بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَارُونَ | ve Kaarun’u |
|
2 | وَفِرْعَوْنَ | ve Fir’avn’ı |
|
3 | وَهَامَانَ | ve Haman’ı |
|
4 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
5 | جَاءَهُمْ | onlara geldi |
|
6 | مُوسَىٰ | Musa |
|
7 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık kanıtlarla |
|
8 | فَاسْتَكْبَرُوا | fakat onlar büyüklük tasladılar |
|
9 | فِي |
|
|
10 | الْأَرْضِ | o yerde |
|
11 | وَمَا | ama |
|
12 | كَانُوا | değillerdi |
|
13 | سَابِقِينَ | geçip gidecek |
|
“Yeryüzü” diye çevirdiğimiz 39. âyetteki arz kelimesi Kur’an’da çoğunlukla hakkında bilgi verilen kişi veya topluluğun yaşadığı yeri, şehri veya ülkeyi ifade etmekte; dolayısıyla burada Mısır kastedilmektedir. Âyette anılan kişiler, Hz. Mûsâ’nın davetini etkisiz kılmaya çalışan bu ülkenin yöneticileridir (bu isimler hakkında bk. A‘râf 7/103; Kasas 28/6-8, 76-83). Bu yöneticilerin eleştirilecek birçok kötülüğü bulunmakla birlikte âyette istikbâr kavramıyla ululuk taslamaları, kendilerini herkesten üstün görmeleri, özellikle hak din mensuplarına tepeden bakıp onların inançlarını aşağılamaları söz konusu edilmiştir. Bu da açıkça Kur’an’ın ilke olarak baskıcı ve despot yönetimlere karşı tavrının somut bir örneğini ortaya koymaktadır. Âyetin sonundaki, “Oysa (Allah’tan) kaçıp kurtulma imkânları yoktu” cümlesi, bütün baskıcı yöneticilerin er veya geç Allah katında hak ettikleri cezayı görmekten kurtulamayacaklarını ifade etmekte, 40. âyette de bu baskıcı kesimlerden bazılarının, kötülük ve inkârları yüzünden başlarına gelen felâketlerden örnekler verilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ilgili yerlerinde Lût kavminin taşları savuran fırtınalarla, Semûd kavmiyle Medyenliler’in korkunç bir sesle gelen deprem felâketiyle, Nûh kavmi ile Firavun’un adamlarının, sulara gömülerek cezalandırıldıkları, Karun’un da mal ve mülküyle beraber yere gömüldüğü bildirilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 269وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ
قَارُونَ , فِرْعَوْنَ , هَامَانَ atıf harfi وَ ‘la عَاداً ‘e matuftur. وَ istînâfiyyedir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُوسٰى fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru مُوسٰى ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَكْبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اسْتَكْبَرُوا fiiline mütealliktir.
اسْتَكْبَرُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi كبر ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
سَابِق۪ينَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. سَابِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi سبق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَارُونَ وَفِرْعَوْنَ وَهَامَانَ
Ayetin başlangıcındaki هَامَانَ , فِرْعَوْنَ , قَارُونَ isimleri önceki ayetteki عَاداً ’e matuftur.
Bu isimlerin sayılması taksim sanatıdır. Bu isimler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kârun'un öne alınması soyunun şerefindendir. (Beyzâvî, Ebüssuûd)
وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ
وَ istînâfiyyedir. قَدْ , tekid ifade eden tahkik harfidir. لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş olan وَلَقَدْ جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِالْبَيِّنَاتِ şeklindeki cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
قَدْ tahkik harfidir. Fiile özgü bir harftir. Mazi fiille geldiğinde yenilenme, muzari fiille geldiğinde fiilin kimi zaman meydana geldiğini, kimi zaman da meydana gelmediğini ifade eder. (Müfredat)
فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ cümlesi, aynı üslupta gelerek kasemin cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Sülasisi كْبَر olan اسْتَكْبَرُوا fiili استفعال babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. Babın bu fiilde, istemek anlamı öne çıkmıştır.
اسْتَكْبَرُوا , şiddetli kibirdir. تَ ve س harfi tekid içindir. وَكَانُوا مُسْتَبْصِر۪ينَ şeklindeki Ankebut / 38. ayette olduğu gibidir. ( Âşûr )
الْاَرْضِ kelimesindeki marifelik, ahd içindir. (Âşûr)
وَمَا كَانُوا سَابِق۪ينَۚ
Son cümle, hükümde ortaklık nedeniyle kasemin cevabına atfedilmiştir.
Nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَان ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)
كان ’nin haberi olan سَابِق۪ينَۚ , ism-i fail kalıbında gelerek durumun sübutuna ve devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
(Bizi geçemediler) yani elimizden kurtulamadılar, bilakis Allah'ın emri onlara yetişti. Bu ibare سَبَقَ طَالِبَهُ (kovalayanın elinden kaçtı) deyiminden gelir. (Beyzâvî)
فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَكُلًّا | nitekim hepsini |
|
2 | أَخَذْنَا | yakaladık |
|
3 | بِذَنْبِهِ | günahıyla |
|
4 | فَمِنْهُمْ | onlardan |
|
5 | مَنْ | kiminin |
|
6 | أَرْسَلْنَا | gönderdik |
|
7 | عَلَيْهِ | üstüne |
|
8 | حَاصِبًا | taş yağdıran bir fırtına |
|
9 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
10 | مَنْ | kimini |
|
11 | أَخَذَتْهُ | yakaladı |
|
12 | الصَّيْحَةُ | korkunç bir ses |
|
13 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
14 | مَنْ | kimini |
|
15 | خَسَفْنَا | batırdık |
|
16 | بِهِ | onunla |
|
17 | الْأَرْضَ | yere |
|
18 | وَمِنْهُمْ | ve onlardan |
|
19 | مَنْ | kimini |
|
20 | أَغْرَقْنَا | boğduk |
|
21 | وَمَا | ve |
|
22 | كَانَ | değildi |
|
23 | اللَّهُ | Allah |
|
24 | لِيَظْلِمَهُمْ | onlara zulmedecek |
|
25 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
26 | كَانُوا | onlar |
|
27 | أَنْفُسَهُمْ | kendi kendilerine |
|
28 | يَظْلِمُونَ | zulmediyorlardı |
|
فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ
فَ istînâfiyyedir. كُلاًّ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَخَذْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen
merfûdur.
بِ sebebiyyedir. بِذَنْبِه۪ car mecruru اَخَذْنَا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ
فَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرْسَلْنَا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَـلَيْهِ car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline mütealliktir. حَـاصِباً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَخَذَتْهُ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
اَخَذَتْهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الصَّيْحَةُ fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.İsm-i mevsûlun sılası خَسَفْنَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
خَسَفْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهِ car mecruru خَسَفْنَا fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. مِنْهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنْ müşterek ism-i mevsûlü muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَغْرَقْنَاۚ
‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اَغْرَقْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dır.
اَغْرَقْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غرق ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli كَانَ ‘nin ismi olarak lafzen merfûdur.
كَانَ fiilinin haberine dahil olan لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle كَانَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
يَظْلِمَهُمْ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ tahfif edilmiş istidrak harfidir. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانُٓوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir,mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi يَظْلِمُونَ fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَظْلِمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.فَكُلاًّ اَخَذْنَا بِذَنْبِه۪ۚ
فَ istînâfiyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. كُلاًّ kelimesi, اَخَذْنَا fiilinin mukaddem mef’ûlüdür. كُلاًّ kelimesindeki tenvin, mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. بِذَنْبِه۪ۚ ’ deki بِ , sebebiyet manasındadır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Bu kelam, "zaten onlar azabımızdan kurtulacak değillerdi" cümlesiyle müphem olarak ifade edilen ilâhi azabın sarih anlatımıdır. (Ebüssuûd)
فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ
فَ istînâfiyyedir. Sübut ifade eden فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ şeklindeki isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مِنْهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübtedadır.
Mevsûlün sılası olan اَرْسَلْنَا عَـلَيْهِ حَـاصِباًۚ mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üslupta gelen وَمِنْهُمْ مَنْ اَخَذَتْهُ الصَّيْحَةُۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ خَسَفْنَا بِهِ الْاَرْضَۚ ve وَمِنْهُمْ مَنْ اَغْرَقْنَاۚ cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle …فَمِنْهُمْ مَنْ اَرْسَلْنَا cümlesine atfedilmiştir.
اَرْسَلْنَا , خَسَفْنَا , اَغْرَقْنَاۚ fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
اَخَذَتْهُ fiilinin الصَّيْحَةُۚ ‘ya isnadı aklî mecazdır.
اَخَذْنَا - اَخَذَتْهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَـاصِباًۚ - خَسَفْنَا - اَغْرَقْنَاۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْهُمْ - مَنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette kavimlerden her birinin cezasının sayılmasında taksim, اَخَذْنَا ‘da cem’ sanatı vardır.
Ayetin ilk cümlesinde önemine binaen mef’ûl öne alınmıştır. Kısaca gelen bu ilk cümlenin manası sonraki cümlelerde genişçe anlatılmıştır. (Safvetü't Tefâsir)
Allah, dört çeşit azaptan bahsetti:
1) Kasırga ile azap. Bunun, kızdırılmış taşlar olup üzerine düştüğü herkesin tepesinden girip aşağıdan çıktığı da söylenmiştir. Ki burada ateşle azaba işaret vardır.
2) Sayha ile azap. Sayha, dalga halindeki havadır. Çünkü sesin sebebinin -havanın dalgalanıp, kulağın içindeki perdeye ulaşarak oraya çarpması, böylece de kişinin onu hissetmesi olduğu ileri sürülmüştür.
3) Yere batırma ile azap. Bu da insanların toprakla boğulması demektir.
4) Boğma ile yapılan azap. Ki bu da su ile olur. Böylece o azabın vaki olduğu ortaya çıkmış olur ki, insan da zaten bundan mürekkebdir. İnsanın bekası ve devamı da bununladır. Binaenaleyh bu demektir ki Cenab-ı Hak, insanı helak etmek istediğinde, varlığının sebebi olan şeyi, yokluğunun; bekâsının sebebi olan şeyi de son bulmasının sebebi kılmıştır. (Fahreddin er - Râzî)
Ayet-i kerimede zikredilen ve üzerlerine taş yağdığı belirtilenler Lût kavmidir. Çığlıkla yakalananlar ise Semud kavmi ve Medyen halkıdır. Yere geçirilen kimse Kârun, Suda boğulan ise Nuh (as)’ın kavmi ve Firavun’dur. (Taberî)
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Ayetin ilk cümlesine matuf olan bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren lam-ı cuhûdun gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَظْلِمَهُمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde tezattır.
وَلٰكِنْ , hafifletilmiş لَكِنَّ olup istidrak harfidir.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi, nakıs fiil كان ’nin haberidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan اَنْفُسَهُمْ , amili يَظْلِمُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
كان ’nin haberi muzari fiil gelerek teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiildeki hayal gücünü harekete geçirme etkisi muhatabın dikkatini canlı tutar.
وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ cümlesiyle وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Burada ilk geçen kelime لِيَظْلِمَهُمْ ayetin sonundaki kelimeye delalet ettiği için irsâd vardır. Ama aynı zamanda bu kelimelerin iştikâkı aynı olduğu için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu iki sanat arasındaki fark; reddü’l-acüz ale’s-sadri’de iki lafız arasında benzerlik olması gerekmesidir ki bu benzerlik; bu iki lafzın lafız ve mana açısından aynı olması veya aralarında cinas olması (yani lafzen aynı olmakla beraber manalarının farklı olması) ya da iştikâk bakımından aynı ya da benzer olmaları şeklindedir. İrsâdda ise böyle bir şart yoktur. Yukarıdaki ayet-i kerimede olduğu gibi iki sanat aynı anda gerçekleşebilir. Dolayısıyla irsâd, reddü’l-acüz ale’s-sadri’den daha umumidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Bedî’ İlmi)
اَخَذْنَا - اللّٰهُ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
كَانُٓوا - كان kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَثَلُ | misali |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | اتَّخَذُوا | edinen(lerin) |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | دُونِ | başka |
|
6 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
7 | أَوْلِيَاءَ | dostlar |
|
8 | كَمَثَلِ | misali gibidir |
|
9 | الْعَنْكَبُوتِ | örümcek |
|
10 | اتَّخَذَتْ | edinen |
|
11 | بَيْتًا | bir ev |
|
12 | وَإِنَّ | şüphesiz |
|
13 | أَوْهَنَ | en gevşeği |
|
14 | الْبُيُوتِ | evlerin |
|
15 | لَبَيْتُ | elbette evidir |
|
16 | الْعَنْكَبُوتِ | örümcek |
|
17 | لَوْ | keşke |
|
18 | كَانُوا | idi |
|
19 | يَعْلَمُونَ | bilseler |
|
Putperestlerin dinlerinin anlamsızlığını, çürüklüğünü; onların tanrı diye inanıp bağlandıkları, sığınıp güvendikleri nesnelerin yararsızlığını anlatan âyet, daha genel olarak Allah’ı bırakıp O’ndan başkasını tanrı tanıyan veya böyle açıkça olmasa bile, tutum ve davranışlarıyla bir fâniye –olağan ve mâkul saygı sınırlarının ötesine geçerek– tanrı gibi bağlanan ve sadece Allah’tan bekleyebileceği yardım ve desteği ondan bekleyen insanın, içine düştüğü büyük yanılgıyı etkileyici bir benzetmeyle anlatmaktadır. 42. âyet, bu tür yanlış inanç ve davranışta olanlara bir uyarıdır. Bir önceki âyette Allah’tan başkasını dayanak edinenlerin ne kadar zayıf bir sığınağa güvendikleri belirtilmişti. Bu âyetin sonunda ise Allah’ın özellikle azîz (sınırsız derecede güçlü) ve hakîm (kusursuz hüküm ve hikmet sahibi) isimlerine vurgu yapılmakla şu gerçeğe işaret edilmiştir: Allah, düzmece tanrıları, fâni varlıkları kendisinin yerine koyarak onlara dayanıp güvenenleri, üstün gücüyle hikmetinin gerektirdiği şekilde cezalandıracaktır. Nitekim önceki âyetlerde kıssalarına değinilen kavimler bu cezayı tatmışlardır (bk. Taberî, XX, 151). Buna karşılık yalnız Allah’ı sığınak ve koruyucu (velî) bilenler, O’na inanıp bağlananlar, başka hiçbir şeyle mukayese edilemeyecek derecede güvenilir ve yararlı bir sığınak seçmişlerdir. Onlar bu seçimi yapmakla, kendilerine eksiksiz güveni, nihaî huzur ve mutluluğu bahşedecek olan bir velînin, sonsuz derecede güç ve hikmet sahibi bir koruyucunun himayesini hak etmişlerdir.
Örümcek ağının, kendisi bakımından sağlam ve yeterli bir yuva olduğu bilinmekte ise de âyette örümcek ağının, hâricî tesirlere karşı zayıf olduğu göz önüne alınmıştır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 270-271Ankebe عنكب : Aslen örümcek anlamına gelen عَنْكَبُوتٌ, İbranice'den alınmış bir kelimedir ve içindeki nun (ن) harfi zâiddir yani fazladır. Kelimeden çıkarıldığında geriye kalan üç harfli kökten oluşan عَكَبٌ sözcüğü de duman ve toz anlamına gelir ki bu da örümceğin dokuduğu ağın duman ve toza olan benzerliği açısından uyumludur.(Tahqiq)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda ve aynı ayette olmak üzere 2 kez geçmiştir.(Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli ankebut (örümcek)tur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
(Buşra Sacide Yılmaz)مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ
İsim cümlesidir. مَثَلُ mübteda olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّخَذُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اتَّخَذُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru amili اتَّخَذُوا ‘nun mahzuf ikinci mef’ûlün bihine mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَوْلِيَٓاء kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir. الْعَنْكَبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اتَّخَذُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. اِتَّخَذَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بَيْتاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اَوْهَنَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. الْبُيُوت muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
بَيْتُ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْعَنْكَبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur. يَعْلَمُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, ما عبدوا الأصنام (Putlara tapmazlardı) şeklindedir.
اَوْهَنَ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَثَلُ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Teşbih harfinin dahil olduğu car mecrur كَمَثَلِ الْعَنْكَبُوتِۚ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَثَلُ , mübtedadır. Cümledeki teşbih temsilîdir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl, مَثَلُ kelimesine muzafun ileyh olmuştur. Cer mahallindeki mevsûlün sılası اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ دُونِ اللّٰهِ , ihtimam için mef’ûl olan اَوْلِيَٓاءَ ’ye takdim edilmiştir. دُونِ اللّٰهِ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
دُونِ اللّٰهِ tabirinin iki manası vardır: Allah'tan gayrı, Allah'la beraber (Medine Balcı c. 8, s. 723)
اتَّخَذُوا fiilindeki zamir kelamın siyakından anlaşılan Kureyş Müşriklerine aittir. (Âşûr)
اِتَّخَذَتْ بَيْتاًۜ cümlesi, الْعَنْكَبُوتِۚ ’nin halidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri ıtnâb babındandır.
Hal cümlesinde hal sahibine ait zamirin bulunması ve mazi fiil sıygasıyla gelmesi durumunda hal و ’ı terk edilebilir.
بَيْتاًۜ ’deki tenvin herhangi bir manasında adet ifade eder.
اتَّخَذُوا - اِتَّخَذَتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette teşbîh-i temsilî vardır. Allah, putlara tapma hususunda kâfirleri, hafif bir rüzgârla veya üfürmeyle yıkılacak kadar zayıf bir ev yapan örümceğe benzetmiştir. Vech-i şebeh, birkaç şeyden alındığı için buna teşbih-i temsîli adı verilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Ayet-i kerimede, putlara tapanların ve onları dost edinenlerin, onlardan fayda ve şefaat umarak onlara gönül verenlerin durumu, yuva edinen örümceğin durumuna benzetmek için böyle somut bir teşbih yapılmıştır. Nasıl ki örümceğin yuvası, örümceği sıcak ve soğuktan, yağmur ve sıkıntıdan kurtaramaz ve en hafif bir rüzgâra karşı mukavemet gösteremez, işte putlar da aynen böyledir. Bunlar, putperestlere fayda-zarar, iyilik ve kötülük veremez. Nitekim serabı yani uzaktan gördüğü parıltıyı su sanan, kısa bir süre sonra aldandığını anlar. (Ruhu’l Beyan)
وَاِنَّ اَوْهَنَ الْبُيُوتِ لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ
Hal وَ ‘yla gelen cümle اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, faide-i haber, inkari kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan اَوْهَنَ الْبُيُوتِ ve haberi olan لَبَيْتُ الْعَنْكَبُوتِۢ , veciz anlatım kastına binaen izafet formunda gelmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
مَثَلِ - بَيْتُ - الْعَنْكَبُوتِۢ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette, Arapların, “Örümcek ağından daha zayıf!” özdeyişine bir işaret vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)
Bu, telmih sanatıdır.
لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen şart cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Şartın cevabının hazfı, icaz-ı hazif sanatıdır.
كَانُ ’nin haberinin muzari fiil olması hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bilme işleminin, yenilenerek tekrar edilmesi gerektiğine işaret edilmiştir.
Cevabın takdiri ما عبدوا الأصنام (...putlara tapmazlardı.) şeklindedir.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Kur'an-ı Kerim’de birçok yerde muhatabın uyanık, enerjik, şuurlu olması için şartın cevabı zikredilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lügavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakînliği arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakînini artırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâgi Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 117)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | يَعْلَمُ | bilir |
|
4 | مَا | şeyleri |
|
5 | يَدْعُونَ | onların yalvardıklarını |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | دُونِهِ | kendisinden başka |
|
8 | مِنْ | ne gibi |
|
9 | شَيْءٍ | şeylere |
|
10 | وَهُوَ | O |
|
11 | الْعَزِيزُ | üstündür |
|
12 | الْحَكِيمُ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur. يَعْلَمُ fiili اِنّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مَا يَدْعُونَ cümlesi amili يَعْلَمُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. Bu ayette يَعْلَمُ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru شَيْءٍ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ nefy, nehiy ve istifham ifadelerinden sonra gelen fail, mef’ûl ve mübtedaya dahil olduğunda zaid olur ve tekid bildirir. (M. Meral Çörtü, Nahiv, s. 341)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
وَ atıf harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ mübtedanın ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يَعْلَمُ مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ cümlesi haberdir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki مَا يَدْعُونَ مِنْ دُونِه۪ مِنْ شَيْءٍۜ cümlesi, menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَدْعُونَ fiilinin mef’ûlü olan مِنْ شَيْءٍۜ ‘deki مِنْ , nefyi tekid için gelmiş zaid harftir.
مِنْ دُونِه۪ , Allah’tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki anlama gelir. Bu izafet gayrının tahkiri içindir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müsnedin fiil oluşu hükmü takviye ifade eder.
شَيْءٍۜ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade ederken zaid harf مِنْ kelimeye hiçbir manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
Müsnedin muzari tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Cümle وَ ’la …اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, ... اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ cümlesi için tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın marife olarak gelmesi bu sıfatların onda kemâl derecede olduğunu, aralarında وَ olmaması, bu vasıfların her ikisinin birden onda mevcudiyetini gösterir.
الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ kelimelerinin ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُـهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ
“Gerçek bilgi sahibi olanlar” diye çevirdiğimiz âlimûn kelimesi bu bağlamda, yukarıda ana hatlarıyla değinilen ilâhî hakikatleri anlama yeteneğine, birikimine sahip olan; kendilerine okunanlarla gözlemledikleri şeyler üzerinde düşünerek (Şevkânî, IV, 235) doğru sonuçlar çıkaran inançlı ve kavrayışlı zihinleri ifade etmektedir. Gerek bu âyetin gerekse bundan önceki âyetin sonunda geçen ilim ve akıl kavramlarıyla insanın zihinsel yeteneklerine vurgu yapılmakla, dünya işlerinde olduğu gibi dinî konularda da bu yeteneklerin önemli rolüne dikkat çekilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 271وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. الْاَمْثَالُ kelimesi işaret zamirinden bedel veya atf-ı beyan olup lafzen merfûdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin îrabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ cümlesi işaret zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَضْرِبُ damme ilemerfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru نَضْرِبُ fiiline mütealliktir.
وَمَا يَعْقِلُـهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْقِلُـهَٓا damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْعَالِمُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. الْعَالِمُونَ kelimesi, sülasi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتِلْكَ الْاَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ وَمَا يَعْقِلُـهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la 41. ayetteki …مَثَلُ الَّذ۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, en güzel şekilde temyiz içindir.
تِلْكَ mübteda, الْاَمْثَالُ mübtedadan bedeldir. Haber olan نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Misallere işaret edilen, tecessüm ve cem’ ifade eden تِلْكَ de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ذَ ٰلِكَ ve تِلْكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, Duhan/57, s. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
تِلْكَ ’nin haberine وَ ’la atfedilen وَمَا يَعْقِلُـهَٓا اِلَّا الْعَالِمُونَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiil ve fail arasında gerçekleşmiştir. يَعْقِلُـهَٓا maksûr/sıfat, الْعَالِمُونَ maksûrun aleyh mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat alel’l-mevsûftur.
الْعَالِمُونَ - يَعْقِلُـهَٓا ve الْاَمْثَالُ - نَضْرِبُهَا gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
يَعْقِلُـهَٓا - الْعَالِمُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Bunları ancak alimler anlar ifadesi, “Allah insanlara bir darb-ı mesel (teşbih) getirdi. O teşbihin hakikatini ve ifade etmek istediği her şeyi ancak alim olanlar anlayabilir” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet, ilmin akıldan daha üstün ve değerli olduğunu göstermekte ve buna delalet etmektedir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟
Meâlindeki “hikmet ve fayda esasına göre” ifadesinin karşılığı “bi’l-hakkı” deyimidir. Kur’an-ı Kerîm’de yaratmayla ilgili olarak kullanıldığı yerlerde bu deyim, genellikle evrende yaratılmış hiçbir şeyin bâtıl, yersiz, faydasız ve mânasız olmadığına; aksine Allah’ın yaratmasının hakîmane yani eksiksiz kusursuz olduğuna; ayrıca canlısıyla cansızıyla her varlığın, Hakk’ın eseri, dolayısıyla O’nun kudret ve hikmetinin bir tecellisi ve bu anlamda yaratılanın da hak olduğuna işaret eder.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 271خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
Fiil cümlesidir. خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَةً kelimesi, اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. لِلْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru اٰيَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ ’den sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ - بِالْحَقِّۜ kelimeleri arasında cinası nakıs vardır.
حَقِّۜ ; hak olarak kalan, batıla dönüşmeyen, sahih, doğru demektir. Bugün sahih, hak olan yarın batıl ve dalalet olmaz. Hak kelimesinde istikrar, lüzum ve sebat manası vardır. (Hâlidi, Vakafât, s. 143)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟
Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyanî istînâf istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan لَاٰيَةً ‘in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir.
Cümlede müsned olan ذٰلِكَ , delilleri işaret ederek onları tazim ve tekrim ifade eder.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Ayetin bu son cümlesi, bir çok surede tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِلْمُؤْمِن۪ينَ۟ [İşte bunda inananlar için bir ibret vardır.] Özellikle burada “İnananlar” ifadesine yer verilerek buna dikkat çekilmekte ve insanların bundan yararlanmaları istenmektedir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اتْلُ | oku |
|
2 | مَا | şeyi |
|
3 | أُوحِيَ | vahyedileni |
|
4 | إِلَيْكَ | sana |
|
5 | مِنَ | -tan |
|
6 | الْكِتَابِ | kitap- |
|
7 | وَأَقِمِ | ve kıl |
|
8 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
9 | إِنَّ | elbette |
|
10 | الصَّلَاةَ | namaz |
|
11 | تَنْهَىٰ | men’eder |
|
12 | عَنِ | -den |
|
13 | الْفَحْشَاءِ | iğrenç şeyler- |
|
14 | وَالْمُنْكَرِ | ve kötülükler(den) |
|
15 | وَلَذِكْرُ | elbette anmak |
|
16 | اللَّهِ | Allah’ı |
|
17 | أَكْبَرُ | en büyük(ibadet)tir |
|
18 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
19 | يَعْلَمُ | bilir |
|
20 | مَا | ne |
|
21 | تَصْنَعُونَ | yapıyorsunuz |
|
Kitaptan maksat Kur’an-ı Kerîm’dir. Her ne kadar burada, “Kur’an’dan önce indirilmiş Tevrat ve ekleri”nin kastedildiği ileri sürülmüşse de (Ateş, VI, 517) bu yorum, her şeyden önce âyetin lafzına uymamaktadır. Çünkü burada açıkça Hz. Muhammed’e hitap edilerek “kitaptan sana indirilen” denilmektedir. Kuşkusuz Kur’an’da, –aynı ifadelerle olmasa da– daha önce Tevrat’ta yer alan konular, özellikle geçmiş peygamberlere dair kıssalar bulunmaktadır. Fakat buna dayanarak âyette Peygamber’in okuması istenen kitabın, “Kur’an’dan önce indirilmiş Tevrat ve ekleri” olduğu, dolayısıyla burada Resûlullah’a, “Tevrat ve eklerini oku” gibi bir buyruk bulunduğu ileri sürülemez. Nitekim hiçbir müfessir âyette Resûlullah’a “Tevrat’ı oku” gibi bir anlamın bulunduğunu söylememiştir. Esasen Süleyman Ateş, “Kur’an-ı Kerîm’de mârife olarak ‘el-kitâb’, Tevrat ve eklerini ... gösterir” diyorsa da (VI, 517) böyle bir genelleme yanlıştır. Kur’an’da “el-kitâb”, eski peygamberlere indirilen kitaplar için kullanıldığı gibi Kur’an’ı da ifade etmektedir; ayrıca “Allah’ın ezelî ilmi, takdiri” veya “insanların bu dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği ve âhirette ortaya konacak olan bir nevi tutanak, yani amel defteri” gibi başka anlamlarda da kullanılmıştır. Nitekim Süleyman Ateş de –“Kur’an-ı Kerîm’de mârife olarak ‘el-kitâb’, Tevrat ve eklerini ... gösterir” şeklindeki kendi iddiasının aksine– “el-kitâb” kelimesinin geçtiği âyetlerden meselâ Nahl sûresinin 64. âyetinde “... bu kitabın Hz. Muhammed’e indirildiği bildirilmektedir” (V, 120); aynı sûrenin 89. âyetinde “... Kur’an’ın, her şeyi açıklamak ... için indirildiği bildirilmektedir” (V, 132); Kehf sûresinin 1. âyetinde “1-5. âyetlerde Kur’an’ın.... indirildiği ... bildirilmektedir” (V, 289); R‘ad sûresinin 39. âyetinde “... yapılacak her şeyin yazılmış, tesbit edilmiş bir zamanı vardır ...”; Kehf sûresinin 49. âyetinde “...herkesin kitabı yani yaptığı işlerin tutanağı ortaya konur” (V, 302) diyerek “el-kitâb” kelimesini hem “Kur’an” hem “Allah’ın ezeldeki yazısı, takdiri” hem de “amel defteri” anlamında açıklamıştır.
“Hayasızlık” diye çevirdiğimiz fahşâ kelimesi, Arapça’da aynı kökten olan fuhuş kelimesiyle eş anlamlı olup genellikle çirkin sözler ve fiiller için kullanılır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “fhş” md.); daha genel olarak başta zina olmak üzere edep, iffet, haya gibi erdemlerle çelişen söz ve davranışları ifade eder. “Kötülük” şeklinde çevirdiğimiz münker ise, ma‘rûf kavramının zıddı olarak genellikle “aklın ve sağ duyunun çirkin bulduğu, erdemli toplumun yadırgadığı tutum ve davranışlar” anlamına gelir (bilgi için bk. A‘râf 7/157).
Âyete göre gerek abdest, kıraat, rükû, secde, ta‘dîl-i erkân gibi zâhirî şartlarına ve rükünlerine gerekse ihlâs, huşû, takvâ gibi mânevî şartlarına özen göstererek kılınan namaz, İslâm’ın ve sağ duyu sahibi erdemli toplumların edepsizlik, hayâsızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlarla uyuşmaz, âdeta bir nasihatçi, bir uyarıcı gibi (İbn Âşûr, XX, 259) namaz kılan kişiyi bu davranışlardan meneder. Böylece âyette namazın ahlâkî tesirlerine, kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilmekte; namaz kıldıkları halde hak hukuk gözetmeyen, edep ve ahlâk kurallarına uymayanlara da dolaylı bir uyarı yapılmaktadır.
Yaygın yoruma göre “Allah’ı anmak” diye çevirdiğimiz zikrullahtan maksat namazdır. Nitekim Cum‘a sûresinde de cuma namazı için aynı tabir kullanılmıştır. Namazın zikir kelimesiyle anılması, onun tam bir ibadet bilinciyle, Allah’ın huzurunda bulunulduğu şuuru ve sorumluluğu ile eda edilmesi şartıyladır ki belirtilen ahlâkî etkiyi gösterecek kaliteye ulaşmış olacağını ima eder. Bu şekilde namaz kılarak Allah’ı anmak en büyük ibadettir. Namazın insandaki Allah şuurunu güçlendirme işlevi, diğer faydalarından daha önemlidir. Âyette namazın böyle bir bilinç ve sorumluluk duygusundan uzak olarak kılındığı oranda ibadet kalitesini de kaybedeceğine işaret vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 273-275
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ
Fiil cümlesidir. اُتْلُ illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫حِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫حِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru اُو۫حِيَ fiiline mütealliktir. مِنَ الْكِتَابِ car mecruru اُو۫حِيَ fiiline mütealliktir. اَقِمِ atıf harfi وَ ‘la اُتْلُ fiiline matuftur.
اَقِمِ sükun üzere mebni emir fiilidir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُو۫حِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi وحي ’dir.
اَقِمِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. الصَّلٰوةَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَنْهٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. عَنِ الْفَحْشَٓاءِ car mecruru تَنْهٰى fiiline mütealliktir. الْمُنْكَرِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَ , ibtida lâmıdır. Tekid ifade eder. ذِكْرُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. اَكْبَرُ haber olup lafzen merfûdur.
اَكْبَرُ ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُنْكَرِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. يَعْلَمُ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مَا ve masdar-ı müevvel, amili يَعْلَمُ ‘nun mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
تَصْنَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اُو۫حِيَ اِلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üslupta gelerek …اُتْلُ cümlesine atfedilen وَاَقِمِ الصَّلٰوةَۜ cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اُو۫حِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
اُتْلُ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ [Sana kitaptan vahyedileni oku] okumakla Allah'a yaklaşmak, lafızlarını ezberlemek ve manalarını keşfetmek kastedilmiştir. Çünkü düşünerek okuyan kimse ilk kulağına çaldığı zaman anlamadığını tekrarlar, keşfeder. (Beyzâvî)
اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu isim cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْفَحْشَٓاءِ ve الْمُنْكَرِۜ kelimelerindeki الْ takısı cins içindir. (Âşûr)
الْفَحْشَٓاءِ - الْمُنْكَرِۜ ve الْكِتَابِ - اُتْلُ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önemine binaen tekrarlanan الصَّلٰوةَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
نَهْيِ الصلوة ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen namazın, günahlardan sakınıp kaçınma hususunda bir lütuf/vesile olmasıdır. O yüzden namaz, men eden, yasaklayan yerine konulmuştur. Çünkü namazda Allah’ı zikir var; O’nun kelamını tilavet ve yine namazda O’nun öyle sevap müjdeleri öyle ceza uyarıcıları var ki, bunlar Allah’a itaatin en güçlü teşvikçileri ve günahlara bulaşmamanın en etkili etkenleridir. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)
Allah, namazın insanın davranışlarına etkisini muhâtabın zihnindeki tereddütlere cevap vermek amacıyla bir tekid edatı ile dile getirmiştir. Kur'an-ı Kerim’deki ayetlerin önemli bir kısmı bu kabildendir. Kur'an’da bu tür ayetlerden maksat, muhataptan gelecek sorulara ikna edici cevap niteliğinde olmasıdır. Diğer bir deyişle muhatapta bir konu hakkında kısmî tereddüt durumu söz konusu ise bu tür ifade biçimi kullanılır. (M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)
وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ
Öncesindeki ta’lil cümlesine matuftur. وَ ’ın hal vavı veya istînâfiyye olması da caizdir.
لَ , ibtida lâmıdır. Te’kid ifade eder. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
اَكْبَرُ mübalağa kalıbındadır. İsim cümlesinde müsnedin isim olması sübut ifade eder. Cümle faide-i haber talebi kelamdır.
ذِكْرُ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması zikri, tazim ve teşrif içindir.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Ayetin bu son cümlesi de ta’lil cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mübtedanın haberi olan يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan تَصْنَعُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek yapılan amellerin zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetin öncesinde söylenenler ile ilgili olarak tezyîl hükmündedir. Vaat ve vaîd anlamı içerir. تَصْنَعُونَ ameller manasındadır. (Âşûr)
Cümle [Allah Teâlâ yaptıklarınızı bilir] anlamının yanında “bilmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)Allah yolunda yürümeyenlerin dünya üzerinde yaptıklarının, kalplerinin halinin ve Allah’ın rızasına aykırı kurulan dostlukların hepsi örümcek ağına benzer. Görünüşü dikkat çekicidir. Gören hayran kalır ve kişide, daha yakından bakma isteği uyandırır. Ancak oldukça dayanıksızdır. Kolaylıkla bozulur. Parmakların arasında ezilir gider.
Ey Azîz ve Hakîm olan Allahım!
Bizi;
Kur’an-ı Kerim’i okuyanlardan ve yaşayanlardan.
Namazın kıymetini bilenlerden ve özenle kılanlardan.
Kelamının ve namazının her türlü bereketinden ve hayrından nasiplenenlerden.
Sana ibadet ederken, dünyalık her türlü meseleden ve halden sıyrılanlardan.
Seni sevenleri ve Senin sevdiklerini dost edinenlerden
Her mutluluk, korku ya da üzüntü anında; her başlangıç, bitiş ya da karar aşamasında; her pişmanlık ya da umut hissinde; her aydınlık ya da karanlık vaktinde: Seni ananlardan ve Sana sığınanlardan.
Yalnız Senden isteyenlerden ve yalnız Sana kulluk edenlerden eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji