بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تُجَادِلُوا | tartışmayın |
|
3 | أَهْلَ | ehliyle |
|
4 | الْكِتَابِ | kitap |
|
5 | إِلَّا | başka şekilde |
|
6 | بِالَّتِي | (tarzdan) |
|
7 | هِيَ | o |
|
8 | أَحْسَنُ | en güzel |
|
9 | إِلَّا | dışında |
|
10 | الَّذِينَ |
|
|
11 | ظَلَمُوا | haksızlık edenleri |
|
12 | مِنْهُمْ | onların |
|
13 | وَقُولُوا | ve deyin ki |
|
14 | امَنَّا | inandık |
|
15 | بِالَّذِي |
|
|
16 | أُنْزِلَ | indirilene |
|
17 | إِلَيْنَا | bize |
|
18 | وَأُنْزِلَ | ve indirilene |
|
19 | إِلَيْكُمْ | size |
|
20 | وَإِلَٰهُنَا | ve tanrımız |
|
21 | وَإِلَٰهُكُمْ | ve tanrınız |
|
22 | وَاحِدٌ | birdir |
|
23 | وَنَحْنُ | ve biz de |
|
24 | لَهُ | O’na |
|
25 | مُسْلِمُونَ | teslim olanlarız |
|
Ankebût sûresinin Mekke’de indiği yönündeki rivayet kabul edildiği takdirde (bk. sûrenin girişindeki açıklama), buradaki Ehl-i kitap’tan maksat, Mekke’de bulunan az sayıdaki hıristiyanlardır. Hz. Peygamber’in bu hıristiyanlarla ilişkisinde ciddi bir sıkıntı bulunmadığı bildirilmekte, âyette de bu ilişkilerin iyi yolda götürülmesi yönünde tâlimat verilmektedir. Şayet sûrenin tamamının veya bu âyetin de içinde bulunduğu bir bölümünün Medine döneminin başlarında indiği yönündeki bilgi doğru kabul edilirse buradaki Ehl-i kitabın ağırlıklı olarak Medine yahudilerini ifade ettiği düşünülebilir. Hicretin ilk yıllarında yahudilerle ilişkilerin de barışçı bir çizgide sürdüğü bilinmektedir. Ancak âyetteki “içlerinden haksızlığa sapanlar dışında” şeklinde bir istisnanın yer alması, bazı Medineli yahudilerin daha ilk zamanlarda İslâm’a, Hz. Peygamber’e ve müslümanlara karşı olumsuz bir tavır takınmaya başladıklarını göstermektedir. Bazı müfessirler, “haksızlığa sapanlar”la cizye vergisi vermeye yanaşmayan Ehl-i kitap mensuplarının kastedildiğini ileri sürmüşlerse de (meselâ bk. Taberî, XXI, 1) henüz o dönemde cizye uygulamasının bulunmadığı, cizye âyetinin (Tevbe 9/29) hicretin 9. yılında indiği dikkate alınırsa bu yorum isabetsizdir. Şu halde Zemahşerî’nin de belirttiği gibi (III, 192) burada Ehl-i kitap içinden müslümanlar karşısında düşmanca tavır takınan sertlik yanlıları kastedilmiş, sertliğe sertlikle karşı konulmasına izin verilmiş olmalıdır.
Âyetin devamında müslümanların Ehl-i kitap mensuplarına, “Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir. Biz O’na teslim olmuşuzdur” demeleri istenmiştir. Bu ifade müslümanların onlarla iyi geçinmelerinin ilkesel gerekçesini ortaya koymaktadır. Zira –putperest Araplar’ın aksine– müslümanlarla Ehl-i kitap arasında bir inanç yakınlığı bulunmakta, yani müslümanlar onların kitaplarının hak kitap olduğunu kabul ettikleri gibi temelde ulûhiyyet konusunda da onlarla aynı inancı paylaşmaktadırlar. Ehl-i kitap’taki tevhid ilkesine aykırı inançlar, onların dinlerinin aslında bulunmayıp sonradan ortaya çıkmış bir sapmadır. Sonuç olarak müslümanların temel inanç konularında kendileriyle aynı çizgide gördükleri Ehl-i kitabı düşman bilmeleri anlamsızdır. Müslümanlarla Ehl-i kitap arasında daha sonra baş gösteren çatışmalar, müslümanlardan kaynaklanmış değildir; nitekim tarihî bilgiler de bunu doğrulamaktadır. Bu açıklamalar dikkate alındığında, haksızlığa sapanlar dışında Ehl-i kitap’la iyi geçinmeyi emreden bu âyetin savaşa izin veren daha sonraki âyetlerle neshedildiğini ileri süren görüşün de isabetli olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira bu âyetin, “içlerinden haksızlığa sapanlar dışında” şeklindeki istisna bölümü, zaten gerektiğinde savaşmaya kadar varacak olan sertliğe sertlikle mukabele yolunu açık tutmaktadır. Nitekim müfessirler de bu yönde yorumlar aktarmışlardır (meselâ bk. Taberî, XXI, 2; İbn Kesîr, VI, 292).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 275-276وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تُجَادِلُٓوا fiili نَ ‘un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَهْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْكِتَابِ muzâfun İleyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الَّت۪ي müfret müennes has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte تُجَادِلُٓوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası هِيَ اَحْسَنُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَحْسَنُ haber olup lafzen merfûdur.
تُجَادِلُٓوا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
اِلَّا istisna harfidir. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl müstesna olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مِنْهُمْ car mecruru ظَلَمُوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. قُولُٓوا fiili نَ ‘un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli اٰمَنَّا ‘dır. قُولُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اٰمَنَّا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
الَّـذ۪ٓي müfred müzekker has ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اٰمَنَّا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْنَا car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktiir. اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. و atıf harfidir.
اِلٰهُنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰهُكُمْ atıf harfi و ‘ la makabline matuftur.
وَاحِدٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur.
Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru مُسْلِمُونَ ’ye mütealliktir. مُسْلِمُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اُنْزِلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُسْلِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تُجَادِلُٓوا اَهْلَ الْكِتَابِ اِلَّا بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ اِلَّا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْهُمْ
Ayet istînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nehiy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille car-mecrur arasındadır. تُجَادِلُٓوا maksûr/mevsûf, بِالَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۗ maksûrun aleyh/sıfat olmak üzere kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka şeye değil zikredilen mecrura kasr edilmiştir.
Harf-i cerle birlikte تُجَادِلُٓوا fiiline müteallik müennes has ism-i mevsûl بِالَّت۪ي ‘nin sılası olan هِيَ اَحْسَنُۗ sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber btidaî kelamdır.
Cümledeki ikinci اِلَّا da istisna edatıdır. Müstesna olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sıla cümlesi ظَلَمُوا مِنْهُمْ şeklinde müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede iki اِلَّا arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ehl-i Kitab olan Yahudi ve Hristiyanlarla en güzel hasletle mücadele edin: kabalığa yumuşaklıkla karşılık vermek, öfkeye karşı sakin davranmak, eleştiriye öğütle karşılık vermek ve tehevvüre karşı teenni ile davranmak gibi. Ancak müslümanların, Ehl-i Kitab'a karşı takınacakları tavırlar, zafiyet ve zillete delalet edecek şekilde olmamalıdır.
Bir görüşe göre bu ayet, kıtal (savaş) ayeti ile nesh edilmiştir.
Ancak düşmanlık ve inatta, yahut Allah'a çocuk isnad etmek ve "Allah'ın eli sıkıdır" demek gibi sözleriyle aşırıya giderek zulmedenleri hariç; böyle olanlara karşı ise hallerine uygun bir müdafaa yapılmalıdır. (Ebüssuûd)
وَقُولُٓوا اٰمَنَّا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْنَا وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Cümle atıf harfi وَ ’la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُولُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اٰمَنَّا بِالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Harf-i cerle birlikte اٰمَنَّا fiiline müteallik has ism-i mevsûl بِالَّـذ۪ٓي ‘nin sılası olan اُنْزِلَ اِلَيْنَا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاُنْزِلَ اِلَيْكُمْ وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir.
Mekulü’l-kavle dahil olan mübteda ve haberden müteşekkil وَاِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ ve وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ cümleleri, faide-i haber ibtidai kelamdır. İsme isnad edilmiş isim cümleleri, zamandan ari sübut ifade eder.
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَهُ , ihtimam için amili olan مُسْلِمُونَ ’ye takdim edilmiştir.
مُسْلِمُونَ , ism-i fail vezninde gelerek bu sıfatın devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اُنْزِلَ اِلَيْنَا - اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ cümleleri arasında mukabele vardır.
الَّـذ۪ٓي - الَّت۪ي - الَّذ۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اُنْزِلَ - اِلٰهُ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,
تُجَادِلُٓوا - مُسْلِمُونَ ve ظَلَمُوا - اَحْسَنُۗ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Peygamberimizden (sav) rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:
"Ehl-i Kitabı tasdik de etmeyin; tekzip de etmeyin ve deyin ki: "Biz, Allah'a, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettik." Eğer onlar batıl bir şey söylerlerse, onları tasdik etmezsiniz; hak bir şey söylerlerse, onları tekzip etmezsiniz." (Ebüssuûd)
اِلٰهُنَا وَاِلٰهُكُمْ وَاحِدٌ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ Bu kelam, anılan iki fırkanın (Yahudi ve Hristiyanların) haline bir ta’rizdir. Zira onlar hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan başka ilâhlar edindiler. (Ebüssuûd)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَذَٰلِكَ | ve işte böylece |
|
2 | أَنْزَلْنَا | indirdik |
|
3 | إِلَيْكَ | sana |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | فَالَّذِينَ | kimseler |
|
6 | اتَيْنَاهُمُ | kendilerine verdiklerimiz |
|
7 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
8 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
9 | بِهِ | ona |
|
10 | وَمِنْ | ve |
|
11 | هَٰؤُلَاءِ | şunlardan (Araplardan) |
|
12 | مَنْ | kimseler |
|
13 | يُؤْمِنُ | inananırlar |
|
14 | بِهِ | ona |
|
15 | وَمَا | ve |
|
16 | يَجْحَدُ | inkar etmez |
|
17 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
18 | إِلَّا | başkası |
|
19 | الْكَافِرُونَ | kafirlerden |
|
“İşte biz kitabı sana böyle indiriyoruz” ifadesi çoğunlukla, bir önceki âyetin, “Ve deyin ki: Bize indirilene de size indirilene de inandık. Bizim Tanrımız da sizin Tanrınız da birdir” meâlindeki bölümüyle bağlantılı olarak, “İşte biz Kur’an’ı sana böyle (daha önceki ilâhî kitapları onaylayan, onlardaki Allah’ın birliği inancını teyit eden, dolayısıyla ilâhî vahyin evrensel doğrularını tekrarlayan) bir kitap olarak indiriyoruz” şeklinde yorumlanmıştır. Ancak âyetin bu bölümünü, “İşte biz önceki peygamberlere kitaplar indirdiğimiz gibi sana da bu kitabı, Kur’an’ı indiriyoruz” şeklinde açıklayanlar da olmuştur (Taberî, XXI, 4; İbn Atıyye, IV, 321; Zemahşerî, III, 192).
“Kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler” ifadesi de farklı şekillerde açıklanmıştır. Yaygın yoruma göre burada, yahudi iken müslüman olmuş Abdullah b. Selâm ve yakınları kastedilmiştir (Zemahşerî, III, 192; Şevkânî, IV, 238). Ancak İbn Âşûr, âyetteki “yü’minûne” fiilini –bizim de çeviride tercih ettiğimiz şekilde– geniş zamanlı bir fiil kabul ederek burada, o gün İslâm’ı hak din olarak kabul etmiş ve daha sonra da kabul edecek olan Ehl-i kitap mensuplarının söz konusu edildiğini belirtmiştir (XXI, 9). “Şunlardan da (müşrikler) ona inananlar var” ifadesinde ise –ağırlıklı görüşe göre– Araplar arasında müslüman olanlardan söz edilmiştir. Bu sûrenin indiği dönemde Araplar’ın çok büyük kısmı henüz müslüman olmadığı için âyette böyle bir ifade kullanılmıştır.
“Kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ederler” ifadesi tamamının, “şunlardan da ...” ifadesi ise bir kısmının inandığını gösteriyor. Buna göre âyeti şöyle yorumlamak da mümkündür: İnsaf ve idrak bakımından kitaba muhatap olma kabiliyetlerini koruyanların tamamı ona iman ederler; diğerlerinden de (Ehl-i kitap ve müşrikler) bir kısmı ona inanırlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 276-277
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. كَ harf-i cerdir. مثل “gibi” demektir. Bu ibare, اَنْزَلْنَاهُ fiilinin mef’ûlun bihi olan zamirin haline mütealliktir.
ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
اَنْزَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْـنَٓا fiiline mütealliktir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنْزَلْـنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ
İsim cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰتَيْنَاهُمُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يُؤْمِنُونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
اٰتَيْنَاهُمُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أتى ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ
İsim cümlesidir. مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline mütealliktir.
يُؤْمِنُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَجْحَدُ merfû muzari fiildir. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru يَجْحَدُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili اَنْزَلْـنَٓا olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
Bu takdire göre cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْكَ , amili olan الْكِتَابَۜ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 101)
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
فَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۚ وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ
Cümle, فَ ile istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi haberdir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْكِتَابَ , önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنْ يُؤْمِنُ بِه۪ۜ cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde takdim, tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , muahhar mübtedadır.
Muahhar mübteda olan mevsûlün sılası olan يُؤْمِنُ بِه۪ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
[Ayetteki Kitap verdiklerimiz…] ifadesiyle peygamberler kastedilmiştir. مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [Bunlardan] ifadesi ile de, "ehl-i kitaptan" manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الْكَافِرُونَ
وَ itiraziyyedir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiil ve fail arasında gerçekleşmiştir. يَجْحَدُ maksûr/sıfat, الْكَافِرُونَ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat alel’l-mevsûftur. Yani ayetlerimizi sadece kâfirler inkâr eder, başkaları ise tasdik eder manasındadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاٰيَاتِنَٓا , ihtimam için fail olan الْكَافِرُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan بِاٰيَاتِ tazim edilmiştir.
الْكَافِرُونَ ‘deki elif-lam takısı, onlardaki bu özelliğin kemâline işaret etmiştir. (Âşûr)
يُؤْمِنُونَ - الْكَافِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يُؤْمِنُونَ - يُؤْمِنُ kelimeleri arasında iştikak cinası, مِنْ - مَنْ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve bu gruplardaki kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَجْحَدُ - يُؤْمِنُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
بِاٰيَاتِنَٓا - الْكِتَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada kitabın ‘ayetler’ olarak ifade edilmesi, bu ayetlerin manalarına ve Allah (cc) katından nazil olduklarına olan delaletinin apaçık olduğuna dikkat çekmek içindir. Bu kâfirlerden murad, küfre tamamen batmış olan ve onda kararlı olan kâfirlerdir. Zira onların bu hali, kendilerini, ayetlerin hak oldukları marifetine götürecek tefekkürden alıkoyar. (Ebüssuûd)
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذاً لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كُنْتَ | sen değildin |
|
3 | تَتْلُو | okuyan |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | قَبْلِهِ | bundan önce |
|
6 | مِنْ | -tan |
|
7 | كِتَابٍ | Kitap- |
|
8 | وَلَا | ve |
|
9 | تَخُطُّهُ | onu yazmıyordun |
|
10 | بِيَمِينِكَ | elinle |
|
11 | إِذًا | öyle olsaydı |
|
12 | لَارْتَابَ | kuşkulanırlardı |
|
13 | الْمُبْطِلُونَ | batılda olanlar |
|
Okumak ve yazmak, birinden öğrenim görmenin en temel iki yoludur. Âyette Hz. Peygamber’in başka birinden bu şekilde öğrenim görmediği belirtilmektedir. Zira onun okuması yazması olsaydı o zaman Kur’an’ı inkâr etmek için bahane arayanlar, onu başka birinden, meselâ bir Ehl-i kitap mensubundan okuyup yazdığını ileri sürebilirlerdi. Nitekim yine de bu tür iddialar gündeme getirilmiş fakat etkili olamamıştır. Bunun önemli sebeplerinden biri, bu ve benzeri âyetlerde ifade buyurulduğu üzere, Resûlullah’ın –en azından yirmi üç yıllık peygamberlik süresinin on üç yılını oluşturan Mekke döneminde– okuma yazmasının olmaması, yani ümmî oluşudur (ümmîlik konusunda ayrıca bk. A‘râf 7/157-158).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 277
Televe تلو : تَلا fiili bir kişiyi aralarında hiç kimsenin bulunamayacağı kadar yakın bir ardışıklıkla izlemektir. Bu takip edip izleme bazen bizzat bedenle, bazen hükümde birine uyarak olur ve mastarı da تُلْوٌ ve تُلُوٌّ şekillerinde gelir. Bazense okuyarak anlamı tedebbür etmek şeklinde olur, bu durumda da mastar تِلاوَةٌ dur. تَلا fiili عَلَى harfi ceri ile geldiğinde yüksek sesle okumak demektir.
تِلاوَةٌ sözcüğü kimi zaman sadece okuma şeklinde kimi zaman da içlerindeki emir ve nehiyleri, teşvik ve korkutmaları ciddiye alıp gereğini yapmak şeklinde Allah'ın nazil olmuş kitaplarını takip etme/izleme demektir. Kıraatten daha özel anlamlıdır. Dolayısıyla her tilavet bir kıraattir ancak her kıraat bir tilavet değildir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 63 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri tâli (yol) ve tilavet (secdesi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Yemene يمن : يَمِينٌ sözcüğünün anlamı sağ el demektir. Yüce Allah'ın bir sıfatı olarak Kur'an-ı Kerim'de kullanılması bu hususta el sözcüğünün kullanılmasıyla aynı kapsamdadır.
يَمِينٌ kelimesi ayrıca müstear olarak teberrük, uğurlu ve bereketli sayma ile saadet ve mutluluk manalarında kullanılmıştır. Bu da insanların genelde hayır ve bereketi sağ ile, kötülük ve uğursuzluğu sol ile ifade etmeleri esasına göre söylenmiştir.
Yemin/ant etmede kullanılan يَمِينٌ kavramı ahitleşip antlaşma yapan kişinin gerçekleştirdiği fiil göz önüne alınarak bunu sağ elle yapması sebebiyle istiare yapılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de 3 farklı isim kalıbında toplam 71 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri yemin, meymenet(siz), Eymen ve Yemen'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ اِذاً لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنْتَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
تَتْلُوا ile başlayan fiil cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتْلُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru تَتْلُوا fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harfi zaiddir. كِتَابٍ lafzen mecrur, mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. تَخُطُّهُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِيَم۪ينِكَ car mecruru تَخُطُّ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir كً muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi takdiri لو olan mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır.
ارْتَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الْمُبْطِلُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
ارْتَابَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi ريب ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
الْمُبْطِلُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كُنْتَ تَتْلُوا مِنْ قَبْلِه۪ مِنْ كِتَابٍ وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ
وَ atıf, مَا nafiye harfidir. Ayetin ilk cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetteki …أنزلنا cümlesine atfedilmiştir. Menfî كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَان ’nin haberi muzari fiil olarak gelmiştir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, istimrar, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Ayette geçen كِتَابٍ ‘deki tenvin, herhangi bir manasında adet ifade eder.
مَا كَان‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
وَلَا تَخُطُّهُ بِيَم۪ينِكَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
بِيَم۪ينِكَ şeklindeki fazladan açıklama Hz. Peygamber’den okuyup yazma özelliğini olumsuzlamayı kuvvetlendirmek için yapılmış ıtnâbdır.
تَتْلُوا - كِتَابٍ - تَخُطُّهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِذاً لَارْتَابَ الْمُبْطِلُونَ
اِذاً cevap harfi, لَ rabıtadır. Mahzuf şartın cevabı olan bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır
Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri; لو كنت تتلو (Okumuş olsaydın) olan cevap cümlesi mahzuftur.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Cenab- Hak önce, ["İşte sana kitap indirdik"] (Ankebut, 47) ifadesiyle teşbihte (kezalike) bulunmuş, daha sonra da, bu ikisi arasındaki müşterek noktayı getirmiş -ki, bu da, her ikisinin mucize oluşudur- ve şöyle demiştir: O kitapların indirilmiş olmaları, ancak mucize ile bilinmiştir. Bu Kur'an'ın yazmayan ve okumayan bir kimse tarafından ortaya konulması da, mucizenin ta kendisidir. Binaenaleyh, bu sebeple Kur'an'ın da indirilmiş olduğu malumdur. O halde Cenab-ı Hakk'ın, "Böyle olsaydı, batıl üzere olanlar şüphelenebilirlerdi" ifadesinde, şöyle bir ince mana vardır: Bu peygamberin okuması ve yazması halinde de, bu, bu sözün (Kur'an'ın) onun sözü olmasını gerektirmez. Çünkü yeryüzünün bütün yazarları ve okuyucuları (kurrâ), bunu yapamazlar. Ancak, ne var ki, böyle olması halinde, batıl üzere olanın şüphesinin bir bahanesi olabilirdi... Ama, yukarıdaki şekilde olması halinde, batıl üzere olanın şüphesinin hiçbir bahanesi olamaz ve şüphesini daha fazla iptal edicidir. (Fahreddin er-Râzî)
Farz edilen takdire göre de onlar batıl olarak vasıflandırılmışlar, çünkü mezkûr ihtimale göre de, onlar yine batıla uymuş olurlar; zira Peygamberimizin (sav) o şüpheden münezzeh olduğu gayet açıktır. (Ebüssuûd)
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | بَلْ | hayır |
|
2 | هُوَ | o |
|
3 | ايَاتٌ | ayetlerdir |
|
4 | بَيِّنَاتٌ | açık açık |
|
5 | فِي | bulunan |
|
6 | صُدُورِ | göğüslerde |
|
7 | الَّذِينَ | olanların |
|
8 | أُوتُوا | verilmiş |
|
9 | الْعِلْمَ | bilgi |
|
10 | وَمَا | ve |
|
11 | يَجْحَدُ | inkar etmez |
|
12 | بِايَاتِنَا | bizim ayetlerimizi |
|
13 | إِلَّا | başkası |
|
14 | الظَّالِمُونَ | zalimlerden |
|
“Apaçık âyetler” şeklinde çevirdiğimiz âyâtün beyyinât ifadesini Zemahşerî, “mûcize olduğu apaçık belli âyetler” (III, 193), Kurtubî de “bilgiye mazhar kılınmış olanlar” diye çevirdiğimiz ûtü’l-ilm tabirini, “Allah kelâmı ile beşer sözünü ... birbirinden ayırma yeteneğine sahip olanlar” (XIII, 367) şeklinde açıklamıştır. Buna göre Kur’an, Resûlullah’ın başka bir insandan okuyup yazarak derlediği, kendisinin ürettiği bir eser değildir; zaman zaman müşriklerin ileri sürdüğü gibi bir şiir veya bir sihir ürünü de değildir; aksine o, zihinsel yetenekleri gelişmiş olan inançlı ve iyi niyetli insanların, ilâhî kelâmda bulunması gereken apaçık mûcizevî özelliklere sahip olduğunu anlayıp kavradıkları âyetlerden oluşur.
Zemahşerî (III, 193), bu âyette Kur’an’ın iki özelliğine vurgu yapıldığı kanaatindedir: 1. Kur’an’ın, apaçık mûcize olan âyetlerden oluşması,
2. Âyette “sudûr” (kalpler) kelimesiyle ifade edilen hâfızalarda ezberlenip korunması. Kur’an bu iki özelliği ile öteki kutsal kitaplardan ayrılmaktadır. Çünkü o kitaplar: a) Mevcut şekliyle doğrudan Allah kelâmı, dolayısıyla apaçık mûcizevî âyetler değildir, aksine onlar –bugün bilimsel olarak da tesbit edildiği gibi– bazı Kitâb-ı Mukaddes yazarlarının kaleminden çıkmış eserlerdir; b) Yahudi ve hıristiyan kültüründe bu eserler ezberlenerek korunmuş değildir; hâfızlık geleneği sadece müslümanlarda vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 277-278
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اٰيَاتٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. بَيِّنَاتٌ kelimesi اٰيَاتٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ف۪ي صُدُورِ car mecruru بَيِّنَاتٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl, الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْعِلْمَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere mebni meçhul, mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur. الْعِلْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَجْحَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاٰيَاتِنَٓا car mecruru يَجْحَدُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. الْكَافِرُونَ fail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
الْكَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَلْ هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ
Ayet müste’nefe olarak fasılla gelmiştir.
بَلْ idrâb harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ayetin ilk cümlesi olan هُوَ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ ف۪ي صُدُورِ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰيَاتٌ için sıfat olan بَيِّنَاتٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ف۪ي صُدُورِ car mecruru, بَيِّنَاتٌ ‘a mütealliktir.
Müzekker cemi has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , cer mahallinde ف۪ي صُدُورِ ’nin muzâfun ileyhidir.
اُو۫تُوا الْعِلْمَۜ cümlesi mevsûlün, müphem yapısı nedeniyle her zaman ihtiyaç duyduğu ve îrabdan mahalli olmayan sıla cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Cenab-ı Hakk'ın, "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" ifadesinde, bunun, insanoğlunun uydurup ortaya koyacağı şeylerden olmayacağına bir işaret bulunmaktadır. Çünkü zihninde, uydurularak sıraya konulmuş bir ifade bulunan kimse, "Bu, benim kalbimin ve zihnimin ürünüdür" der. Ama, o sözü başkasından alıp ezberlediğinde ise o zaman o kimse, "O, benim kalbimde ve göğsümdedir" der. Binaenaleyh Cenab-ı Hak, "Kendilerine ilim verilmiş insanların göğüslerinde" buyurunca, bu, onlardan hiç kimsenin göğsünden südur etmiş olan bir şey olmaz. Cahil bir kimseden böyle bir şeyin südur etmesi imkânsızdır. Binaenaleyh cahil için göğüslerden zuhur eden bir şey söz konusu değildir. Ve onlar, bu ümmete göre müşrikler sınıfından addedilirler. Binaenaleyh, bu demektir ki Kur'an'ın zuhuru, Allah katındandır. (Fahreddin er-Râzî)
وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَٓا اِلَّا الظَّالِمُونَ
هُوَ اٰيَاتٌ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Kasr üslubuyla tekid edilmiş muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَٓا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiil ve fail arasında gerçekleşmiştir. يَجْحَدُ maksûr/sıfat, الْكَافِرُونَ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere kasr-ı sıfat alel’l-mevsûftur. Yani ayetlerimizi sadece zalimler inkâr eder, başkaları ise tasdik eder manasındadır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِاٰيَاتِنَٓا , ihtimam için fail olan الظَّالِمُونَ ’ye takdim edilmiştir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِاٰيَاتِنَٓا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan بِاٰيَاتِ tazim edilmiştir.
الظَّالِمُونَ ‘deki elif-lam takısı onlardaki bu özelliğin kemâline işaret etmiştir. (Âşûr)
Ayetler kelimesi cümlede önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Son cümle 47. ayetin son cümlesinin bir kelime farklılıkla tekrarıdır.
Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
Burada kitabın, ayetler olarak ifade edilmesi, bu ayetlerin manalarına ve Allah (cc) katından nazil olduklarına olan delaletinin apaçık olduğuna dikkat çekmek içindir. Bu kâfirlerden murad, küfre tamamen batmış olan ve onda kararlı olan kâfirlerdir. Zira onların bu hali, kendilerini ayetlerin hak oldukları marifetine götürecek tefekkürden alıkoyar. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak, "Bizim ayetlerimizi, ancak zalim olanlar bile bile inkâr eder" buyurmuştur. Cenab-ı Hak burada, "zalimler" kelimesini, bundan önceki yerde de, "kâfirin de zalim olmasına ve bu iki ifadenin arasında bir tersliğin bulunmamasına rağmen, "kâfirler" kelimesini kullanmıştır ki, bunda şöyle bir incelik bulunmaktadır: Onlara, mucize beyan edilmeden önce, "Sizin (ey ehli kitap) müşriklere nazaran pek çok meziyetiniz vardır. Binaenaleyh, Hz. Muhammed (sav)'i kabul etmemeniz ve böylece de kâfir olmanız suretiyle, o üstün taraflarınızı zayi etmeyiniz, boşa çıkarmayınız" denilmiştir. Dolayısıyla, burada kâfir sözünün kullanılması, onlar küfürden istinkâf ettikleri için, onları bu inkârdan men eden beliğ, müessir bir ifade olmuş olur. Ama, mucize beyan edildikten sonra, Cenab-ı Hak onlara yani ehli kitaba, "Eğer siz, bu mucizeyi inkâr ederseniz, o zaman sizin bütün peygamberlerin peygamberliklerini kabul etmemiş olmanız gerekir. Bu durumda da sizler, işin başında hükmen müşriklere; bu ümmete göre de hakikaten müşriklere katılmış olursunuz... Böylece de zalim yani müşrik olmuş olursunuz" demek istemiştir ki bu, tıpkı bizim, şirkin en büyük zulüm olduğunu açıklamamız gibidir. Binaenaleyh burada zalim lafzının; orada da kâfir lafzının kullanılması daha beliğ olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّـمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
2 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
3 | أُنْزِلَ | indirilmeli |
|
4 | عَلَيْهِ | ona |
|
5 | ايَاتٌ | ayetler |
|
6 | مِنْ | -nden |
|
7 | رَبِّهِ | Rabbi- |
|
8 | قُلْ | de ki |
|
9 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
10 | الْايَاتُ | ayetler (mu’cizeler) |
|
11 | عِنْدَ | yanındadır |
|
12 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | وَإِنَّمَا | ve şüphesiz |
|
14 | أَنَا | ben ancak |
|
15 | نَذِيرٌ | bir uyarıcıyım |
|
16 | مُبِينٌ | apaçık |
|
Peygamber dönemindeki inkârcılar, genellikle iyi niyetli olarak Resûl-i Ekrem’in gerçekten peygamber olup olmadığını öğrenmek, dolayısıyla gerçeği anlamak için değil, fakat sırf akıllarınca onu güç durumda bırakmak maksadıyla sık sık geçmişteki bazı peygamberler gibi onun da hissî (duyulara hitap eden) mûcizeler göstermesini isterlerdi. 50. âyette öncelikle mûcize göstermenin Allah’a ait olduğu, Peygamber’in görevinin ise insanları inanç ve amel hayatı konusunda uyarmak ve aydınlatmaktan ibaret bulunduğu bildirilmekte; 51. âyette ise çok önemli bir noktaya dikkat çekilmektedir: “Kendilerine okunan bu kitabı sana göndermiş olmamız onlara yetmiyor mu?” Şu halde Peygamber efendimizin en büyük mûcizesi Kur’an’dır; insanlara asıl gerekli olan, gelip geçici hissî mûcizeler değil, benzerini asla ortaya koyamayacakları, hayatın her anında feyzinden yararlanmaları mümkün olan bu ebedî mûcizedir (Zemahşerî, III, 193). Öteki mûcizeler duyulara hitap eder, gelip geçicidir; Kur’an ise okunan mûcizedir, akla hitap eder (İbn Âşûr, XXI, 15); insanlığın dünya huzuru ve âhiret kurtuluşu için muhtaç olduğu doğru inanç ve düzgün yaşayışın ilkelerini verir. Âyette Kur’an’ın bu özelliği iki kelimeyle verilmektedir: Rahmet ve ibret (zikrâ). Rahmet dünya ve âhirete dair bütün güzellikleri kapsayan bir kelimedir; çünkü Allah kuluna rahmetiyle muamele edince ona lâyık olduğu güzellikleri ihsan eder; ibret ise Kur’an’ın üslûbuna baştan sona hâkim olan kanıtlar, uyarılar, derslerdir; aslında bunlar da Kur’an’ın tabiriyle “akıl sahipleri” (ülü’l-elbâb) için birer rahmettir. Ama âyete göre Kur’an’daki rahmet ve ibret kaynaklarından feyiz almanın yolu –putperestler vb. inatçı ve inkârcı zümrelerin yaptığı gibi Kur’an’a ve Peygamber’e savaş açmak değil– hakikatleri görünce inanmaya hazır bir içtenliğe, dürüstlüğe sahip olmaktır.
Uyarı üslûbu taşıyan 52. âyete göre bütün evreni kuşatan ilmiyle her şeye şahit olan, eksiksiz kusursuz bilen Allah, sonuçta kimin ne yaptığını da görüp gözetmekte olup müminlerle münkirler arasındaki ihtilâflarda nihaî hükmü verecek ve o zaman “bâtıla (uydurma tanrılara) inanan ve Allah’ı inkâr edenler”, nefsânî ihtiraslarına, benlik iddialarına kapılarak doğru yola ve bu yolun yolcularına karşı verdikleri zalimce savaşın kendilerine neler kaybettirdiğini göreceklerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 278-279وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَوْلَٓا ‘dir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani: “değil mi?” manasındadır.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. عَلَيْهِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline mütealliktir. اٰيَاتٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّه۪ car mecruru اٰيَاتٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اُنْزِلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup, buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
الْاٰيَاتُ mübteda olup lafzen merfûdur. Mekân zarfı عِنْدَ , mahzuf habere mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاِنَّـمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir.
اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَذ۪يرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ kelimesi نَذ۪يرٌ ’in sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُب۪ينٌ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
İstînâfiyye olan ayetin ilk cümlesinde Allah Teâlâ, kâfirlerin sözlerini bildiriyor.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَاتٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ cümlesine dahil olan لَوْلَٓا edatı, bu cümlede هلا manasındadır.
اٰيَاتٌ ’un nekre gelişi nev ifade eder.
Mütekellimin alay amacına işaret eden cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَوْلَٓا ‘..meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de, terim olarak “bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Ehli kitap: "Ey Muhammed (sav) sen, sana, tıpkı Musa (as) ve İsa (as)'a indirildiği gibi, bir kitabın indirildiğini iddia ediyorsun. Halbuki durum hiç de böyle değildir. Çünkü Musa (as)'a o kitabın Allah katından olduğunun bilinip anlaşıldığı dokuz mucize verilmişti. Halbuki onlardan hiçbiri sana verilmemiştir" demişlerdir. Cenab-ı Hak nebisini, bu şüpheye verilecek cevaplarla irşâd etti. Ki bunlardan birisi, O'nun, "O ayetler ancak Allah'ın nezdindedir" beyanıdır. Bunu şu şekilde açabiliriz: "Peygamberimiz risalet iddiasında bulunmuştur. Halbuki, bir mucizenin getirilmesi, risaletin şartından değildir. Çünkü bir peygamber önce peygamber olarak gönderilir, böylece de Allah'a davet etmeye başlar. Sonra eğer insanlar onun bu davetini kabul etmek hususunda duraklarlar veya ondan bir delil isterlerse, bu durumda Allah eğer onlara acır, merhamet ederse, o kimsenin peygamber olduğunu beyan buyurur. Yok eğer acımazsa beyan etmez. Bu durumda da peygamber: "Ben şu anda bir peygamberim ama mucize işine gelince, Allah isterse o mucizeyi getirir istemezse indirmez" der. Bu böyledir çünkü, Cenab-ı Hak bir şeyi yarattığında tıpkı insana nispetle mekân ve yer gibi mutlaka o şeyin ayrılmaz vasfı olan şeyi de var eder. Binaenaleyh Allah, insanı yarattığında mutlaka o insanın yaratıldığı yeri de yaratmıştır veya ikisini birden yaratmıştır. Ancak ne var ki risalet ve mucize böyle değildir. Binaenaleyh Allah bir peygamber, bir elçi yaratıp onu da peygamber kıldığında onunla bir mucizenin olması ve bilinmesi, onun peygamberliğinin ayrılmaz vasfı değildir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاِنَّـمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِۜ cümlesi, اِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekan zarfı عِنْدَ mahzuf habere mütealliktir.
Cümledeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. الْاٰيَاتُ mevsuf/maksûr, عِنْدَ اللّٰهِۜ ‘nin müteallakı haber, sıfat/maksûrun aleyhtir.
اِنَّـمَٓا kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عِنْدَ اللّٰهِۜ izafeti, عِنْدَ ‘yi tazim içindir. Allah Teâlâ’nın, ayetlerin kendi katından olduğunu bildirirken, bunu lafz-ı celâlle dile getirmesi, azamet ve haşyeti artırmıştır.
Mekulü’l-kavle dahil olan اِنَّمَا , kâffe ve mekfûfedir. Bu durumda اِنَّ amel etmez.
Aynı üslupta gelen وَاِنَّـمَٓا اَنَا۬ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ cümlesi mekulü’l-kavle matuftur. اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümledeki kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. اَنَا۬ mevsuf/maksûr, نَذ۪يرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir.
نَذ۪يرٌ için sıfat olan مُب۪ينٌ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
نَذ۪يرٌ ve مُب۪ينٌ kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. Aralarında muvazene sanatı vardır.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰيَات ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلْ emri Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (sav) قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, c. 7, s. 111)
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَكْفِهِمْ | onlara yetmedi mi? |
|
3 | أَنَّا | -ki biz |
|
4 | أَنْزَلْنَا | indirdik |
|
5 | عَلَيْكَ | sana |
|
6 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
7 | يُتْلَىٰ | okunan |
|
8 | عَلَيْهِمْ | kendilerine |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | فِي | vardır |
|
11 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
12 | لَرَحْمَةً | bir rahmet |
|
13 | وَذِكْرَىٰ | ve öğüt |
|
14 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
15 | يُؤْمِنُونَ | inanan |
|
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ
Hemze istifham harfidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَكْفِهِمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَنَّٓ ve masdar-ı müevvel, يَكْفِهِمْ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
İsim cümlesidir. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. نَا mütekellim zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَنْزَلْنَٓا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْزَلْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلْنَٓا fiiline mütealliktir. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُتْلٰى عَلَيْهِمْ cümlesi الْكِتَابَ ‘nin hal olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و ” sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُتْلٰى fiili ى üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو 'dir. عَلَيْهِمْ car mecruru يُتْلٰى fiiline mütealliktir.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
رَحْمَةً kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup fetha ile mansubdur. ذِكْرٰى atıf harfi و ‘la makabline matuftur.
لِقَوْمٍ car mecruru رَحْمَةً mahzuf sıfatına mütealliktir. يُؤْمِنُونَ۟ fiili لِقَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ kelimesi, sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَكْفِهِمْ اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ
Mukadder istînâfa atfedilen ayete dahil olan istifham harfi hemze, tevbih ifade eder.
لَمْ , muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çevirmiştir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Soru kastı taşımayıp tevcih amacıyla gelen istifham cümlesi mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّٓ ve akabindeki اَنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ cümlesi masdar teviliyle يَكْفِهِمْ fiilinin faili konumundadır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
يُتْلٰى عَلَيْهِمْۜ cümlesi, الْكِتَابَ ‘den hal-i müekkide olarak ıtnâbdır. و ’la gelmeyen hal cümlesi bu durumun, sürekli bir özellik olduğuna işaret eder. Hal sahibinin durumunu tekid ifade ettiği için fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Tekid edici halin başına وَ gelmez.
يُتْلٰى - الْكِتَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Bu kelam, başkasının kelamını hikâye etmek olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından, onların taleplerini reddetmek ve taleplerinin batıl olduğunu beyan etmek için varid olmuştur. Yani sadece hakkı bildiren, sen eski semavî kitapları okuyup incelemek imkânından uzak iken, onları tasdik eden bu kitabı sana indirmemiz yetmedi mi onlara? Bu öyle bir kitap ki, her zaman ve mekânda kendilerine okunmaktadır; zevali ve izmihlâli olmayıp onların yanında her zaman sabit ayeti bulunmaktadır. Bu kitabın ayetleri dışındaki ayetler ise misyonunu ifa ettikten sonra zail olmaktadır ve her mekânda değil ancak bazı mekânlarda okunmaktadır. (Ebüssuûd)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَرَحْمَةً وَذِكْرٰى لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَرَحْمَةً ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır. Müsnedün ileyh olan لَرَحْمَةً ‘in nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifadesi içindir. وَذِكْرٰى , tezâyüf nedeniyle müsnedün ileyhe atfedilmiştir.
لَرَحْمَةً - ذِكْرٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümlede müsnede müteallık olan ذٰلِكَ , dikkatleri onun üzerine çekip önemini vurgulamak içindir.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir. Bu sebeple işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, c. 5, s. 190)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden يُؤْمِنُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak bu Kur’an’ı, sayesinde gerçek peygamberi tanımaları için kulları hakkında rahmet olan bir mucize yaptığına dair bir işaret olsun diye "Onda elbette bir rahmet vardır" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk'ın ذِكْرٰ /bir öğüt ifadesi, bunun zaman devam ettiği sürece, herkesin kendisinden öğüt alacağı kalıcı bir mucize olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak, "İman edecek bir topluluk için" buyurmuştur. Yani "Bu rahmet müminlere tahsis edilmiştir. Çünkü mucize, kâfirlerin her türlü mazeretlerini sona erdirmek ve inkârlarını sonuçsuz bırakmak için onlara öfkelenerek olmuş olan bir hadisedir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يداًۚ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | كَفَىٰ | yeter |
|
3 | بِاللَّهِ | Allah |
|
4 | بَيْنِي | benimle |
|
5 | وَبَيْنَكُمْ | sizin aranızda |
|
6 | شَهِيدًا | şahid olarak |
|
7 | يَعْلَمُ | O bilir |
|
8 | مَا | olanları |
|
9 | فِي |
|
|
10 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
11 | وَالْأَرْضِ | ve yerde |
|
12 | وَالَّذِينَ | ve |
|
13 | امَنُوا | inananlar |
|
14 | بِالْبَاطِلِ | batıla |
|
15 | وَكَفَرُوا | ve inkar edenler |
|
16 | بِاللَّهِ | Allah’ı |
|
17 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
18 | هُمُ | onlardır |
|
19 | الْخَاسِرُونَ | ziyana uğrayanlar |
|
Hasera خسر : خُسْر ve خُسْران kavramları sermayenin, ana paranın eksilmesidir. Bu eksilme bazen insana nisbet edilerek ‘falan kişi ziyan etti’ olarak, bazen de mala nispet edilerek ‘ticareti ziyana uğradı’ şeklinde kullanılır. Yine bu kavram hem dünyadaki mal, makam, mevki ve itibar gibi hârici kazançların kaybı hususunda, hem de sağlık, selamet, akıl, iman ve sevap gibi içsel ya da kişisel kazanımların kaybı hususunda kullanılır. Yüce Allah’ın Kuran-ı Kerim’de sözünü ettiği her خُسْران bu son anlamdadır.
خُسْران beş şekilde tefsir edilir:
1 – خاسِر Âciz kimseler manasında kullanılmıştır. Yusuf/14 Muminun/34
2 – خاسِرُون Aldatanlar, aldananlar ve aldatılanlar manasında kullanılmıştır. Zümer/15 Şura/45
3 –خُسْران Dalâlet manasında kullanılmıştır. Nisa/119 Asr/2
4 – خُسْران Eksiklik/eksiltmek, noksanlık/noksanlaştırmak manasında kullanılmıştır. Şuara/81 Mutaffifin/3
5 - خُسْران Ukûbet manasında kullanılmıştır. Hud/47 Araf/23
Vazîa; Sermaye kaybıdır. Hüsran ise sermayesinin tamamen gitmesidir. Daha sonra kullanım yaygınlaşarak sermayenin bir kısmının kaybı için de bu kelime kullanılır olmuştur.
Arapçada husran’ın aslı helâktır. الرِّبْح ‘ın zıddı olarak bir kayba uğrayıştır.
الخُسْرُ’un Farsçadaki karşılığı ziyandır ve bu da zararla aynı manada değildir. Çünkü zarar, faydanın/menfaatin (النَّفْع) mukabili/zıddıdır.
Yine hüsran (الخُسرُ) maddi işler ve mal hakkında olabildiği gibi manevi ve kişisel işler hakkında da olabilir. İlkiyle ilgili النَّقص ve الغُبْن mefhumları tam olarak uymakta, ikinci kısımla ilgili ise الضَّلال ve الهَلاك terimleri intibak etmektedir. (Müfredat - Tahqiq - Mukatil b. Süleyman - Furuq)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 65 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri hasar ve hüsrandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يداًۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يداً ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
بِ harfi zaiddir. للّٰهِ lafza-i celâli lafzen mecrur, كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
بَيْن۪ي mekân zarfı شَه۪يداً ‘e mütealliktir. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنَكُمْ mekân zarfı atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. شَه۪يداً temyiz olup lafzen mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek
ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
الْاَرْضِ kelimesi السَّمٰوَاتِ kelimesine matuftur.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا fiili, damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْبَاطِلِ car mecruru اٰمَنُوا fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاللّٰهِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiridir. الْخَاسِرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Veya munfasıl zamir هُمُ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ ise haberidir.
هُمُ الْخَاسِرُونَ isim cümlesi اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur. الْخَاسِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan خسر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ شَه۪يداًۚ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Tekid ifade eden zaid بِ harfi nedeniyle mecrur olan lafza-i celâl, fiilin faili olarak merfû mahaldedir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla اللّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden شَه۪يداً temyizdir.
Cümlede birbirine matuf iki mukaddem zaman zarfı da شَه۪يداًۚ ’e mütealliktir.
بَيْن۪ي - بَيْنَكُمْ kelimeleri arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلْ emri Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a (sav) قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın (sav) bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mim Sûreleri Belâği Tefsiri, c. 7, s. 111)
Cenab-ı Hak ["De ki: Benimle sizin aranızda Allah'ın, hakkıyla şahit olması yeter"] buyurmuştur. Ki bu, "Hazret-i Muhammed (sav)'in peygamber olduğu aşikâr olup, delilleri çok parlak olduğu halde ehl-i kitabın inatçıları onu tasdik etmeyince, tıpkı doğru söyleyen bir kimsenin yalanlanıp, bunun üzerine onun da, doğruluğu hususunda hertürlü delili getirerek yine de tasdik olunmayınca, bu kimsenin, "Ey inatçılar, Allah benim doğru sizin ise yalancı olduğunuzu biliyor. O, benimle sizin aranızda, dediklerim hususunda, hüküm veren bir şahittir" demesi gibi demiştir ki, bütün bunlar, bir takrîr ve bir te'kîdi ifade eden inzâr ve tehdittir. (Fahreddin er-Râzî)
يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ
Ayetin son cümlesi beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
وَالْاَرْضِۜ , tezâyüf nedeniyle السَّمٰوَاتِ ‘ye atfedilmiştir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ
وَ , istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَفَرُوا بِاللّٰهِ cümlesi sılaya matuftur. Atıf sebebi tezattır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ cümlesiyle, كَفَرُوا بِاللّٰهِۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ cümlesi, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsneddeki الْ takısı kasr ifade eder.
Haberin الْ takısıyla marife olması, kasr ifadesinin yanında bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtir. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
İddiaî kasrdır. Onların hüsranlarını mübalağa içindir. Bu ebedi cezayı hak etmeleri sebebiyle, sanki hüsrana uğrayan sadece onlardır. (Âşûr)
هم zamiri, mübteda ile haberin arasına girdiği için “Îrabdan mahalli olmayan fasıl zamiri” olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur.
Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan هم ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru: 352)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek onlara tekrar dikkat çekilmesi işaret edilenleri tahkir ve tevbih ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Haberin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِالْبَاطِلِ وَكَفَرُوا بِاللّٰهِۙ : Burada, tekid dışında şöyle bir başka fayda daha vardır: Allah Teâlâ, ikinci ifadeyi birincinin çirkinliğini beyan etmek için getirmiştir. Bu tıpkı birisinin, batılı ileri sürmenin çirkinliğini ortaya koymak için,"Sen, hakkı bırakıp da batılı mı söylüyorsun?" demesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak, "işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir" buyurmuştur. İşte hüsran çeşitlerinin en ilerisi de böyle olur. Çünkü sermayesini kaybeden ve bunun peşi sıra borçları olmayan kimsenin hali, sermayesini kaybettiği gibi, ayrıca birçok borçları da bulunan kimsenin halinden daha kolaydır. Binaenaleyh onlar da, Allah'tan başkasına ibadet edince, ömürlerini bu yolda harcamış ve karşılığında hiçbir şey elde edememiş, ayrıca üzerlerinde, ödemeyecekleri bir zaman ve yerde, istenecek bir takım farzları yapmama borçları kalmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Ey bize istemeyi ve sevmeyi, yürümeyi ve çalışmayı, yemeyi ve içmeyi, anlamayı ve konuşmayı, bakmayı ve dinlemeyi, okumayı ve yazmayı öğreten Allahım!
Sahip olduğumuz her şeyin hamdı ve her türlü övgü yalnız Sana aittir. Bizi; Senin yolunda öğrenenlerden ve kendisini geliştirenlerden eyle. İzninle; öğrendiklerimizi Senin rızanı kazanacak şekilde kullanalım. Böylece; dünyadaki vaktini değerlendirenlerden ve ahiret hayatını güzelleştirenlerden olalım.
Amin.
***
Doğruya iletensin. Batıl yola sapmaktan koru.
İşlerimizi kolaylaştıransın. Kendi elimizle zorlaştırmaktan koru.
Yüklerimizi hafifletensin. Nefsimizin inadıyla ağırlaştırmaktan koru.
Yolları rahatlatansın. Yokuşu çıkmakta inatlaşmaktan koru.
İstediklerimizi verensin. Vermediklerinde ısrarcı olmaktan koru.
Ey Allahım!
Kur’an-ı Kerim ile rahmetini müjdeleyerek gönülleri sevindiren ve şifalandıransın. Bizi, kelamını iman ile okuyanlardan, ciddiyet ile düşünenlerden, teslimiyet ile ibret alanlardan ve samimiyet ile itaat edenlerden eyle. Zalimlere ve kafirlere benzemekten muhafaza buyur.
Ey Allahım!
Kalplerimizi nurlandıransın. Küfrün ve şirkin zerresinden uzaklaştır.
Yollarımızı aydınlatansın. Her türlü karanlıkta kalma tehlikesinden kurtar.
Derinliklerimizi bilensin. Duygularımız ile düşüncelerimizin akışını ve ahlaklarımızı güzelleştir.
Gönüllerimizi sevindirensin. İki cihanda da bize ve etrafımızdakilere iyilik ve afiyet ver.
Kurtuluşa erdirensin. Bizi Sana ve cennet nimetlerine kavuşan kulların arasına katarak her türlü pişmanlık, tasa ve üzüntüden arındır.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji