.
وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle س۪ٓيءَ بِهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ elçilerin sözlerini bildirmektedir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sonrasındaki وَلَا تَحْزَنْ۠ cümlesi de aynı üslupla gelerek mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَنْ edatı iki fiili tekid etmek ve birleştirmek için zaid olarak getirilmiştir. “Ve onlar için göğsü daraldı” cümlesi onların işlerini tedbir etmek için gücü kesildi demektir, ضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً cümlesi, ضاق يده (eli daraldı) sözü gibidir. (Beyzâvî)
Ayetteki “göğsü daralmıştı” tabiri, onlar hakkında hiçbir tedbir alamamaktan kinayedir. Zemahşerî şöyle der: Arapçada “Kolu uzun oldu” deyimi iş yapabilen kimse için “Kolu kısaldı” ifadesi ise bir şey yapmaktan aciz kalan kimseler için kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)
س۪ٓيءَ - ضَـاقَ - ذَرْعاً ve تَخَفْ - تَحْزَنْ۠ gruplarındaki kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk daha önce وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا اِبْرٰهٖيمَ [Elçilerimiz İbrahim’e geldikleri zaman…] buyurmuştur. Burada ise وَلَمَّا اَنْ جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا [Elçilerimiz Lut’a gelince…] buyurmuştur.
Melekler Hz. İbrahim’e gelince önce müjdelemiş, daha sonra biraz beklemiş, bunu müteakiben, “Biz bu memleketin ahalisini imha edeceğiz” demişlerdir. Bir de teennî ile hareket etmek, geldikten sonra bir müddet bekleyip daha sonra imha edeceğini bildirmek daha güzel bir davranış şeklidir. Çünkü korkunç bir haberi vermek üzere gelen kimsenin o haberi aniden bildirmesi güzel olmaz. (Fahreddin er-Razi)
اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Elçiler, Hz. Lut’un telaş ve korkusunu görünce, sözlerini إِنَّ ile tekid ederek onu ikna etmişlerdir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اِنَّا مُنَجُّوكَ , faide-i haber inkârî kelamdır.
تفعيل babının fiile kattığı anlamlar; kesret, mef’ûlu bir vasfa nispet etmek, izale, sayruret ve fiilin muayyen zamanda meydana gelişi, tevcih, huzur, isimden fiil türetmedir. Bunlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya failde olan kesrettir.
وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
اَهْلَكَ takdiri ننجّي (kurtardık) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلَّا istisna harfi, امْرَاَتَكَ ise müstesnadır.
امْرَاَتَكَ - اَهْلَكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette fiil değil de مُنَجُّوكَ şeklinde gelmesi, Melekler Lut’a (a.s.), böyle deyip bu söz de vaadin peşinden ikinci sırada söylenmiş olunca melekler, “Biz seni kurtaracağız” yani “Bunu biz kesinlikle yapacağız” demişlerdir ki bu tıpkı vukuu kesin olduğu için Cenab-ı Hakk'ın, [Sen meyyitsin, onlar da meyyittirler. (Zümer Suresi, 30)] ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ [Ehlini ve seni kurtaracağız] ifadesinden sonra karısının hariç olduğu ve geride kalanlardan olduğunun açıklanması ihtiras ıtnâbıdır.
الْغَابِر۪ينَ - مُنَجُّوكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle, önceki ayetin fasılasının tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
2 | مُنْزِلُونَ | indireceğiz |
|
3 | عَلَىٰ | üstüne |
|
4 | أَهْلِ | halkının |
|
5 | هَٰذِهِ | şu |
|
6 | الْقَرْيَةِ | ülke |
|
7 | رِجْزًا | bir azab |
|
8 | مِنَ | -ten |
|
9 | السَّمَاءِ | gök- |
|
10 | بِمَا | sebebiyle |
|
11 | كَانُوا | olmaları |
|
12 | يَفْسُقُونَ | fasıklık yapıyor(lar) |
|
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
مُنْزِلُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
عَلٰٓى اَهْلِ car mecruru مُنْزِلُونَ ’ye mütealliktir. هٰذِهِ ismi işareti muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْقَرْيَةِ kelimesi هٰذِهِ ’den bedeldir.
رِجْزاً kelimesi ism-i fail olan مُنْزِلُونَ ’nın mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru رِجْزاً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte مُنْزِلُونَ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ’un dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. يَفْسُقُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَفْسُقُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مُنْزِلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَفْسُقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi فسق ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اِنَّا مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ
Kurtarmanın ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Meleklerin sözlerinin devamıdır.
اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi مُنْزِلُونَ ’nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْقَرْيَةِ ’nin, هٰذِهِ ile işaret edilmesi, bilinen ve belli bir karye olduğunu ifade etmek içindir.
اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ ibaresinde mecazî isnad vardır. Helak edilen karye değil karyenin ehlidir. Bu ayette اَهْلِ kelimesi hazf edilerek izafet karyeye yapılmıştır. Mecaz-ı aklî vardır.
Mef’ûl olan رِجْزاً ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder. Dehşeti artırmak için nekre gelerek bilinmezlik manası taşımıştır.
Masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَفْسُقُونَ cümlesi, بِ harfiyle birlikte مُنْزِلُونَ ’ye mutealliktir. Masdar tevilindeki كَانُوا يَفْسُقُونَ cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nakıs fiil كَانَ ’nin haberi olan يَفْسُقُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
مُنْزِلُونَ عَلٰٓى اَهْلِ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ رِجْزاً [Azap indireceğiz] ifadesinde mecazî isnad vardır. Sebebiyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir. Burada azabı indirme fiili meleklere isnad edilmiş. Aslında azabı indiren elçiler değil Allah Teâlâ’dır. Melekler Allah’a çok yakın oldukları ve bunun yanında başka özelliklere de sahip oldukları için bu isnad yapılmıştır.
رِجْزاً مِنَ السَّمَٓاءِ [Gökten bir azap]) ifadesinde رِجْزاً kelimesi azabın korkunçluğunu göstermek için nekre getirilmiştir. Yani büyük ve korkunç bir azap demektir. (Safvetü’t Tefasir)وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
وَ atıf harfidir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. تَرَكْنَا cevap cümlesidir.
تَرَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهَٓا car mecruru تَرَكْنَا fiiline mütealliktir. اٰيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيِّنَةً sıfat olup fetha ile mansubdur.
لِقَوْمٍ car mecruru تَرَكْنَا fiiline mütealliktir. يَعْقِلُونَ fiili لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
يَعْقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Lut kıssasına ait haberleri içeren ayet وَ ’la ولُوطًا إذْ قالَ لِقَوْمِهِ cümlesine atfedilmiştir.
لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ تَرَكْنَا مِنْهَٓا اٰيَةً بَيِّنَةً لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
بَيِّنَةً ’in mevsufu olan اٰيَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim içindir.
يَعْقِلُونَ cümlesi قَوْمٍ ’in sıfatıdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Basiret ve ibret için aklını kullananların ders aldığı bu ayet, onların acayip kıssaları ve harap olmuş diyarlarının kalıntılarıdır. Yahut yağdırılan taşlardır. Zira o yağdırılmış olan taşlar, onlardan sonra da duruyordu. Yahut toprağın yüzünde kalan kara su idi. (Ebüssuûd)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِلَىٰ | ve |
|
2 | مَدْيَنَ | Medyen’e |
|
3 | أَخَاهُمْ | kardeşleri |
|
4 | شُعَيْبًا | Şuayb’i (gönderdik) |
|
5 | فَقَالَ | dedi |
|
6 | يَا قَوْمِ | kavmim |
|
7 | اعْبُدُوا | kuluk edin |
|
8 | اللَّهَ | Allah’a |
|
9 | وَارْجُوا | ve umun |
|
10 | الْيَوْمَ | gününü |
|
11 | الْاخِرَ | ahiret |
|
12 | وَلَا | ve asla |
|
13 | تَعْثَوْا | karışıklık çıkarmayın |
|
14 | فِي |
|
|
15 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
16 | مُفْسِدِينَ | bozgunculukla |
|
Şuayb aleyhisselâm Hz. Mûsâ’nın çağdaşı olan bir peygamberdir. Kitâb-ı Mukaddes’te bildirildiğine göre (Çıkış, 2/18-22; Resullerin İşleri, 7/29) uzun süre Mûsâ’yı hizmetinde çalıştırdıktan sonra onu kızıyla evlendirmiştir. Kur’an-ı Kerîm’de bu olay Hz. Şuayb’ın ismi zikredilmeden anlatılmakta (bk. Kasas 28/22-28), tefsirlerde ise Hz. Mûsâ’nın kayınpederinin Şuayb aleyhisselâm olduğu bildirilmektedir. Sînâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adı olan Medyen’de peygamber olmuş; fakat onun bütün gayretlerine rağmen halkı, başka günahları yanında özellikle iş ve ticaret hayatında hukuk ve ahlâk kurallarını çiğnedikleri, insanların yolunu kesip hak dini öğrenmelerine engel oldukları için helâk olmuşlardır (bilgi için bk. A‘râf 7/85-93).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 268-267
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. اِلٰى مَدْيَنَ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أرسلنا (Biz gönderdik.) şeklindedir.
اَخَاهُمْ mef’ûlun bih olup beş isimden biri olduğundan nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شُعَيْباً bedel olup fetha ile mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli يَا قَوْمِ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfi, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim ي ’sı mahzuftur. Nidanın cevabı اعْبُدُوا اللّٰهَ ’dır.
اعْبُدُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlün bih olup fetha ile masubdur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ارْجُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. الْيَوْمَ mef’ulün bih olup fetha ile mansubdur. الْاٰخِرَ kelimesi الْيَوْمَ’ nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَعْثَوْا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru تَعْثَوْا fiiline mütealliktir. مُفْسِد۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
مُفْسِد۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ
Bu ayetle Şuayb’ın (a.s.) kıssasına geçilmiştir.
وَ , istinâfiye veya atıftır. وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۙ cümlesinde icaz-ı hazif vardır. اِلٰى مَدْيَنَ , takdiri أرسلنا (gönderdik) olan mahzuf fiile mütealliktir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ cümlesi, ilk cümleye hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Bu cümlede Allah Teâlâ, Şuayb’ın (a.s.) sözlerini bildiriyor.
قَالَ filinin mef’ûlü olan mekulü’l-kavl يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münadanın sonundaki esre muzâfun ileyhten ivazdır.
Nidanın cevabı olan اعْبُدُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle nidanın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
Ahiret gününü ummak tabirinde sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ [Ahiret gününü umun] yani ahiret sevabını umacak şey yapın demektir. Bu durumda, müsebbep sebebin yerine geçirilmiştir. Bunun korku manasına olan رجى’dan geldiği de söylenmiştir. (Beyzâvî)
Yine nidanın cevabına atfedilen وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı ve ona matuf cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.
تَعْثَوْا - مُفْسِد۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَذَّبُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَخَذَتْهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الرَّجْفَةُ fail olup lafzen merfûdur.
فَ atıf harfidir. اَصْبَحُوا nakıs damme üzere mebni mazi fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı اَصْبَحُوا ’nun ismidir. فٖي دِيَارِهِمْ car mecruru جَاثِم۪ينَ ’ye mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَاثِم۪ينَ kelimesi اَصْبَحُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
كَذَّبُوهُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَصْبَحُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi صبح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
جَاثِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan جثم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ
Ayetin ilk cümlesi olan كَذَّبُوهُ , önceki ayetteki … قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَذَّبُوهُ fiili تفعيل babındadır. Bu bab fiile, kesret, mef’ûlu bir vasfa nispet etmek, izale, sayruret ve fiilin muayyen zamanda meydana gelişi, tevcih, huzur, isimden fiil türetme gibi anlamlar katar. Bunlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya mef’ûlde olan kesrettir.
Aynı üslupta gelen فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
الرَّجْفَةُ fiilinin, اَخَذَتْهُمُ ’ye isnadı, mecazî bir isnaddır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecâz-ı mürseldir.
فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ
فَ , atıf harfidir. Cümle, hükümde ortaklık nedeniyle فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ cümlesine atfedilmiştir.
Nakıs fiil اَصْبَح ’nın dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي دَارِهِمْ car mecruru, ihtimam için amili olan جَاثِم۪ينَۘ ’ye takdim edilmiştir.
اَصْبَح ’nın haberi olan جَاثِم۪ينَۘ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ [Yurtlarında oldular]; memleketlerinde yahut evlerinde demektir. دَارِ ’nin çoğul yapılmaması, karışıklık endişesi olmamasındandır. (Beyzâvî)وَعَاداً وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَادًا | ve Ad’ı |
|
2 | وَثَمُودَ | ve Semud’u |
|
3 | وَقَدْ | ve gerçekten |
|
4 | تَبَيَّنَ | bu belli olmaktadır |
|
5 | لَكُمْ | size |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | مَسَاكِنِهِمْ | oturdukları yerler- |
|
8 | وَزَيَّنَ | ve süsledi |
|
9 | لَهُمُ | onlara |
|
10 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
11 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıkları işlerini |
|
12 | فَصَدَّهُمْ | ve onları çıkardı |
|
13 | عَنِ | -dan |
|
14 | السَّبِيلِ | yol- |
|
15 | وَكَانُوا | ve oldular |
|
16 | مُسْتَبْصِرِينَ | görenlerden |
|
Âd ve Semûd iki eski Arap kavmidir. İlkine Hûd aleyhisselâm, ikincisine de Hz. Sâlih peygamber olmuştur (bilgi için bk. A‘râf 7/65-79).
Âyette şeytanın, bu toplulukların yapıp ettikleri üzerindeki etkisinden söz edilmekle birlikte, aslında onların gerçeği görme yeteneğine (istibsâr) sahip oldukları özellikle belirtilmektedir. Bu açıklama, insanın çeşitli olumsuz motivasyonlara rağmen, bunları aşacak zihinsel ve iradî güçlerle donatılmış bulunduğunu göstermesi bakımından özel bir önem taşır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 269
وَعَاداً وَثَمُودَا۬ وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَاداً mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, أهلكنا (helak ettik) şeklindedir. ثَمُودَا۬ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
قَدْ تَبَيَّنَ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. تَبَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. لَكُمْ car mecruru تَبَيَّنَ fiiline mütealliktir. مِنْ مَسَاكِنِهِمْ car mecruru تَبَيَّنَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ
وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ cümlesi قد takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ”sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. زَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُمُ car mecruru زَيَّنَ fiiline mütealliktir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. اَعْمَالَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ cümlesi فَ atıf harfi ile زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ cümlesine matuftur.
صَدَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنِ السَّب۪يلِ car mecruru صَدَّ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا nakıs mebni mazi fiildir. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur. مُسْتَبْصِر۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
تَبَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
مُسْتَبْصِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَاداً وَثَمُودَا۬
وَ , istînâfiyyedir. Ayette عَاداً ve ثَمُودَا۬ kelimeleri takdiri اهلكنا (helak ettik) olan fiilin mef’ûlü olarak mansubdur. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Helak edilenlerin Ad ve Semud şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
وَقَدْ تَبَيَّنَ لَكُمْ مِنْ مَسَاكِنِهِمْ۠
وَ , itiraziyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiilin müstetir faili, ayetin öncesindeki اهلكنا fiilinin mefhumuna aittir.
قَدْ tahkik harfidir. Fiile özgü bir harftir. Mazi fiille geldiğinde yenilenme, muzari fiille geldiğinde fiilin kimi zaman meydana geldiğini, kimi zaman da meydana gelmediğini ifade eder. (Müfredat)
تَبَيَّنَ fiili, تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları ve “Vâv”In Kullanımı)
Sizin için onların meskenleri meydana çıkmıştır ya da helakleri meskenleri cihetinden meydana çıkmıştır, oradan geçerken onlara baktığınız zaman görürsünüz demektir. (Beyzâvî)
عَاداً kelimesi اهلكنا (helak ettik) takdiriyle mansubdur; zira helak etmek anlamında olan kendilerini şiddetli bir sarsıntı yakalayıverdi ifadesi buna delalet etmektedir. Bunu yani size anlatılan helak hadisesini, oturdukları yerlerden geçip giderken dikkatlice baktığınızda da anlarsınız. Mekkeliler seyahatlerinde buralara uğrar, bunları görürlerdi ve akıllı insanlar olarak bunu öngörmeye ve düşünmeye muktedir oldukları halde bunu yapmadılar. Ya da onlar kendilerine azabın ineceğinin farkındaydılar; zira Allah Teâlâ elçilerin diliyle bunu onlara beyan etmişti; fakat küfür ve isyanda ısrar ettiler ve sonunda helak oldular. (Keşşâf)
وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ
Cümle istînâfiyye veya قَدْ takdiriyle haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُمُ , fail olan الشَّيْطَانُ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. زَيَّنَ fiili تفعيل babındadır. Bu bab en çok fiilde veya mef’ûlde kesret ifadesi için kullanılır.
فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ cümlesi فَ ile bu cümleye atfedilmiştir. Aynı üslupla gelen cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
فَصَدَّهُمْ عَنِ السَّب۪يلِ [Yoldan saptırmıştı] ifadesi ise “Allah'a ibadetten saptırdı” anlamındadır.
السَّب۪يلِ , yol demektir. Allah’a iman ve ona ibadeti içeren bir hayat tarzı anlamında istiare edilmiştir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müsteârun leh) hazf edilmiş müsteârun minh kalmıştır. Câmi’ açıklık, vudûh, herkes tarafından bilinebilir olması ve her ikisindeki nihai amaca ulaştırma aracı olması özelliğidir.
Ayetin son cümlesi olan وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَۙ nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberi olan مُسْتَبْصِر۪ينَۙ , sülasisi بصر olan fiilin استفعال babının ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Bu cümle “Onlar, peygamberler sayesinde aydınlanmış, uyarılmış uyanık kimseler idiler…” anlamındadır. Yani “Onların bu konuda hiçbir mazereti yoktur” çünkü peygamberler yolları açıklamışlardır.
تَبَيَّنَ - زَيَّنَ kelimeleri arasında cinası nakıs vardır.
Ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و - ن ve ى - ن harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Ne gerek var bunlara diyerek dersi dinlemek istemeyen öğrencilerine dedi ki:
Yaşadığımız bu alemde, hep bir öğrenme hali içindeyiz. Allah’a daha iyi bir kul, anne babamıza hayırlı bir evlat ve yaşadığımız yerde çalışkan bir vatandaş olmak için kendimizi tanımalıyız ve yapabileceklerimizin doğru yollarını öğrenmeliyiz.
Yaşadığımız günlerden ve yaşananlardan ibret almalıyız ki kendimizi ve yaşadığımız dünyayı geliştirelim. Yapılmış hataları tekrarlayarak vakit kaybetmektense, zaten kısa olan ömrümüzün zamanından kazanalım ve zamanımızı doğru kullanmayı öğrenelim.
Kendimizin, kabiliyetlerimizin, karakterimizin, güçlü ve zayıf yönlerimizin farkında olmalıyız ki bize uygun ilimlerde derinleşelim ve doğru adımlar atarak ilerleyelim. Etrafımızdaki fırsatları ve kaynakları değerlendirmeyi bilmeliyiz ki kendimize doğru hedefler belirleyelim.
Geçmiştekilerin hallerinden ders almalıyız ki geçici bir dünyada yaşadığımızı ve neden yaratıldığımızı hatırlayalım. Allah’ın kelamını, hz. Rasulullah (sav)’in hayatını, ilmihali ve daha nice kitapları okumalıyız ki önümüzdeki hakikati görelim ve ona yönelelim. Zira; insan kafasını meşgul ettiklerinden öğrenir ve o öğrendikleriyle amel eder. Mesela; okuma yazmayı ya da günümüzde sosyal medyayı kullanmayı herkes öğrenir ama onları fayda sağlayacak şekilde kullanabilmek için de kafamızın doğru bilgilerle dolu olması gerekir.
Ey Allahım! Bizi; doğru kaynaklardan öğrenenlerden eyle. Zihinlerimize dinçlik ve kalplerimize azim ver. İlim yolunda, karşımıza çıkan hayırlı fırsatları değerlendirmemizi nasip eyle. Boş bilgilerin ve boş insanların peşinden koşarak, zaman kaybetmekten koru. Bilginin ve insanın hayırlısına yaklaşmak için hakikat ile batılı ayırt etme kabiliyeti ver. Geçmiş hatalarımızı affet ve kalan ömrümüzü bereketli kıl. Bizi; Sana salih kul, anne babamıza hayırlı evlat ve dünyamıza faydalı insan eyle.
Amin.
***
Kimi zaman insan, belli şeyleri görmek ve işitmek niyetiyle odaklandığı için kısık gözlerle bakar ve seçici dinler. Dünyalık sıkıntıları yaşarken, hepsinin geçeceğine dair eline somut kanıtlar verilsin diye bekler. Haksızlığa uğradığında, kalbi ve kulakları, hakkının kendisine iade edileceğini duymak ister. Bunu dilemek en doğal hakkıdır. Ancak bu arayışın içindeyken hakiki rahatlatıcılara karşı algısını kapatmamalıdır. Zira istediklerinin daha güzelini, kendisini yaratan Rabbi müjdelemektedir.
Yine de insan, peki ama şimdi ne olacak der. Sanki uyku saati geldiğinde, uyumak istemeyen bir çocuk gibidir. Yani imtihan dünyasında yaşadığını sık sık unutur ve gününe neşeyle devam etme hayali taşır. Belki de kendisini bir kenara çekip, konuşmalıdır. Kur’an-ı Kerîm’i kalbine işlemeli ve Rasulullah (sas)’in hayatını eline tutuşturmalıdır. Kalbine ve diline zikir çekmeyi sevdirmeli ve alıştırmalıdır. Böylelikle yaşadığı hiçbir anda -zorlukta ya da kolaylıkta- yalnız olmadığını hatırlar.
Bazen bilmek, tek başına yeterli değildir. Zira, kullanılmayan ya da ziyaret edilmeyen her bilgi çeşitli parçalarını kaybetmeye başlar. Hatta ne yazık ki kişideki değerini ve etkisini yitirir. Bu yüzden de bildiklerini hatırlamak ve yüksek sesle tekrarlamak gerekir. Bunu belki; gözden uzak olan, gönülden de uzak olur sözündeki manaya benzetmek de mümkündür. Allah’ı ve O’nun kitabını ve O’nun elçisi hz. Muhammed (sas)’i tanımadıkça; kalbinde hakiki manada sevgilerini taşımak mümkün değildir.
Peki, hakiki sevgilerden yani Allah’tan ve O’nun sevdiklerinden uzak bir kulun, hakiki manada huzura ermesi mümkün müdür?
Ey Allahım!
Bizi, hakiki manada görenlerden ve işitenlerden eyle. Ayetlerine iman edenlerden, korkuttuklarından Sana sığınanlardan, haram kıldıklarından uzaklaşanlardan ve müjdelediklerine ise sevinenlerden eyle.
Kelamın ve zikrin, kalbimizi ve bedenimizi süslesin. Nurun ve muhabbetin, yüzümüzü ve ruhumuzu aydınlatsın. Rahmetin ve şefaatin bizi kuşatsın; böylelikle kusurlarımız affolsun ve bütün zorluklarımız kolaylaşsın.
Bizi, içinde zorluk ya da kolaylık barındıran her anımızda Seni anan kullarından eyle. Seni ve Senin sevdiklerini sevenlerden eyle. Bizi de sevdiğin ve Senin sevdiklerinin sevdiği kulların arasına kat. İki cihanda da iyilik ve huzur ile sevindir.
Amin.