اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
2 | لَا |
|
|
3 | تَهْدِي | doğru yola iletemezsin |
|
4 | مَنْ | kimseyi |
|
5 | أَحْبَبْتَ | sevdiğin |
|
6 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | يَهْدِي | doğru yola iletir |
|
9 | مَنْ | kimseyi |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَهُوَ | ve O |
|
12 | أَعْلَمُ | daha iyi bilir |
|
13 | بِالْمُهْتَدِينَ | yola gelecek olanları |
|
“Allah dilediğini hidayete erdirir” diye çevirdiğimiz cümle “Allah dileyeni hidayete erdirir” şeklinde de tercüme edilebilir. Sahih kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre Hz. Peygamber ölmek üzere olan amcası Ebû Tâlib’e İslâm dinini telkin etmiş, ancak Ebû Tâlib kabul etmemiş, bundan dolayı son derecede üzülen Hz. Peygamber’i teselli etmek üzere bu âyet inmiştir (Buhârî, “Tefsîr”, 28/1; Taberî, 91-93; Şevkânî, IV, 174). Bununla birlikte âyeti muayyen bir sebep veya zamana tahsis etmeden genel anlamda değerlendirmek, bir kimseyi –kendi istek ve eğilimi olmadıkça– doğru yola getirmeye çalışmanın bir noktadan sonra yararsız olduğunu söylemek daha uygun olur (krş. Esed, II, 794). Allah Teâlâ, peygamber ve kitap gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez; bilâkis onları kendi irade ve tercihleriyle başbaşa bırakır; gerçeği araştırıp tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara yardım ederek onları doğru yola iletir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7, 26).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 236-237
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا تَهْد۪ي fiil cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَهْد۪ي fiili نَ ‘un hazfi ile meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَحْبَبْتَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
اَحْبَبْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. لٰكِنَّ harfi اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
ٱللَّهَ lafza-i celâli, لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. یَهۡدِی fiili, لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
یَهۡدِی fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası یَشَاۤءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
یَشَاۤءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur. بِالْمُهْتَد۪ينَ car mecruru اَعْلَمُ ’ye mütealliktir. الْمُهْتَد۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. اَعْلَمُ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır.
اَحْبَبْتَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
الْمُهْتَد۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber’dir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
İsim cümlesinin müsnedinin olumsuz fiil olması bazı karinelerle tahsis ifade edebilir, siyaktan anlaşılacağı gibi burada karine hidayetin Allah’tan başkanın elinde olmadığıdır. Dolayısıyla cümle kasırla da tekid edilmiştir.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan اَحْبَبْتَ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ cümlesi atıf harfi وَ ‘la istînâf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Tekid ifade eden, istidrak harfi لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu, sübut ve istimrar ifade eden cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrâk, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrâk ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrâk, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لٰكِنَّ ’nin haberi olan يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ - وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ cümleleri arasında mukabele vardır.
لَا تَهْد۪ي - يَهْد۪ي kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı, يَهْد۪ي - تَهْد۪ي - الْمُهْتَد۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle atıf harfi وَ ‘la makabline atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْلَمُ diğerlerine üstünlük ifade eden ism-i tafdil kalıbında gelmiş ve mecrura müteallak olmuştur.
Doğrusu sen sevdiğine hidayet veremezsin. Burada hidayetten maksat yalnız sözle iyiliğe sevk değil, bilfiil o yola eriştirmektir. Onun için ["Şüphesiz ki sen doğru yolu göstermektesin."] (Şûrâ, 42/52) ayetine zıt olmaz. Bu ayet evveline ve sonrasına bakarak Resulullah'ı teselli içindir. Çünkü ilk önce merhamete layık görüldüğü için korkuttuğu, müslüman olmalarını şiddetle istediği kavminin, yakından sevdiği hemşehrilerinin, akrabasının, gelen hakka iman etmeyip bulundukları halde ısrar etmeleri, Kur'an'ı dinler dinlemez "Biz buna iman ettik, biz önceden de müslümanlardan idik" diyen yabancıların aksine olarak peygamberlik bereketinden mahrum kalmaları kendisini üzmüştü. Buharî, Müslim ve diğer birçok hadis kitaplarında ve tefsirlerde bunun bilhassa Ebû Talib sebebiyle indirildiği rivayet edilir. Bununla beraber, Fahreddin Razî, bu ayetin görünüşünde Ebû Talib'in küfrüne bir delil olmadığını özellikle hatırlatmıştır. (Elmalılı)