بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَهُمْ | onlara gelince |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizle |
|
5 | بَيِّنَاتٍ | açık açık |
|
6 | قَالُوا | dediler |
|
7 | مَا | değildir |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | إِلَّا | başka bir şey |
|
10 | سِحْرٌ | bir büyüden |
|
11 | مُفْتَرًى | uydurulmuş |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | سَمِعْنَا | işitmedik |
|
14 | بِهَٰذَا | böyle bir şey |
|
15 | فِي | arasında |
|
16 | ابَائِنَا | atalarımız |
|
17 | الْأَوَّلِينَ | ilk |
|
Hz. Mûsâ kardeşi Hârûn’u yanına alarak, Allah’ın emrini tebliğ etmek ve İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarmak üzere Firavun’a gitti ve gereken tebliği yaptı. Fakat kibirlerine mağlûp olan Firavun ve adamları onun gösterdiği mûcizelerin sihir olduğunu, atalarının zamanında da böyle bir şeyin varlığını işitmediklerini ileri sürerek getirdiği ilâhî mesajı reddettiler. Oysa daha önce Hz. Yûsuf da Mısır’da peygamber olarak Allah’ın dinini tebliğ etmişti (bk. Yûsuf 12/36 vd.). Kıssanın bu safhası özet olarak verilmekte, diğer sûrelerde ise Firavun, adamları ve sihirbazlarla Mûsâ arasında cereyan eden konuşmalar ve gelişen olaylar geniş bir şekilde anlatılmaktadır (bilgi için bk. A‘râf 7/103-138).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 228-229
فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
a) (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur.
b) (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.
c) Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir.
d) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. مُوسٰى fail olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِاٰيَاتِنَا kelimesi مُوسٰى ’nın mahzuf haline mütealliktir. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيِّنَاتٍ kelimesi بِاٰيَاتِنَا ’nın hali olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ karinesi olmadan gelen قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى cümlesi şartın cevabıdır.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi هٰذَٓا mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır. سِحْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. مُفْتَرًى kelimesi سِحْرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. سَمِعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
بِهٰذَا car mecruru سَمِعْنَا fiiline mütealliktir. ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا car mecruru بِهٰذَا ’nın mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, في أيام آبائنا الأولين (Evvelki atalarımızın zamanında) şeklindedir.
الْاَوَّل۪ينَ kelimesi اٰبَٓائِنَا ’nın sıfatı olup cer alameti ى ’dir. الْاَوَّل۪ينَ cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için harfle îrablanırlar.فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ
فَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır.
Haynûne manasındaki لَمَّا aslında şartının bilindiği durumlarda gelir ve şartla cevap arasındaki kuvvetli irtibatı ve tertipteki sürati ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkâf Suresi 29, s. 424)
لَمَّا ; muzârinin başında cezm, kalb ve nefî harfi, mazinin başında ise zaman zarfıdır.
لَمَّا ; maziden önce vakta ki,...dığı zaman, manalarına gelen, cezmetmeyen, şart manalı zaman zarfıdır. Şart fiili de, cevap fiili de mazi veya mazi manalı olmalıdır. (Meral Çörtü, Cümle Kuruluşu ve Tercüme Tekniği)
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan جَٓاءَهُمْ مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا بَيِّنَاتٍ şeklindeki şart cümlesi, cevap cümlesine müteallık olan لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru, مُوسٰى ’nın mahzuf haline mütealliktir.
Veciz anlatım kastıyla gelen بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , tazim edilmiştir. Bu izafet, ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını taşır.
بَيِّنَاتٍ, ayetler için haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُوا مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan مَا هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُفْتَرًى cümlesi, kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi مَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. هٰذَٓا mevsuf/maksûr, سِحْرٌ مُفْتَرًى sıfat/maksûrun aleyhtir.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilene tahkir kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.
مُفْتَرًى kelimesi سِحْرٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayetin son cümlesi olan وَمَا سَمِعْنَا بِهٰذَا ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ , mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَمِعْنَا fiilinin بِ harf-i ceriyle müteaddi olması, birleşme anlamını da içermesi için tazmindir. (Âşûr, Müminun Suresi 24)
Her iki cümlede de müşriklerin ayetleri هٰذَا ile işaret etmesi tahkir içindir. Ayetlerin kastedildiği işaret isimlerinde istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi )
الْاَوَّل۪ينَ kelimesi اٰبَٓائِنَا için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا الْاَوَّل۪ينَ ibaresindeki فِي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla sonrakiler içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü اٰبَٓائِنَا, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Atalarından bunu işitmediklerini tekid etmek üzere bu harfi kullanılmışlardır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, s. 190-191)
ف۪ٓي اٰبَٓائِنَا (atalarımızda) ifadesi هٰذَا ’dan hal olup mansubdur; yani atalarımız zamanında olan bir şey değildir demektir. Allah “Bunun onlar zamanında olduğu bize söylenmedi” dediklerini söylemek istiyor. Oysa ya bu konuda yalancıdırlar -çünkü bunun benzerini işitmişlerdir, bilmektedirler- ya da bu sözleriyle büyüklük ve vehamette bunun benzerini işitmediklerini murad etmektedirler. (Keşşâf)وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | مُوسَىٰ | Musa |
|
3 | رَبِّي | Rabbim |
|
4 | أَعْلَمُ | daha iyi biliyor |
|
5 | بِمَنْ | kimin |
|
6 | جَاءَ | getirdiğini |
|
7 | بِالْهُدَىٰ | hidayet |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | عِنْدِهِ | kendisinin yanı- |
|
10 | وَمَنْ | ve kime |
|
11 | تَكُونُ | ait olacağını |
|
12 | لَهُ | onun |
|
13 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
14 | الدَّارِ | bu (dünya) evin(in) |
|
15 | إِنَّهُ | muhakkak ki |
|
16 | لَا | olmaz |
|
17 | يُفْلِحُ | iflah |
|
18 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Mekulü’l-kavli رَبّ۪ٓي ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَبّ۪ٓي mübteda olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur. اَعْلَمُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنْ müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası جَٓاءَ بِالْهُدٰى ’dır. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. بِالْهُدٰى car mecruru جَٓاءَ’deki failin mahzuf haline mütealliktir. مِنْ عِنْدِه۪ car mecruru جَٓاءَ fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ism-i mevsûl, ikinci ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَكُونُ nakıs merfû muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. لَهُ car mecruru تَكُونُ ’nun mahzuf mukaddem haberine mütealliktir.
عَاقِبَةُ kelimesi تَكُونُ ’nun muahhar ismi olup lafzen merfûdur. الدَّارِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يُفْلِحُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يُفْلِحُ damme ile merfû muzari fiildir. الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
يُفْلِحُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi فلح ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
ظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ مُوسٰى رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ وَمَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki قَالُوا cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan … رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبّ۪ٓي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Musa, şan ve şeref kazanmıştır.
Müsned olan اَعْلَمُ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ , harfi-cerle birlikte اَعْلَمُ ’ya mütealliktir. Sılası olan جَٓاءَ بِالْهُدٰى مِنْ عِنْدِه۪ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
عِنْدِه۪ izafeti عِنْدِ için tazim ifade eder.
Birinciye matuf olan ikinci müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِ cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ car mecruru كان ’nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. عَاقِبَةُ الدَّارِ, muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam ifade edenعَاقِبَةُ الدَّارِ izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
عَاقِبَةُ الدَّارِ ifadesi, istenen sonucu demektir, çünkü yurttan kast edilen dünyadır; onun esas akibeti de cennettir. Zira o, ahirete geçiş için yaratılmıştır. Bundan doğrudan kast edilen de sevaptır, azap ise dolaylı kast edilmiştir. (Beyzâvî)
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اِنَّهُ ’deki هُ şan zamiri olup اِنَّ ’nin ismidir.
Mercii olmayan şan zamiri, ancak اِنَّ ile gelir ve kelama zerafet kazandırır. Bilindiği gibi müennesine de kıssa zamiri denir. Bunların genel adı ise iş zamiridir. Müsnedün ileyh; şan zamiri olarak da gelebilir. Bu durumda, garabete delalet eder. Bu durumda muhatap bundan sonra gelen şeyi merak eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayrıca muzari fiil teceddüt, tecessüm ve zem makamında olduğunda istimrar ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi, 1)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُفْلِحُ - الظَّالِمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı, يُفْلِحُ - بِالْهُدٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, مَنْ ’in tekrarında - مِنْ ’le aralarında ise cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
إنَّهُ لا يُفْلِحُ الظّالِمُونَ cümlesi; bütün geçen manaları destekler. Musa’nın (a.s.) hak üzere olduğunu anlamış, bu da gücünü zayıflatmış, kurtulmasının imkânsızlığı dolayısıyla kalbini korku sarmıştır. إنَّهُ ’daki zamir şan zamiridir. Arkasından gelen mananın tehlikesine ve önemine işaret eder. (Âşûr)وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dedi ki |
|
2 | فِرْعَوْنُ | Fir’avn |
|
3 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
4 | الْمَلَأُ | ileri gelenler |
|
5 | مَا |
|
|
6 | عَلِمْتُ | bilmiyorum |
|
7 | لَكُمْ | sizin için |
|
8 | مِنْ | hiçbir |
|
9 | إِلَٰهٍ | bir tanrı |
|
10 | غَيْرِي | benden başka |
|
11 | فَأَوْقِدْ | ateş yak |
|
12 | لِي | benim için |
|
13 | يَا هَامَانُ | Hâmân |
|
14 | عَلَى | üzerinde |
|
15 | الطِّينِ | çamurun |
|
16 | فَاجْعَلْ | ve yap |
|
17 | لِي | bana |
|
18 | صَرْحًا | bir kule |
|
19 | لَعَلِّي | belki |
|
20 | أَطَّلِعُ | çıkarım |
|
21 | إِلَىٰ |
|
|
22 | إِلَٰهِ | tanrısına |
|
23 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
24 | وَإِنِّي | çünkü ben |
|
25 | لَأَظُنُّهُ | sanıyorum ki o |
|
26 | مِنَ | -dandır |
|
27 | الْكَاذِبِينَ | yalancılar- |
|
Firavunlar Mısır halkı tarafından tanrının oğlu, dolayısıyla tanrı kabul edildiği ve kendisine tapınılma derecesinde yüceltildiği için Mûsâ’nın muhatabı olan Firavun da kendisini “en büyük Tanrı” olarak görmüş (bk. Nâziât 79/24) ve Hz. Mûsâ’nın tarif ettiği âlemlerin rabbi olan Allah ile alay eder bir tavırla veziri Hâmân’a, “Bana bir kule yap, belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm” diye emir vermişti.
Hz. Mûsâ, Firavun’a karşı zorlu mücadele verdi. Bu süre içerisinde Firavun Allah tarafından birçok felâket ve sıkıntıya uğratıldı. Buna rağmen gerçeği görmek ve kabul etmek istemediği için hidayete eremedi (bilgi için bk. A‘râf 7/103-138). Sonunda Mûsâ, Allah’ın emri uyarınca bir gece İsrâiloğulları’nı alıp Sînâ yarımadasına geçmek üzere Kızıldeniz’e doğru yola çıktı. Durumdan haberdar olan Firavun da askerlerini alarak peşlerine düştü. Bir mûcize sonucu denizin yol vermesiyle Mûsâ ve İsrâiloğulları karşıya geçerken, aynı yoldan geçmeye çalışan Firavun, ordusuyla birlikte denize gömüldü (bilgi için bk. A‘râf 7/136). Firavun denizde boğulmak üzere iken Allah’a iman etmiş, fakat yeis halindeki imanı kabul edilmemiştir (bk. Yûnus 10/90-91).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 229
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ fail olup lafzen merfûdur.Mekulü’l-kavli, يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. الْمَلَأُ münadadan bedel veya atf-ı beyandır.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı مَا عَلِمْتُ cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
عَلِمْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru اِلٰهٍ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
مِنْ harfi zaiddir. اِلٰهِ lafzen mecrur, عَلِمْتُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
غَيْر۪ي kelimesi اِلٰهِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحاً لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ
فَ isti’nafiyedir. اَوْقِدْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
يَا nida, هَامَانُ münada olup damme üzere mebni mahallen mansubdur. عَلَى الطّ۪ينِ car mecruru اَوْقِدْ fiiline mütealliktir.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. ل۪ي car mecruru ikinci mef’ûlun bihe mütealliktir. صَرْحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَطَّلِعُ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اَطَّلِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انَا ’dir. اِلٰٓى اِلٰهِ car mecruru اَطَّلِعُ fiiline mütealliktir. مُوسٰى muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْقِدْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi وقد ’dir.
İf’al babı fiill, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَطَّلِعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi طلع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. ى muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَظُنُّهُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
اَظُنُّ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أَنَا ‘ dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْكَاذِب۪ينَ car mecruru اَظُنُّ fiiline mütealliktir. الْكَاذِب۪ينَ ‘nin cer alameti ي ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. الْكَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ bize firavunun sözlerini bildiriyor.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. الْمَلَأُ , münadadır.
Nidanın cevabı olan مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ cümlesi, menfî mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلٰهٍ ’deki tenvin bir anlamında adet ifade eder.
Firavunun kendisinin ilâh olduğunu söylemesi hususu hakkında, bil ki bununla firavun, kendisinin göklerin, yerin, denizlerin, dağların ve insanların zatlarını ve sıfatlarını yarattığını iddia etmemiştir. Çünkü bunun imkânsız olduğunu bilmek için pek zeki olmaya gerek yoktur. Dolayısıyla bu hususta şüphe etmek, aklının noksanlığına delil olur. İlâh ise, ibadet edilendir. O halde firavun, bir yaratıcının olmadığını ileri sürerek, insanların mükellefiyetlerinin, sadece meliklerine itaat etmeleri ve onun emirlerini dinlemeleri olduğunu söylüyor. İşte firavunun ulûhiyet iddiası ile kastedilen, çoğu kimsenin sandığı gibi onun, göklerin ve yerin yaratıcısı olduğunu iddia etmesi değil, mabûd olduğunu iddia edişidir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحاً
Müstenefe olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَا هَامَانُ nidası, itiraziyye olarak fasılla gelmiştir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri ve îrabdan mahalli yoktur.
عَلَى الطّ۪ينِ car mecruru اَوْقِدْ fiiline mütealliktir.
…فَاَوْقِدْ cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen فَاجْعَلْ ل۪ي صَرْحاً cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ل۪ي , mef’ûl olan صَرْحاً ’a ihtimam için takdim edilmiştir.
صَرْحاً ’daki tenvin, muayyen olmayan cins ve “bir” anlamında, adet ifade eder.
Firavun, Hâmân’a emretmiştir. Oysa ki bu fiilleri Hâmân’ın verdiği emir üzerine adamları yapar. 4. ayette olduğu gibi emir hakiki failine değil, emri vererek sebep olana isnad edilmiştir. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi) Dolayısıyla sebebiyet alakası ile mecazı mürsel vardır.
Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah, فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ عَلَى الطّ۪ينِ [Hâmân! Benim için çamur üzerine bir ateş yak, ondan tuğla imal et] dedi. (Benim için tuğla pişir) demedi. Çünkü bu ibare Kur'an'ın fesahatına ve makamının yüceliğine daha iyi uymakta, zorbaların sözüne daha çok benzemektedir. Hâmân, firavunun veziri ve halkının işlerini idare edendir. (Safvetu’t Tefasir)
فَاَوْقِدْ ل۪ي يَا هَامَانُ şeklinde ifade kullanılması, Kur’an’ın fesahatine daha uygundur ve zorba kişilerin sözlerine daha çok benzer. Veziri olduğu halde Hâmân’a, çamur üzerine ateş yakmasını emretmiş ve ona sözün ortasında يَا edatıyla nida etmiştir ki bu, o firavunun büyüklük ve zorbalık tasladığının bir delilidir. (Fahreddin er-Râzî)
لَعَلّ۪ٓي اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ
Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. إنّ gibi isim cümlesine dahil olup, ismini nasb haberini ref eder.
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbni Hişam gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Doktora Tezi, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler)
Burada da asıl temenni harfi yerine terecci harfinin gelmesi bu isteğin ne kadar şiddetli olduğuna delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَعَلَّ ’nin haberi olan اَطَّلِعُ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰىۙ cümlesinin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Bu ayette birinci nida edatı, cümle başında kullanılmışken firavunun Hâmân’a hitabında cümle ortasında kullanılmasını değerlendiren Zemahşerî, bunu firavunun kendinde gördüğü büyüklük ve saltanat alameti olarak değerlendirir. (İsmail Bayer, Keşşâf Tefsirinde Belâgat Uygulamaları)
اَطَّلِعُ fiili اِفْتِعال babındadır. اِفْتِعال babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. Bu bab hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Nidanın cevabına matuf cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İtiraziyye olması da caizdir.
اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiil gelerek, azgınların şeytanlara tabi oluşlarının zihinde canlanması sağlanmıştır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem cümlelerdir.
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاسْتَكْبَرَ | büyüklük tasladılar |
|
2 | هُوَ | O (Fir’avn) |
|
3 | وَجُنُودُهُ | ve askerleri |
|
4 | فِي |
|
|
5 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
6 | بِغَيْرِ | olmaksızın |
|
7 | الْحَقِّ | hakkı |
|
8 | وَظَنُّوا | ve sandılar |
|
9 | أَنَّهُمْ | kendilerinin |
|
10 | إِلَيْنَا | bize |
|
11 | لَا |
|
|
12 | يُرْجَعُونَ | döndürülmeyeceklerini |
|
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَكْبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Munfasıl zamir هُوَ müstetir zamiri tekid içindir.
جُنُودُهُ atıf harfi وَ ’la müstetir zamire matuftur. Muttasıl zamir هَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فِي الْاَرْضِ car mecruru اسْتَكْبَرَ fiiline mütealliktir. بِغَيْرِ car mecruru failin mahzuf haline mütealliktir. الْحَقِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اسْتَكْبَرَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ
ظَنُّٓوا fiili atıf harfi وَ ’la اسْتَكْبَرَ ’ye matuftur. ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, ظَنُّٓوا fiilinin mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَا يُرْجَعُونَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. اِلَيْنَا car mecruru يُرْجَعُونَ fiiline mütealliktir.
يُرْجَعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَاسْتَكْبَرَ هُوَ وَجُنُودُهُ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … قَالَ فِرْعَوْنُ cümlesine atfedilmiştir. وَاسْتَكْبَرَ هُوَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Munfasıl zamir هُوَ, fiildeki müstetir zamiri tekid için gelmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Atıf harfi وَ ’la …اسْتَكْبَرَ cümlesine atfedilen وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ , masdar teviliyle ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan لَا يُرْجَعُونَ cümlesinin menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan اِلَيْنَا ihtimam için amiline takdim edilmiştir.
يُرْجَعُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Burada zan kelimesi, kesinlik manasında kullanılmakta olup bu mana onun kullanımlarından biridir. İhtimal ki burada bu mananın kullanılma sebebi, ironi yapılarak onları istihzaya almaktır. Çünkü onlar ateşin kendileri için hazırlandığını kesin olarak bilmelerine rağmen onu tercih ettiler. (Âşûr, Kehf Suresi 53)
Yani firavun ve ordusu Mısır toprağında haksız olarak, layık olmadıkları halde büyüklük tasladılar ve ceza için tekrar diriltilip bize gönderilmeyeceklerini sandılar. (Ebüssuûd)
وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ اِلَيْنَا لَا يُرْجَعُونَ ifadesi, onların Allah’ı tanıdıklarına, ne var ki öldükten sonra dirilmeyi kabul etmediklerine, bu yüzden de diretip isyan ettiklerine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَخَذْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
جُنُودَهُ atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ istînâfiyyedir. نَبَذْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. فِي الْيَمّ car mecruru نَبَذْنَا fiiline mütealliktir.
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. انْظُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ’nin muahhar ismi olup merfûdur. الظَّالِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki … وَظَنُّٓوا اَنَّهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Aynı üslupta gelen فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمّ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
Azamet zamirine isnadla tazim edilmiş fiiller mazi sıygada gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
الْيَمِّۚ kelimesi Kur’an-ı Kerim'de, hepsi de Musa kıssasında olmak üzere toplam 8 kez gelmiştir. Bu kelime bu kıssa dışında hiçbir yerde geçmemiştir ki bu kullanımın bir inceliği vardır. Bu incelik İbranice olan bu kelimenin, İbranî olan Musa ve kavmi hakkındaki kıssada kullanılmış olmasıdır. بحر kelimesi ise hem Musa kıssasında hem de başka yerlerde kullanılmıştır. (Kur’an’ın Beyânî Sırları, Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî, s. 70)
Onun şanının büyüklüğüne ve hükümranlığının azametine delalet eden susturucu sözler cümlesindendir. Cenab-ı Hakk onları, -her ne kadar, çok kalabalık ve son derece fazla iseler de- hakir kılmak ve sayılarını ve hazırlıklarını hafife almak için, bir şahsın, bir hamlede eline alıp da denize fırlattığı çakıl taşlarına benzetmiştir. (Fahreddin er-Râzî) (Ebüssuûd)
Bunda yakalayanın önemine, yakalananın da değersizliğine işaret vardır; sanki çok olmalarına rağmen onları bir avucuna almış ve denize atmıştır. (Beyzâvî)
Keşşâf'ta, Allah'ın şanının büyüklüğünü ifade eden edebi konuşmalardan birini yaptığı yazılıdır. Çünkü فَنَبَذْناهم في اليَمِّ [Böylece onları denize attık] sözünde meknî istiare vardır. O ve askerleri, Allah’ın eline alıp denize attığı çakıl taşlarına benzetilmiştir. اَخَذْ kelimesi hakiki manasında kabul edilirse bu kelimede de meknî istiare vardır. Çünkü arkasından elle kavrama manası taşıyan bir benzetme gelmiştir. (Âşûr)
فَانْظُرْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ
فَ istînâfiyyedir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Bu hitap Hz. Peygamber nezdinde tüm insanlaradır. انْظُرْ fiilinin mef’ûlü konumundaki كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الظَّالِم۪ينَ cümlesinde كَيْفَ istifham ismi كَانَ ’nin mukaddem haberidir. الظَّالِم۪ينَ ’ye muzâf olan عَاقِبَةُ, nakıs fiil كَانَ ’nin muahhar ismidir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp son derece etkili bir tehdit manası taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi soru isimleri veya haber ifade eden كَمْ gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa bu durumda haber كَانَ ’den ve isminden önce gelir. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 93)
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ
“Öncüler” diye çevirdiğimiz eimme kelimesi “önder” anlamına gelen imâm kelimesinin çoğuludur. Firavun ve adamları inkârcılıkta ısrar ettikleri, halkı da emir ve teşvikleriyle peşlerinden küfre sürükleyip âhirette cehenneme girmelerine sebep oldukları ve bu konuda onlara önderlik ettikleri için âyette, “ateşe çağıran öncüler”olarak anılmışlardır. Şüphesiz ki kendileri de ateşe çağırdıkları kimselerle birlikte cehenneme gireceklerdir. Bu durum Allah’ın onlara bir haksızlığı veya adaletsizliği değil, onların kendi tercihlerinin sonucudur. Bu sebeple dünyada Allah’ın lânetine uğramışlar ve tarih boyunca kitaplı dinlerde kötü şöhretle anılagelmişlerdir. Kıyamet gününde de Allah’ın vereceği cezadan kendilerini kurtaracak herhangi bir yardımcı bulamayacaklar ve lânetlenmiş kişiler arasında kalacaklardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 229
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Değiştirme manasına gelen جَعَلَ kelimesi 3 şekilde gelir:
1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek
2. Bir halden başka bir hale geçmek
3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek.
Bu ayette “Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَئِمَّةً kelimesi جَعَلْنَا’nın ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. يَدْعُونَ fiili, اَئِمَّةً ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh- cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَدْعُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَى النَّار car mecruru يَدْعُونَ fiiline mütealliktir.
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ
وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı يُنْصَرُونَ fiiline mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُنْصَرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَجَعَلْنَاهُمْ اَئِمَّةً يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ
Ayet, önceki ayetteki فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمّۚ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İkinci mef’ûl olan اَئِمَّةً ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve tahkir ifadesi içindir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَدْعُونَ اِلَى النَّار cümlesi, اَئِمَّةً için sıfattır. Muzari fiille gelmesi, onların bu sıfatlarındaki teceddüt ve istimrarı işaret etmiştir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Ateşe çağırma ifadesinde kevn-i lâhik alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Yaptıkları günahlar, ahirette nara girmelerine sebep olur.
Onların, ateşe davet etmelerinin anlamı, o ateşi gerektiren küfür ve günahlara davet etmeleridir. Çünkü hiç kimse, kesinlikle ateşe çağırmaz. Allah Teâlâ onları, bu konuda öncüler olarak nitelemiştir; çünkü onlar, bu konuda zirveye ulaşmışlardır. Böyle olan herkes, bu konuda kendisine uyulan bir lider olmaya namzettir. (Fahreddin er- Râzî)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ لَا يُنْصَرُونَ cümlesi, يَدْعُونَ اِلَى النَّارِۚ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ الْقِيٰمَةِ, müteallakı olan لَا يُنْصَرُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.
Fiilin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَا يُنْصَرُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
وَاَتْبَعْنَاهُمْ ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟
Qabeha قبح : قَبِيحٌ gözün bakmaktan tiksindiği eşya ile nefsin tiksinerek çekindiği iş ve hallere denir. Fiil olarak kötü, fena, pis nahoş ve çirkin olmak manasında قَبُحَ şeklinde kullanılır. Mastarı قَباحَةٌ olarak gelir.
Kullanılan ismi faili ise قَبِيحٌ dur. Pazı kemiğinin yarısından itibaren dirseğe kadar olan kısmına da قَبِيحٌ denmektedir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sadece bu ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kabahat ve kabih görmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَاَتْبَعْنَاهُمْ ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتْبَعْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪ي هٰذِهِ car mecruru اَتْبَعْنَا fiiline mütealliktir.
الدُّنْيَا ism-i işaretten bedel olup mukadder elif üzere kesra ile mecrurdur. لَعْنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَتْبَعْنَاهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟
وَ atıf harfidir. يَوْمَ zaman zarfı الْمَقْبُوح۪ينَ ’ya mütealliktir. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ car mecruru mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. الْمَقْبُوح۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. الْمَقْبُوح۪ينَ kelimesi, sülâsi mücerredi قبح olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.وَاَتْبَعْنَاهُمْ ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟
Ayet, önceki ayetteki …وَجَعَلْنَاهُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İşaret isminden bedel olan dünyanın هٰذِهِ ile işaret edilmesi konuya dikkat çekmek ve tahkir içindir.
لَعْنَةًۚ ’deki tenvin, kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟ cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Zaman zarfı يَوْمَ الْقِيٰمَةِ , müteallakı olan الْمَقْبُوح۪ينَ۟ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. Car-mecrur مِنَ الْمَقْبُوح۪ينَ۟, mahzuf habere mütealliktir.
Son iki ayette جعلناهم ifadesinden sonra Allah Teâlâ, zalimlerin başına gelecek halleri sıralamıştır. Bu taksim sanatıdır.
ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mücrimlerin dünya hayatında lanete maruz kalmalarını tekid için bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
لَعْنَةًۚ - الْمَقْبُوح۪ينَ۟ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Sâmerrâî Hûd Suresinin 60. ayeti ile Kasas Suresinin 42. ayetini mukayese sadedinde şu sayısal analizleri yapmaktadır:
1- Kasas Suresinde açık ve gizli olmak üzere toplam kırk bir; Hud Suresinde ise dört adet azamet zamiri yer almaktadır. Bu da Kasas Suresindeki اَتْبَعْنَاهُمْ fiilinin, azamet zamirine isnadına uygun düşmektedir.
2- Kasas Suresindeki Musa (a.s.) kıssası, Hud Suresindeki Hûd (a.s.) kıssasından daha uzundur. Bu suredeki Musa kıssası kırk dört ; Hud kıssası ise on bir ayetten oluşmaktadır.
3- Kasas ayetinde geçen اَتْبَعْنَاهُمْ kelimesi Hud ayetindeki اُتْبِعُوا kelimesinden daha uzundur. Nitekim اَتْبَعْنَاهُمْ sekiz, اُتْبِعُوا ise beş harften oluşmaktadır. Dolayısıyla uzun anlatıma uzun kıssa; kısa anlatıma ise kısa kıssa uygun düşmüştür. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
3 | مُوسَى | Musa’ya |
|
4 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | بَعْدِ | sonra |
|
7 | مَا |
|
|
8 | أَهْلَكْنَا | helak ettikten |
|
9 | الْقُرُونَ | nesilleri |
|
10 | الْأُولَىٰ | ilk |
|
11 | بَصَائِرَ | bir aydınlanma olan |
|
12 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
13 | وَهُدًى | ve hidayet olan |
|
14 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olan |
|
15 | لَعَلَّهُمْ | belki onlar |
|
16 | يَتَذَكَّرُونَ | düşünür öğüt alırlar |
|
Yüce Allah, peygamberleri yalancılıkla itham eden isyankâr birçok kavmi helâk ettikten sonra Hz. Mûsâ’yı peygamber olarak göndermiştir. Kavmini Firavun’un zulmünden kurtarıp onlarla birlikte Sînâ yarımadasına ulaşan Mûsâ, kardeşi Hârûn’u kavminin başında bırakıp rabbinin çağrısına uyarak ilâhî vahyi almak üzere Tûr’a gitti ve kırk gece orada kaldı (bk. A‘râf 7/142). Âyette açık delil, hidayet rehberi ve rahmet olmak üzere üç ana özelliği anlatılan Tevrat Mûsâ’ya burada vahyedilmiştir (bu üç özellik hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/203). Muhammed Esed, Tevrat’ın tedvin edilmiş (yazıyla kayda alınmış) ilk vahyî yasalar kitabı olması dolayısıyla insanlığın dinî tarihinde yeni bir safhayı başlatmış olduğunu kaydetmektedir (II, 790).
“Önceki nesiller” diye tercüme ettiğimiz el-kurûni’l-ûlâ tamlaması Elmalılı Muhammed Hamdi’ye göre Kur’an dilinde başlangıçtan Firavun’un helâk edilmesine kadar geçen zamanı kapsamaktadır. Aynı müellif, Firavun’un helâk edilmesinden itibaren Hz. Muhammed’in hicretine kadar geçen süreyi “kurûn-i vustâ”, bundan sonraki zamanı da “kurûn-i uhrâ” (âhir zaman) olarak isimlendirmiştir (V, 3739; Mûsâ ve kavminin bundan sonraki hayatları hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/141-162).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 232
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسَى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. الْكِتَابَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. مِنْ بَعْدِ car mecruru اٰتَيْنَا fiiline mütealliktir.
مَٓا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَهْلَكْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْقُرُونَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاُو۫لٰى kelimesi الْقُرُونَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَصَٓائِرَ kelimesi الْكِتَابَ ’nin hali olup fetha ile mansubdur. لِلنَّاسِ car mecruru بَصَٓائِرَ kelimesine mütealliktir. هُدًى ve رَحْمَةً kelimeleri بَصَٓائِرَ kelimesine matuftur.
اَهْلَكْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi هلك ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. يَتَذَكَّرُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُون fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَذَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındandır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِ مَٓا اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةً
وَ , istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Kasemin قَدْ ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası olan اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ الْاُو۫لٰى cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)
لِلنَّاسِ ’nin müteallakı olan بَصَٓائِرَ kelimesi الْكِتَابَ ’nin halidir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim itnabıdır.
وَهُدًى وَرَحْمَةً , tezâyüf nedeniyle بَصَٓائِرَ ’ya atfedilmiştir.
اٰتَيْنَا ve اَهْلَكْنَا fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
الْكِتَابَ ’den murad, Tevrat’tır.
بَصَٓائِرَ- هُدًى - رَحْمَةً kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
اَهْلَكْنَا الْقُرُونَ ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرُونَ değil, o dönemde yaşayanlardır.
الْاُو۫لٰى sıfatı, mevsufu الْقُرُونَ ’nin bir özelliğine işaret eden ıtnâb sanatıdır.
هُدًى - رَحْمَةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَصَٓائِرَ لِلنَّاسِ (İnsanlar için nurlar) terkibinde teşbîh-i belîğ vardır. Yani “Bizim Musa'ya verdiğimiz Tevrat, insanların kalpleri için nurlar gibidir.” Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazf edilmiş ve böylece teşbîh-i beliğ olmuştur. Şihâb şöyle der: Kalplerin nurlarına benzeyen Tevrat'ı verdik. Zira kalpler, Tevrat'ın nurları ve ilimlerinden mahrum kalırsa elbette göremeyen ve hakkı batıldan ayıramayan körler olurlar. (Safvetu’t Tefasir)
Yani biz Nuh, Hud, Salih ve Lut (a.s.) kavimlerini helak ettikten sonra Musa'ya Tevrat’ı verdik. (Ebüssuûd)
بَصَٓائِرَ ifadesi hal olarak mansubdur. Basiret, kişinin sayesinde basiretli davranabildiği kalp nurudur. Nitekim basar da kişinin sayesinde görebildiği göz nurudur. Allah Teâlâ şunu murad etmektedir: Biz gönüllere nur olarak ona Tevrat’ı verdik; zira gönüller kördürler, basiretli değillerdir, hakkı batıldan ayıramazlar. Ve doğru yolu göstermek için -zira sapıklıkta bocalayıp duruyorlardı- ve rahmet vesilesi olarak verdik -onunla amel ettikleri takdirde rahmete nail olabileceklerdi- ki daha önce yaşadıklarından ibret alabilsinler. Yani ibret almalarını irade ettiğimiz için... Burada irade umuda benzetilmiş ve ( لَعَلَّ ’deki) umut, irade için istiare edilmiştir. Musa’nın (a.s.), kavminin ibret almasını umut etmesi şeklinde bir mana da murad edilmiş olabilir; tıpkı [Belki düşünüp ders çıkarır. (Tā-Hâ Suresi, 44)] ayetindeki gibi. (Keşşâf)
الْكِتَابَ, Tevrat’tır. Allah Teâlâ onun sayesinde, dini konularda hakikatleri görecek olmaları açısından, “insanlar için basiret olmakla; kendisiyle istidlal olunduğu ve ona tutunanın, elde etmek istediği o mükâfatı elde etmesi itibariyle” hidayet ve kendisine kulluk eden kimselere karşı ilâhi bir nimet olduğu için de rahmet olarak vasfetmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Onların helakinden sonra Hz. Musa'ya Tevrat'ın verildiğinin beyan edilmesi, bunu gerektiren şiddetli bir ihtiyacın mevcut olduğunu zımnen bildirmek içindir. Bu, bundan sonra zikredilecek Kur’an-ı Kerim'in Resulullah'a (s.a.) indirilmesini gerektiren ihtiyacın beyanına bir ön hazırlık mahiyetindedir. Zira eski nesillerin helak edilmiş olması, onların dinî ahkâm ve kuralların da tamamen ortadan kalkmasına sebep olur ki bu sonuç, âlem nizamının ve ümmetlerin ahvalinin bozulmasına sebep olmaktadır. Bu da yeni bir teşri; gerektirmektedir. Bu yeni teşri'de, asırların değişmesiyle değişmeyen temel kuralların baki kılınması ve asırların icaplarına göre değişen fer'i hükümlerin yeniden tertibi ve ibreti mucip olan eski ümmetlerin hallerinin hatırlatılması şeklinde olmaktadır. Hulâsa itibarıyla sanki şöyle denilmiştir: Yemin olsun ki biz, Musa'ya (a.s.), Tevrat'ı ona ihtiyaç duyulan bir zamanda verdik. (Ebüssuûd)
Muhatap, bu olayın gerçekleşeceği konusunda yemine ihtiyaç duyan münkir menziline konularak cümle mahzuf kaseme delalet eden lamu’l muvattie ve tahkik harfiyle tekid edilmiştir. (Âşûr)
لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
لَعَلَّ, tereccî harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. لَعَلَّ ’nin haberi olan يَتَذَكَّرُونَ muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ edatı terecci içindir yani ümitvar olma manasını ifade eder. Bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrûb: “لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır” demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
Ayeti kerime ihtimal ilişkisi kurar. َلَعَلَّ ’nin tevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır. لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsned olan يَتَذَكَّرُونَ ’nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Kur’an’da, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatımı bu ayette olduğu gibi لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ şeklinde tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir.
يَتَذَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf (çaba), ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür.
Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden و- نَ ve ي - نَ harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.
Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Allah’a imana çağrılan Firavun’un, alay ederek kule yapılmasını emreden zihniyetini düşün.
Aynı yere bakar, aynı kelimeleri dinler de; hakikati ne görür, ne de işitir. Dünyayı nefsiyle yaşayanın niyeti hakikati bulmak değil de, haklılığını kanıtlamak ya da dünyanın tadını çıkarmaktır. İnsanın; kendisine ve yaşadığı hayata, bu kadar sığ bakması ve gerçek olmadığını bildiği işte ısrar etmesi ne acaip iştir.
Kalb gözlerini açıp hakikat ile karşılaşacakken; sımsıkı kapatır da, sırtını döner gider. İmanın nurunu içeriye kabul edip aydınlanacakken; karanlıklarda kalmayı seçer de, sonunda o karanlıklara gömülür. Allah’a kul olmayı seçip iki cihanda da kazanacakken; zaten kaybedeceklerine sarılır da, eli boş çıkanlardan olur.
Allahım! Şehadet ederim ki: Sen, benim Rabbimsin. Kur’an-ı Kerim, Senin kelamın. Hz. Muhammed (sav), Senin peygamberindir. Hakikat merdivenlerini çıkayım da; gözümün, aklımın ve kalbimin değdiği her şeyde, Seni hatırlayayım. Kalbimdeki imanı; vesveselerden koru ve sağlamlaştır. İmanlı yaşayıp, son nefesimi imanlı vereyim. Kıyamet gününde; ateşe çağrılan kınanmışlardan uzak, Senin rahmetine ve Senin sevdiklerine yakın olayım.
Amin.
***
Hz. Musa zamanında yaşayan Firavun’un ve onun peşinden giden inkarcıların halini düşündükten sonra şöyle bir not düştü:
Allah’ın ayetleri, emirleri ve yasakları dışında dünyaya dair hiçbir meselede, insan bugününe ya da dünyanın şimdiki haline bakarak kesin konuşmamalıdır. Yani Allah’tan başka hiç kimseye ya da dünyaya dair bilgi diye sunulanlara kör bir güven duygusuyla sımsıkı sarılmamalıdır. Daima bildiklerinden daha fazla olan bilmediklerini de hesaba katmalıdır.
Zira dünyaya ve hatta kendisine dair bile henüz bilmediği pek çok gerçek vardır. Şimdi sevdiklerini, sonra sevmediğine karar verebilir. Bugün zararlı bilinenin, yarın faydası anlaşılabilir. Hakiki bilgi gibi anlatılan teorilerin yanlış olduğu ortaya çıkabilir. Yapılan yeni bir keşif ile birçok alandaki algı değişime uğrayabilir. Bunu kabul eden kişi bugünkü mevcut bilgisiyle hareket eder ama yenisini ya da doğrusunu öğrendiğinde de hemen doğru bir değişim için hareket geçebilir.
Bunun sonucunda hayatının her alanında kendisini geliştirme fırsatı elde eder. Mesleğinde, eğitiminde, insanlığında ve kulluğunda iyileşir. Belki de şunu şöyle bir açıdan da açıklamak gerekir. Allah’ın emirlerine olan itaatini, aklının bugün sahip olduğu bilgilerinden ve nefsinin heveslerinden yola çıkarak belirlememelidir. Yani kalbinin yöneldiği kıble yaratılan değil, yaratan olmalıdır.
Ey Allahım! Bizi ayetlerini birbirinden ayırmadan itaat edenlerden eyle. Herhangi bir sebepten dolayı itaatte zorlandığımız emirlerini bize kolaylaştır ve muhabbet ile gönüllerimize yerleştir. Kısıtlı aklımız ile bilmişlik taslamaktan, kendimizi ve başkalarını yanıltmaktan muhafaza buyur. Yüzünü, bedenini, nefsini, ruhunu ve kalbini Sana dönen salih kullarından eyle.
Amin.