Kasas Sûresi 60. Ayet

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟  ...

(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve ne
2 أُوتِيتُمْ size verildiyse ا ت ي
3 مِنْ -den
4 شَيْءٍ her şey- ش ي ا
5 فَمَتَاعُ geçimidir م ت ع
6 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
7 الدُّنْيَا dünya د ن و
8 وَزِينَتُهَا ve süsüdür ز ي ن
9 وَمَا olan ise
10 عِنْدَ yanında ع ن د
11 اللَّهِ Allah’ın
12 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
13 وَأَبْقَىٰ ve daha kalıcıdır ب ق ي
14 أَفَلَا
15 تَعْقِلُونَ aklınızı kullanmıyor musunuz? ع ق ل
 

Mekke müşriklerine hitap edilerek onların sahip olduğu dünya nimet ve ziynetlerinin geçici, Allah’ın âhirette vereceği nimetlerin ise daha hayırlı ve kalıcı olduğu ifade edilmekte, ardından da 62. âyette bu iki farklı nimetten faydalanacak olan iki grup mukayese edilmektedir. Bu mukayesede, dünyevî sıkıntılara göğüs gererek kararlı bir şekilde doğru yolda yürüyüp bu sayede Allah’ın kendilerine vaad ettiği âhiretteki kalıcı ve güzel nimetlere kavuşacak olanların orada mutlu bir hayat yaşayacaklarına; dünyanın geçici zevklerine aldanıp da âhireti unutanların, kendilerine bahşedilen dünyevî nimetleri kaybetme korkusuyla inanç ve yaşayışta haktan sapanların, böylece o nimetleri kötüye kullananların, nihayet nimetleri Allah’tan başka güçlere isnat ettikleri için Allah huzurunda yargılanacak olanların da mutsuz ve bedbaht olacaklarına işaret edilmektedir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 240
 
Riyazus Salihin, 464 Nolu Hadis
Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”
(Müslim, Cennet 55)
 

 Mete'a متع :  مُتُوعٌ uzamak ve yükselmektir. مَتاعٌ ise zamanı uzun bir faydalanma ve hoş vakit geçirmedir.

  Fiil olarak şöyle kullanılır: أمتَعَ olarak bir şeyden yararlanmayı uzatmak; tef'il babında مَتَّعَ olarak uzun bir süre yararlanmak. Kur'an-ı Kerim'de dünyayla ilgili مَتَّعَ fiilinin geçtiği her yerde tehdit amaçlanır. Bunun sebebi onun genişleme/rahatlık anlamı da taşımasıdır. إسْتَمْتَعَ fiili ise faydalanmak /zevk almak istemek manasında kullanılır.

  مَتاعٌ evde faydalanılan/kullanılan ev eşyasına da denir. مُتْعَةٌ boşanan kadına iddet müddetince faydalanması için verilen nafakadır. مُتْعَةُ النِّكاح  deyimi, geçmişte câri olan muvakkat bir nikah akdini ifade eder. Şöyle ki, eskiden bir erkek belirli bir süreye kadar beraber olmak için bir kadınla belirli bir mal üzerine şartlaşıp ona bu malı verirdi ve bu süre sona erince de herhangi bir boşanma olmaksızın ondan ayrılırdı.(Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 70 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri metâ, metâlanmak, emtia, mut'a (nikahı), temettü ve matahtır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup,mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اُو۫ت۪يتُمْ  şart fiili olup  ي  üzere mukadder fetha ile mebni meçhul, mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ شَيْءٍ  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مَتَاعُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri; هو (O) şeklindedir.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3 - Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ز۪ينَتُهَا  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.     

 

وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. 

عِنْدَ اللّٰهِ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. خَيْرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَبْقٰىۜ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 


اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟

 

Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi  فَ  ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أغفلتم (Gafil mi oldunuz.) şeklindedir.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
 

وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ 

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlede mefûl konumundaki şart harfi  مَٓا , fiile takdim edilmiştir. Şart cümlesi olan  اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ‘deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Kelam  اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً  sözündeki gaib ifadeden,  اُو۫ت۪يتُمْ  ifadesi ile hitap zamirine dönmüştür. Çünkü söz konusu ifadeler kınamanın doğrudan o kimselere tevcih edilmesini gerektirmektedir. (Âşûr)

فَ  karinesiyle gelen  فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَز۪ينَتُهَاۚ  cümlesi, şartın cevabıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مَتَاعٌ , takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsned olan  مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.  وَز۪ينَتُهَاۚ , tezâyüf nedeniyle  فَمَتَاعُ ’a atfedilmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)    

مَتَاعُ - ز۪ينَتُهَاۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰىۜ 

 

İstînâfa matuf olan bu cümlenin atıf sebebi tezattır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Önceki cümleyle bu cümle arasında mukabele sanatı vardır.

Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası mahzuftur.  عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, herkes tarafından biliniyor olduğunu belirtmesi yanında tazim ve teşvik içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, vaadi tazim içindir.

Müsned olan  خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

اَبْقٰىۜ , haber olan  خَيْرٌ ’a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

اَبْقٰىۜ - الدُّنْيَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟


 

Ayetin fasılası, takdiri …أغفلتم  (Gafil mi oldunuz?) olan, mukadder istînâfa matuftur. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Menfî muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Hemze, inkâri istifham harfidir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. İstifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Muhatapların muhakeme eksikliğine ilişkin bu haber,  اَفَلَا تَعْقِلُونَ۟  sözüyle takrir ve kınama sorusu olarak tefri’ (Teferruatlandırma) olmuştur. Çünkü onlar akıllarını hayır yolunda kullanmayınca, aklını fasid edenlerin menzilesine indirildiler ve kendilerine “onlar böyle kimseler midir?” diye soruldu. (Âşûr) 

Ayetin bu son cümlesi, bir çok ayette tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri  Ahkaf/28)

اَفَلَا تَعْقِلُونَ  cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf/169)

Kur’an’daki fasılaların en önemli meselelerinden birini de pek çok dil bilimci ve müfessirin üzerinde konuştuğu akılla direk bağlantılı olan  تَعَقُّل , تَفَكُّر , تَدَبُّر , تَذَكُّر  ve  تَفَقُّه  kavramları oluşturmaktadır. Kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَۙ  gibi tezekküre çağıran fasılalarla bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكَّرُ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبَّرُ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise tefakkuh kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Kâfirlerin, ahiret hayatının bekasına sırt çevirip, dünya hayatına bel bağlama konusundaki mantıksızlıkları, geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle, geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تعقُّل kelimesi ve “hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?” ifadesiyle belirtilmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)