وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
4 | مُهْلِكَ | helak edici |
|
5 | الْقُرَىٰ | ülkeleri |
|
6 | حَتَّىٰ | kadar |
|
7 | يَبْعَثَ | gönderinceye |
|
8 | فِي |
|
|
9 | أُمِّهَا | (ülkelerin) anasına |
|
10 | رَسُولًا | bir elçi |
|
11 | يَتْلُو | okuyan |
|
12 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
13 | ايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | كُنَّا | biz değiliz |
|
16 | مُهْلِكِي | helak edici |
|
17 | الْقُرَىٰ | ülkeleri |
|
18 | إِلَّا | olmadan |
|
19 | وَأَهْلُهَا | halkı |
|
20 | ظَالِمُونَ | zalim |
|
Güçlerine ve servetlerine güvenip şımaran, azan ve inkârcılıkta direnen bazı eski toplulukların tarih sahnesinden silinmiş oldukları hatırlatılarak insanlık uyarılmaktadır. Helâk olan o şımarık toplulukların izleri gösterilmekte, onlardan sonra buraların terkedildiği, harap olduğu ve ancak pek azında insanların oturabildiği belirtilmektedir. Bazı tefsirlere göre ise helâk olan kavimlerin yurtlarında insanların çok kısa bir süre veya çok az kimsenin barındığı bildirilmektedir. Bunlar, o kalıntılarda kısa bir süre için konaklayarak dinlendikten sonra kalkıp giden yolculardır (Râzî, XXV, 5; Şevkânî, IV, 174; İbn Âşûr, XX, 151; ayrıca bk. En‘âm 6/6). Bununla birlikte insanlara Allah’ın âyetlerini okuyup onları yeteri kadar aydınlatacak ve doğru ile eğrinin ne olduğunu gösterecek bir peygamber göndermeden Allah’ın, herhangi bir ülke halkını –haksızlığa, taşkınlığa sapmadıkça– helâk etmeyeceğini haber vermektedir (bu konuda bilgi için bk. İsrâ 17/15).
“Hepsi bize kalmıştır” cümlesi belde halkı helâk olduktan sonra yurtlarına vâris olacak kimsenin kalmadığına, dolayısıyla beldelerin ıssız ve sahipsiz kaldığına işaret etmekte, ayrıca mülkün hakiki sahibinin Allah Teâlâ olduğu gerçeğine imada bulunmaktadır.
“Merkez” diye çevirdiğimiz “üm” kelimesi gönderilen peygamberin ümmetine ait şehirlerin en büyüğü ve en ünlüsünü ifade eder. Nitekim Hz. Peygamber, yörenin en önemli beldesi olan Mekke’de gönderilmiştir. Büyük şehirlerin tercih edilmesinin sebebi, oralarda dinî tebliğe muhatap olacak istidatlı (farklı kabiliyetler taşıyan) kimselerin daha çok bulunması ihtimalidir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 237-238
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. رَبُّكَ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُهْلِكَ kelimesi كَانَ ’nin haber olup fetha ile mansubdur. الْقُرٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَبْعَثَ muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde olup مُهْلِكِي ‘ye mütealliktir.
يَبْعَثَ mansub muzari fiildir. ف۪ٓي اُمِّهَا car mecruru يَبْعَثَ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَسُولاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَتْلُوا fiil cümlesi رَسُولاً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتْلُوا merfû muzari fiildir. Zamir olan cemilik و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru يَتْلُوا fiilin mütealliktir. اٰيَاتِنَا mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur.
مُهْلِكَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. نَا muttasıl zamir كُنَّا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.
مُهْلِكِي kelimesi, كُنَّا ’nın haberi olup cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ى’ dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
الْقُرٰٓى muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder kesra ile mecrurdur. اِلَّا hasr edatıdır.
اَهْلُهَا ظَالِمُونَ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ haliyyedir. اَهْلُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ظَالِمُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
ظَالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا كَانَ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى حَتّٰى يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ
Cümle, وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Azamet zamirinden bu ayette Rabb ismine iltifat edilmiştir.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması Allah Teâlâ’nın Hz. Peygambere rahmet ve şefkatinin işaretidir.
رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâf olması Hz. Peygambere şan ve şeref kazandırmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُهْلِكَ الْقُرٰى , veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
İsm-i fail kalıbında haber olan مُهْلِكَ , devamlılık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُهْلِكَ الْقُرٰى ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرٰى değil, orada yaşayanlardır. Karye ehli şeklinde gelmesi gelen ifadede muzâf olan ‘ehli’ kelimesi hazf edilmiştir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَأْتِيَكَ الْيَق۪ينُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde اعْبُدْ fiiline mütealliktir.
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ‘nın gizli أنْ ‘le masdar yaptığı يَبْعَثَ ف۪ٓي اُمِّهَا رَسُولاً يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde مُهْلِكَ ‘ye mütealliktir.
ف۪ٓي اُمِّهَا ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اُمِّ , içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü merkez, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumu tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
رَسُولاً ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder.
يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِنَاۚ cümlesi, رَسُولاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. Bu sıfat cümlesi, anlamı zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır
Veciz anlatım kastıyla gelen اٰيَاتِنَاۚ izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır. Ayetlerin azamet zamirine izafe edilmesi bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırmıştır.
رَبُّكَ - اٰيَاتِنَاۚ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
ف۪ٓي اُمِّهَا ifadesinde istiare vardır. Buradaki اُمِّ الْقُرٰى (karyelerin merkezi) ile kastedilen, galip görüşe göre Mekke’dir. Kimileri, kastedilenin, büyük kentler ve özellikle onlar içinde kendilerine bakılıp kıymet verilmiş, nazar-ı itibara alınmış kentler olduğunu söylemiştir. Çünkü onların dışında kalanlar, onlara uydu ve tabi kentler konumundadır. Mekke’ye memleketlerin merkezi adı verilmiştir. Çünkü Mekke, Allah’ın evini (Kâbe), onun Haremi Şerîfini, Allah’ın vahiylerinin indiği yerleri, O’nun peygemberlerinin ayaklarının bastığı yerleri ve yolları içermektedir. İşte andığımız bu şeylerden dolayı Mekke sanki kentlerin büyüğü, diğerleri de ona nisbetle küçük kentler konumunda olmuş, bunlar annelerine nispet edildiğinde tıpkı onun küçük kızları konumunda bulunmuşlardır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
رَبُّكَ - اٰيَاتِنَا kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Zikredilen memleketlerin helak edilmeleri beyan edildikten sonra bu ayet de, ilâhi inayeti beyan etmektedir. Yani üstün hikmetler üzerine binâ edilmiş olan ilâhi sünnette, peygamberler vasıtasıyla tebliğ yapılmadan memleketlerin helak edilmesi, doğru değil, hatta imkânsızdır. Yahut Allah'ın geçmiş hükümlerinde ve eski icraatlarında da uyarı yapılmadan helak etmek yoktur; aksine ilâhi adet, bu durumda helak etmemektir.
Peygamberlerin tebliğleri için memleketlerin ana merkezlerinin seçilmesi, sakinlerinin daha zeki ve düzenli olmalarından dolayıdır.
Yani ey Resulüm! Rabbin, memleketlerin kentlerine, kasabalarına hakkı anlatan, onları uyarmak ve teşvik etmekle hakka davet eden ayetlerimizi okuyan bir peygamberi göndermedikçe o memleketleri helak etmez. Bu, hüccetle onları ilzam etmek ve ‘’niçin bize peygamber göndermedin ki ayetlerine uyaydık!" demek mazeretlerini kesmek içindir. Ve biz, memleketlerin merkezlerine, onları hakka davet ve irşad eden peygamber gönderdikten sonra da onlar Peygamberimizi yalanlamak ve ayetlerimizi inkâr etmek suretiyle zalim duruma düşmeden de onlari helak etmemişizdir.
Şu halde ilâhi sünnet gereğince peygamber gönderilmeden helak etmek olmaz. Fakat peygamber gönderilip yalanlanması durumunda da hep helak etmek olmayabilir. (Ebüssuûd)
وَمَا كُنَّا مُهْلِكِي الْقُرٰٓى اِلَّا وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ
Ayet, وَ ’la önceki istînâfa atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan مُهْلِكِي الْقُرٰٓى , veciz ifade kastına binaen, izafet formunda gelmiştir.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
İsm-i fail kalıbında haber olan مُهْلِكَ , devamlıklık ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُهْلِكَ الْقُرٰى ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen الْقُرٰى değil, orada yaşayanlardır. Yani ehli şeklindeki muzâf hazf edilmiştir.
وَاَهْلُهَا ظَالِمُونَ cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal vavı ile gelen cümle, genel durumdan haldir. Ayetteki اِلَّا istisna edatı, hal cümlesi, müstesna konumundadır. İstisna, müferrağdır.
كَانَ - كُنَّا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
ٱلۡقُرَىٰۤ - مُهۡلِكَ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cenab-ı Hak, "Biz, ahalisi zalimlerden ibaret olan memleketlerden başkasını helak etmeyiz" buyurmuştur. Zalimler, şirke düşerek kendilerine zulmedenler manasınadır. Mekkeliler ise böyle değildi. Çünkü onların bir kısmı iman etmişti. Allah bir kısmının da ileride iman edeceklerini biliyordu. Bir kısmının ise iman etmeyeceklerini ama soylarından iman edecek kişilerin geleceğini biliyordu. (Fahreddin er- Râzî)