بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَعْجِلُونَكَ | senden çabuk istiyorlar |
|
2 | بِالْعَذَابِ | azabı |
|
3 | وَلَوْلَا | eğer olmasaydı |
|
4 | أَجَلٌ | bir süre |
|
5 | مُسَمًّى | belirtilmiş |
|
6 | لَجَاءَهُمُ | onlara hemen gelirdi |
|
7 | الْعَذَابُ | azab |
|
8 | وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ | ve o kendilerine gelecektir |
|
9 | بَغْتَةً | ansızın |
|
10 | وَهُمْ | ve onlar |
|
11 | لَا | hiç |
|
12 | يَشْعُرُونَ | farkında değillerken |
|
İnkârcıların Hz. Peygamber’den, tehdit edilip uyarıldıkları azabı çabuklaştırmasını istemeleri, gerçekten böyle bir azaba inandıkları ve ona razı oldukları anlamına gelmez; onlar, bu ifadeleriyle aksine azaba inanmadıklarını açıkça ortaya koyarak alaylı bir üslûpla Peygamber’e karşı meydan okuyorlardı. 53. âyete göre söz konusu azabın gerçekleşme zamanı ilâhî hikmet tarafından tayin edilmiş olup o zaman gelince, onlar farkında bile olmadan azap ansızın başlarına gelecektir. İnkârcıların cezasının hemen verilmeyip belli bir zamana ertelenmesinin, tuttukları yanlış yoldan dönmelerine fırsat vermek, Allah’ın ne kadar sabırlı ve merhametli olduğunu göstermek gibi hikmetleri vardır (İbn Âşûr, XXI, 19).
Tefsirlerde 53. âyetteki azapla putperestlerin, Bedir Savaşı’nda yaşadıkları büyük yenilgi ve kayıplarının kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Nitekim müslümanlar karşısındaki ilk mağlûbiyetleri olan bu savaş onlar için sonun başlangıcı olmuştur. Böylece “Hadi bizi tehdit ettiğin azabı hemen şimdi getir!” diyerek meydan okuyanlar, daha dünyada iken cezalandırılmışlardır. 54-55. âyetler ise inkârcıların kendi yapıp ettikleri yüzünden âhirette uğrayacakları cezanın dehşetini, kaçınılmazlığını ve kuşatıcılığını özetlemektedir. Tarihsel bağlamda Kur’an’ın ilk muhatapları konumundaki putperest Araplar’ı uyaran bu âyetler, evrensel planda her devirde İslâmî inanç ve değerler karşısında benzer düşmanlıkları sergileyenleri ilgilendiren umumi bir ikaz anlamı da taşımaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 280-281وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ
وَ istînâfiyyedir. يَسْتَعْجِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْعَذَابِ car mecruru يَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir.
يَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ
وَ atıf harfidir. لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَجَلٌ mübteda olup lafzen merfûdur. مُسَمًّى kelimesi اَجَلٌ ‘nün sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (Mevcuttur.) şeklindedir.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
مُسَمًّى kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûlüdür.
وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Cümle, atıf harfi وَ ‘la makablindeki istînâfiyyeye matuftur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَأْتِيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بَغْتَةً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. هُمْ لَا يَشْعُرُونَ hal cümlesidir.
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا يَشْعُرُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَشْعُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ fiili, استفعال babında gelmiştir. Babın fiile kattığı anlamlardan istemek, bu cümlede öne çıkmıştır.
إستعجال : Vaktinden önce bir şeyi talep etmektir. (Ruhu’l Beyan)
الْعَذَابِۜ ‘ın elif lamla marifeliği cins içindir. (Âşûr)
وَلَوْلَٓا اَجَلٌ مُسَمًّى لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ
Cümle atıf harfi وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda gelmiş cümlede اَجَلٌ مُسَمًّى , şart cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَجَلٌ kelimesi, takdiri موجود (Mevcuttur.) olan haber için mübtedadır.
مُسَمًّى kelimesi اَجَلٌ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Rabıta harfi ل ile gelen cevap cümlesi لَجَٓاءَهُمُ الْعَذَابُۜ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. Cümlenin haber manalı olması haber üslubundaki cümleye atfını mümkün kılmıştır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
لَوْلَا harfi, bir şeyin mevcudiyetinden dolayı imtina harfi olur. İsim cümlesine dahil olur. Şayet müspet mana taşıyorsa cevabı, önünde ل bulunan fiil olarak gelir. Şayet menfi mana taşıyorsa cevabı ل ’sız gelir. (Süyûtî, el-İtkan, c.1, s.481)
Azabın gelmesi tabirinde mecazî isnad vardır. جَٓاءَ fiilinin faili olan azabın gelmesi değil, helake sebep olan durumun gerçekleşmesi söz konusu olduğundan, sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اَجَلٌ - يَسْتَعْجِلُونَكَ kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
Azabın ayette tekrarlanması korku ve haşyeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kureyş müşrikleri azabın kendilerine acele gelmesini istemişlerdi. Şayet azap malum bir vakitle sınırlı olmasa, onların azabının kıyamete tehir edilmesine hükmedilmemiş olsaydı azap onların istediği gibi hızlı bir şekilde ve peşinen gelirdi. Halbuki azap onlara daha sonra ansızın, gelişini hissetmeyecekleri şekilde onlar gaflet içinde iken gelip kendilerini bulacaktır. O istedikleri azap mutlaka onları kuşatacaktır. İşte Allah Teâlâ peş peşe bu ayetlerde o azabın kesinlikle ineceğini tekid etmiş ve onları nasıl kuşatacağını vasfetmiştir. Bu ayet-i kerîmede الْعَذَابُ kelimesi iki kere tekrarlanarak itnab yapılmıştır. Bunun maksadı müşrikleri korkutmak ve yaptıklarının çirkinliğini ortaya koymaktır. (Sinan Yıldız, Vehbe Zuhaylî’nin Tefsiru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları-Ebüssuûd)
وَلَيَأْتِيَنَّهُمْ بَغْتَةً
وَ , istînâfiyedir. Mahzuf kasemin cevabıdır. Cümleye dahil olan lam, kasemin hazfına işaret eden muvattiedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkâri kelamdır. Mahzuf kasem ve nûn-u sakile ile tekid edilmiştir. Kasemin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
بَغْتَةً , hal olarak nasb edilmiştir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ - بَغْتَةً ve جَٓاءَهُمُ - يَأْتِيَنَّهُمْ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘’أتى’’ bir kerede gelmek; ‘’جاء’’ peyderpey gelmek demektir. (Furûk) Râğıb (Müfredât) ile aynı görüşte olduğumuz ve Lemesâtun Beyâniyyetun adlı kitabımızda tercih ettiğimiz mana, إتيان 'ın kolaylık ifade etmesi, مجئ 'nin ise umumi oluşu yani أتى fiilinin kullanıldığı yerlere göre daha zor ve meşakkatli durumlarda kullanılıyor olmasıdır.
Bu kullanımlara birçok örnek verdik. Ancak burada ele aldığımız başka bir husûs Kur’an'ın, manaları birbirine benzeyen أتى ve جاء fiillerini, aralarındaki bu farklılığa delalet etmeyecek şekilde kullanmasıdır. Kur’an'ın kullanımı açısından bu iki fiil arasındaki farklardan biri de; Kur’an'ın mazi fiil, muzarî fiil, emir fiil, ism-i fail ve ism-i mef‘ûl olarak kullandığı أتى fiilinin aksine, جاء fiilini sadece mazi olarak kullanması, muzari fiil, emir fiil, ism-i fail veya mef‘ûl olarak kullanmamasıdır.
Belki bunun sebeplerinden biri de, جاء fiilinin sarfındaki zorluk ve أتى filinin sarfındaki kolaylıktır. أتى fiili, جاء fiilinden daha hafîftir.
Bir başka açıdan düşünüldüğünde vukû bulmamış kerih şeyler, vuku bulmuş kerih şeylerden daha hafîftir. Kerih şeyler vuku bulduğunda, vuku bulmamış olanlara göre daha meşakkatli ve zor gelir. Kur’an, vuku bulan ve bulmayan şeyleri farklı kullanır. Henüz vuku bulmamış şeyler için muzari جاء değil, muzari أتى fiilini; yine vuku bulan hadiselerden daha meşakkatli olanlar için جاء , daha hafîf olanlar içinse أتى fiilini kullanmıştır. (Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, Kur’an’ın Beyânî Sırları, S. 66)
Kasemin cevabı, olumlu muzari ile başlıyorsa fiilin başında lam harfi, fiilin sonunda ise şeddeli veya sakin tekid nununun getirilmesi zorunlu hale gelir.
Kasemin cevabı olumlu isim cümlesinden oluşuyorsa bu durumda اِنَّ ve ل َbirlikte ya da ikisinden biri cümlede kullanılır.
Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
Ayetin hal و ’ıyla gelen وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ
Ayet önceki ayeti tekid eder.
يَسْتَعْجِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِالْعَذَابِ car mecruru يَسْتَعْجِلُونَ fiiline mütealliktir.
يَسْتَعْجِلُونَ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. جَهَنَّمَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup fetha ile mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُح۪يطَةٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. بِالْكَافِر۪ينَ car mecruru مُح۪يطَةٌ ‘a mütealliktir.
مُح۪يطَةٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
كَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Önceki ayetteki ilk cümleyle aynı olan bu cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Bu tekrar konunun önemini vurgulamak için yapılan ıtnâb sanatıdır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ fiili, استفعال babında gelmiştir. Babın fiile kattığı anlamlardan olan ‘istemek’, bu cümlede öne çıkmıştır.
يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِۜ ifadesinin tekrar edilmesi azaba düçar olacaklarına dair tehdit ve uyarıdır. (Âşûr)
يَسْتَعْجِلُونَكَ fiilinde bulunan cemaat و ‘ı ,ayetin sonunda zahir isim olarak gelen بِالْكَافِر۪ينَۙ ’e işaret etmektedir. Bu, izmardan izhara iltifattır.
Makablinden bağımsız olan bu kelam, onların son derece cahil ve zayıf görüşlü olduklarını ortaya koymaktadır. Bu kelam delalet ediyor ki, onların acele gelmesini istedikleri azap, ahiret azabıdır. Yani o azabın çabuk gelmesini senden istiyorlar; Halbuki bütün azapların fevkinde olan o dehşetli azap, kendilerini mutlaka kuşatacaktır.
(Ebüssuûd)
وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمُح۪يطَةٌ بِالْكَافِر۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. Cümle ta’liliyye hükmündedir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Acemî alem cehennem müsnedün ileyh, لَمُح۪يطَةٌ müsneddir.
بِالْكَافِر۪ينَۙ ve müteallakı olan لَمُح۪يطَةٌ , ism-i fail vezninde gelerek devamlılık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
لْعَذَابِۜ - جَهَنَّمَ - كَافِر۪ينَۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | يَغْشَاهُمُ | onları örter |
|
3 | الْعَذَابُ | azab |
|
4 | مِنْ | -nden |
|
5 | فَوْقِهِمْ | üstleri- |
|
6 | وَمِنْ | ve |
|
7 | تَحْتِ | altından |
|
8 | أَرْجُلِهِمْ | ayaklarının |
|
9 | وَيَقُولُ | ve (Allah) der ki |
|
10 | ذُوقُوا | tadın |
|
11 | مَا | ne |
|
12 | كُنْتُمْ | idiyseniz |
|
13 | تَعْمَلُونَ | yapıyor |
|
Ğaşeye غشي : غَشِيَ fiili kendisini kaplayan/örten bir şeyin gelişi gibi gelmek demektir. Mastarı غِشاءٌ ve غِشاوَةٌ şekillerinde gelir.
غِشاوَةٌ bir nesnenin kendisiyle örtüldüğüdür. Bu köke ait fiil Kur'an-ı Kerim'de cimadan kinaye de yapılmıştır.
غاشِيَةٌ bir nesneyi kaplayıp örten her türlü şeydir. Temelde övülen bir şeyi ifade ederken Kur'an'ı Kerim'de istisnası da mevcuttur. Çoğulu ise غَواشٌ olarak gelir. Son olarak bir kimsenin başına idrakini/anlayışını örten bir şey geldiğinde yine bu kavram kullanılır.( Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı şekillerde 29 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Tehate تحت : تَحْتَ kelimesi üst anlamına gelen فَوْقَ sözcüğünün zıddıdır, alt demektir.
Birbirinden ayrı olan şeylerin altı için تَحْتَ, birbirine bitişik olan şeylerin altı hakkında ise أسْفَل kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece zarf olarak 51 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli tahttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ
يَوْمَ zaman zarfı olup, önceki ayetteki مُح۪يطَةٌ ‘a matuftur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَغْشٰيهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَغْشٰي elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَوْقِهِمْ car mecruru يَغْشٰي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ تَحْتِ car mecruru atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
مِنْ تَحْتِ car mecruru يَغْشٰي fiiline mütealliktir. اَرْجُلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Ayet, atıf harfi وَ ‘ la يَغْشٰيهُمُ cümlesine matuftur.
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli ذُوقُوا ‘dur. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ذُوقُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, جزاء ما كنتم (Yaptığınızın karşılığını) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri, تعملونه (Onu yaparsınız.) şeklindedir.
كُنْتُمْ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كُنْتُمْ ‘ün ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ fiili كُنْتُمْ ‘ün haberi olarak mahallen mansubdur. تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَوْمَ يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ
يَوْمَ , önceki ayetteki لَمُح۪يطَةٌ ’e müteallik olan zaman zarfıdır.
يَوْمَ ’nin muzafun ileyhi konumundaki يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ مِنْ فَوْقِهِمْ وَمِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüdî istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَغْشٰيهُمُ الْعَذَابُ [Azap onları kapladı] ifadesinde mecazi isnad vardır. يَغْشٰيهُمُ fiili, azaba isnad edilmiştir. Onları kaplayan azap değil, helakın sebep olduğu azabdır. Sebep-müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
Ayet-i kerimede, "sağ, sol, arka ve önlerinden" demeyip, "üstlerinden ve altlarından" demesindeki maksat, cehennem ateşinin, dünya ateşinden ayrıldığı özelliği ortaya koymaktır. Çünkü dünya ateşi dört taraftan kuşatır. Zira onun içine giren kimsenin ateşin alevleri arkasında, önünde, sağında ve solunda olur. Fakat dünyada, genel olarak, üstünden ateş inmez, alt tarafından çıkmaz. Çünkü ayakların bastığı yerde ateşin alevi kalmaz. Cehennem ateşi ise üstten de iner, ayağın basması ile de sönmez.
(Fahreddin er-Râzî)
فَوْقِ - تَحْتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
مِنْ فَوْقِهِمْ ve مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِهِمْ ibaresi umumdan sonra husus babından ıtnabdır. Böylece azabın kapsayıcılığı vurgulanmıştır.
وَيَقُولُ ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
Öncesine matuf olan bu cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mef’ûl konumundaki müfred has ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. كان ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
ذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ [yaptıklarınızı tadın], ifadesi yaptıklarınızın cezasını tadın demektir.
Azabı tadın ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: ذُوقُوا (Tadın) emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Allah Teâlâ, onların bedenlerinin çekeceği azabı anlatınca, ruhlarının çekeceği azabı da beyan etmiştir ki bu da, Allah'ın onlara azarlama ve rüsvay etme üslûbu ile, "Yapmış olduğunuz işlerin azabını tadın bakalım" demesidir. Bu, müsebbebin (neticenin), sebep yerine kullanılması üslubu ile mübalağa için, sanki yaptıkları şeyin kendisi imiş gibi zikretmiştir. Çünkü onların amelleri, Cenab-ı Hakk'ın bu ameli, onların azaplarına sebep kılmasından dolayı bir sebep olmuştur. Bu, kullanış bakımından benzeri çok olan bir üsluptur. (Fahreddin er-Râzî)
يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ
Bu sûrenin 10. âyetinde Mekkeli müslümanların, “Allah’a inanıyoruz” dedikleri için eziyete uğradıklarına işaret edilmiş; sonraki âyetlerde de yeri geldikçe putperestlerin psikolojik baskı ortamı doğuran küstah ve alaycı tutumlarına işaret edilip bunlar eleştirilmişti. Konumuz olan âyette ise Allah Teâlâ, “Ey inanan kullarım!”şeklindeki iltifatkâr ifadeyle hitap ettiği müslümanlara, dünyanın geniş olduğunu hatırlatarak onlardan her türlü uydurma tanrıları bir yana bırakıp yalnız kendisine kul olmaya devam etmelerini, dolayısıyla dinlerinde kararlı olmalarını istemektedir. Bu ifadeler de ilk müslümanların bir baskı ortamı içinde bulunduklarına işaret eder. Âyet müminlere bu şartlar karşısında hicret yolunu göstermektedir. Çünkü –müfessirlerin de ittifakla belirttikleri gibi– “Benim arzım geniştir” ifadesi, “Mekke’de inancınızı açığa vurmanıza imkân vermeyen bir baskı altında bulunuyorsanız dininizi rahatlıkla yaşamanıza elverişli başka bir yere göç edebilirsiniz” anlamına gelir. Nitekim giriş kısmında da kaydedildiği gibi bu sûrenin inmesinden kısa bir süre sonra Medine’ye hicret olayı gerçekleşmiştir.
Âyetin hükmünü sadece Medine’ye hicret olayıyla sınırlı görmek de isabetli olmasa gerektir. Elbette Kur’an-ı Kerîm yeri geldikçe, emir bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker hakkındaki âyetler başta olmak üzere, doğrudan ve dolaylı ifadelerle müslümanlardan, içinde yaşadıkları topraklarda dinlerini özgürce yaşamalarına imkân verecek şartları oluşturmak için çaba göstermelerini istemektedir. Ancak bu âyete dayanarak bir kimsenin inanç ve düşüncelerini özgürce hayata geçirme imkânının bulunmadığı ve mevcut olumsuzlukları ortadan kaldırma ümidinin tükendiği durumlarda şartların elverişli olduğu başka yerlere göç etmek gerektiği düşünülebilir. Nitekim İbn Atıyye (IV, 324), Zemahşerî (III, 194), Şevkânî (IV, 241) gibi birçok müfessir de böyle bir yoruma yer vermiştir (bu konuda geniş bilgi için bk. en-Nisâ 4/97-100).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 281-282
يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ
يَا nida harfidir. عِبَادِ münadadır. Aynı zamanda muzâftır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Nidanın cevabı اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ ‘dır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir:
1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عِبَادِيَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اَرْض۪ي kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. وَاسِعَةٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن ضاقت عليكم أرضكم فاعبدوني في أيّ أرض تهاجرون إليها غير أرضكم (Eğer toprağınız size dar geliyorsa, kendi ülkenizden başka hicret ettiğiniz her yerde Bana kulluk edin.) şeklindedir.
Mansub munfasıl zamir اِيَّايَ sonrasını tefsir eden mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ harfi zaiddir. اعْبُدُونِ fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki نِ vikayedir. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen يَ ise mef‘ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Burada bu ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
اٰمَنُٓوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tâ’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَاسِعَةٌ kelimesi, sülasi mücerredi وسع olan fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebi inşâî isnaddır.
عِبَادِيَ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümle, istînâfi beyaniyye olup, birbirine matuf olan والَّذِينَ آمَنُوا بِالباطِلِ وكَفَرُوا بِاللَّهِ أُولَئِكَ هُمُ الخاسِرُونَ [Ankebut;52] ile والَّذِينَ آمَنُوا وعَمِلُوا الصّالِحاتِ لَنُبَوِّئَنَّهم مِنَ الجَنَّةِ غُرَفًا [Ankebut;58] cümleleri arasına itiraz olarak gelmiştir. (Âşûr)
Nidanın cevabı olan اِنَّ اَرْض۪ي وَاسِعَةٌ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah ile kulu arasındaki ilgi; kulunun "Ya Rabbi..." demesi, Allah'ın da, "Ey kulum..." demesi ile ve kulunun duası ile pekişir. Fakat kâfir dua etmez, dolayısıyla da ona icabet olunmaz. Dolayısıyla ayetteki, "Ey kullarım" ifadesi ancak müminleri içine alır. (Fahreddin er-Râzî)
Müsned olan وَاسِعَةٌ , ism-i fail kalıbında gelerek süreklilik ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu hitap, kâfirler tarafından karşılaştıkları engellemelerden dolayı dinî icaplarını layıkı ile ifa etmek imkânına sahip olmayan bazı müminler için teşrif hitabı olup, onlara en selametli yolu göstermektedir. Yani eğer bir memlekette ibadet sizin için müyesser ve dininizin icaplarını açıktan yaşamanız mümkün olmuyorsa, bunları yapabileceğiniz yerlere hicret edin, anlamındadır. (Ebüssuûd)
عِبَادِيَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Vikaye nûnundan sonra mütekellim ي ‘nın hazf edilmesi, tahfif ve fasılaya riayet içindir. Bunun benzeri çoktur. (Âşûr)
Veciz anlatım kastıyla gelen اَرْض۪ي ve عِبَادِيَ izafetleri, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَرْض۪ ve عِبَادِ için şan, şeref ve tazim ifade eder.
فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ
فَ harfi şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğuna işaret eder. Takdiri; إن ضاقت عليكم أرضكم فاعبدوني في أيّ أرض تهاجرون إليها غير أرضكم (Eğer toprağınız size dar geliyorsa, kendi ülkenizden başka hicret ettiğiniz her yerde Bana kulluk edin.) şeklindedir.
اِيَّايَ , cümlenin sonrasının delaletiyle takdiri اعبدوا (Kulluk edin.) olan bir fiilin mef’ûlüdür.
Mukaddem mef’ûlün takdimi kasr ifade eder. Sadece ve sadece bana ibadet edin anlamındadır. Cevap cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümledeki ikinci فَ , zaiddir. اعْبُدُونِ cümlesi tefsiriyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اعْبُدُونِ fiilinin sonundaki نِ vikaye, esre fasılaya riayet için hazf edilen mütekellim zamirinden ivazdır.
عِبَادِيَ - فَاعْبُدُونِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mütekellim için فَاِيَّايَ فَاعْبُدُونِ [Sadece Bana kulluk edin] denmesi, gaib için إيَّاهُ ضرَبْتُهُ (Sadece ona vurdum), muhatap için ise إيَّكَ عضتكَ (Savaş sadece sana zor geldi) denmesi gibidir. İbarenin takdiri, وإيَّاي فَاعْبُدُو فَاعْبُدُونِ şeklindedir. Şayet فَاعْبُدُونِ ifadesinde فَ kullanılmasının ve mef‘ûlün öne alınmasının anlamı nedir? dersen şöyle derim: فَ mahzuf bir şartın cevabıdır; zira mana şöyledir: Benim Arzım gerçekten geniştir; bir yerde bana ihlasla kulluk edemiyorsanız, o halde bunu başka bir yerde yapın. Sonra şart hazf edilip, onun yerine mef‘ûl takdim edilmiştir; mef‘ûlün öne alınması ayrıca ihtisas sadece ve ihlas (katışıksız) manası ifade eder. (Keşşâf)كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
Geçim kaygısı sebebiyle Medine’ye hicret etmekten çekinen, bu hususta tereddüt yaşayan bazı müslümanları hicrete teşvik amacı taşıyan (Zemahşerî, III, 195; İbn Atıyye, IV, 324) bu âyetlerin ilkine şöyle mâna verilmiştir: Hicret etmek gerektiğinde gittiğiniz yerde nasıl geçineceğiniz, ne yiyip ne içeceğiniz hakkında kaygılanmayın. Çünkü sonuçta her canlı gibi siz de Allah’ın takdir ettiği kadar yaşayıp sonunda öleceksiniz; fâni olan bu hayatın geçim kaygısı, öldükten sonra Allah’ın huzuruna vardığınızda ebedî kurtuluşunuzu sağlayacak olan kulluk vecîbelerinizi ikinci plana atmanıza yol açmasın.
Âhiret nimetlerinin özendirici bir özetinin verildiği 58-59. âyetlerde bu nimetlere kavuşmanın başlıca şartları zikredilmiştir. Bunlardan iman ve amel-i sâlih ebedî kurtuluşun genel şartlarıdır; sabır ve tevekkül kavramları ise bu bağlamda özellikle dini yaşama özgürlüğü ve bu özgürlüğün ortamını oluşturma, arama, bu uğurda karşılaşılabilecek güçlükler ve baskılar karşısında tahammüllü, kararlı ve onurlu bir kişilik sergileme anlamını içerir. Buradaki tevekkül ayrıca geçim kaygısıyla hicretten çekinmemek, bu hususta Allah’ın yardım ve desteğine güvenmek gerektiğine de işaret etmektedir (İbn Kesîr, VI, 300). Nitekim 60. âyette de geçim kaygısıyla hicret etmekten korkanlara, diğer canlılar gibi insanların rızkını verenin de Allah olduğu hatırlatılarak bu hususta bir güvensizliğe kapılmanın yanlışlığına dikkat çekilmiştir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 282كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
İsim cümlesidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ذَٓائِقَةُ haber olup lafzen merfûdur. الْمَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَيْنَا car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
تُرْجَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
ذَٓائِقَةُ kelimesi, sülasi mücerredi ذوق olan fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ
Ta’liliye olarak fasılla gelen ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İlk cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned olan كُلُّ نَفْسٍ ve müsnedün ileyh olan ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ ‘nin, izafetle gelişleri az sözle çok anlam ifadesi içindir.
Her nefis ölümü tadıcıdır, tadacaktır cümlesinde istiare vardır. Ölüm acısını hissetmek, dille hissedilen tada benzetilmiştir. Burada ismi fail olan ذَٓائِقَةُ kelimesi, ölümün şiddetini hissetmek manasında müstear olmuştur. Bir şey yiyip içen kişi nasıl ki bunların tadını hissediyorsa, ölen kişi de o esnada ölümü hissedecektir.
İsim cümlesindeki ism-i fail subut ve istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
نَفْسٍ kelimesindeki tenvin cins içindir.
ثُمَّ اِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
ثُمَّ ile öncesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur اِلَيْنَا ‘nın amiline takdimi, hakiki kasr ifade etmiştir. Yani bu cümle, mamulün amile kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder.
تُرْجَعُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur'an-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Önceki ayetteki اِيَّايَ şeklindeki müfret mütekellim zamirinden bu ayette اِلَيْنَا şeklindeki cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالَّذِينَ | ve kimseleri |
|
2 | امَنُوا | inananları |
|
3 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
4 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
5 | لَنُبَوِّئَنَّهُمْ | yerleştiririz |
|
6 | مِنَ | -ten |
|
7 | الْجَنَّةِ | cennet- |
|
8 | غُرَفًا | yüksek odalara |
|
9 | تَجْرِي | akan |
|
10 | مِنْ | -ndan |
|
11 | تَحْتِهَا | altları- |
|
12 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
13 | خَالِدِينَ | ebedi kalırlar |
|
14 | فِيهَا | orada |
|
15 | نِعْمَ | ne güzeldir |
|
16 | أَجْرُ | ücreti |
|
17 | الْعَامِلِينَ | çalışanların |
|
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
وَ istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Mukadder kasem ve cevabı mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahalen merfûdur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نُبَوِّئَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْجَنَّةِ car mecruru غُرَفاً ‘nin mahzuf haline mütealliktir. غُرَفاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi غُرَفاً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِ car mecruru تَجْر۪ي fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur.
خَالِد۪ينَ kelimesi, لَنُبَوِّئَنَّهُمْ ‘deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘e mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُبَوِّئَنَّهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بوأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tâ’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ
Fiil cümlesidir. نِعْمَ camid fiil olup medih fiillerindendir. اَجْرُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.
الْعَامِل۪ينَ muzâfun ileyh olup, cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْعَامِل۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi عمل olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
وَ , istînafiyyedir.
Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. الَّذ۪ينَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.
Müsnedün ileyh konumundaki اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ مِنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً cümlesindeki لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasemle birlikte cümle, الَّذ۪ينَ ’nin haberidir.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, nûn-u sakîle ile de tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi غُرَفاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Mef’ûl olan غُرَفاً ’deki tenvin, tazim içindir.
خَالِد۪ينَ kelimesi لَنُبَوِّئَنَّهُمْ ‘deki mef’ûl zamirin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
عَمِلُوا kelimesinde irsâd sanatı vardır.
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ [Onları mutlaka yerleştireceğiz] onları cennette en yüksek kısımlarda ağırlayacağız demektir. لَنُبَوِّئَنَّهُمْ kelimesi, ikamet etmek için konaklamak anlamındaki ثواءَ kökünden لَنُثَوِيَنَّهُمْ şeklinde de okunmuştur. ثَوَى في الْمَنْزِلِ [Evde konakladı], أثْوى هُو ve أثْوى غَيْرُهُ [Kendisi konakladı ve başkasını konaklattı] denir. ثواءَ müteaddi değildir; nakil hemzesi eklenerek müteaddi olduğunda ise yalnız bir mef‘ûl alır. Tıpkı ذَهَبَ (gitti) ve أذْهَبْتُهُ (onu götürdüm) gibi. Burada hem müminlere râci هُمْ zamirini hem de غُرَفاً kelimesini mef‘ûl almasının sebebi ise ya نُثَوِيَنَّهُمْ ifadesini لَنُنْزِلَنَّهُمْ (onları mutlaka ağırlayacağız) ve لَنُبَوِّئَنَّهُمْ (onları mutlaka yerleştireceğiz) ifadeleri gibi kullanmak ya hazf ü îsāl kuralı gereğince ikinci mef‘ûldeki harf-i cer hazf edilip, manası mansub konumunda mecrûra ulaştırılmış kabul edilmesi ya da sınırlı zarf-ı mekân olan غُرَف kelimesi belirsiz zarf-ı mekâna teşbih edilerek, harf-i cerin hazf edilmiş kabul edilmesidir. (Keşşâf)
نِعْمَ اَجْرُ الْعَامِل۪ينَۗ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Cümle gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Medh fiili نِعْمَ ’nin faili اَجْرُ الْعَامِل۪ينَ , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. نِعْمَ ‘nin, takdiri الجنة olan mahsusu, mahzuftur.
عَامِل۪ينَۗ - عَمِلُوا kelimeleri arasında cinas- iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَنِعْمَ şeklinde de okunmuştur ki, mahsus bil medh mahzûf olur, çünkü makabli ona delalet etmektedir. (Beyzâvî)
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ önceki ayetteki عَامِل۪ينَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası صَبَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
صَبَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يَتَوَكَّلُونَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsisi وكل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَلَّذ۪ينَ صَبَرُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
Önceki ayetteki عَامِل۪ينَۗ ’nin sıfatı konumunda olan has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası صَبَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıla cümlesi صَبَرُوا ’ya matuf olan وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur, önemine binaen takdim edilmiştir. (Âşûr)
Müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمْ zamirinin işaret ettiği kişiler şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin destek ve nimetine işaret vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
صَبَرُوا - يَتَوَكَّلُونَ kelimeleri arasında maziden muzariye geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَكَأَيِّنْ | nicesi var ki |
|
2 | مِنْ | -dan |
|
3 | دَابَّةٍ | canlı(lar)- |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَحْمِلُ | taşıyamaz |
|
6 | رِزْقَهَا | rızkını |
|
7 | اللَّهُ | Allah |
|
8 | يَرْزُقُهَا | onları da besler |
|
9 | وَإِيَّاكُمْ | sizi de |
|
10 | وَهُوَ | ve O |
|
11 | السَّمِيعُ | işitendir |
|
12 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ
وَ istînâfiyyedir. كَاَيِّنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنْ harf-i ceri zaiddir. دَٓابَّةٍ lafzen mecruru, كَاَيِّنْ ‘nin temyizi olarak mahallen mansubdur.
كَاَيِّنْ , nice, çok manalarına gelen çokluk edatıdır. Sükun üzere mebnidir. Kendisinden sonra temyizi olan kelime مِنْ ile mecrur olur. (M.Meral Çörtü)
لَا تَحْمِلُ fiili, دَٓابَّةٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَحْمِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. رِزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَرْزُقُهَا mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَرْزُقُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِيَّاكُمْۘ atıf harfi وَ ‘la makabline matuf olup mahallen mansubdur.
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّم۪يعُ haber olarak lafzen merfûdur. الْعَل۪يمُ ikinci haber olarak lafzen merfûdur.
السَّم۪يعُ ve الْعَل۪يمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَٓابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ
وَ , istînâfiyyedir. İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَاَيِّنْ mübteda olarak mahallen merfudur. مِنْ دَٓابَّةٍ , temyizidir.
لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَاۗ cümlesi, دَٓابَّةٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
كَاَيِّنْ , Kur'an’da 7 yerde geçmiştir. (Hasenat uygulama, https://corpus.quran.com/search.jsp?q=lem%3Aka%3Eay%7Ein+pos%3An)
Ayet-i kerime’de geçen كَاَيِّنْ lafzı, كم manasındadır. Bu kelime, teşbih edatı ك ile sayıda çokluk ifade eden tenvinli اىّ kelimesinden meydana gelir. Bu kelime; devamlı cümle başında bulunan, temyize muhtaç olarak müphem halde gelen, temyizi çoğunlukla من harf-i ceri ile yapılan mebni bir kelimedir. (Süyûtî, el-İtkan, c. 1, s. 463)
كَاَيِّنْ ; nice, çok manalarına gelen çokluk edatıdır. Kendisinden sonra temyizi olan kelime مِنْ ile mecrur olur. (M. Meral Çörtü)
اَللّٰهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ cümlesi, كَاَيِّنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mübtedanın haberi olan يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْۘ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlenin müsnedinin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, teceddüt ve istimrar, ayrıca müsnedün ileyhin habere takdimi, bütün mahlukatın Allah tarafından rızıklandığı konusunda tahsis ifade eder. اَللّٰهُ maksûrun aleyh/mevsûf, يَرْزُقُهَا maksûr/sıfattır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Müsnedün ileyhin fiil cümlesi olan habere takdim edilerek; يَرْزُقُها اللَّهُ denmeyip ifadenin اللَّهُ يَرْزُقُها şeklinde gelmesi tahsis manası ifade etmesi içindir. Yani, ‘’Allah'tan gayrısı rızık veremez’’ demektir. (Âşûr)
Rivayet olunur ki, Peygamberimiz, ’Mekke'deki müminlere Medine'ye, hicret etmelerini emredince, müminler dediler ki: "Geçim imkânımız bulunmayan bir kente biz nasıl gidelim?" İşte bunun üzerine bu ayeti kerime nazil olmuştur. (Ebüssuûd)
رِزْقَ ‘ın, ayette tekrarlanması önemine dikkat çekip vurgulamak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رِزْقَهَاۗ - يَرْزُقُهَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ
وَ istînâfiyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
Müsnedin الْ takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.
Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında وَ olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.
السَّم۪يعُ - الْعَل۪يمُ sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.
Cümle “Allah Teâlâ bilir, işitir.” anlamının yanında “bilmekle ve işitmekle kalmaz, gereken karşılığı verir” manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümle vaîd ve vaat anlamı içermektedir. (Âşûr) Ayetin bu son cümlesi, Kur'an’da altı ayette aynen tekrarlanmıştır. (almaany.com) Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | andolsun eğer |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara desen ki |
|
3 | مَنْ | kim |
|
4 | خَلَقَ | yarattı |
|
5 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
6 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
7 | وَسَخَّرَ | ve (kim) boyun eğdirdi? |
|
8 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
9 | وَالْقَمَرَ | ve ayı |
|
10 | لَيَقُولُنَّ | elbette derler |
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | فَأَنَّىٰ | nasıl? |
|
13 | يُؤْفَكُونَ | döndürülüyorsunuz |
|
Önceki âyetlerde Mekke putperestlerinin baskıları karşısında bunalan müminlerden, bir kurtuluş yolu olmak üzere, hicret etmeleri istendikten sonra bu âyetler grubunda baskıcı putperestlerin asıl sorunları olan çarpık inançlarından ve bu yüzden içine düştükleri çelişkilerinden örnekler verilmektedir. Buna göre onlar, bir yandan sorulduğunda yeri göğü yaratan, değişmez yasaları uyarınca ay ve güneş gibi gök cisimlerinin hikmetli ve amaçlı bir düzen içinde işleyişlerini sağlayan, kezâ gökten su indirip ölü toprağı canlandıran gücün Allah olduğunu söylüyor; fakat öte yandan Allah’ı bırakıp âdi nesnelere tapıyorlardı. 61. âyette bu tutumun haktan yüz çevirme anlamına geldiği, 63. âyette de akılsızlık olduğu bildirilmektedir. Zira gerçek mânada insan, inancında ve yaşayışında hakikatle uyum içinde olmalıdır. Oysa müşrikler, bir yandan evreni yaratıp yöneten gücün Allah olduğunu söylerlerken diğer yandan Allah’tan başka şeyleri tanrı sayıp onlara tapıyorlardı; tevhidden sapma demek olan bu tutum hem bir çelişki hem de insanın en değerli meziyetlerinden olan aklı kullanmamak, akıl ölçülerinden uzaklaşmak demektir. Bu durumda putperestlerin, sorulduğunda Allah’ı yaratıcı güç olarak tanıdıklarını söylemelerinin pratikte bir anlamı kalmamaktadır. Çünkü onlar, Allah’ın dinini, peygamberini ve kitabını inkâr ediyor; buyruk ve yasaklarını tanımıyor; eylemlerini sanki Allah yokmuş, O’na karşı sorumlu değillermiş gibi sürdürüyorlardı. Kuşkusuz ilk muhatapları müşrikler olduğu için onlara hitap eden bu âyetler, aynı zamanda benzer tutumları sergileyen bütün insanları kapsamaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 284-285
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاَلْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesi amili سَاَلْتَهُمْ ‘nün mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ mübteda olan مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. وَ atıf harfidir.
سَخَّرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.الْقَمَرَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
يَقُولُنَّ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. İltika-i sakineynden dolayı zamir olan çoğul و ‘ı mahzuftur. Mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Mekulü’l-kavli اللّٰهُ ‘dır. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, فعل ذلك (Bunu yapar) şeklindedir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
سَخَّرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi سخر ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır veya fasiha harfidir. Takdiri, إن صرفهم الهوى (Onları heva yönetirse) şeklindedir.
اَنّٰى istifham ismi, يُؤْفَكُونَ fiilinin hali olarak mahallen mansubdur.
يُؤْفَكُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۚ
وَ istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan لَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
مَنْ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ cümlesi, سَاَلْتَهُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
مَنْ istifham harfi mübteda, خَلَقَ السَّمٰوَاتِ haberdir. Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Allah, burada iki şeyden bahsetmiştir. Bunlardan birisi, göklerin ve yerin yaratılması, diğeri ise güneşin ve ayın musahhar kılınmasıdır. Çünkü icat (yoktan var etme), bazan zât, bazan da sıfatlar için olur. O halde “göklerin ve yerin yaratılması" ifadesi, zatların icadına; güneşin ve ayın musahhar kılınması da, sıfatların icadına bir işarettir ki, bu sıfatlar da, onların hareketleri vs.dir. (Fahreddin er-Râzî)
Akabindeki وَسَخَّرَ الشَّمْسَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle haber cümlesine atfedilmiştir.
لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır. Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüd ifade etmiştir.
يَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l kavli olarak gelen cümlede , lafza-i celal, takdiri فعل ذلك [Bunu yaptı] olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sorunun cevabında haber hazf edilebilir.
Bu ayet-i kerîmenin لَيَقُولُنَّ خَلَقَهُنَّ الله şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazf olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَرْضَ - لسَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı, الْاَرْضَ - السَّمٰوَاتِ - شَّمْسَ - قَمَرَ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
سَاَلْتَهُمْ - لَيَقُولُنَّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
سَاَلْتَهُمْ fiilinden sonra sorulacak şeylerin sıralanması, taksim sanatıdır.
فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ
فَ , mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Takdiri, إن صرفهم الهو (Onları heva yönetirse) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Cevap cümlesi olan فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يُؤْفَكُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Bu kelâm, başkasının kelamının anlatımı olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından varid olmuş, Mekke kâfirlerinin, anılan farazi cevaplarının gereğini yapmamalarını inkâr ve red içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | يَبْسُطُ | açar |
|
3 | الرِّزْقَ | rızkı |
|
4 | لِمَنْ | kimseye |
|
5 | يَشَاءُ | dilediği |
|
6 | مِنْ | -ndan |
|
7 | عِبَادِهِ | kulları- |
|
8 | وَيَقْدِرُ | ve kısar |
|
9 | لَهُ | ona |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | بِكُلِّ | her |
|
13 | شَيْءٍ | şeyi |
|
14 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. يَبْسُطُ الرِّزْقَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَبْسُطُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّزْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, لِ harf-i ceriyle يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ عِبَادِه۪ car mecruru mukadder aid zamirin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, من يشاء رزقه من عباده ( rızkı kullarından dilediğine verir.) şeklindedir.
وَ atıf harfidir. يَقْدِرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَهُ car mecruru يَقْدِرُ filine mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. بِكُلِّ car mecruru عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayette ilk cümle sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidâî kelamdır. Lafza-i celâl mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin fiil cümlesi olan habere takdim edilerek اللَّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ buyurulması tahsis ifade eder. Yani “Yalnızca Allah-u Teala’dır rızkı dilediğine bolca veren ve dilediğine daraltan” demektir. (Âşûr)
Haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder.
Haberde muzari fiil tercih edilmesi, olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte يَبْسُطُ fiiline mütealliktir. Sılası olan يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عِبَادِه۪ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması, kullar için tazim ve teşrif ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَيَقْدِرُ لَهُ cümlesi, يَبْسُطُ ’ya tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَبْسُطُ الرِّزْقَ (Rızkı bol verir) - يَقْدِرُ لَهُۜ (Daraltır) cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَبْسُطُ - يَقْدِرُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve car mecrurun takdimi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Müsnedün ileyh olan Allah lafzı ayette iki kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَيْء ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder. بِكُلِّ شَيْءٍ amiline takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَل۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin bu son cümlesi, ufak değişikliklerle birçok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | مَنْ | kim |
|
4 | نَزَّلَ | indirdi |
|
5 | مِنَ | -ten |
|
6 | السَّمَاءِ | gök- |
|
7 | مَاءً | suyu |
|
8 | فَأَحْيَا | ve diriltti |
|
9 | بِهِ | onunla |
|
10 | الْأَرْضَ | yeri |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | بَعْدِ | sonra |
|
13 | مَوْتِهَا | öldükten |
|
14 | لَيَقُولُنَّ | elbette derler |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | قُلِ | de ki |
|
17 | الْحَمْدُ | hamd (övgü) |
|
18 | لِلَّهِ | Allah’adır |
|
19 | بَلْ | doğrusu |
|
20 | أَكْثَرُهُمْ | çokları |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يَعْقِلُونَ | düşünmezler |
|
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. Atıf harfi olması da caizdir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَاَلْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ cümlesi amili سَاَلْتَهُمْ ‘nün mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
İstifham ismi مَنْ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ mübteda olan مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru نَزَّلَ filine mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَحْيَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بِهِ car mecruru اَحْيَا fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ بَعْدِ car mecruru اَحْيَا fiiline mütealliktir.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. يَقُولُنَّ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. İltika-i sakineynden dolayı zamir olan çoğul و ‘ı mahzuftur. Mahallen merfûdur. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Mekulü’l-kavli اللّٰهُ ‘dır. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, الله فعل ذلك (Allah bunu yaptı) şeklindedir. Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟
Fiil cümlesidir. قُلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli الْحَمْدُ لِلّٰهِ ‘dır. قُلِ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
الْحَمْدُ mübteda olup lafzen merfûdur. لِلّٰهِۜ car mecruru mahzuf habere mütealliktir.
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا يَعْقِلُونَ۟ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْقِلُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا لَيَقُولُنَّ اللّٰهُۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasem fiiline işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir.
Şart cümlesi olan سَاَلْتَهُمْ مَنْ نَزَّلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesi, سَاَلْتَهُمْ fiilinin mef’ûlü konumundadır. İsim cümlesi formunda gelmiş, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede müsnedin mazi fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar anlamları katmıştır.
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا cümlesi, مَنْ ’in haberine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkâri kelamdır.
لَيَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli cümlesinde lafza-i celal, takdiri فعل ذلك (Bunu yaptı) olan mukadder bir haberin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sorunun cevabında haber hazf edilebilir.
Mahzuf kasem ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiil hudûs, istimrarî teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Bu ayet-i kerimenin لَيَقُولُنَّ نَزَّل الله şeklinde gelmesi gerekirken müsned hazf olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لْاَرْضَ - السَّمَٓاءِ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمَٓاءِ - لْاَرْضَ ve اَحْيَا - مَوْتِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
قُلِ - يَقُولُنَّ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَاَلْتَهُمْ fiilinden sonra sorulacak olanların, semadan suyu indirmek ve yeryüzünü öldükten sonra diriltmek şeklinde sıralanması, taksim sanatıdır.
Bu ayette müşriklerin gökten suyu indirenin ve onunla toprağa hayat verenin Allah olduğunu şirklerine rağmen ikrarları dile getirilmektedir. Bunun yanı sıra ayetin ifade makamı yeniden diriliş olmasa da مِنْ بَعْدِ مَوْتِهَا ifadesi buna işaret etmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
قُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …الْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan الْحَمْدُ ’nün haberi mahzuftur. لِلّٰهِ bu mahzuf habere mütealliktir.
İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لِلّٰهِ lafzındaki ل harfi tahsis ifade eder. (Safvetü't Tefasir)
Ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı, telezzüz ve haşyet için yapılan tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ۟
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. بَلْ , idrâb harfidir. İntikal için gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyh olan اَكْثَرُهُمْ ‘un izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
Menfî muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi müsneddir.
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Bu sayfadaki ayetlerin, istisnasız bütün fasılalarındaki و - ن ve ى - ن harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Bazen sabırsızlığına yenik düşer ve der ki: ne olacaksa olsun. Bazen kendisini üstün görür ve der ki: ben daha iyi başa çıkarım. O zamana ulaşınca ise bu cesarete sahip olup olmayacağı ya da bu cesaretin yeterli gelip gelmeyeceği meçhuldur. Zira; kabul etmese de acizdir.
Üşüdüğünde sıcağın, terlediğinde serinliğin hayalini kurar. Karanlık çökünce aydınlığı özler. Hastalık gelince şifayı bekler. Canı yanınca çözüm arar. Sıkıntı sarınca ferahlığı gözler. Allah’ın rızasını isteyen kul, yine Allah’tan gelen yardımla, sonuna kadar elinden geleni yapar. Allah’ın kudretine inanmayan ise kendisini hapsettiği sebepsizler boşluğunda boğulur.
Ey her şeyi işiten ve bilen Allahım! Rızka ulaşmayı kolaylaştıransın. Nice nimetlerle gönüllerimizi sevindirensin. Helaliyle kazananlardan, yiyenlerden ve şükredenlerden eyle. Ölü toprağı, göklerden indirdiğin su ile diriltensin. Gönüllerdeki kışı, rahmetin ile bahara çevirensin. Seni ve Senin sevdiklerini sevenlerden eyle. Hayatı ve ölümü yaratansın. Bizi, huzuruna döndürecek olansın. Rızanı kazanmış olarak, Sana gelenlerden eyle. Cenneti ve cehennemi bildirensin. Bize, doğru yolu gösterensin. Dünyada salih amellerle meşgul olanlardan ve cennet bahçelerinde sevdiklerine kavuşanlardan eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji