وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | أَنْ |
|
|
3 | جَاءَتْ | geldi |
|
4 | رُسُلُنَا | elçilerimiz |
|
5 | لُوطًا | Lut’a |
|
6 | سِيءَ | fenalaştı |
|
7 | بِهِمْ | onlar yüzünden |
|
8 | وَضَاقَ | ve daraldı |
|
9 | بِهِمْ | onlar hakkında |
|
10 | ذَرْعًا | huzursuzca |
|
11 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَخَفْ | korkma |
|
14 | وَلَا | ve ne de |
|
15 | تَحْزَنْ | üzülme |
|
16 | إِنَّا | elbette biz |
|
17 | مُنَجُّوكَ | seni kurtaracağız |
|
18 | وَأَهْلَكَ | ve aileni |
|
19 | إِلَّا | yalnız |
|
20 | امْرَأَتَكَ | karın |
|
21 | كَانَتْ | olmuştur |
|
22 | مِنَ | -dan |
|
23 | الْغَابِرِينَ | kalacaklar- |
|
Zera'a ذرع : ذِراعٌ insanın bilinen organı koldur. Ayrıca bu sözcük kol ile ölçülen şey anlamında da kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 5 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli zirâ(arşın)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً
وَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ harfi zaiddir. جَٓاءَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. رُسُلُنَا fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لُـوطاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karinesi olmadan gelen س۪ٓيءَ cümlesi şartın cevabıdır. س۪ٓيءَ fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.
بِهِمْ car mecruru س۪ٓيءَ fiiline mütealliktir. ضَـاقَ بِهِمْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
ضَـاقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. ذَرْعاً temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir.
Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli لَا تَخَفْ ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ fiili meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. لَا تَحْزَنْ atıf harfi و ’la makabline matuftur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مُنَجُّوكَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَهْلَكَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Takdiri, ننجّي (Kurtardık) şeklindedir. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَّا istisna harfidir. امْرَاَتَكَ müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُنَجُّوكَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
İsim cümlesidir. كَانَتْ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى’dir. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf haberine mütealliktir.
الْغَابِر۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْغَابِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غبر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَمَّٓا اَنْ جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠
وَ , istînâfiyyedir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı da taşıyan zaman zarfıdır. Cevap cümlesine mütealliktir. اَنْ zaid harftir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُـوطاً cümlesi, şarttır ve لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Veciz anlatım kastıyla gelen رُسُلُـنَٓا izafetinde azamet zamirine muzâf olan رُسُلُ şan ve şeref kazanmıştır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi س۪ٓيءَ بِهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. س۪ٓيءَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Naib-i fail, Lut’tur (a.s.).
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Car mecrur بِهِمْ ’deki بِ , sebebiyyedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle cevap cümlesine atfedilmiştir. ذَرْعاً , temyizdir.
وَقَالُوا لَا تَخَفْ وَلَا تَحْزَنْ۠ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle س۪ٓيءَ بِهِمْ cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Allah Teâlâ elçilerin sözlerini bildirmektedir.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Sonrasındaki وَلَا تَحْزَنْ۠ cümlesi de aynı üslupla gelerek mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اَنْ edatı iki fiili tekid etmek ve birleştirmek için zaid olarak getirilmiştir. “Ve onlar için göğsü daraldı” cümlesi onların işlerini tedbir etmek için gücü kesildi demektir, ضَـاقَ بِهِمْ ذَرْعاً cümlesi, ضاق يده (eli daraldı) sözü gibidir. (Beyzâvî)
Ayetteki “göğsü daralmıştı” tabiri, onlar hakkında hiçbir tedbir alamamaktan kinayedir. Zemahşerî şöyle der: Arapçada “Kolu uzun oldu” deyimi iş yapabilen kimse için “Kolu kısaldı” ifadesi ise bir şey yapmaktan aciz kalan kimseler için kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)
س۪ٓيءَ - ضَـاقَ - ذَرْعاً ve تَخَفْ - تَحْزَنْ۠ gruplarındaki kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hakk daha önce وَلَمَّا جَاءَتْ رُسُلُنَا اِبْرٰهٖيمَ [Elçilerimiz İbrahim’e geldikleri zaman…] buyurmuştur. Burada ise وَلَمَّا اَنْ جَاءَتْ رُسُلُنَا لُوطًا [Elçilerimiz Lut’a gelince…] buyurmuştur.
Melekler Hz. İbrahim’e gelince önce müjdelemiş, daha sonra biraz beklemiş, bunu müteakiben, “Biz bu memleketin ahalisini imha edeceğiz” demişlerdir. Bir de teennî ile hareket etmek, geldikten sonra bir müddet bekleyip daha sonra imha edeceğini bildirmek daha güzel bir davranış şeklidir. Çünkü korkunç bir haberi vermek üzere gelen kimsenin o haberi aniden bildirmesi güzel olmaz. (Fahreddin er-Razi)
اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Elçiler, Hz. Lut’un telaş ve korkusunu görünce, sözlerini إِنَّ ile tekid ederek onu ikna etmişlerdir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اِنَّا مُنَجُّوكَ , faide-i haber inkârî kelamdır.
تفعيل babının fiile kattığı anlamlar; kesret, mef’ûlu bir vasfa nispet etmek, izale, sayruret ve fiilin muayyen zamanda meydana gelişi, tevcih, huzur, isimden fiil türetmedir. Bunlardan en fazla öne çıkanı fiilde veya failde olan kesrettir.
وَاَهْلَكَ اِلَّا امْرَاَتَكَ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
اَهْلَكَ takdiri ننجّي (kurtardık) olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِلَّا istisna harfi, امْرَاَتَكَ ise müstesnadır.
امْرَاَتَكَ - اَهْلَكَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayette fiil değil de مُنَجُّوكَ şeklinde gelmesi, Melekler Lut’a (a.s.), böyle deyip bu söz de vaadin peşinden ikinci sırada söylenmiş olunca melekler, “Biz seni kurtaracağız” yani “Bunu biz kesinlikle yapacağız” demişlerdir ki bu tıpkı vukuu kesin olduğu için Cenab-ı Hakk'ın, [Sen meyyitsin, onlar da meyyittirler. (Zümer Suresi, 30)] ayeti gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
كَانَتْ مِنَ الْغَابِر۪ينَ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْغَابِر۪ينَ car mecruru, كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اِنَّا مُنَجُّوكَ وَاَهْلَكَ [Ehlini ve seni kurtaracağız] ifadesinden sonra karısının hariç olduğu ve geride kalanlardan olduğunun açıklanması ihtiras ıtnâbıdır.
الْغَابِر۪ينَ - مُنَجُّوكَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Bu cümle, önceki ayetin fasılasının tekrarıdır. Aralarında tekrir, ıtnâb ve ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlar kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, c. 7, s. 314)