Kasas Sûresi 78. Ayet

قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ  ...

Kârûn, “Bunlar bana bendeki bilgi ve beceriden dolayı verilmiştir” dedi. O, Allah’ın kendinden önceki nesillerden, ondan daha kuvvetli ve daha çok mal biriktirmiş kimseleri helâk etmiş olduğunu bilmiyor muydu? Suçlulukları kesinleşmiş olanlara günahları konusunda soru sorulmaz (Çünkü Allah hepsini bilir).
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 إِنَّمَا şüphesiz
3 أُوتِيتُهُ o bana verildi ا ت ي
4 عَلَىٰ sayesinde
5 عِلْمٍ bir bilgi ع ل م
6 عِنْدِي bende bulunan ع ن د
7 أَوَلَمْ
8 يَعْلَمْ bilmedi mi ki ع ل م
9 أَنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 قَدْ elbette
12 أَهْلَكَ helak etmiştir ه ل ك
13 مِنْ
14 قَبْلِهِ kendisinden önceki ق ب ل
15 مِنَ arasıda
16 الْقُرُونِ kuşaklar ق ر ن
17 مَنْ niceleri
18 هُوَ o
19 أَشَدُّ daha güçlü ش د د
20 مِنْهُ kendisinden
21 قُوَّةً kuvvet bakımından ق و ي
22 وَأَكْثَرُ ve daha çok ك ث ر
23 جَمْعًا cemaati bulunan ج م ع
24 وَلَا ve
25 يُسْأَلُ sorulmaz س ا ل
26 عَنْ -ndan
27 ذُنُوبِهِمُ günahları- ذ ن ب
28 الْمُجْرِمُونَ suçlulara ج ر م
 

“Ama suçluluğu kesinleşmiş olanlara artık günahları sorulmaz” ifadesi, suçluların yaptıklarından sorumlu olmayacakları veya onların hesapsız kitapsız cehenneme sürüklenecekleri anlamına gelmez. Bu ifade, söz konusu suçluların yapıp ettiklerinin suç ve günah olduğunun âşikâr olarak bilinmesi sebebiyle akıbetlerinin de bir felâket olduğunun apaçık gerçek olarak bilindiği anlamına gelmekte ve sarsıcı bir uyarı maksadı taşımaktadır. 

Dünya hayatına düşkün olanlar Karun’un servet ve ihtişamını gördükçe onun şanslı bir insan olduğunu düşünüyor ve onun yerinde veya onun kadar zengin biri olmak istiyorlardı. İlim ve irfan sahibi kimseler ise onları kınayarak bu tür özentilerin yersiz olduğunu söylüyorlardı. Zira dünyadaki servet geçici, âhiret ise daha hayırlı ve daha kalıcıydı (krş. Kehf 18/46; A‘lâ 87/16-17). 80. âyete göre âhirette bu nimetlere kavuşabilmek için iman, sâlih amel ve sabır sahibi olmak gerekmektedir.

Karun, evi barkı ve bütün servetiyle birlikte yerin dibine batırıldı. Daha önce onun ihtişamına imrenip özenenler bunu görünce söylediklerine pişman oldular ve Allah’ın verdiği rızka razı olmak gerektiğine, nankörlerin iflah olmayacaklarına kanaat getirdiler.

Karun kıssası, servet ve gücüne güvenerek, kendini imtiyazlı ve büyük görüp Allah’a isyan, insanlara karşı haksızlık eden ve bu suretle sınırı aşanlar için asırları aşıp gelen bir ibret tablosu, bir öğüt levhasıdır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 246-247
 

قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

اِنَّمَا,  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Mekulü’l-kavli  اُو۫ت۪يتُهُ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اُو۫ت۪يتُهُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

عَلٰى عِلْمٍ  car mecruru mahzuf hale muteallıktır.  عِنْد۪ي  mekân zarfı,  عِلْمٍ’nin mahzuf sıfatına mütealliktir. 

اُو۫ت۪يتُهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتى ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), târız (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


  اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ

 

Hemze istifham harfi,  وَ  istînâfiyyedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَعْلَمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. 

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli,  اَنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  قَدْ اَهْلَكَ  cümlesi  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

قَدۡ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اَهْلَكَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  مِنْ قَبْلِه۪  car mecruru  اَهْلَكَ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنَ الْقُرُونِ  car mecruru  مَنْ  ism-i mevsûlünün mahzuf haline mütealliktir.  Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ اَشَدُّ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَشَدُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  مِنْهُ  car mecruru  اَشَدُّ ’ye mütealliktir.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَكْثَرُ جَمْعاً  atıf  و ’la makabline matuftur.

اَهْلَكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  هلك ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَشَدُّ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُسْـَٔلُ  damme ile merfû meçhul muzari fiildir.  عَنْ ذُنُوبِهِمُ  car mecruru  يُسْـَٔلُ  fiiline mütealliktir. الْمُجْرِمُون  naib-i fail olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْمُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Allah Teâlâ, Karun’un sözlerini bildiriyor.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ عِنْد۪يۜ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur  عَلٰى عِلْمٍ, naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Mekân zarfı  عِنْد۪يۜ  ise  عِلْمٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. Halin ve sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  عِلْمٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

Cümledeki kasr, fail ile  عَلٰى عِلْمٍ’in müteallakı olan hal arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۫ت۪يتُهُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

عِنْد۪ي  lafzı, ilmin sıfatıdır ya da  اُو۫ت۪يتُهُ ‘ya mütealliktir,  جاز هذا عِنْد۪يۜ (bu; zannım ve kanaatimce caizdir) sözü gibidir. (Beyzâvî)

Kavminin, Karun'a: [Allah'ın sana ihsan ettiği gibi…] şeklindeki sözleri, Karun' da bir sebep ve liyakat olmaksızın, Allah'ın o malları ve hazineleri kendisine bahşettiğini bildirdiği için sanki Karun, bu sözleriyle onların nasihat mahiyetindeki sözlerini reddetmek istemektedir. Yani ben, bilgim sayesinde insanlardan üstün kılındım; mal ve şöhret ile onlardan üstün kılınmayı hak ettim demek istemektedir. (Ebüssuûd)

Karun'un, bilgiden kastettiği Tevrat bilgisidir. Zira Karun, onlardan Tevrat'ı en iyi bilen idi. (Ebüssuûd)

إنَّما  kelimesi  إنَّ  ve kâffe denilen  ما nın birleşmesinden meydana gelmiş ve bitişik yazılan tek bir mürekkeb kelime olup hasr edatıdır. Yani  ما أُوتِيتُ هَذا المالَ إلّا عَلى عِلْمٍ عَلِمْتُهُ demektir. (Âşûr)

 

 اَوَلَمْ يَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَاَكْثَرُ جَمْعاًۜ 

 

Atıfla gelen cümle, …  أجهل (Bilmiyor mu?) veya  أعلم ما ادعاه  (Ne iddia ettiğini biliyor mu?) şeklindeki mukadder istînâfa matuftur. 

Hemze inkarî istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama manası murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden …اللّٰهَ قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ  cümlesi, masdar teviliyle  يَعْلَمْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinin haberi …قَدْ اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪  cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ قَبْلِه۪, mef’ûl olan ism-i mevsûle ihtimam için takdim edilmiştir.

اَهْلَكَ  fiilinin mef’ûlu konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قُوَّةً  temyizdir.

Arapçada temyizli ifadeler tekid bildirir. Müsnedün ileyhin muhtevasında kapalı olarak bulunan birim temyizle açıkça belirtildiğinden tekrar dolayısıyla tekid ifade eder. (TDV Tekid)

وَاَكْثَرُ , sıla cümlesinin haberi olan  اَشَدُّ ’ya temâsül nedeniyle atfedilmiştir. Her ikisi de  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Temyiz olan  جَمْعاًۜ, manevî tekid harfidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve tahkik harfi sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَهْلَكَ مِنْ قَبْلِه۪ مِنَ الْقُرُونِ  ifadesinde mecazî isnad sanatı vardır. Helak edilen  الْقُرُونِ  değil, o devirde yaşayanlardır.  اهل الْقُرُونِ  şeklinde gelmesi beklenen ifadede muzâf olan  اهل kelimesi hazf edilmiştir. 

Bu cümle kuvvetine ve malının çokluğu ile gururlanmasına karşı şaşkınlık ve azarlama içermektedir, zira onu biliyordu; Tevrat'ı okumuş ve onu tarihçilerden duymuştu.

Ya da o husustaki ilmini reddetmekle ilim ve ilimle böbürlenme iddiasını reddetmektedir, yani onun yanında iddia ettiği gibi ilim mi vardır; bunu bilmedi de kendini helak olanların düştüğü uçuruma attı demektir? (Beyzâvî)

Bu ayet, Karun'un bilgi iddiasını ve onun sayesinde üstün olmak iddiasını reddetmekte ve onda böyle bir bilgi olmadığım ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

Bu ifadenin, onun bunu bilebilmesini nefy için olması caizdir. Buna göre sanki o, “Bu bana, bendeki ilimden ötürü verilmiştir.” deyip de ilmi ile kibirlenip onunla büyüklük taslayınca ona, “Onun yanında, iddia ettiği ve kendisi sebebiyle şahsını her nimete müstehak addettiği o ilim gibisi var mı ki? O bu faydalı ilmi öğrenmedi; şayet öğrenseydi onunla kendisini, helak olanların akıbetinden korurdu.” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ

 

وَ , itiraziyyedir. Cümle iki atıf arasında itiraziyye olarak gelmiştir. Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Ana cümlenin anlamına tesiri yoktur.

Teceddüt ve istimrar ifade eden muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَا يُسْـَٔلُ  fiili, meçhul bina edilmiştir.  الْمُجْرِمُونَ  naib-i faildir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَنْ ذُنُوبِهِمُ, fail olan  الْمُجْرِمُونَ’ye ihtimam için takdim edilmiştir.

Müsnedün ileyh olan  الْمُجْرِمُونَ, ism-i fail vezninde gelmiştir.

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder.  (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

سأل  fiili istedi demektir.  عَنْ  harfiyle sordu manasına gelir. Fiillerin harf-i cerle yeni mana kazanması, tazmindir.

يَعْلَمْ - عِلْمٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ذُنُوبِهِمُ - الْمُجْرِمُونَ  ve  اَكْثَرُ - جَمْعاًۜ  ve  اَشَدُّ - قُوَّةً  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ebu Müslim şöyle demiştir: “Sormak, bazen muhasebe için olur, bazen de takrir ve azarlamak için. Kimi kez de tarziye alınmak için olur. Bu ayete en uygun şey ise tarziye alınmak (özür dilemek) anlamında olmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hakk, ‘Sonra o kâfirlere izin verilmeyecek, onlardan tarziye de talep edilmeyecektir.’ (Nahl Suresi, 84) ve ‘Bu (hepsinin) dillerinin tutulacağı bir gündür. Onlara izin de verilmeyecek ki özür dilesinler…’ (Mürselat Suresi, 35-36) buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)

وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ  cümlesindeki  هِمُ  zamirinin nereye raci olduğu konusu ihtilaflıdır. Zamirin mercii konusunda iki görüş vardır.

a)  Zamir, kendinden sonraki  الْمُجْرِمُونَ  kelimesine racidir. Nahivde yaygın olarak bilinen kurala göre zamir kendinden öncekine raci olur. Burada ise kendinden sonrakine raci olmuştur. Bu, nahiv açısından doğru olur mu? Eğer zamirin raci olduğu kelime lafzen kendisinden sonra zikredilip rütbe (olması gereken tertip) olarak kendinden önce bulunuyorsa, dil kullanımına uygun kabul edilmektedir. Ayette de zamir lafzen kendisinden sonra zikredilen kelimeye raci olmuştur. Ancak bu kelime naib-i faildir. Naib-i failin rütbesinin konumu, fiilden hemen sonra olmasıdır. Yani zamirin bitiştiği mef‘ûlden öncedir. Dolayısıyla zamir, rütbe açısından kendinden önceki kelimeye raci olmuştur. Zamirin mercisinin bu tayinine göre zamirin bulunduğu  وَلَا يُسْـَٔلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ  cümlesindeki  وَ , istînâfiyyedir. Dolayısıyla cümle de istînâfiyyedir. Bu îrab açıklamasına göre cümlenin anlamı mealde verildiği gibi olmaktadır. Buna göre kıyamette suçluların günahlarından soru sorulmayacağı anlamı ortaya çıkmaktadır. 

b) Zamir kendinden önce geçen ً مَنْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً  ifadesindeki  مَنْ  kelimesine racidir.  مَنْ kelimesinin lafzı dikkate alındığından kendinden hemen sonraki zamir müfred olmuşken, anlamı dikkate alınarak  ذُنُوبِهِمُ   ifadesindeki zamir cemî olmuştur. Zamirin merciinin bu şekildeki tayinine göre cümlenin başındaki و  atıf harfi olup cümleyi kendinden önceki cümleye atfetmektedir. Ya da  و , haliyye olup cümle kendinden önceki cümlede bulunan  اَهْلَكَ  fiilinin failinin ya da mef‘ûlünün hal cümlesi olmaktadır. Bu îrab izahlarına göre cümlenin anlamı şu şekilde verilmektedir. “Suç işleyenler, önceki nesillerin günahından sorulmaz.” Yani herkes kendi yaptığından sorumludur. Hiç kimse başkasının günahı nedeniyle sorguya çekilmez. (Harun Abacı, Kur’an’ın Anlam Farklılaşmasına Îrabın Etkisi-Âlûsî Tefsiri Örneği)

Karun, kendisinden daha güçlü ve daha zengin olanların helâk edilmelerinin belirtilmesiyle tehdit edilince bunu tekid için de Allah beyan ediyor ki bu durum, o helak edilen kavimlere mahsus değildir.(Ebüssuûd)