Kasas Sûresi 77. Ayet

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ  ...

“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَابْتَغِ ve iste (ara) ب غ ي
2 فِيمَا içinde
3 اتَاكَ sana verdiği ا ت ي
4 اللَّهُ Allah’ın
5 الدَّارَ yurdunu د و ر
6 الْاخِرَةَ ahiret ا خ ر
7 وَلَا ve
8 تَنْسَ unutma ن س ي
9 نَصِيبَكَ nasibini ن ص ب
10 مِنَ -dan
11 الدُّنْيَا dünya- د ن و
12 وَأَحْسِنْ ve iyilik et ح س ن
13 كَمَا gibi
14 أَحْسَنَ iyilik ettiği ح س ن
15 اللَّهُ Allah’ın
16 إِلَيْكَ sana
17 وَلَا ve
18 تَبْغِ isteme ب غ ي
19 الْفَسَادَ bozgunculuk ف س د
20 فِي
21 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
22 إِنَّ çünkü
23 اللَّهَ Allah
24 لَا
25 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
26 الْمُفْسِدِينَ bozguncuları ف س د
 

Tefsirlerde Karun, Hz. Mûsâ’nın amcasının oğlu ve Firavun’un yüksek seviyede bir görevlisi olarak tanıtılmakta, İsrâiloğulları’na karşı zalimlik ve taşkınlık ettiği rivayet edilmektedir. Hz. Mûsâ’ya önce iman etmiş, fakat daha sonra hırsı ve kıskançlığı yüzünden ona karşı çıkmıştır. Rivayete göre İsrâiloğulları içinde dinî mâlûmatı en geniş olan kimseydi. İlmi ve servetiyle övünür, soydaşlarına karşı büyüklük taslardı. Ne var ki inançsızlığı, kibir ve gururu yüzünden helâk olup gitmiştir (Taberî, XX, 105-106; Şevkânî, IV, 179; İbn Âşûr, XX, 175; Karun’un topluma karşı baskıcı tutumu hakkında ayrıca bk. Ankebût 29/39-40). “Ekip” diye çevirdiğimiz usbe kelimesi, on yahut daha çok (kırka kadar) kişiden oluşan, birbirine sıkı sıkıya bağlı güçlü bir cemaat” anlamına gelmektedir (İbn Âşûr, XII, 222). Burada kinaye yoluyla Karun’un servetinin çokluğu ifade edilmektedir.

77. âyetteki öğüt, Allah’a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl amaç âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir. b) Bağlama daha uygun olan açıklama ise şöyledir: Dünya hayatı, ebedî âlemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona kaptırmamalı, dünyasını âhireti için değerlendirmelidir.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 245-246
 

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ 

 

Ayet atıf harfi  وَ  ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir.  ابْتَغِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  ف۪ي  harf-i ceriyle  ابْتَغِ  fiiline mütealliktir.  ف۪ي  sebebiyyedir.

اٰتٰيكَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celal fail olup lafzen merfûdur. 

الدَّارَ  ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur.  الْاٰخِرَةَ  kelimesi  الدَّارَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

ابْتَغِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  بغي ’dır.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اٰتٰيكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de  fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

 وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  

تَنْسَ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  نَص۪يبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ الدُّنْيَا  car mecruru  نَص۪يبَ ‘e müteallik olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.


 وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. 

Fiil cümlesidir.  اَحْسِنْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  مَٓا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle amili  اَحْسَنَ  ‘nin mef’ûlün mutlakına müteallıktır. 

اَحْسَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. اِلَيْكَ  car mecruru  اَحْسَنَ  fiiline mütealliktir. 

اَحْسَنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حسن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Fiil cümlesidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. 

تَبْغِ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  الْفَسَاد  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تَبْغِ  fiiline mütealliktir.


 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  اللّٰهَ  lafza-i celâl  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُحِبُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الْمُفْسِد۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

يُحِبُّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حبب ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

مُفْسِد۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ 

 

Atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki mekulü’l-kavle atfedilen ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Allah Teâlâ, Harun’un kavminin sözlerini bildirmektedir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , harfi-cerle birlikte  ابْتَغِ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰتٰيكَ اللّٰهُ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الدَّارَ  lafzı,  وَابْتَغِ  fiilinin mef’ûlüdür.  الْاٰخِرَةَ  ise  الدَّارَ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl, ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, S.107) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah'ın verdiği nimetler, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü   nimetler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu nimetlerle Harun arasındaki irtibatı tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır.


 وَلَا تَنْسَ نَص۪يبَكَ مِنَ الدُّنْيَا 

 

Mekulü’l-kavle matuf olan cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

لدُّنْيَا  -  لْاٰخِرَةَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

Malik dedi ki: Bu, israfa gitmeksizin yemek ve içmektir. Nasibinden kastın kefen olduğu söylenmiştir. İşte bu kesintisiz bir öğüttür. Sanki şöyle demiş gibidirler: Sen şu kefen diye bilinen nasibin dışında, malının tümünü terkedip gideceğini unutma!  (Kurtubî) 

İki cümle arasında vav ile gelmiş parantez içi (itiraziyye) cümlesidir. (Âşûr)

ولا تَنْسَ نَصِيبَكَ  cümlesindeki nehiy ibâha (mübahlık) manasında kullanılmıştır. Unutmak, terk etmekten kinayedir. (Âşûr)


النَّصِيبُ ; pay, hisse demektir.  النَّصْبِ  şeklinde  فَعِيلٌ  kalıbındadır. Çünkü kime ne verilirse onun nasibi olur ve onun için ayrılır. النَّصِيبِ  kelimesinin zamirine muzaf olması onun hakkı olduğuna delalet (işaret) eder. Katade dedi ki: Dünya hissesinin tamamı helâldir. Dolayısıyla bu ayet, nehiy (yasaklama) sıygasının caizlik (ibâha) anlamında kullanılmasına bir örnektir. مِن  ba'diyet içindir.  Dünyadan kastedilen ise, onun nimetidir. Dolayısıyla manası şöyledir: Senin payın, dünya nimetlerinin bazısıdır. (Âşûr)


وَاَحْسِنْ كَمَٓا اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ

 

Atıfla gelen bu cümle de mekulü’l-kavle matufur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından da mutabakat vardır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Teşbih harfi  ك  sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  ما ’nın sılası olan  اَحْسَنَ اللّٰهُ اِلَيْكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Kâf teşbih içindir. ”ما“ masdariyyedir. Yani  كَإحْسانِ اللَّهِ إلَيْكَ  (Allah'ın sana ihsan etmesi gibi) demektir. Müşebbeh,  أحْسِنْ  den alınmış ihsan etmektir. Yani  إحْسانًا شَبِيهًا بِإحْسانِ اللَّهِ إلَيْكَ. Teşbihin  manası ‘’her nimetin şükrü kendi cinsinden olur’’’ şeklindedir. Bu kâf harfi nahivciler arasında talil için olan kâf diye adlandırılması yaygındır. Benzeri şua ayettir:  واذْكُرُوهُ كَما هَداكُمْ  (Bakara/198). İşin doğrusu talil manasının teşbihten ortaya çıktığıdır, bu mana kâf harfinin manalarından değildir. (Âşûr)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için mufassaldır.

وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la öncesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فِي الْاَرْضِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla yeryüzü, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dünya hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bu mekandaki herşeyi kapsadığını tekid etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Âşûr)

وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْاَرْضِۜ  cümlesi ile  وَابْتَغِ ف۪يمَٓا اٰتٰيكَ اللّٰهُ الدَّارَ الْاٰخِرَةَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَسَادَ  -  اَحْسَنَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  فَسَادَ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.  

اَحْسِنْ  -  اَحْسَنَ  ve  ابْتَغِ  -  تَبْغِ  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümleden murad, onun işlemekte olduğu zulüm ve haksızlıklardır. (Fahreddin er-Râzî) 


 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِد۪ينَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah lafzı ayette iki kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Zamir makamında zahir olarak açık ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Sâmerrâî, Beyâni Tefsir Metodu, Yasin Sûresi) 

Lafza-i celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

الْفَسَادَ  -  الْمُفْسِد۪ينَ , kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Sayfadaki ayetlerin fasılalarını teşkil eden  و  -  نَ  ve  ي  -  نَ  harflerinden oluşan ahenk, duyanların, okuyanların gönlünü fethedecek güzelliktedir.

Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.

إنَّ اللَّهَ لا يُحِبُّ المُفْسِدِينَ  [Allah bozguncuları sevmez]" cümlesi, ifsadın yasaklanmasının illetidir. Çünkü kulların Allah'ın sevmediği şeyleri yapması caiz değildir. Karun, İsrail dini üzerinde tevhid inancına sahipti. Fakat o, Musa'nın vaatlerinden ve getirdiği kanunlardan kuşku duyuyordu. (Âşûr)

لا تَبْغِ الفَسادَ في الأرْضِ  cümlesinin atfı, ihsan (iyilik) ile fesadı (bozgunculuk yapmayı) birbirine karıştırmama uyarısı içindir. Zaten ihsanı emretmek, fesadın yasaklanmasını gerektirir. Bunun; ayrıca ifade edilmesi ihsanın ve kötülüğün kaynakları sayılınca bir şeye iyilikle birlikte kötülük yapmanın ihsan sayılmayacağı unutulabilmesi dolayısıyladır. (Âşûr)