فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
İnsanın dünya meşgalelerinin anaforuna kapılıp varlık amacını unutturacak bir hayat tarzı tutturmaması için, günün değişik vakitlerinde ulu rabbinin şanını yücelterek anması istenmektedir. Bazı müfessirler 17. âyette geçen “tesbih” kelimesiyle namaz kılmanın kastedildiği ve burada beş vakit namaza işaret bulunduğu kanaatindedirler; bazı müfessirlere göre ise burada maksat “tenzih”tir, yani Allah’ı yüceltmemiz, O’nu her türlü noksanlıktan uzak bilip kemal sıfatlarıyla ve övgülerle anmamız emredilmektedir. Birincisini de içine aldığından ikinci yorum daha kuvvetli görünmektedir. Zira burada söz konusu olan tenzih, merkezden dışa doğru üç daireden oluşur. Merkezde kalp ile tenzih bulunur ki bu, kuşkulardan arındırılmış bir iman demektir ve tenzihin özü de odur. İkinci dairede yüce Allah’ı güzel sözlerle anmak mânasına gelen dil ile tenzih vardır. Üçüncü daire ise önceki iki şartı koruyarak ortaya konan sâlih amellerden meydana gelir. Bunlardan ikincisi birincinin, üçüncüsü de ikincinin semeresidir. Şöyle ki, kişi bir şeye inandığında bunu dili ile ifade eder, söylediğinin doğruluğunu da eylemleriyle ortaya koyar; dil kalbin tercümanı, davranışlar da dille söylenenlerin kanıtıdır (Râzî, XXV, 104).
Tefsirlerde genellikle, 17. âyetin “akşam vaktine eriştiğinizde” şeklinde çevrilen kısmıyla akşam ve yatsı namazlarının, “sabah kalktığınızda” kısmıyla sabah namazının, 18. âyetin “akşam üstü” şeklinde tercüme edilen kısmıyla ikindi namazının, “öğle vaktine ulaştığınızda” kısmıyla da öğle namazının kastedildiği yorumu yapılmıştır. Dolayısıyla âlimler arasında, –diğer delillerin yanı sıra– sûrenin Mekkî oluşu dikkate alınarak beş vakit namazın Mekke’de farz kılındığı görüşü ağır basmaktadır. Tâbiûn âlimlerinden Hasan-ı Basrî ise namazın muayyen vakitlere bağlı bir farîza haline gelmesinin Medine dönemine rastladığı ve 17. âyetin Medine’de nâzil olduğu kanaatindedir (Zemahşerî, III, 200). Allah’ı tesbih etme talebine ilişkin vakitlerin genellikle insanların uyku ihtiyacının yoğunlaştığı gecenin orta zamanları dışında tutulması bir taraftan ibadetlerde ortalama insan gerçeğine uygun bir düzenlemenin hedeflendiğini, diğer taraftan da ibadetin, şuurun açık olduğu bir sırada yapılmasıyla değer taşıdığını, yani asıl amacın kulluk bilincinin canlı tutulması olduğunu göstermektedir. Müzzemmil sûresindeki (73/1) gece namazına kalkma hitabı ise ibadet şuuru hep açık olan Resûlullah’a yönelik olup bu ibadet müminlere farz kılınmamıştır. Yine de onların nâfile olarak bu ibadeti yapmaları, ibadet haz ve şuurunun beşerî ihtiyaçlara galip gelmesini sağlayacak; daha doğrusu kendilerini buna alıştırmış olacaklardır (beş vakit namazın farz rek‘atları sayısını esas alarak günlük ibadetin yirmi dört saate dağılımını gösteren bir izah için bk. Râzî, XXV, 104-105; namaz vakitleri hakkında bk. İsrâ 17/78-79). Tefsirlerde yer alan bir rivayete göre Resûlullah ashabına, “Size yüce Allah’ın, dostu İbrâhim peygamberi niçin ‘vefâkâr’ olarak nitelediğini haber vereyim mi?” demiş, ardından “Çünkü o sabah akşam şu sözü tekrar ederdi” buyurmuş ve bu iki âyeti okumuştur (Şevkânî, IV, 255).
Sabeha صبح : صَباحٌ ve صُبْحٌ sözcükleri günün başı demektir ki o da güneş ışığıyla ufkun kızıllaştığı vakittir. صَبُوحٌ sabahleyin güneşin doğuşundan önce ve sonra içilen içecektir.
مِصْباحٌ ise hem kendisinden içilen kap hem de lamba manasında kullanılmaktadır. مَصابِيحٌ kelimesi de yolculara yol işaretleri olan yıldızlar veya yıldız kümelerine ad olmuştur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 45 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sabah ve Sabahat'tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. سُبْحَانَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mahallen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ح۪ينَ zaman zarfı olup masdar olan سُبْحَانَ ‘ye mütealliktir. تُمْسُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُمْسُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ح۪ينَ تُصْبِحُونَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
تُمْسُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسو ’dir.
تُصْبِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبح ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. سُبْحَانَ mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Takdiri سبّحوا (Tesbih edin) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Lafza-i celâl muzâfun ileyhtir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سُبْحَانَ ‘ye müteallik olan ح۪ينَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki تُمْسُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ terkibi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Bu ifadelerde fiillerde muzari sıyganın tercih edilmesi, anlama hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
ح۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette tesbih, namaz manasında cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
تُمْسُونَ - تُصْبِحُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu, müminlere ibadet emrini veren ve bu vakitlerde namaz kılmayı teşviki ihtiva eden bir hitaptır. (Kurtubî)
تُمْسُونَ ve تُصْبِحُونَ ‘deki muhatap zamiri, müşriklere yönelik olan kendisinden önceki اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Rum / 11. ayetindeki hitap gibidir. اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ şeklindeki Rum / 8. ayetteki gaib zamirden iltifat edilerek müşriklere yönelmiştir (Âşûr)