Kasas Sûresi 76. Ayet

اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ  ...

Şüphesiz Kârûn, Mûsâ’nın kavmindendi. Onlara karşı azgınlık etti. Biz ona, anahtarlarını (bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır gelecek hazineler verdik. Hani, kavmi kendisine şöyle demişti: “Böbürlenme! Çünkü Allah, böbürlenip şımaranları sevmez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ elbette
2 قَارُونَ Karun
3 كَانَ idi ك و ن
4 مِنْ -nden
5 قَوْمِ kavmi- ق و م
6 مُوسَىٰ Musa’nın
7 فَبَغَىٰ azgınlık etti ب غ ي
8 عَلَيْهِمْ onlara karşı
9 وَاتَيْنَاهُ ve ona vermiştik ا ت ي
10 مِنَ -den
11 الْكُنُوزِ hazineler- ك ن ز
12 مَا ki
13 إِنَّ muhakkak
14 مَفَاتِحَهُ onun anahtarları ف ت ح
15 لَتَنُوءُ ağır geliyordu ن و ا
16 بِالْعُصْبَةِ bir topluluğa ع ص ب
17 أُولِي sahibi ا و ل
18 الْقُوَّةِ kuvvet ق و ي
19 إِذْ hani
20 قَالَ demişti ki ق و ل
21 لَهُ ona
22 قَوْمُهُ kavmi ق و م
23 لَا
24 تَفْرَحْ şımarma ف ر ح
25 إِنَّ şüphesiz
26 اللَّهَ Allah
27 لَا
28 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
29 الْفَرِحِينَ şımarıkları ف ر ح
 

Tefsirlerde Karun, Hz. Mûsâ’nın amcasının oğlu ve Firavun’un yüksek seviyede bir görevlisi olarak tanıtılmakta, İsrâiloğulları’na karşı zalimlik ve taşkınlık ettiği rivayet edilmektedir. Hz. Mûsâ’ya önce iman etmiş, fakat daha sonra hırsı ve kıskançlığı yüzünden ona karşı çıkmıştır. Rivayete göre İsrâiloğulları içinde dinî mâlûmatı en geniş olan kimseydi. İlmi ve servetiyle övünür, soydaşlarına karşı büyüklük taslardı. Ne var ki inançsızlığı, kibir ve gururu yüzünden helâk olup gitmiştir (Taberî, XX, 105-106; Şevkânî, IV, 179; İbn Âşûr, XX, 175; Karun’un topluma karşı baskıcı tutumu hakkında ayrıca bk. Ankebût 29/39-40). “Ekip” diye çevirdiğimiz usbe kelimesi, on yahut daha çok (kırka kadar) kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir (İbn Âşûr, XII, 222). Burada kinaye yoluyla Karun’un servetinin çokluğu ifade edilmektedir.

77. âyetteki öğüt, Allah’a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl amaç âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir. b) Bağlama daha uygun olan açıklama ise şöyledir: Dünya hayatı, ebedî âlemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona kaptırmamalı, dünyasını âhireti için değerlendirmelidir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 245-246
 
Riyazus Salihin, 616 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cennet ile cehennem münakaşa ettiler.
Cehennem:
- Bende zorbalar ve kibirliler var, dedi.
Cennet:
- Bende yalnız zayıflar ve yoksullar var, dedi.
Bunun üzerine Allah Teâlâ onların çekişmesini şöyle halletti:
- Ey cennet! Sen benim rahmetimsin, dilediğime seninle merhamet ederim.
Ey cehennem! Sen de benim azâbımsın. Dilediğime seninle azâb ederim. Ben her ikinizi de dolduracağım.”
(Müslim, Cennet 34; Buhârî, Tefsîru sûre (50), 1, Tevhid, 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Cennet 22)
 

اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  قَارُونَ  kelimesi  اِنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur.  قَارُونَ  kelimesi alem isim olduğundan gayr-ı munsarıftır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi  اِنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 

مِنْ قَوْمِ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  مُوسٰى  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

فَ  atıf harfidir.  بَغٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  بَغٰى  fiiline mütealliktir.


 وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنَ الْكُنُوزِ  car mecruru mef’ûl olan zamirin mahzuf haline müteallilktir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl amili  اٰتَيْنَا ‘nın ikinci mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اِنَّ مَفَاتِحَهُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

مَفَاتِحَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

تَنُٓوأُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir.  بِ  ta’diyyedir.  بِالْعُصْبَةِ  car mecruru  تَنُٓوأُ  fiiline mütealliktir.  اُو۬لِي  kelimesi  عُصْبَةِ ‘nin sıfatı olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için cer alameti  ي ‘dir.  الْقُوَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır:1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat ; 1. Müfred olan sıfatlar  2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar : Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ

 

اِذْ  zaman zarfı olup mahzuf fiilin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. Takdiri; أذكر  (zikret) şeklindedir.

قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır.  قَوْمُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli  لَا تَفْرَحْ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَفْرَحْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الْفَرِح۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَارُونَ  kelimesi Harun gibi yabancı bir isimdir. Yabancı ve marife bir kelime olduğu için gayr-i munsariftir. Şayet  قرن  kökünden  فاعول  vezninde Arapça bir isim olsaydı munsarif olurdu. (Keşşâf) 
 

اِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى فَبَغٰى عَلَيْهِمْۖ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi, nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ قَوْمِ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

بَغٰى عَلَيْهِمْۖ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberi olan  كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Bu cümle istînâfi ibtidâiyyedir. Bazı Mekkeli kâfirlerin durumlarına örnek teşkil etmesinden dolayı kıssayı hatırlatmak için gelmiştir. Bu kâfirler Velid bin Muğire ve Ebu Cehil bin Hişam gibi onların efendileriydi. (Âşûr)


 وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la  كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسٰى  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اٰتَيْنَاهُ  fiilinin ikinci mef’ûlu konumundaki ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ  cümlesi,  اِنَّ ’nin ikinci haberidir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

آتَى  fiili,  اَعْطَى  fiili birbirinden farklıdır:

1- آتَى  fiilindeki hemze,  اَعْطَى  fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır.  اَعْطَى  ise hem az, hem de çok şeyler için kullanılır. Eta; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delâlet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır.  اَعْطَى ise te'den daha yüksek ve açık olan mechur olan tı harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.

2-آتَى  fiili, maddi ve manevi konularda ve  اَعْطَى  fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.

3- اَعْطَى  mülk edinme manasını taşır, bu mana  آتَى  fiilinde yoktur.

4- آتَى  fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki  اَعْطَى  fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.

5- Madem ki  اَعْطَى  fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar, isterse dilediğine verir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1)

Allah Teâlâ,  قَارُونَ  hakkında da  وَاٰتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَٓا اِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ اُو۬لِي الْقُوَّةِۗ  [Ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı] buyurmuştur. Nihayet Yüce Allah, bunları ondan çekip almış ve onu da sarayını da yere batırmıştır. (İzzet Marangozoğlu, Fâdıl Sâlih Es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

نَوْء المفاتح ; Bu, kalb (Cümlenin iki öğesinin yer değiştirmesi) dir. Bu duruma bağlı olarak ögenin işlevi değiştiğinden yüklemin farklı ögeye isnad edilmesi istiare oluşumuna imkân verir. Söz konusu ayette yer değişme ( عُصْبَ  -  مَفَاتِحَ arasındadır) üslubu üzere istiâre vardır. Çünkü  لَتَنُٓوأُ بِالْعُصْبَةِ  ’nin asıl manası; ‘’Anahtarlar topluluğun güçlükle belini doğrultup kaldırıyordu’’ şeklindedir. Ancak kastedilen mana, topluluğun o anahtarları güçlükle taşımasıdır. Yani anahtarların sayılarının çok, saplarının ağır olmasından dolayı topluluk onları zor taşıyordu. Ancak anahtarlar, bu topluluğun onları zor kaldırıp güçlükle taşımasının sebebi olunca sanki anahtarlar, o topluluğa ağır gelip meşakkatle ve güçlükle kaldırıyormuş gibi anlatılmıştır. (Bu yoruma göre bu ifade, zor kaldırıp güçlükle taşıma (نَوْ ) eylemi, gerçek öznesi olan topluluğa değil de bu eylemin sebebi olan anahtarlara isnad edilmesi sebebiyye ilgisi ile aklî mecaz olur) (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

    

اِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لَا تَفْرَحْ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen ayete dahil olan zaman zarfı  اِذْ , takdiri  اذكر (Hatırla, düşün!) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  قَالَ لَهُ قَوْمُهُ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhi konumundadır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , ihtimam için fail olan  قَوْمُهُ ’ya, takdim edilmiştir.

Zaman ismi olan  اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. (Âşûr, Hac/26) 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَا تَفْرَحْ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

تَفْرَحْ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

تَفْرَحْ  -  فَبَغٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْفَرِح۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliye veya beyânî istînâf istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.  

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

لَا تَفْرَحْ  -  فَرِح۪ينَ  kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak, tıbâkı selb, reddü’l-acüz ale’s-sadr;  قَوْمُ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.