بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ اِذْ قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ وَمَا كُنْتَ مِنَ الشَّاهِد۪ينَۙ
Hz. Mûsâ’nın Tûr’da ilâhî vahyi aldığı yer ve zamana işaret edilmekte, Hz. Peygamber’in o esnada Tûr’da bizzat hazır bulunmadığı ve batı tarafında Hz. Mûsâ’yı bekleyenler, yani kırk günlük mîkat için seçtiği kimseler arasında olmadığı hatırlatılmaktadır (Zemahşerî, III, 181); böylece âyet, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı Ehl-i kitaba mensup birinden öğrendiğini iddia edenlere verilmiş bir cevap teşkil etmekte ve Kur’an’da anlatılan Hz. Mûsâ kıssasının Hz. Peygamber’e vahyin dışında bir yolla intikal etmediğini, dolayısıyla Kur’an’ın da şüphe götürmeyecek bir biçimde vahiy ürünü olduğunu ifade etmektedir. 45. âyette de Hz. Mûsâ ile Hz. Peygamber arasındaki uzun zaman dilimi içinde birçok neslin gelip geçtiği; Hz. Mûsâ’nın Medyen halkı ile olan münasebeti hakkında bilgi veren Hz. Muhammed’in o tarihte ve o şehirde yaşamadığı, aradan bunca zaman geçtikten sonra onlardan Allah’ın âyetlerini öğrenmesinin mümkün olmadığı ve sonuçta onlar hakkında verdiği bilgilerin tamamen vahye dayandığı ortaya konmaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 232
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ اِذْ قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ وَمَا كُنْتَ مِنَ الشَّاهِد۪ينَۙ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنْتَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
بِجَانِبِ car mecruru كُنْتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الْغَرْبِيِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı olup كُنْتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman belirten isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَضَيْنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَضَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى مُوسَى car mecruru قَضَيْنَٓا fiiline mütealliktir. مُوسَى ism-i mecrur olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْاَمْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَا كُنْتَ atıf harfi وَ ‘la önceki مَا كُنْتَ ‘ye matuftur.
مِنَ الشَّاهِد۪ينَ car mecruru كُنْتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
شَّاهِد۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi شهد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ اِذْ قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ
وَ , istînâfiyyedir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِجَانِبِ الْغَرْبِيِّ car mecruru كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِذْ zaman zarfı da كَان ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan قَضَيْنَٓا اِلٰى مُوسَى الْاَمْرَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
قَضَيْنَٓا azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
وَمَا كُنْتَ مِنَ الشَّاهِد۪ينَۙ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الشَّاهِد۪ينَ car mecruru كُنْتَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette كان fiilinin tekrarı, olayın vukuuna dikkat çekmek içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette mezheb-i kelamî sanatı vardır. Mezheb-i kelamî, istenen bir konuda kelamcıların usulünce kesin aklî delîllerle konuşmaktır.
Ayette [batı tarafında değildin] dedikten sonra [Sen şahitlerden değildin] denmesi, ifadeyi zenginleştirmek için yapılmiş tetmim ıtnâbıdır.
Ayette tefennün sanatı vardır. Ayetin sonunda, baş tarafındaki ifade farklı kelimelerle dile getirilmiştir.
Tefennün, Kur’an üslubunda benzer manayı farklı bir lafızla ifade etme, iki ayet arasındaki üslup farklılığı, kıssa tekrarındaki farklılık, lafızlardaki ve müterâdif kullanımındaki farklılık ve değişkenlik, çeşitlilik, benzerlerinden farklı olma ya da aynı lafzı tekrar etmekten kaçınma olarak da açıklanmıştır. (Ahmet Sait Sıcak, Kur’an’da Benzer Mana ve Lafızlarda Tefennün, Cumhuriyet İlahiyat Dergisi)
Allah (cc) peygamberimize bu olaylardan haberdar olmayan senin onlara bu tür haberler vermen ki onların da bunların bazılarından haberi yoktu, akılla izah edilebilir bir şey değildir derken bilmeyen birinin onlara haber veriyor olmasının imkânsızlığını, akıllarını kullananlara izah için onlarla alay edercesine varlığının delili olarak sunmaktadır.
Cenab-ı Hak sanki, "Senin, bütün bunları orada bulunmadan, onları müşahede etmeden ve onlardan bunu öğrenmeden haber vermende, senin peygamber olduğuna apaçık bir delalet bulunmaktadır" demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerime ile Hazret-i Muhammed (sav )‘in hak peygamber olduğunu beyan etmektedir. Zira Allah Teâlâ’nın Hazret-i Musa ile konuşması gayba ait bir haberdir. Cahil bir topluluk içerisinde yetişen ve okur yazarlığı olmayan bir zatın böyle bir haberi bilme imkân ve ihtimali yoktur. Bunu ona ancak Allah bildirmiştir. Bu da onun hak Peygamber olduğunu gösterir. (Taberî)
وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُوناً فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ وَمَا كُنْتَ ثَاوِياً ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ وَلٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَٰكِنَّا | fakat biz |
|
2 | أَنْشَأْنَا | yarattık |
|
3 | قُرُونًا | birçok nesiller |
|
4 | فَتَطَاوَلَ | geçti |
|
5 | عَلَيْهِمُ | onların üzerinden |
|
6 | الْعُمُرُ | uzun zamanlar |
|
7 | وَمَا | ve |
|
8 | كُنْتَ | sen değildin |
|
9 | ثَاوِيًا | oturmuş |
|
10 | فِي | arasında |
|
11 | أَهْلِ | halkı |
|
12 | مَدْيَنَ | Medyen |
|
13 | تَتْلُو | okusaydın |
|
14 | عَلَيْهِمْ | bunlara |
|
15 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
16 | وَلَٰكِنَّا | lakin |
|
17 | كُنَّا | biziz |
|
18 | مُرْسِلِينَ | elçi olarak gönderen |
|
وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُوناً فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ile matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّٓا istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَا mütekellim zamiri لٰكِنَّٓ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْشَأْنَا قُرُوناً cümlesi لٰكِنَّٓ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَنْشَأْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. قُرُوناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَطَاوَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْهِمُ car mecruru تَطَاوَلَ fiiline mütealliktir. الْعُمُرُ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْشَأْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır.Sülâsîsi نْشَأْ ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
تَطَاوَلَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi طول ’dir.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefaul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كُنْتَ ثَاوِياً ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنْتَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
ثَاوِياً kelimesi كُنْتَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. ف۪ٓي اَهْلِ car mecruru ثَاوِياً ‘e mütealliktir. مَدْيَنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتْلُوا عَلَيْهِمْ cümlesi, ثَاوِياً ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتْلُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir. عَلَيْهِمْ car mecruru تَتْلُوا fiiline mütealliktir.
اٰيَاتِنَا mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثَاوِياً kelimesi, sülasi mücerredi ثوي olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنَّٓا istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَا mütekellim zamiri لٰكِنَّٓ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesi لٰكِنَّٓ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا mütekellim zamiri كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
مُرْسِل۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُرْسِل۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُوناً فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُۚ
Cümle atıf harfi وَ ‘la istînâfiyyeye matuftur. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin ismi نَٓا , haberi اَنْشَأْنَا قُرُوناً cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لكن , istidrak (yanlış bir zannı gidermek) ilişkisi kurar. Sözde veya yazıda akla gelebilecek ferʻî anlamları uzaklaştırmaya yarar. Bu edat, kendinden önceki cümleden çıkabilecek bir vehmi ve yanlış anlamayı kaldırmak için kullanılır ve anlam bakımından birbirinden ayrı iki söz arasına girer. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْشَأْنَا fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَتَطَاوَلَ عَلَيْهِمُ الْعُمُرُ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِمُ , fail olan الْعُمُرُۚ ’ya konudaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اَنْشَأْنَا قُرُوناً [Asırlar yarattık] cümlesinde mecâz-ı aklî vardır. Asırlardan maksat milletlerdir. Çünkü milletler, asırlar içinde yaratılır. Dolayısıyla, mecâz-ı aklî yoluyla asırların yaratıldığı söylenmiştir. (Safvetu’t Tefasir)
عَلَيْهِمُ 'deki zamir Medyen ehlini değil, Mekke müşriklerini ifade etmektedir. Çünkü Peygamber (sav) Allah'ın ayetlerini müşriklere okuyor. (Âşûr)
وَمَا كُنْتَ ثَاوِياً ف۪ٓي اَهْلِ مَدْيَنَ تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُوناً cümlesine atfedilmiştir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
تَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۙ cümlesi ثَاوِياً ‘deki zamirin halidir. Hal cümleleri, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَاۙ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ tazim edilmiştir. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi, bu ayetlerin bütün kemâl vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
Sen Medyen halkı içerisinde bulunup ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değildin, burada Medyen halkı "zikri hâs, irade-i âmm" kabilindendir. Maksat ‘hiç kimseden okuyup öğrenmedin’, demektir. Bunun bu şekilde söylenmesi Musa ile mukayeseye bir işaret olması içindir. Yani Musa'nın Medyen'e gittiği ve orada, eğleştiği bilinmekte. O, orada bir talim görmüş olabilir, fakat sen öyle de değilsin. Bulunduğun yerde kimseden okuyup öğrenmediğin herkesce bilinmekle beraber, onun Medyen'e gidip eğleştiği gibi, dışarda kalıp ders almadığın da bilinmektedir. Fakat peygamberlik verip gönderen biz olduk.( Elmalılı)
وَلٰكِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَ
Cümle atıf harfi وَ ’la, وَلٰكِنَّٓا اَنْشَأْنَا قُرُوناً cümlesine atfedilmiştir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberinin nakıs fiil كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmesi sübut ve istimrar ifade eder.
Cümle, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
كَانَ ’nin haberi olan مُرْسِل۪ينَ ’nin, ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)
لٰكِنَّٓا - كُنَّا kelimeleri arasında muharref seci vardır.
كُنَّا - كُنْتَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لٰكِنَّا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا وَلٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كُنْتَ | sen değildin |
|
3 | بِجَانِبِ | yanında |
|
4 | الطُّورِ | Tur’un |
|
5 | إِذْ | zaman |
|
6 | نَادَيْنَا | seslendiğimiz |
|
7 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
8 | رَحْمَةً | bir rahmet olarak |
|
9 | مِنْ | -nden |
|
10 | رَبِّكَ | Rabbi- |
|
11 | لِتُنْذِرَ | uyarasın diye |
|
12 | قَوْمًا | toplumu |
|
13 | مَا |
|
|
14 | أَتَاهُمْ | kendilerine gelmemiş olan |
|
15 | مِنْ | hiç |
|
16 | نَذِيرٍ | bir uyarıcı |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
19 | لَعَلَّهُمْ | belki |
|
20 | يَتَذَكَّرُونَ | düşünüp öğüt alırlar |
|
Hz. Mûsâ’ya buradaki ilâhî sesleniş (nidâ) 30. âyetteki seslenişten farklıdır. Oradaki, Mûsâ’nın ailesiyle birlikte Medyen’den Mısır’a dönerken ilk vahyin gerçekleştiği sesleniş olduğu halde buradaki kırk günlük mîkatta yapılan sesleniştir (bk. Şevkânî, IV, 170; İbn Âşûr, XX, 132-133). Âyet Hz. Mûsâ’ya Tevrat vahyedilirken Hz. Peygamber’in orada bulunmadığını, ama kavmini uyarması ve onlara nasihatte bulunması için Allah’tan bir rahmet olarak Mûsâ ile ilgili haberlerin kendisine vahyedildiğini ifade etmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 233وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا
مَا كُنْتَ بِجَانِبِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la مَا كُنْتَ ثَاوِياً ‘e matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنْتَ nakıs, sükun üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تَ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
بِجَانِبِ car mecruru كُنْتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. الطُّورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِذْ zaman zarfı olup, نَادَيْنَا fiiline mütealliktir.Yanlız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادَيْنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَادَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
نَادَيْنَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi ندي ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. Müşareket (İşteşlik – ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ
لٰكِنْ istidrak harfidir, لٰكِنّ ’den muhaffefedir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَحْمَةً mukadder fiilin mef’ûlun lieclihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri; أرسلناك (Seni gönderdik) şeklindedir.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ رَبِّكَ car mecruru رَحْمَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
لِ harfi, تُنْذِرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mukadder fiile mütealliktir. Takdiri; أرسلناك (Seni gönderdik) şeklindedir.
تُنْذِرَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. قَوْماً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَٓا اَتٰيهُمْ cümlesi قَوْماً ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَتٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ zaiddir. نَذ۪يرٍ kelimesi اَتٰي ‘nın faili olup lafzen mecrur, mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلِكَ car mecruru اَتٰيهُمْ ‘e mütealliktir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِتُنْذِرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُونَ cümlesi لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَتَذَكَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dır.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا
Cümle atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki … مَا كُنْتَ ثَاوِياً cümlesine atfedilmiştir. Menfî كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. بِجَانِبِ الطُّورِ car mecruru, كَان ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِذْ zaman zarfı كُنْتَ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan … نَادَيْنَا cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır.
نَادَيْنَا azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir, 3/79)
وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ الطُّورِ اِذْ نَادَيْنَا [Biz nida ettiğimiz zaman sen Tûr tarafında değildin.] belki de bundan murad edilen ona Tevrat'ı verdiği vakittir, birincisinden murad edilen de peygamberlik verdiği vakittir. Çünkü kıssada zikredilen bu ikisidir. (Beyzâvî)
وَلٰكِنْ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ
İstidrak harfinin dahil olduğu cümle, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. رَحْمَةً kelimesi, أرسلناك (Seni gönderdik) şeklinde takdir edilen fiilin mef’ûlun lieclihidir.
Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rubûbiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
رَحْمَةً ’deki tenvin kesret ve tazime, قَوْماً ’deki tenvin ise muayyen olmayan cinse işaret eder.
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِتُنْذِرَ قَوْماً مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup رَحْمَةً ’in mahzuf amiline mütealliktir.
مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi قَوْماً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
نَادَيْنَا - رَبِّكَ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır.
نَذ۪يرٍ - لِتُنْذِرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada da Hazret-i Musa'ya peygamberlik verilmesi ile Medyen'de yaşaması ve ona Allah tarafından seslenilmesi hadiselerinin sırasıyla zikredilmemesi, her birinin, Peygamberimizin kıssayı anlatmasının ilâhî vahiy yoluyla olduğuna ayrı ayrı ve başlı başına müstakil deliller olduklarına dikkat çekmek içindir. Eğer bu hadiseler, vaki olmak sırasına göre zikredilmiş olsaydı, hepsinin birlikte yalnız bir delil oldukları vehmedilebilirdi. (Ebüssuûd)
Rahmet, alemler için rahmet olmakla beraber korkutmaya bunlardan başlanılması, şimdiye kadar kendilerine hiçbir korkutucu gönderilmemiş olmasından dolayı hepsinden daha çok merhamete layık olmalarındandır. (Elmalılı)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
لَعَلَّ , tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ‘nin haberi olan يَتَذَكَّرُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
‘Umulur ki’ anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir, yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: ‘’ لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır’’, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsned olan يَتَذَكَّرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
يَتَذَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba) , ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْلَا | keşke olmasalardı |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | تُصِيبَهُمْ | başlarına geldiği zaman |
|
4 | مُصِيبَةٌ | bir felaket |
|
5 | بِمَا | yüzünden |
|
6 | قَدَّمَتْ | yaptıkları (günahları) |
|
7 | أَيْدِيهِمْ | kendi elleriyle |
|
8 | فَيَقُولُوا | diyecekler |
|
9 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
10 | لَوْلَا | keşke |
|
11 | أَرْسَلْتَ | gönderseydin |
|
12 | إِلَيْنَا | bize |
|
13 | رَسُولًا | bir elçi |
|
14 | فَنَتَّبِعَ | uysaydık |
|
15 | ايَاتِكَ | ayetlerine |
|
16 | وَنَكُونَ | ve olsaydık |
|
17 | مِنَ | -den |
|
18 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minler- |
|
Allah Teâlâ insanoğlunu yarattıktan sonra ona doğru yolu gösterecek kitaplar ve peygamberler göndermiştir. Eğer bunu yapmamış olsa ve insanların yanlış yolda gitmelerinden dolayı gerek dünyada gerekse âhirette başlarına sıkıntılar gelseydi, o zaman Allah’a karşı doğru yolu göstermediği şeklinde bir mazeret ileri sürebilirlerdi. 47. âyet insanların bu tür mazeretlere sığınmamaları için peygamberler ve kitaplar gönderildiğini ifade etmektedir. Ancak peygamber ve kitap geldiğinde de çokları iman etmemiş, ilâhî çağrıya uymamakta direndikleri için helâk olup gitmişlerdir. Nitekim 48. âyet Hz. Peygamber ve Kur’an geldiğinde Mekke müşriklerinin de inkârda direndiklerini, Mûsâ’ya toptan indirilmiş olan Tevrat’ın benzeri bir kitabın Hz. Muhammed’e de indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Oysa Mûsâ’ya indirilmiş olan kitap da inkâr edilmişti. Ayrıca Hz. Muhammed’in peygamberliğini yalanlayanlar Mûsâ’yı da yalanlamış sayılırlar. Çünkü her ikisi de özünde farklı olmayan inanç ve hayat ilkelerini savunmuş, birbirini teyit etmişlerdir. Nitekim müşrikler, “Birbirini destekleyen iki sihir!” sözleriyle hem Tevrat’ın hem de Kur’an’ın sihir olduğunu iddia etmişler, ardından her ikisini de reddettiklerini açıkça ifade etmişlerdir.
Âyette “... diyecek olmasalardı ...” diye çevrilen kısmın devamı belli olduğu için ifade edilmesine gerek görülmediği anlaşılmakta ve tefsirlerde cümlenin devamı, “... seni göndermezdik” veya “... hemen cezalarını verirdik” şeklinde takdir edilmektedir (Şevkânî, IV, 204).
48. âyette “Birbirini destekleyen iki sihir!” diye çevirdiğimiz cümleyi farklı kıraate göre, “Birbirini destekleyen iki sihirbaz!” şeklinde tercüme etmek de mümkündür. Bu takdirde söz konusu ithamın sahibi olan inkârcılar, Mûsâ ile Hârûn’u veya Mûsâ ile Peygamber efendimizi kastetmiş olurlar.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 233Savebe صوب : صَوابٌ sözcüğü iki anlamda kullanılır:
1- Bir nesnenin kendi zâtı açısından; Bir şey akıl ve şer'in gerektirdiği ölçüde kendi içinde övülmüş ve beğenilmiş ise صَوابٌ kullanılır.
2- Kastettiği şekilde maksadına ulaştığında bu kasteden kişi göz önünde bulundurularak kullanılır ve bu da farklı şekillerde olur: a-Kişinin güzel bir şeyi kastedip onu yapması.b- Kişinin yapılması iyi olan bir şeyi kastedip de içtihat ettikten sonra sevab olduğuna inandığı başka bir şeyi yapmasıdır. 'Her müctehid isabet etmiştir' Hadisi Şerifinde buyurulduğu gibi. c- Kişinin doğru/sevab bir şeyi kastedip harici nedenlerden dolayı kendisinden hata sâdır olmasıdır. Örneğin bir ava atmayı kastettiği halde yanlışlıkla bir insanı vurması gibi. d- Kişinin işlenmesi fena ve çirkin bir şeyi maksad edindiği halde aksinin sâdır olması. Bu durumda o kimse maksadında hata yapmış ama bulduğu şey de isabet etmiş olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 77 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri isabet, tasvip ve musibettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
لَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ cümlesi, atıf harfi وَ ‘la مَا كُنْتَ بِجَانِبِ cümlesine matuftur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, موجود (Vardır.) şeklindedir.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri; ما أرسلنا رسلا إليهم (Onlara bir resul göndermedik.) şeklindedir.
تُص۪يبَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُص۪يبَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlü بِ harf-i ceriyle تُص۪يبَهُمْ fiiline mütealliktir. بِ sebebiyyedir. İsm-i mevsûlun sılası قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. اَيْد۪يهِمْ fail olup mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُص۪يبَهُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
قَدَّمَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi قدم ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Ayet atıf harfi فَ ile önceki ayetteki تُص۪يبَهُمْ ‘e matuftur.
يَقُولُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ ‘dir. يَقُولُو fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
رَبَّـنَا münada olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اَرْسَلْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْنَا car mecruru اَرْسَلْتَ fiiline mütealliktir.
رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Nidanın cevabıdır.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, makablindeki tahdidden anlaşılan masdar manasına matuf olup mahallen merfûdur. Takdiri; هلّا ثمة إرسال فاتّباع الآيات (Mesaj mı var, haydi ayetlere tabi olun) şeklindedir.
نَتَّبِعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. اٰيَاتِكَ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَكُونَ atıf harfi وَ ‘la نَتَّبِعَ ‘ya matuftur. نَكُونَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri نحن ‘dur.
مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ car mecruru نَكُونَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. الْمُؤْمِن۪ينَ ‘nin cer alameti ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
اَلْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرْسَلْتَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
نَتَّبِعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ
Atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … وَمَا كُنْتَ بِجَانِبِ cümlesine atfedilen ayetin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart üslubundaki cümlenin haber manalı olması, haber cümlesine atfını mümkün kılmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesi, masdar tevili ile mahzuf haber için mübteda konumundadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda konumundaki masdar-ı müevvelin, takdiri موجود (Vardır) olan haberi mahzuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte تُص۪يبَهُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
لَوْلَٓا ’nın, takdiri ما أرسلنا رسلا إليهم (Onlara bir rasul göndermedik.) olan cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
تُص۪يبَهُمْ - مُص۪يبَةٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir.
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ cümlesinde mecâz-ı mürsel vardır. ‘Elleriyle kazandıkları şey’ demektir. Bu, cüzü söyleyip küllü murad etme kabilindendir.
Zemahşerî şöyle der: Amellerin çoğu el ile işlendiği için bütün ameller, ellerin kazanması şeklinde ifade olundu. وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ [Başlarına bir musibet geldiğinde.....] cümlesinde, kelamın akışından anlaşıldığı için cevap hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: (Ey Peygamber! Seni elçi olarak onlara göndermezdik.) Bu, hazif yoluyla îcâz babındandır. (Sâbûnî, Safvetu’t Tefasir.)
تُص۪يبَهُمْ ‘deki zamir, daha önce kendilerine hiçbir uyarı gelmemiş olan kimseleri ifade etmektedir. بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ [Ellerinin takdim ettiği ile] kastedilen ise şirkten önceki şeylerdir. (Âşûr)
بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ 'deki بِ harf-i ceri sebebiyye içindir. (Âşûr)
فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Cümle atıf harfi فَ ile … تُص۪يبَهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَقُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً cümlesi, nida üslubunda talebi inşai isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle mütekellim zamirinin işaret ettiği kişiler, şeref kazandırmıştır. Ayrıca mütekellimin, Allah’ın rubûbiyet vasfına sığınma isteğine işarettir.
Nidanın cevap cümlesi لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahi olan لَوْلَٓا tahdid harfidir
Fâ-i sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar teviliyle, makablindeki tahdidden anlaşılan masdar manasına matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلَا , ‘..meli/malı, değil mi?’ manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendim (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
Aynı üslupta gelen وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ cümlesi, فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ cümlesine matuftur. كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ , nakıs fiil كَان ‘nin mahzuf haberine mütealliktir.
Birinci لَوْلَٓا imtinâiyye olup cevabı mahzuftur. İkinci لَوْلَٓا ise tahdîdiyyedir. Bu iki kelime arasında tam cinas ve bu kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İki فَ ’den biri atıf فَ ’sıdır. Emir fiilin yapılmasına sebep olduğundan, لَوْلَٓا da emir hükmünde olup ikinci لَوْلَٓا , فَ ‘nın cevabının başına gelmiştir. İşin yapılmasına sebep olanla işin yapılmasını teşvik eden aynı konumdadır. Mana şöyledir: Şayet daha evvel gerçekleştirdikleri şirk ve günahlar sebebiyle cezalandırıldıklarında “Bize de peygamber gönderseydin!” diyerek bununla, aleyhimize delil getirecek olmasalardı, peygamber olarak seni onlara göndermezdik; yani onlara peygamber göndermemiz bizim onlar üzerinde bir hüccetimiz olsun, onların bizim üzerimizde bir hüccetleri olmasın, diyedir. (Keşşâf, Beyzâvî, Âşûr)
اَرْسَلْتَ - رَسُولاً kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَهُمُ | onlara gelince |
|
3 | الْحَقُّ | hak |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِنَا | katımızdan |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
8 | أُوتِيَ | verilmeli |
|
9 | مِثْلَ | benzeri |
|
10 | مَا | ne |
|
11 | أُوتِيَ | verildiyse |
|
12 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
13 | أَوَلَمْ |
|
|
14 | يَكْفُرُوا | inkar etmemişler miydi? |
|
15 | بِمَا | şeyi |
|
16 | أُوتِيَ | verilen |
|
17 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
18 | مِنْ |
|
|
19 | قَبْلُ | daha önce |
|
20 | قَالُوا | dediler |
|
21 | سِحْرَانِ | iki büyü! |
|
22 | تَظَاهَرَا | birbirine destek olan |
|
23 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
24 | إِنَّا | elbette biz |
|
25 | بِكُلٍّ | hepsini |
|
26 | كَافِرُونَ | inkar ederiz |
|
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzâri fiili cezmeden harf olur.
b) (لَمَّا) ‘ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ عِنْدِنَا car mecruru جَٓاءَ filine mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli لَوْلَٓا اُو۫تِيَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “değil mi?” manasındadır. (Âşûr) لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir. مِثْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur. Takdiri; أوتيه (Ona verilen) şeklindedir.
اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مُوسٰى naib-i fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۫تِيَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ
Hemze istifhâm harfidir. لَمْ يَكْفُرُوا cümlesi atıf harfi وَ ile mukadder istînâfa mütealliktir. Takdiri, أصدقوا ولم يكفروا (Doğru söylediler ve inkâr etmediler mi?) şeklindedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَكْفُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle يَكْفُرُوا fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تِيَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. اُو۫تِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. مُوسٰىۜ naib-i fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلُ car mecruru اُو۫تِيَ fiiline mütealliktir.
قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. سِحْرَانِ mahzuf mübtedanın haberi olup, müsenna olduğu için elif ile merfûdur. Takdiri, هُمَا (O ikisi) şeklindedir. تَظَاهَرَا fiili سِحْرَانِ ‘nın sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَظَاهَرَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.
تَظَاهَرَا fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir tefâ’ul babındadır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile meful aynı işi yapmıştır. Müşareket babı olan mufaale babı ile bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki قَالُوا cümlesine matuftur.
Fiil cümlesidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ ‘dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَّا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
بِكُلٍّ car mecruru كَافِرُونَ ’a mütealliktir. كَافِرُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. كَافِرُونَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰىۜ
فَ , atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf/29, s. 424)
لَمَّا ; muzarinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا şart cümlesi, cevap cümlesine müteallık olan لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
عِنْدِنَا izafeti عِنْدِ ‘yi tazim içindir.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleye dahi olan لَوْلَٓا tahdid harfidir
مِثْلَ ’nın muzâfun ileyhi müşterek ism-i mevsûl مَٓا ‘nın sılası اُو۫تِيَ مُوسٰى , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
لَوْلَٓا اُو۫تِيَ مِثْلَ مَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى [Ona, Musa'ya verilenin bir benzeri verilseydi ya] cümlesi teşvik ifade eder. Buradaki لَوْلَٓا teşvik ifade eden هلا manasınadır. Yoksa, bir şeyin varlığından dolayı diğer şeyin olamayacağını ifade eden bir harf değildir. (Safvetu’t Tefasir)
اَوَلَمْ يَكْفُرُوا بِمَٓا اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۚ
Atıfla gelen cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri … أصدقوا (Doğru söylediler ve inkar etmediler mi?) şeklindedir.
Hemze inkarî istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve taaccüp manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harfi-cerle birlikte يَكْفُرُوا fiiline mütealliktir. Sılası olan اُو۫تِيَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
اُو۫تِيَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
مَٓا - اُو۫تِيَ - مُوسٰى kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu kelam da onların iddialarını reddetmekte ve söylediklerinin, kendilerini hakka irşad eden bir talep olmadığını, sırf inat olarak söylendiğini ortaya koymaktadır. Yani onlar, bu hakkı inkâr ettikleri gibi, Musa'ya (a.s.) verilen kitabı da inkâr etmemişler miydi? (Ebüssuûd)
قَالُوا سِحْرَانِ تَظَاهَرَا۠ وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan سِحْرَانِ تَظَاهَرَا cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri هُمَا (O ikisi) olan mübteda mahzuftur.
تَظَاهَرَا۠ cümlesi, سِحْرَانِ için sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
تَظَاهَرَا۠ fiili مفاعلة babında gelerek fiile işteşlik manası katmıştır.
Aynı üslupta gelen وَقَالُٓوا اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ cümlesi, öncesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا بِكُلٍّ كَافِرُونَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur بِكُلٍّ , amili olan كَافِرُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
كُلٍّ ’deki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.
إِنَّ ’nin haberi olan كَافِرُونَ ‘nin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler muhkem cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تَظَاهَرَ السِحرَين ifadesi, tüm Kûfe kurrasınca böyle okunur ve bu istiare olur. Çünkü yardımlaşma ve destekleşme anlamına gelen ألتظاهر cisimlerin sıfatlarındandır. ألتظاهر ’un gerçek anlamı sırt sırta vermek olduğundan yardımlaşma, dayanışma ve birbirini desteklemek anlamı istiaredir. Sihir ise bir arazdır. İfadeyle anlatılmak istenen ise, Musa’nın (a.s.) getirdiği hayret verici mucize ayetler, açık alametlerden sonra bizim peygamberimize (sav) gelen kelam hakkında müşriklerin söylediği sözü aktarmaktadır. Burada ألتظاهر ’nin anlamı ‘’ikisi benzeşme yoluyla birbirine yardım ettiler, ikinci birinciyi onaylayıcı, sonraki öncekini destekleyici oldu’’ şeklindedir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
بِكُلٍّ ifadesi, ikisini de anlamındadır. Bu tefsirde مِنْ قَبْلُ ifadesini اَوَلَمْ يَكْفُرُوا ifadesine bağlıyorum; ancak اُو۫تِيَ ifadesine de bağlayabilirim. O zaman mana şöyle olur: Bu sözü söyleyen Mekkeliler, Muhammed’i (sav) ve Kur’an’ı inkâr ettikleri gibi Musa’yı ve Tevrat’ı da inkâr etmişlerdir. Hazret-i Musa ve Muhammed (sav) hakkında (Bunlar birbirini destekleyen iki büyücüdürler) ya da iki kitap (Tevrat ve Kur’an) hakkında (Birbirini destekleyen iki büyüdür) demişlerdir. (Keşşâf)
اُو۫تِيَ fiilinin tekrarı gelenlerin önemine binaendir.
قَالُٓوا kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr, يَكْفُرُوا - كَافِرُونَ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların bu kelamı, Kur’an ile Tevrat'ı sihir olarak vasıflandırmalarından anlaşılan küfürlerini tasrih ve tekid etmektedir. Bu da onların küfür ile azgınlıkta ne kadar ileri gittiklerini göstermektedir.( Ebüssuûd)
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا اَتَّبِعْهُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | فَأْتُوا | o halde getirin |
|
3 | بِكِتَابٍ | bir Kitap |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | عِنْدِ | katından |
|
6 | اللَّهِ | Allah |
|
7 | هُوَ | o |
|
8 | أَهْدَىٰ | daha doğru olan |
|
9 | مِنْهُمَا | bu ikisinden |
|
10 | أَتَّبِعْهُ | ben ona uyayım |
|
11 | إِنْ | eğer |
|
12 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
13 | صَادِقِينَ | doğru |
|
Allah katından inmiş, muhtevalarında beşeriyetin ihtiyaçlarını karşılayacak din, ahlâk, hukuk ve diğer alanlarla ilgili kurallar taşıyan Tevrat’ı ve Kur’an’ı sihir sayan müşriklere meydan okunmakta, iddialarında doğru iseler insanlara hidayet yolunu bu iki kitaptan daha iyi gösteren, ilâhî kaynaklı başka bir kitap getirmeleri istenmektedir; hatta bunu yapabilirlerse Resûlullah’ın da o kitaba uymaya hazır olduğu ifade edilmektedir. Ardından da müşriklerin Kur’an’ın meydan okumalarına cevap veremeyeceği belirtilmekte, Allah’ın hidayeti olmadan kişilerin sırf kendi arzularına göre davranmaları, sapkınlığın en koyusu olarak gösterilmektedir.
“Söz” (vahiy) diye çevirdiğimiz 51. âyetteki kavl kelimesi Kur’an’ı veya peygamberlerle ilgili haberleri ifade etmektedir. “Sözü birbiri ardınca ulaştırmak”tan maksat ya birbirini takip eden peygamberler ve onlarla ilgili haberlerin veya yirmi üç yılda gelen Kur’an âyetlerinin ulaştırılmasıdır (Râzî, XXIV, 262; ayrıca krş. Tekvîr 81/19; Târık 86/13). Âyet “Sözü birbiri ardınca açıkladık”, “Sözü tamamladık” şeklinde de yorumlanmıştır (bk. Şevkânî, IV, 172). Yüce Allah insanların çıkmaz yollardan kurtulup doğru yolu bulmaları ve onu ruhlarına sindirebilmeleri için Kur’an’ı peyderpey indirmiştir (krş. Furkan 25/32).
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli فَأْتُوا بِكِتَابٍ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كنتم صادقين في ما تقولون فأتوا (Söylediklerinde doğruysanız getirin) şeklindedir.
أْتُوا illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِكِتَابٍ car mecruru أْتُوا fiiline mütealliktir.
مِنْ عِنْدِ car mecruru أْتُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا اَتَّبِعْهُ
İsim cümlesidir. هُوَ اَهْدٰى cümlesi كِتَابٍ ‘ın sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَهْدٰى mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksur isimdir. مِنْهُمَٓا car mecruru اَهْدٰى ‘ya mütealliktir.
Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen اَتَّبِعْهُ cümlesi şartın cevabıdır.
اَتَّبِعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَتَّبِعْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Tefsiriyye cümlesidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. صَادِق۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi صدق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا اَتَّبِعْهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan … فَأْتُوا بِكِتَابٍ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كِتَابٍ ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve tek manasında adet ifade eder.
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Takdiri, … إن كنتم صادقين في ما تقولون (Söylediklerinde doğruysanız getirin) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle tehaddi ve tahkir manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
عِندَ ’nin lafza-ı celâle muzâf olması kısa yoldan izah ve عِندَ ’nin tazimi içindir.
هُوَ اَهْدٰى مِنْهُمَٓا cümlesi كِتَابٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur مِنْهُمَٓا ’nın amili olan, ism-i tafdil veznindeki اَهْدٰى , haberdir.
اَتَّبِعْهُ ; mahzuf ikinci şart cümlesinin فَ karinesi olmadan gelmiş cevabı veya talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
قُلْ فَأْتُوا بِكِتَابٍ [De ki bir kitap getiriniz] cümlesi muhatabı aciz düşürmek için kullanılmıştır. Emir kipi hakiki manasından çıkarılıp, acze düşürmek manasına kullanılmıştır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Musa'ya ve Muhammed'e (sav) indirilenden, iki kitap yerine هُمَٓا zamirinin kullanılması mana buna delalet ettiği içindir. Bu da iki sihir ile Mûsa as ile Muhammed'in (sav) murad edildiğini destekler, o ikisine salât ve selâm olsun. (Beyzâvî)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. كان ’nin dahil olduğu şart cümlesi كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ şeklinde sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette îcâz-ı hazif vardır.
Şartın takdiri اَتَّبِعْهُ (Ona tabi ol) olan cevap cümlesi, öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Bu takdire göre, mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
كَان ’nin haberi olan صَادِق۪ينَ , ism-i fail kalıbında gelmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
Şart edatı اِنْ , mazi fiilin başına da gelebilir. Bu durumda, fiilin gerçekleşmesi konusundaki şiddetli arzuyu ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri)
كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)
Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa اِنْ kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında اِنْ gelir.
2. Bilmezden gelinen durumlarda da اِنْ kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek اِنْ kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme!” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
كُنْتُمْ - صَادِق۪ينَ kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ [Eğer doğrucular iseniz…] cümlesi çoğul kalıbıyla gelerek, Müslümanların da resul gibi Allah'ın indirdiği şeyle onları tehdit ettiklerine delalet eder. Çünkü bu cümle اِنْ كُنْتَ مِنَ اَلصَّادِقِنَ şeklinde tekil kalıbıyla gelmemiştir. Böylece hitap sadece Resul’e (sav) yönelik olmamıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 94)
Eğer doğru söylüyorsanız ona tabi olayım iki farklı sihir olduğumuzda doğru söylüyorsanız. Bu da hasmı susturmak ve azarlamak için getirilen şartlardandır, belki de şüphe harfi اِنْ 'in getirilmesi onlarla dalga geçmek içindir. (Beyzâvî)فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنْ | eğer |
|
2 | لَمْ |
|
|
3 | يَسْتَجِيبُوا | cevap veremezlerse |
|
4 | لَكَ | sana |
|
5 | فَاعْلَمْ | bil ki |
|
6 | أَنَّمَا | kesinlikle |
|
7 | يَتَّبِعُونَ | onlar uyuyorlar |
|
8 | أَهْوَاءَهُمْ | keyiflerine |
|
9 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
10 | أَضَلُّ | daha sapık |
|
11 | مِمَّنِ | kimseden |
|
12 | اتَّبَعَ | uyan |
|
13 | هَوَاهُ | kendi keyfine |
|
14 | بِغَيْرِ | olmadan |
|
15 | هُدًى | bir yol gösterici |
|
16 | مِنَ | -tan |
|
17 | اللَّهِ | Allah- |
|
18 | إِنَّ | muhakkak ki |
|
19 | اللَّهَ | Allah |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يَهْدِي | doğru yola iletmez |
|
22 | الْقَوْمَ | kavmi |
|
23 | الظَّالِمِينَ | zalim |
|
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَسْتَج۪يبُوا şart fiili olup نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. لَكَ car mecruru يَسْتَج۪يبُوا fiiline mütealliktir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اعْلَمْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Burada bilmek manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اَنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
يَتَّبِعُونَ fiili, amili اعْلَمْ ‘in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. يَتَّبِعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اَهْوَٓاءَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَج۪يبُوا fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi جوب ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
يَتَّبِعُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifhâm ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. اَضَلُّ mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.
مَّنِ müşterek ism-i mevsûl مِنَ harf-i ceriyle اَضَلُّ ‘ya mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası اتَّبَعَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. اتَّبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. هَوٰيهُ mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِغَيْرِ car mecruru اتَّبَعَ ‘daki failin mahzuf hali olarak mahallen merfûdur.
هُدًى muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. مِنَ اللّٰهِۜ car mecruru هُدًى ‘nın mahzuf sıfatına mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur. لَا يَهْدِي fiil cümlesi اِنّ ‘nin haberi olup mahallen merfudur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْقَوْمَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ ‘in sıfatı olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الظَّالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi ظلم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ
Ayet فَ ile … قُلْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelmiş لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ cümlesi, şarttır.
فَ karinesiyle gelen فَاعْلَمْ اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْۜ , cevap cümlesidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hasr edatı اَنَّمَا ’nın dahil olduğu اَنَّمَا يَتَّبِعُونَ اَهْوَٓاءَهُمْ cümlesi, اعْلَمْ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, iki tekid hükmündedir. Fiille mef’ûl arasında, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Faille mef’ûl arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat olması da mümkündür.
فَاِنْ لَمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكَ [Eğer sana cevap vermezlerse]; o ikisinden daha doğru kitap getirme çağrına cevap vermezlerse demektir. Bilindiği için mef'ûl hazf edilmiştir. Bir de إستِجاب fiili duaya kendiliğinden, الداعي’ ye (dua edene) de لَ ile geçişli kılınır. الداعي ’ye geçişli kılındığında genellikle dua kelimesi hazf edilir. (Beyzâvî)
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olup sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. İstifhâm inkârî manada olduğu için cümle mecâz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
مَنْ inkârî istifhâm harfi (Âşûr), mübtedadır. İsm-i tafdil veznindeki اَضَلُّ , haberidir.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harf-i cerle birlikte اَضَلُّ ’ya mütealliktir. Sılası olan اتَّبَعَ هَوٰيهُ بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ sözündeki بِ harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr)
يَتَّبِعُونَ - اتَّبَعَ ve اَهْوَٓاءَهُمْۜ - هَوٰيهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَضَلُّ - هُدًى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَمَنْ اَضَلُّ مِمَّنِ اتَّبَعَ هَوٰيهُ [Keyfine tabi olandan daha sapkın kimdir?] olumsuzluk manasına bir istifhamdır. بِغَيْرِ هُدًى مِنَ اللّٰهِۜ [Allah'tan bir yol gösterici olmadan]; tekid veya kayıtlamak için hal yerindedir. Çünkü keyfine uymak bazen hakka uygun düşebilir. (Beyzâvî, Ebüssuûd)
هُدًى ve هَوٰيهُ kelimeleri arasında cinas-ı muharref sanatı vardır. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, menfi muzari fiil sıygasındaki لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ cümlesi, haberdir.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi الْقَوْمَ için sıfat olarak gelmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
الظَّالِم۪ينَ - يَهْدِي kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
لَا يَهْدِي - هُدًى kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Farklı anlamdaki مَنْ ‘lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.