Kasas Sûresi 61. Ayet

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ  ...

Kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz ve o vaad edilen şeye kavuşacak olan kimse, dünya hayatının geçimliklerinden yararlandırdığımız, sonra da kıyamet günü (hesaba çekilmek için) huzura getirilecek kimse gibi midir?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse midir?
2 وَعَدْنَاهُ kendisine vadettiğimiz و ع د
3 وَعْدًا bir söz و ع د
4 حَسَنًا güzel ح س ن
5 فَهُوَ ve o
6 لَاقِيهِ muhakkak ona kavuşacak olan ل ق ي
7 كَمَنْ kimse gibi
8 مَتَّعْنَاهُ kendisine yaşattığımız م ت ع
9 مَتَاعَ geçici zevkini م ت ع
10 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
11 الدُّنْيَا dünya د ن و
12 ثُمَّ sonra
13 هُوَ o
14 يَوْمَ günü ي و م
15 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
16 مِنَ -den olan
17 الْمُحْضَرِينَ getirilecekler- ح ض ر
 

Mekke müşriklerine hitap edilerek onların sahip olduğu dünya nimet ve ziynetlerinin geçici, Allah’ın âhirette vereceği nimetlerin ise daha hayırlı ve kalıcı olduğu ifade edilmekte, ardından da 62. âyette bu iki farklı nimetten faydalanacak olan iki grup mukayese edilmektedir. Bu mukayesede, dünyevî sıkıntılara göğüs gererek kararlı bir şekilde doğru yolda yürüyüp bu sayede Allah’ın kendilerine vaad ettiği âhiretteki kalıcı ve güzel nimetlere kavuşacak olanların orada mutlu bir hayat yaşayacaklarına; dünyanın geçici zevklerine aldanıp da âhireti unutanların, kendilerine bahşedilen dünyevî nimetleri kaybetme korkusuyla inanç ve yaşayışta haktan sapanların, böylece o nimetleri kötüye kullananların, nihayet nimetleri Allah’tan başka güçlere isnat ettikleri için Allah huzurunda yargılanacak olanların da mutsuz ve bedbaht olacaklarına işaret edilmektedir.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 240
 

  Hadara حضر :  حَضَرٌ bedevilik anlamına gelen بَدْوٌ sözcüğünün zıddıdır. حَضَارَةٌ ve حِضَارَةٌ huzurda olmak ve bulunmaktır.

  Sonradan hadar (حَضَرٌ) kelimesi bir yer, bir insan veya bir şeyin yanına gelmek, ulaşmak ya da orada hazır bulunmak anlamında bir isim haline getirilmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  farklı formlarda  25 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri hazır, hazirun, hazret, huzur, müstahzar, hazar ve ihzardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا 

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدْنَاهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

وَعَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. وَعْداً  mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 


Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat   2. Sebebi sıfat (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَاق۪يهِ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle birlikte mübteda  مَنْ ‘in mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  مَتَّعْنَاهُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

مَتَّعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَتَاعَ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

مَتَّعْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

لَاق۪يهِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir surenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمَ  zaman zarfı, الْمُحْضَر۪ينَ ‘e mütealliktir.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.

مُحْضَر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.
 

اَفَمَنْ وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً فَهُوَ لَاق۪يهِ كَمَنْ مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkarî istifham harfidir. 

İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. Sılası olan  وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

İstifham, teşbih harfi  كَ  ile birlikte benzerliği inkar manasında için kullanılmıştır. Mana ise şöyledir; Çünkü acil ve fani nimetlerin ehli ile ebedi ve ertelenmiş nimetlerin ehli bir olmadığı gibi, bu iki fırka da eşit değildir. (Âşûr)

وَعْداً  masdarı,  وَعَدْنَاهُ  fiilinin mef’ûl-ü mutlakıdır.

Mef’ûlu mutlak, lafzî tekidlerden biridir. Mef’ûlu mutlakta temel anlam tekiddir. Bütün çeşitlerinde tekid bulunur. Amilin masdarı olarak geldiğinde mef’ûlu mutlakta tekid, temel anlam; çeşit ve sayı ifade ettiğinde ise ikincil anlam olarak kullanılır. Mef’ûlu mutlakta masdarlar, mecazî anlam ifade etmez. Masdar, fiiliyle birlikte kullanıldığında mecâz olma ihtimali ortadan kalkar. (Doç.Dr. Mehmet Akif ÖZDOĞAN, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 25 (2015) 1, Arap Dilinde Lafız Ve Anlam Açısından Mefûl-ü Mutlak)

حَسَناً  kelimesi  وَعْداً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayet-i Kerime’de, dünya ehli ile ahiret ehli arasındaki farklılık vurgulanmıştır. Yani, bu açık farklılık ortada iken, bu iki grup birbirine denk tutulur mu? Elbette tutulmaz. En yüce vaatle kendisine ikramda bulunulan mümin, tehditle ve ahirette cehenneme atılma ile hor görülen kâfir gibi değildir. Kâfirin bu durumu dünyadaki bir saatlik şehveti karşılığıdır. Nitekim bazen bir saatlik bir şehvet, sahibini uzun zaman devam eden bir üzüntüye boğar. (Ruhu’l Beyan)

Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in haberi mahzuftur.

İstifham üslubunda geldiği halde soru dışında, tevbih ve inkâr manası taşıyan cümle, mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.   

فَهُوَ لَاق۪يهِ  cümlesi sılaya matuftur. Mübteda ve haberden oluşmuş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Vaadin gerçekleşeceğini açıklayan  فَهُوَ لَاق۪يهِ  cümlesi mu’tarızadır.  فَ  ise sebebiyyedir.  (Âşûr)

Müsned olan  لَاق۪يهِ , ism-i fail kalıbında gelerek süreklilik ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, ilk mevsûlün mahzuf haberine mütealliktir.  مَنْ ’in sılası olan  مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümle mef’ûlu mutlak olan  مَتَاعَ  ile tekid edilmiştir.

وَعَدْنَاهُ  ve  مَتَّعْنَاهُ  fiilleri azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Ayetteki benzetme, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmel, benzetme edatı zikredildiği için mürsel teşbihtir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

وَعَدْنَاهُ وَعْداً حَسَناً  cümlesiyle,  مَتَّعْنَاهُ مَتَاعَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  cümlesi arasında mukabele oluşmuştur. 


ثُمَّ هُوَ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle ikinci mevsûlün sılasına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  ثُمَّ  edatı, birbirine bağlanan ögelerin arasında kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiklerini ifade eder. Yani, terahî ifade eder.  

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede icâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنَ الْمُحْضَر۪ينَ , mahzuf habere mütealliktir. Zaman zarfı  يَوْمَ الْقِيٰمَةِ , amili olan  الْمُحْضَر۪ينَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

Cümle ‘Kıyamet günü huzurda olacaklar’ anlamının yanında ‘hesaba çekilecekler’ manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

الْمُحْضَر۪ينَ , ism-i mefûl vezninde gelmiştir. 

وَعَدْنَاهُ - وَعْداً  ve  مَتَّعْنَاهُ - مَتَاعَ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tercihi itiraf etmede daha etkili ve daha beliğ olsun diye, Cenab-ı Hak bu cümleyi, soru cümlesi şeklinde îrâd etmiştir.

Azaba duçar olan kimseler için  مُحْضَر۪ينَ  lafzının tahsis edilmesi, Kur'an'a ait bir örftür. Çünkü Cenab-ı Hak, [Hazır bulundurulanlardan olacaksın…] (Saffat / 57) ve [Onlar, behemehal ihzaren getirilecekler…] (Saffat / 158) buyurmuştur. Bu kelimenin lafzında da, bu manayı ihzar vardır. Çünkü ihzar, mükellefiyeti susturmayı ve boyun eğdirmeyi ihsas ettirmektedir. Bu ise, lezzet meclislerine değil, sıkıntı ve meşakkat meclislerine uygun düşer. (Fahreddin er-Râzî)