Kasas Sûresi 57. Ayet

وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

Onlar, “Sizinle beraber doğru yolu tutarsak, kendi yurdumuzdan koparılıp çıkarılırız” dediler. Biz onları tarafımızdan bir rızık olarak, her türlü meyve ve mahsullerin kendisinde toplandığı, saygın ve güvenlikli bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 نَتَّبِعِ biz uyarsak ت ب ع
4 الْهُدَىٰ doğru yola ه د ي
5 مَعَكَ seninle beraber
6 نُتَخَطَّفْ atılırız خ ط ف
7 مِنْ -dan
8 أَرْضِنَا yurdumuz- ا ر ض
9 أَوَلَمْ
10 نُمَكِّنْ biz bir mekan vermedik mi? م ك ن
11 لَهُمْ onlara
12 حَرَمًا dokunulmaz ح ر م
13 امِنًا güvenli ا م ن
14 يُجْبَىٰ toplanıp getirildiği ج ب ي
15 إِلَيْهِ ona
16 ثَمَرَاتُ ürünlerinin ث م ر
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şeyin ش ي ا
19 رِزْقًا bir rızık olarak ر ز ق
20 مِنْ
21 لَدُنَّا kendi katımızdan ل د ن
22 وَلَٰكِنَّ fakat
23 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
24 لَا
25 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م
 

“Biz seninle beraber doğru yola uyarsak yurdumuzdan sökülüp atılırız” cümlesi, Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinden ileri gelenlerin Kur’an’da gösterilen yolun doğru olduğunun farkına vardıklarını ve bunu itiraf ettiklerini, ancak çevrelerindeki diğer müşrik Arap kabileleri tarafından atalarının dinine ihanet etmekle suçlanmaktan ve bu sebeple yurtlarından çıkarılıp sürgün edilmekten çekindikleri için İslâm düşmanlığını devam ettirdiklerini göstermektedir. Halbuki Allah Teâlâ, Hz. İbrâhim’in duası bereketiyle (krş. Bakara 2/126; İbrâhim 14/37), içinde kutsal Kâbe’nin bulunduğu Mekke’yi –insan dahil– her türlü canlı ve bitkinin korunduğu güvenlikli bir şehir kılmış, Kureyşliler’i de buraya yerleştirmişti. Yarımadadaki genel güvensizliğe rağmen Mekkeliler bu sayede çevredeki Arap toplumlarından saygı görüyor ve güvenli bir hayat yaşıyorlardı (bk. Kureyş 106/1-4). Ayrıca Mekke arazisinin çoraklığı ve verimsizliği, Hz. İbrâhim’in duası ve Kâbe’nin bereketi sayesinde dışarıdan gelen ürünlerle telâfi ediliyordu. Âyette bu durum Allah’ın Mekkeliler’e bir lutfu olarak gösterilmekte, Hz. Peygamber’e iman ettikleri takdirde herhangi bir saldırıya uğramaktan ve yurtlarından çıkarılmaktan korkmamaları gerektiği hatırlatılmaktadır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 237
 

وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  نَتَّبِـعِ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  الْهُدٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.  مَعَكَ  mekân zarfı,  نَتَّبِـعِ  fiiline mütealliktir.  

فَ  karinesi olmadan gelen  نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَا  cümlesi şartın cevabıdır. 

نُتَخَطَّفْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  مِنْ اَرْضِنَا  car mecruru  نُتَخَطَّفْ  fiiline mütealliktir. 


 اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا 

 

Hemze istifham harfidir. وَ  istînâfiyyedir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

نُمَكِّنْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.  لَهُمْ  car mecruru  نُمَكِّنْ  fiiline mütealliktir.  حَرَماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اٰمِناً  kelimesi  حَرَماً ‘in sıfatı olup fetha ile mansubdur.  يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ  cümlesi  حَرَماً ‘in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُجْبٰٓى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir.

اِلَيْهِ  car mecruru  يُجْبٰٓى  fiiline mütealliktir.  ثَمَرَاتُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  كُلِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. رِزْقاً  kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ لَدُنَّا  car mecruru  رِزْقاً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir. 

نَتَّبِـعِ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

نُتَخَطَّفْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  خطف ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

نُمَكِّنْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  مكن ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ ’de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

لٰكِنَّ ’nin ismi  أَكۡثَرَ  lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ ’dir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

وَقَالُٓوا اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ  cümlesi, şart üslubunda kizb-i haber, ibtidaî kelamdır.

Şart cümlesi olan  نَتَّبِـعِ الْهُدٰى مَعَكَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmadan gelen  نُتَخَطَّفْ مِنْ اَرْضِنَاۜ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تفعّل  babında gelen  نُتَخَطَّفْ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

تفعّل  babı fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüftür (zorlanmak). 

İki fiili cezm eden  اِنْ  şart harfi, vukûu kesin olmayan durumlarda müstakbel için kullanılır. Mütekellim ya iki şey arasında tereddüt ediyordur ya da vuku bulacağına ihtimal vermiyordur. Yani fiilin gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali eşitse ya da gerçekleşmeme ihtimali daha da fazla ise şart için bu harf  kullanılır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

الخَطْفِ , yırtıcı kuşların av kapması gibi süratle çarpıp almaya denilir.

التَّخَطُّفُ  da bu şekilde çarpılmaktır. Haris b. Osman b. Nevfel b. Abdi Menaf, Resul-i Ekrem (sav) efendimize gelmiş de demiş ki: "Biz biliyoruz sen şüphesiz hak üzeresin ve fakat korkuyoruz, sana tabi olup da Araplara muhalefet edersek, biz bir yiyimlik başız, bizi yerimizden çarpıp, kapışıverirler." Buna cevap olarak buyuruluyor ki:

Ya biz onlara emin bir ev olan Harem'i mekân kılmadık mı? Atıf olup matufu mahzuftur. takdirindedir. Yani, biz onları koruyup da mekanlarını emniyetli bir Harem kılmadık mı? Etrafında Arapların çarpışıp durduğu Beytin hürmetiyle muhterem ve içindekiler için emniyet evi bulunan bir Harem Ona her şeyin ürünleri toplanıp getirilecek, yani iman edildiği takdirde çarpılıp alınmak şöyle dursun, emniyet ve hürmet daha da artacak ve şimdiki gibi sınırlı bir şekilde toplanma ile kalmayıp ilerde her taraftan her şeyin meyve ve ürünleri toplanıp getirilecek. Kendi katımızdan bir rızık olmak üzere ve fakat onların çoğu bilmezler de Allah'tan korkmaları gerekirken başkalarından korkarlar. (Elmalılı)


اَوَلَمْ نُمَكِّنْ لَهُمْ حَرَماً اٰمِناً يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا 

 

Mukadder istînâfa matuf olan cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleye her ne kadar istifham hemzesi dahil olmuş olsa da cümle soru manasından çıkıp takrir ve tevbih manalarına gelmiştir. Bu sebeple mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

نُمَكِّنْ  fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karinesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri, Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan  حَرَماً ’e takdim edilmiştir.

حَرَماً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. 

حَرَماً  için sıfat olan  اٰمِناً , mevsufunun bir özelliğini belirten tetmim ıtnâbı sanatıdır.

İsm-i mef'ûl kalıbında  مأمونا  şeklinde gelmesi gereken kelime ism-i fail kalıbında  اٰمِناً  olarak gelmiştir. Bu da faile isnad şeklinde aklî mecazdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)  

يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ رِزْقاً مِنْ لَدُنَّا  cümlesi, حَرَماً  için ikinci sıfattır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ , ihtimam için fail olan  ثَمَرَاتُ ’ye takdim edilmiştir.

مِنْ لَدُنَّا  car mecruru  رِزْقاً ’ın mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Veciz ifade kastıyla gelen  لَدُنَّا  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait azamet zamirine muzâf olması  لَدُن ’un şanı içindir.

كُلِّ شَيْءٍ  umumi örfi olararak, o beldede ve komşu beldelerdeki semer olan her şeyi ifade eden umum veya kesret ifade eder. (Âşûr)

شَيْءٍ  ve  رِزْقاً  kelimelerindeki tenvin, nev kesret ve tazim ifade eder. 

يُجْبٰٓى  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

رِزْقاً , haldir  ثَمَرَاتُ  için. Ve mef’ûl manasında masdardır. (Âşûr)

ثَمَرَاتُ - رِزْقاً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Nâfî; ‘toplandığı’ anlamındaki  يُجْبٰٓى ’yı,  ت  ile;  تُجْبٰٓى  diye okumuştur. Buna sebep ise  ثَمَرَاتُ  kelimesinin çoğul olması ve bu tür çoğulun da müennes hükmünde olmasıdır. Diğerleri ise  ي  ile okumuşlardır, buna sebep ise  كُلِّ شَيْءٍ ’dir. Ebû Ubeyd de bunu tercih etmiş ve şöyle demiştir: Çünkü bu müennes isim ile onun fiili arasına bir başka lafız girmiştir. Diğer taraftan ‘mahsuller’ manasındaki  ثَمَرَاتُ  çoğuldur, hakiki müennes değildir. (Kurtubî)

Şayet ‘’ رِزْقاً  kelimesi ne ile mansub oldu?’’ dersen, şöyle derim: Mef‘ûl-u mutlak yaparsan öncesindeki fiilin manasıyla mansub olur; çünkü  يُجْبٰٓى اِلَيْهِ ثَمَرَاتُ كُلِّ شَيْءٍ  [her şeyin mahsulünün derilip getirildiği harem] ile  يرزق ثَمَرَات كُلِّ شَيْءٍ  [her şeyin mahsulü ile rızıklandırılan harem] ifadelerinin manası birdir. -Mef‘ûlun leh de olabilir- رِزْقاً  kelimesine مرزوق  manası verirsen, bu sefer izafetle özellik kazanan  ثَمَرَاتُ  kelimesinden hal olur. Sıfatla tahsisleşen nekre kelimeden hal olduğunda mansub olduğu gibi. (Keşşâf)

Bu ayet, Haris b. Osman b. Nevfel b. Abdimenaf hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki: bu adam, Peygamberimize (sav) gelip: "Senin gerçekten hak üzere olduğunu biliyoruz; fakat biz, sana uyup Araplara muhalefet etmekten korkuyoruz. Biz zayıfız. Bizi yurdumuzdan atmalarından korkuyoruz" dedi. İşte Allah (cc), onların mazeretlerini şöyle reddetmiştir: "Pek iyi, biz onları, her şeyin ürünlerinin, tarafımızdan rızık olmak üzere taşınıp toplanmakta olduğu güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler."

Yani biz, onları korumadık mı ve Araplar etrafta birbirlerini boğazlarken, onların mekânını, beytü'l haramın hürmeti için güvenli kılmadık mı? . . Şu halde onlar, putlara taparken halleri böyle güvenli olduğuna göre, Beytullah'ın hürmetine bir de tevhid hürmeti ilave edilince, nasıl oradan atılmaktan korkuyorlar! Fakat onların çoğu, cahil olup bunu anlamazlar ve anlamak için tefekkür etmezler.

Yahut onların çoğu, bu ürünlerin Allah (cc) katından bahşedilen rızık olduğunu bilmezler; ancak pek azı, bunu tefekkür edip anlarlar. Zira onlar anlamış olsalar, Allah'tan başkasından korkmazlar. (Ebüssuûd)


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ifadesi  مِنْ لَدُنَّا  kavline mütealliktir; ancak bunun Allah katından gelen bir nasip olduğunu çok azı ikrar eder; çoğu cahildir, bunu bilmez ve anlamaz. Bu nasibin Allah tarafından olduğunu bilselerdi, korku ve güvenin de Allah’tan olduğunu bilirlerdi; Allah’a inanıp o ortaklardan sıyrıldıklarında, yerlerinden - yurtlarından sökülüp atılmaktan da korkmazlardı. (Keşşâf)