وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve eğer |
|
2 | تُكَذِّبُوا | yalanlarsanız |
|
3 | فَقَدْ | elbette |
|
4 | كَذَّبَ | yalanlamışlardı |
|
5 | أُمَمٌ | ümmetler de |
|
6 | مِنْ |
|
|
7 | قَبْلِكُمْ | sizden önceki |
|
8 | وَمَا | ve yoktur |
|
9 | عَلَى | düşen |
|
10 | الرَّسُولِ | elçiye |
|
11 | إِلَّا | başka bir şey |
|
12 | الْبَلَاغُ | tebliğ etmekten |
|
13 | الْمُبِينُ | açıkça |
|
Hz. İbrâhim’in kavmiyle ilişkileri ve tebliğ faaliyetleri hakkında daha önceki sûrelerde başka vesilelerle bilgi verildiği için burada ayrıntılı açıklama yapmayı gerekli görmüyoruz. Şu kadarını belirtelim ki İbrâhim, öncelikle halkını, bütün peygamberlerin tebliğlerinin ortak ilkesi olan bir Allah’a kul olmaya, tanrı diye taptıkları putların gerçekten tanrı niteliklerine sahip olup olmadıkları üzerinde düşünmeye çağırmış; daha önce başka toplumların da kendi peygamberlerini yalancılıkla suçladıklarını hatırlatarak onların âkıbetlerinden ibret almaları gerektiğini ima etmiştir.
Hz. İbrâhim’in, “Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır” şeklindeki ifadesi (16. âyet) özellikle şu gerçeklere işaret etmektedir: İnsanın Allah’a kul olup O’na saygıyla itaat etmesinin faydası yine insanın kendisinedir. Çünkü Allah’tan başkasına kul olmak öncelikle insanlık onurunu, kişiliğini tahrip eder; ayrıca inkârcılık insanların âhiretteki kurtuluşunu imkânsız kıldığı gibi eninde sonunda dünya hayatlarına da zarar verir. 18. âyette bazı eski toplulukların yanlış tutumlarının hatırlatılması da inkârcılığın yol açtığı dünyevî kayıp konusunda uyarı maksadı taşımaktadır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 262-263وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُكَذِّبُوا şart fiili olup نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تكذّبوا فلا يضرّني تكذيبكم لأنه قد كذّب أمم (Eğer inkar ederseniz, inkarınız bana zarar vermez, çünkü ümmetler de inkâr etmiştir.) şeklindedir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. كَذَّبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اُمَمٌ fail olup lafzen merfûdur. مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru اُمَمٌ ’nün mahzuf sıfatına mütealliktir.
تُكَذِّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Ayet, atıf harfi وَ ’la فَقَدْ كَذَّبَ cümlesine matuftur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
عَلَى الرَّسُولِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِلَّا hasr edatıdır. الْبَلَاغُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُب۪ينُ kelimesi الْبَلَاغُ sıfatı olup merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُب۪ينُ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تُكَذِّبُوا فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْۜ
وَ atıftır. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasındaki şart cümlesi olan تُكَذِّبُوا, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ , vuku bulması nadir olan durumlarda kullanılan şart harfidir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَقَدْ كَذَّبَ اُمَمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
تُكَذِّبُوا şeklindeki şart fiili ve كَذَّبَ şeklindeki cevap fiili تفعيل babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya mef’ûlde olan kesrettir.
قَدْ mazi fiille kullanıldığında tahkik ifade eder. Ayrıca mazi fiil ile geldiğinde yapılacak işin yaklaştığını göstermek üzere, takrib manasında kullanılır. (Süyûtî, İtkan)
تُكَذِّبُوا - كَذَّبَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Eğer yalanlarsanız ifadesinin Kureyşlilere hitap olduğu, İbrahim’in (a.s.) sözlerinden olmadığı da söylenmiştir. (Kurtubî)
Bu cümlenin mu’teriza cümlesi olması ve وَ ’ın itiraziyye vav’ı olması mümkündür. Bu itiraz cümlesi, İbrahim’in (a.s.) sözü ile kavminin ona olan cevabı arasında zikredilmiş olup doğrudan Allah Teala’dan müşriklere müvecceh olan bir sözdür. Hitabın gaip olarak başlayıp hitaba dönmesi kendilerini tescil etmek içindir taşır. (Âşûr)
وَمَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ
Bu cümle, … قَدْ كَذَّبَ cümlesine matuftur. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. عَلَى الرَّسُولِ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْبَلَاغُ, muahhar mübtedadır.
Nefy harfi مَا ve istisna harfi اِلَّٓا ile kasr oluşmuştur.
Ayetteki kasr, kasr-ı mevsûf ale’l-sıfat şeklinde olup izâfîdir. Habere müteallik olan عَلَى الرَّسُولِ , mübteda olan الْبَلَاغُ ’ya kasredilmiştir. Ayette Peygamber Efendimizin vazifesi sadece tebliğe kasredilmiştir. Yani hesap görmek ona düşmez. Başkaları da tebliğ yapabileceği için izafî iddiaî kasır olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
Muahhar mübteda olan الْبَلَاغُ için sıfat konumundaki الْمُب۪ينُ, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
رَّسُولِ - بَلَاغُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Taberî şöyle der: الْبَلَاغُ الْمُب۪ينُ ’den maksat; işitene, ondan ne murad edildiğini açıklayan ve kendisinden ne kastedildiği anlaşılan tebliğdir.