بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | fakat |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | وَكَذَّبُوا | ve yalanlayanlar |
|
5 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
6 | وَلِقَاءِ | ve buluşmasını |
|
7 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
8 | فَأُولَٰئِكَ | onlar da |
|
9 | فِي | içine |
|
10 | الْعَذَابِ | azabın |
|
11 | مُحْضَرُونَ | getirilirler |
|
وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ
وَ istînâfiyyedir. اَمَّا şart ve tafsil harfiidir. Diğer şart edatları gibi şart-cevap adı altında iki fiil (cümle) alırlar. Ancak bu fiilleri cezm etmediklerinden cezmetmeyen şart edatlarındandır. اَمَّا hem şart fiili hem edatın yerini tuttuğundan,kendisinden sonra yalnız cevap cümlesi bulunur. Edatın cevabı devamlı isim cümlesi olur. Cevabın başında devamlı فَ bulunur.(Hasan Akdağ,Arap Dilinde Edatlar)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَذَّبُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. كَذَّبُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَات car mecruru كَذَّبُوا fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِقَٓائِ kelimesi atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَذَّبُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi كذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ cümlesi, mübteda الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي الْعَذَابِ car mecruru مُحْضَرُونَ ‘la mütealliktir. مُحْضَرُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
مُحْضَرُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.وَاَمَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ فَاُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ
Ayet önceki ayete وَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. اَمَّا şart ve tafsil harfidir. Tekid ifade eder. Ayet şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tahkir ve tevbih ifade eder.
Sılası olan كَفَرُوا , müspet mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ifadesinden sonra gelen وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ şeklindeki ifade umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâbdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen وَلِقَٓائِ الْاٰخِرَةِ izafeti tezâyüf nedeniyle بِاٰيَاتِنَا ‘ya atfedilmiştir.
Ayetlerin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, ayetlere tazim ve teşrif ifade eder.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi olan اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ , mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu isim cümlesi hem şartın cevabı hem de الَّذ۪ينَ ’nin haberidir. Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması, tahkir içindir.
فِي harfinde istiare vardır. Zarfiyye manasındaki فِي harfi, azapla birlikte kullanılmasıyla, azab, içi olan mahsus bir şeye benzetilmiş olur. Bu şekilde bir benzetme azabın şiddetindeki mübalağaya işaret eder. Camî, her iki durumdaki mutlak irtibattır.
15 ve 16. ayetlerde mutlular ile mutsuzların durumu arasında mukabele sanatı vardır.
اٰمَنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, كَفَرُوا - كَذَّبُوا kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî: اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
Allah Teâlâ, önceki ayette fiil sıygasıyla يُحْبَرُونَ buyurmuş, ama محبرون dememiştir, bu ayette ise isim sıygasıyla مُحْضَرُونَ buyurmuş, fiil sıygasıyla يُحْضَرُونَ dememiştir. Çünkü fiil sıygası teceddüt ifade eder, isim ise teceddüde delalet etmez. Mana, "Onların kendisiyle mesrur olacakları şeyler yenilenerek tekrarlanır. Ama kâfirler, sabit bir şekilde azaba maruz kalırlar" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ahiret buluşmasını inkâr etmek de, ayetleri inkâr etmeye dahil olduğu halde ayrıca sarih olarak zikredilmesi, önemini belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
İhzar, zorla getirmek demektir. İnkârcıların azapla yüzyüze gelmeleri ancak zorlama ile olur. Yani onlar, müminlerin cennet bahçelerinde mutluluk duydukları sırada azapla karşı karşıya bırakılırlar. Böylece kendileri azap, pişmanlık ve felaket içinde bulunurlar. Müminler ise mutluluk ve sevinç içinde olurlar. (Ruhu’l Beyan)
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
İnsanın dünya meşgalelerinin anaforuna kapılıp varlık amacını unutturacak bir hayat tarzı tutturmaması için, günün değişik vakitlerinde ulu rabbinin şanını yücelterek anması istenmektedir. Bazı müfessirler 17. âyette geçen “tesbih” kelimesiyle namaz kılmanın kastedildiği ve burada beş vakit namaza işaret bulunduğu kanaatindedirler; bazı müfessirlere göre ise burada maksat “tenzih”tir, yani Allah’ı yüceltmemiz, O’nu her türlü noksanlıktan uzak bilip kemal sıfatlarıyla ve övgülerle anmamız emredilmektedir. Birincisini de içine aldığından ikinci yorum daha kuvvetli görünmektedir. Zira burada söz konusu olan tenzih, merkezden dışa doğru üç daireden oluşur. Merkezde kalp ile tenzih bulunur ki bu, kuşkulardan arındırılmış bir iman demektir ve tenzihin özü de odur. İkinci dairede yüce Allah’ı güzel sözlerle anmak mânasına gelen dil ile tenzih vardır. Üçüncü daire ise önceki iki şartı koruyarak ortaya konan sâlih amellerden meydana gelir. Bunlardan ikincisi birincinin, üçüncüsü de ikincinin semeresidir. Şöyle ki, kişi bir şeye inandığında bunu dili ile ifade eder, söylediğinin doğruluğunu da eylemleriyle ortaya koyar; dil kalbin tercümanı, davranışlar da dille söylenenlerin kanıtıdır (Râzî, XXV, 104).
Tefsirlerde genellikle, 17. âyetin “akşam vaktine eriştiğinizde” şeklinde çevrilen kısmıyla akşam ve yatsı namazlarının, “sabah kalktığınızda” kısmıyla sabah namazının, 18. âyetin “akşam üstü” şeklinde tercüme edilen kısmıyla ikindi namazının, “öğle vaktine ulaştığınızda” kısmıyla da öğle namazının kastedildiği yorumu yapılmıştır. Dolayısıyla âlimler arasında, –diğer delillerin yanı sıra– sûrenin Mekkî oluşu dikkate alınarak beş vakit namazın Mekke’de farz kılındığı görüşü ağır basmaktadır. Tâbiûn âlimlerinden Hasan-ı Basrî ise namazın muayyen vakitlere bağlı bir farîza haline gelmesinin Medine dönemine rastladığı ve 17. âyetin Medine’de nâzil olduğu kanaatindedir (Zemahşerî, III, 200). Allah’ı tesbih etme talebine ilişkin vakitlerin genellikle insanların uyku ihtiyacının yoğunlaştığı gecenin orta zamanları dışında tutulması bir taraftan ibadetlerde ortalama insan gerçeğine uygun bir düzenlemenin hedeflendiğini, diğer taraftan da ibadetin, şuurun açık olduğu bir sırada yapılmasıyla değer taşıdığını, yani asıl amacın kulluk bilincinin canlı tutulması olduğunu göstermektedir. Müzzemmil sûresindeki (73/1) gece namazına kalkma hitabı ise ibadet şuuru hep açık olan Resûlullah’a yönelik olup bu ibadet müminlere farz kılınmamıştır. Yine de onların nâfile olarak bu ibadeti yapmaları, ibadet haz ve şuurunun beşerî ihtiyaçlara galip gelmesini sağlayacak; daha doğrusu kendilerini buna alıştırmış olacaklardır (beş vakit namazın farz rek‘atları sayısını esas alarak günlük ibadetin yirmi dört saate dağılımını gösteren bir izah için bk. Râzî, XXV, 104-105; namaz vakitleri hakkında bk. İsrâ 17/78-79). Tefsirlerde yer alan bir rivayete göre Resûlullah ashabına, “Size yüce Allah’ın, dostu İbrâhim peygamberi niçin ‘vefâkâr’ olarak nitelediğini haber vereyim mi?” demiş, ardından “Çünkü o sabah akşam şu sözü tekrar ederdi” buyurmuş ve bu iki âyeti okumuştur (Şevkânî, IV, 255).
Sabeha صبح : صَباحٌ ve صُبْحٌ sözcükleri günün başı demektir ki o da güneş ışığıyla ufkun kızıllaştığı vakittir. صَبُوحٌ sabahleyin güneşin doğuşundan önce ve sonra içilen içecektir.
مِصْباحٌ ise hem kendisinden içilen kap hem de lamba manasında kullanılmaktadır. مَصابِيحٌ kelimesi de yolculara yol işaretleri olan yıldızlar veya yıldız kümelerine ad olmuştur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle 45 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri sabah ve Sabahat'tır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. سُبْحَانَ mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakı olarak mahallen mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ح۪ينَ zaman zarfı olup masdar olan سُبْحَانَ ‘ye mütealliktir. تُمْسُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. تُمْسُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ح۪ينَ تُصْبِحُونَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
تُمْسُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi مسو ’dir.
تُصْبِحُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبح ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَسُبْحَانَ اللّٰهِ ح۪ينَ تُمْسُونَ وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ
فَ istînâfiyyedir. سُبْحَانَ mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakı olarak mansubdur. Takdiri سبّحوا (Tesbih edin) olan fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Lafza-i celâl muzâfun ileyhtir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سُبْحَانَ ‘ye müteallik olan ح۪ينَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki تُمْسُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَح۪ينَ تُصْبِحُونَ terkibi makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür.
Bu ifadelerde fiillerde muzari sıyganın tercih edilmesi, anlama hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
ح۪ينَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette tesbih, namaz manasında cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
تُمْسُونَ - تُصْبِحُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Bu, müminlere ibadet emrini veren ve bu vakitlerde namaz kılmayı teşviki ihtiva eden bir hitaptır. (Kurtubî)
تُمْسُونَ ve تُصْبِحُونَ ‘deki muhatap zamiri, müşriklere yönelik olan kendisinden önceki اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ Rum / 11. ayetindeki hitap gibidir. اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ şeklindeki Rum / 8. ayetteki gaib zamirden iltifat edilerek müşriklere yönelmiştir (Âşûr)
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِياًّ وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِياًّ وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ
وَ itiraziyyedir. İsim cümlesidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَمْدُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru الْحَمْدُ ‘e mütealliktir. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
وَ atıf harfidir. عَشِياًّ zaman zarfı, سُبْحَانَ ‘ye mütealliktir. ح۪ينَ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. تُظْهِرُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُظْهِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تُظْهِرُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ظهر ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَعَشِياًّ وَح۪ينَ تُظْهِرُونَ
Emir manasında haberdir, bu vakitlerde Allah'ı tenzih etmek ve ona sena etmek (övmek) için emirdir. Ki bu vakitlerde kudreti görünür ve bunlarda nimeti yenilenir.
Ya da (ihbar değil) bu vakitlerde meydana gelen ve kusurdan münezzeh olduğunu ve göklerde ve yerde bulunanlardan ayrı sahibi olanlardan övülmeyi hak ettiğini söyleyen şahitleri göstermek içindir. (Beyzâvî)
Ayette her ne kadar hamd emri geçmediyse de hamdin, Allah'a sabit olduğunu ve gökler ile yer ehlinden temyiz sahibi olanlara vâcip olduğunu bildirmek, en beliğ ve kuvvetli veçhile emir anlamındadır.
Ayetin metninde tesbih vakitleri arasında hamdin zikredilmesi, O'nun şanının önemini belirtmek ve tesbih ile hamdin beraber yapılmasının en uygun şekil olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
İtiraziyye olarak gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidâî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْحَمْدُ muahhar mübtedadır.
وَلَهُ الْحَمْدُ ‘deki car mecrurun takdim edilmesi, hamdin bütün cinslerinin Allah’a mahsus olduğu manasında iddiaî kasr ifade eder. Çünkü O'nun hamdi en mükemmel hamddir. Bunun benzeri فُلانٌ الشُّجاعُ (Falanca yiğittir.) sözüdür ki Fatiha suresinin başında da aynı şekilde gelmiştir. İhtimam sebebiyle Allah’a ait zamir takdim edilmiştir. (Âşûr)
فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ car mecrurları, الْحَمْدُ ‘ye veya ondan mahzuf hale mütealliktir.
Zaman zarfı وَعَشِياًّ ve وَح۪ينَ , önceki ayetteki ح۪ينَ ‘ye matuftur.
ح۪ينَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki تُظْهِرُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari sıyganın tercih edilmesi, anlama hudûs, teceddüt ve istimrar anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
سَّمٰوَاتِ - لْاَرْضِ kelimeler arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
تُظْهِرُونَ - عَشِياًّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
İbn Abbas şöyle der: Göktekiler de yerdekiler de Allah'ı över ve O'na dua ederler. Tefsirciler şöyle der: وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ [Göklerde ve yerde hamd ona mahsustur] cümlesi, ara cümledir. Sözün aslı şöyledir: ‘’Şu halde sabah akşam, günün sonunda ve öğle vaktine eriştiğinizde Allah'ı tesbih edin.’’ Bundaki hikmet, ibadete muvaffak olmanın, hamd edilmesi gereken bir nimet olduğuna işarettir. عَشِياًّ , güneş battıktan sonra gecenin ilk üçte birine kadar olan vakte denir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) Yatsı namazının ismi olan عشاء de buradan gelir.
وَلَهُ الْحَمْدُ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi birbirine atfedilmiş zarflar arasında i’tirâziyye cümlesi olarak gelmiştir. O zarflar da: ح۪ينَ تُصْبِحُونَ - ح۪ينَ تُظْهِرُونَ - ح۪ينَ تُمْسُونَ - عَشِياًّ zarflarıdır. Bu itirâziyye cümlesi şu manayı ifade etmektedir. Müminlerin Allah’ı tesbih etmeleri Allah’ın yararına değil tesbih edenlerin kendileri yararınadır. (Kanatbek Orozobekov, Arap Dilinde Cümle-i Mu’terize ve Kur’an-ı Kerimden Seçme Örnekler)
عَشِياًّ : Akşam üstü demek olduğuna göre ikindi vaktinin asr-ı sâni olması gerekir. Hem de o zaman ki, öğlen edersiniz. Bu ikisi ile tam beş vakit olmuş olur. Burada öğlenin sonraya bırakılması, fasılaya (ayet sonlarındaki uyuma) riayet için denilmiş ise de inzar (uyarma) nüktesiyle akşamın önce zikredilmesindeki tekabüle (karşılık olmaya) riayet için ikindinin عَشِياًّ terimiyle öne alınmış olması makama daha uygundur. (Elmalılı)يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُخْرِجُ | çıkarır |
|
2 | الْحَيَّ | diri |
|
3 | مِنَ | -den |
|
4 | الْمَيِّتِ | ölü- |
|
5 | وَيُخْرِجُ | ve çıkarır |
|
6 | الْمَيِّتَ | ölü |
|
7 | مِنَ | -den |
|
8 | الْحَيِّ | diri- |
|
9 | وَيُحْيِي | ve diriltir |
|
10 | الْأَرْضَ | yeri |
|
11 | بَعْدَ | sonra |
|
12 | مَوْتِهَا | ölümünden |
|
13 | وَكَذَٰلِكَ | işte siz de öyle |
|
14 | تُخْرَجُونَ | çıkarılacaksınız |
|
Cenâb-ı Allah’ın ölüden diriyi, diriden de ölüyü çıkardığını belirten ifade değişik şekillerde açıklanmıştır (bk. Âl-i İmrân 3/27; Yunus 10/31). Râzî önceki âyetlerde akşam vaktine erişmekten ve sabah kalkmaktan söz edildiğini hatırlatarak, bu bağlamda uykudan uyanma ve uykuya dalma olayına dikkat çekildiğini, bunların da Allah’ın irade ve kudretinin eseri olduğu gerçeğine işaret ettiğini belirtir (XXV, 107).
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Fiil cümlesidir. يُخْرِجُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْحَيَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْمَيِّتِ car mecruru يُخْرِجُ fiiline mütealliktir. يُخْرِجُ atıf harfi وَ ‘la önceki يُخْرِجُ ‘ye matuftur.
الْمَيِّتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ الْحَيِّ car mecruru يُخْرِجُ fiiline mütealliktir. يُحْـيِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُحْـيِ fiili يِ üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı, يُحْـيِ fiiline mütealliktir. مَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُخْرِجُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili تُخْرَجُونَ۟ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
تُخْرَجُونَ۟ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
تُخْرَجُونَ۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خرج ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Yine aynı üslupta gelen وَيُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ cümlesinin makabline atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ cümlesiyle, وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ cümlesi arasında dörtlü mukabele ve aks sanatı vardır.
يُخْرِجُ fiilinde irsâd sanatı vardır. Ayetin son kelimesi olarak da bu fiil gelmiştir.
يُخْرِجُ - تُخْرَجُونَ۟ ve مَوْتِهَاۜ - الْمَيِّتَ ile يُحْـيِ - الْحَيِّ gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حَيِّ - مَيِّتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, mürâât-ı nazîr ve bu kelimeler ile يُخْرِجُ fiilinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ [Ölüden diriyi çıkartır] cümlesinde, latif bir istiare vardır. Yüce Allah mümin için diriyi, kâfir için de ölüyü müstear olarak kullanmıştır. Bu, son derece güzel bir istiaredir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
Bu ayette cümlelerin birbirine atfındaki ortak yön; cümlelerin manaen ve lafzen haber olması ve her iki cümledeki müsned ve müsnedün ileyhin aynı olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ ifadesinde fiillerin müteallikleri arasında aks gerçekleşmiştir. Aks (tebdîl) çaprazlama demektir. Beyitte veya cümlede kelimelerin sırasını değiştirerek tekrarlama sanatıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşte bu da, ölüm sonrası hayatın gerçekleşeceğine apaçık delalet eden kuvvetli bir delildir; çünkü ilk yaratılmalarının, o hayatı iade edeceğine delaleti, ölüden dirinin çıkarılması diriden de ölünün çıkarılması ve ölümünden sonra yeryüzünün canlandırılmasının, bu ikinci hayata delaletinden daha zahirdir. (Kurtubî)
Allah Teâlâ, diriden ölüyü ölüden diriyi çıkardığını, yeryüzünü ölümünden sonra dirittiğini belirttikten sonra, tekrar yaratılacaksınız diyerek ilk yaratmanın, tekrar yaratılmaya delil olduğunu, ilk yaratanın tekrar yaratmaya muktedir olacağını belirtmiştir. Bu şekilde deliller sunarak gerçeği ortaya koyma üslubu, mezheb-i kelamî sanatıdır.
وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ۟
وَ atıf harfidir. Ayetin son cümlesi, …وَيُحْـيِ الْاَرْضَ cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. كَذٰلِكَ , amili تُخْرَجُونَ۟ olan mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.
كَذٰلِكَ (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ebüssuûd Efendi, tezyîl ve itiraz cümlesi olduğu görüşündedir.
Bu takdire göre cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
تُخْرَجُونَ۟ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naibu failin bu fiilide bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. تُخْرَجُونَ fiilinde de bir tehdit ve uyarı olduğu düşünülebilir. Fiil bize döndürmekle kalmaz, gereken cezayı veririz manası da taşımaktadır. Lâzım zikredilmiş, melzûm kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Ayetin başındaki كذلك sözü son derece kısa ve müstakil bir cümledir. Manası başka bir manaya sürükler. Ancak öncesinde bunu açıkça ifade edecek müstakil bir lafız yoktur. Öyle ki bu bir şeye benzetmek istenirse bundan daha kâmil olan bir başka şekil bulunamaz. Bu cümle Kur’ânı Kerîm'de gerçekten çok geçer, en güzel geldiği yer de burada görüldüğü gibi farklı konuların arasında ve kelamın mafsalında tek bir hakikat için gelmesidir. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
Bu ifadedeki ك harfi ‘misil’ manasındadır ancak neyin misli olduğu açık değildir. İşaret ismi ise bir merci gerektirir. İşaret ismi ك ile birleşmiştir ve bunlarda bir kapalılık söz konusudur. Çünkü muşârun ileyh bilinmedikçe bir şey ifade etmeyen, işaret ismi ile ك ‘ten oluşmuştur. Bu bina önemli mafsallarda gelen kapalı bir terkiptir. Bize ‘’arkadan gelecek olan şeyler şu anda bulunduğunuzdan daha yüce bir makamdır’’ der. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhân/54, s. 177, 205)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ
Bu ve müteakip beş âyette yüce Allah’ın kudretinin açık kanıtlarından kesitler verilmekte; dört âyetin sonunda, iyi düşünen, bilen, hakikatlere kulağını açık tutan ve aklını kullananların bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği, bu sayılanlarda böyle kimselerin alacağı ibretler bulunduğu ifade edilmektedir. Bu üslûp farklılığı ile ilgili değişik yorumlar yapılabilir (meselâ bk. Râzî, XXV, 111 vd.); fakat bunların ortak çizgisini, belirtilen kanıtların insanın aklına, muhâkemesine, basiretine ve gönlüne hitap etmesi oluşturmaktadır.
Allah Teâlâ’nın ilk insanı topraktan yarattığı Kur’an-ı Kerîm’de değişik vesilelerle ifade edilmiştir. Burada genel bir hitapla “Sizi topraktan yarattı” buyurulması ise daha çok şu iki biçimde açıklanır: a) Bu, “Sizin aslınız olan, kendisinden türediğiniz ilk insanı topraktan yarattı” demektir, b) Her insanın yaratılışı toprakla ilintilidir, çünkü insanı meydana getiren erkek ve dişi hücrelerinin (sperm ve yumurtacık) oluşumunda nebâtî ve hayvanî gıdaların katkısı vardır, bunların her ikisi de topraktan beslenmektedir (bunun bazı âyetlerde insanın sudan yaratıldığını belirten ifadelerle çelişmediğine dair izahlarla birlikte bk. Râzî, XXV, 108-109).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 302-303وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ
وَ atıf harfidir. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مِنْ تُرَابٍ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir.
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَٓا mufacee harfidir. اِذَا isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur.
Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بَشَرٌ haber olup lafzen merfûdur. تَنْتَشِرُونَ fiili بَشَرٌ ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَنْتَشِرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
تَنْتَشِرُونَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi نشر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …يُخْرِجُ الْحَيَّ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ cümlesi, masdar tevili ile muahhar mübtedadır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
تُرَابٍ ’deki tenvin nev içindir.
اٰيَاتِه۪ٓ ’deki مِنْ ba'diyet, تُرَابٍ ’deki ise, beyaniyyedir. مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmıştır. Ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret eder.
Masdar-ı müevvele ثُمَّ atıf harfi ile atfedilen ثُمَّ اِذَٓا اَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ cümlesinin atıf sebebi, mef’ûlun ortaklığıdır.
اِذَٓا müfacee harfidir. اِذَٓا , isim cümlesine dahil olduğu zaman ‘birdenbire, bir de bakarsın ki..’ gibi manalara gelir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْتُمْ mübteda, بَشَرٌ haberdir. تَنْتَشِرُونَ cümlesi بَشَرٌ ’un sıfatıdır. Nekre isimlerden sonra gelen cümleler sıfat olurlar. Sıfat cümleleri, konuyu zenginleştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Sülasisi نشر olan تَنْتَشِرُونَ fiili, اِفْتِعال babındadır. اِفْتِعال babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. Bu bab hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ [Sizi topraktan yaratması…] ifadesinin sebebi, insanların aslı olan ilk insanı topraktan yaratmasıdır. اِذَٓا (birdenbire) kelimesi, olayın ansızın olduğunu ifade etmek içindir. Takdiri şöyledir: Sonra bir de bakarsınız ki yeryüzünde yayılıveren insanlar oluvermişsiniz! Tıpkı وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ [Bu ikisinden (yeryüzüne) birçok erkek ve kadın yaydı.] (Nisa 4/1) ayetindeki gibidir. (Keşşâf)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden (biri de) |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetleri- |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | خَلَقَ | yaratmasıdır |
|
5 | لَكُمْ | sizin için |
|
6 | مِنْ | -den |
|
7 | أَنْفُسِكُمْ | nefisleriniz- |
|
8 | أَزْوَاجًا | eşler |
|
9 | لِتَسْكُنُوا | sakinleşeceğiniz |
|
10 | إِلَيْهَا | onunla |
|
11 | وَجَعَلَ | ve koymasıdır |
|
12 | بَيْنَكُمْ | aranıza |
|
13 | مَوَدَّةً | sevgi |
|
14 | وَرَحْمَةً | ve acıma |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | فِي | vardır |
|
17 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
18 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
19 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
20 | يَتَفَكَّرُونَ | düşünen |
|
İnsanlar için kendi nefislerinden eşler yaratılmış olması değişik şekillerde açıklanmıştır. Bunlar arasında, insanın eşinin kendi özünden ve kendi türünden yani kadın ve erkeğin aynı özden yaratılmış olduğu mânası, Kur’an’ın diğer açıklamalarına en uygun görünenidir (bilgi ve değerlendirme için bk. Nisâ 4/1). Burada, cinsiyeti belirlemede erkek spermindeki kromozomların etkili olduğu gerçeğine işaret bulunduğu yorumu da yapılmıştır (bk. Ateş, VII, 17); tabii ki bu yorum, âyette erkeğe hitap edildiği ve “eşler”le kadınların kastedildiği anlayışına dayalıdır.
Âyetin “Onlara ısınıp kaynaşasınız” şeklinde çevirdiğimiz kısmı eşlerin yaratılış amacını açıklamakta, dolayısıyla insanın eşini kendisiyle huzur ve mutluluk bulacağı varlık olarak görmesini telkin etmektedir. Şu halde aile hayatında mutluluğun ön şartı eşlerin böyle bir bakış açısına sahip olmalarıdır.
“Sevgi ve şefkat duyguları” şeklinde tercüme ettiğimiz meveddet ve rahmet kelimeleriyle ilgili olarak tefsirlerde değişik yorumlar yapılmıştır; bunların ortak noktası şudur: “Eş olma” hissinin ve olgusunun, kan hısımlığına dayalı olmaksızın hatta –çoğu defa– yakın zamana kadar birbirlerini tanımayan iki ayrı cinsi çok güçlü psikolojik ve biyolojik bağlarla birbirine bağlaması, bunun üzerine insana yaraşır bir üreme ve yaşama biçiminin yani temelinde iffet anlayışı bulunan, karşılıklı güven, sevgi ve esirgeme duygularıyla geliştirilen aile kurumunun bina edilebilmesi, yüce Allah’ın insanlığa en büyük lutuflarındandır. Âyette ifade buyurulduğu üzere iyi düşünen kimseler için bundan çıkarılacak önemli dersler vardır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 303Zevece زوج : İster benzer ister zıd olsun başka biriyle beraber olan her şeye زَوْجٌ denir. Bu kelime denklikle ilintilidir. زَوْجَة sözcüğü ise kötü bir lehçedir. زَوْج in çoğulu أزْواج dır. Bu kelime daha ziyade biri diğerine muhtaç olan eşya ve varlıklar için kullanılmaktadır. Mesela kadın-erkek, erkek-dişi, ayakkabı-mest vs. Fasih Arapçada evli çiftlerden her biri için de زَوْج kelimesi kullanılmaktadır.
Denmiştir ki اِثْنَيْنِ (iki) için زَوْج demek yanlıştır. Çünkü Arabların kelamında زَوْج diğerleriyle eşleşmiş tek sayıdır. Birbirine refakat eden اِثْنانِ (iki) için زَوْجانِ denilir.
Ezvac 3 şekilde tefsir edilir; a- Ezvac kelimesi ile birbirine helal olan erkek ve kadın kastedilmiştir.(2/25- 43/70) b- Ezvac kelimesi sınıflar manasında kullanılır. (26/7- 36/36- 13/3) c- Ezvac kelimesi denkler, birlikte olanlar, eş ve arkadaş olanlar manasında kullanılmıştır. (37/22- 81/7 )
Kuran diline göre zevciyyet, sadakat, veladet, muhabbet, viladet ve nikah unsurlarından birinin eksik oluşuyla ortadan kalkar, إمْرَأة olarak anılır. Bu ikinci vasıftan aşağılayıcı ve tahkir edici bir mana çıkarılmamalı, sadece bir dilin mantığının başka bir dilin mantığından farklı işlediğine dikkat edilmelidir.
Kuran ihanet, inanç farklılığı, dulluk, kısırlık gibi unsurların bulunduğu yerlerde zevc sözcüğünü kullanmaz, إمْرَأة ü kullanır.
Zevci eşi, imrae yi ise karısı veya kadını diye Türkçeye çevirmek mümkündür. Ancak bu sözcükler, Kuran mütercimlerinin çoğu tarafından gelişi güzel bir biçimde Türkçeye aktarılmış, mesela imrae sözcüğüne mukabil gelişi güzel bir biçimde herhangi bir tefrikte bulunmaksızın hatun, hanım, eş, karı, kadın sözcükleri kullanılmıştır.
Kuran'da, bütün canlılardaki (hayvan ve bitkiler) erkek ya da dişi olsun üremeye dikkat çekileceğinde yine bu kelime (zevc)
tercih edilmiştir. (Müfredat - Tahqiq - Bursevi - Mukatil b. Süleyman - Arap Dilinde Ezdad - Sabri Türkmen - Dücane Cündioğlu)
Kuran’ı Kerim’de bir isim ve bir fiil formunda 81 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri zevc, zevce ve izdivacdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْ ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لَكُمْ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. مِنْ اَنْفُسِ car mecruru خَلَقَ fiiline mütealliktir. اَزْوَاجاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَسْكُـنُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte خَلَقَ fiiline mütealliktir.
تَسْكُـنُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَيْهَا car mecruru تَسْكُـنُٓوا fiiline mütealliktir.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بَيْنَكُمْ car mecruru amili جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlün bih’ine mütealliktir. مَوَدَّةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَتَفَكَّرُونَ fiili قَوْمٍ ‘nin sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَتَفَكَّرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَتَفَكَّرُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ
Ayet وَ ’ la önceki ayetteki …أن خلقكم cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübtedadır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ اَنْفُسِكُمْ , ihtimam için mef’ûl olan اَزْوَاجاً ’e takdim edilmiştir.
اَزْوَاجاً ’deki tenvin, cins içindir.
لِتَسْكُـنُٓوا fiiline dahil olan لِ , ta’liliyyedir. Muzariyi gizli nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup خَلَقَ fiiline mütealliktir.
Aynı üslupta gelen وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًۜ cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle … خَلَقَ لَكُمْ cümlesine atfedilmiştir.
Cümlede mekân zarfı olan بَيْنَكُمْ ‘ün, mef’ûl olan مَوَدَّةً ’e takdimi önemi sebebiyledir.
Fiilin mef’ûlleri olan مَوَدَّةً ve رَحْمَةًۜ ’in nekre gelişi nev, tazim ve kesret ifade eder.
"Ve aranıza koydu”; erkeklerle kadınların arasına, ya da cinsin fertleri arasına "sevgi ve merhamet”; şehvet halinde ve diğer durumlarda evlilik vasıtasıyla. Diğer hayvanlarda ise öyle değildir. Bu da geçim işini düzenlemek içindir, ya da insan yaşamının tanışma ve yardımlaşmaya, bunun da sevişme ve merhamete dayalı olmasındandır. Sevginin cimadan, rahmetin de çocuktan kinaye olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)
Sevgi, cinsi münasebetten kinayedir. Merhamet ise çocuktan kinayedir.
Denildi ki: Sevgi gençler için, merhamet ise yaşlılar içindir.” Yine denildi ki: Sevgi ve merhamet, Allah'tandır. Buğz ise şeytandandır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
اَزْوَاجاً kelimesi زوج ‘in çoğuludur. Zevc, eş demektir. Kadın ve erkekten yani karı ve kocadan her birine zevc denir. Arapçada kadın için ”zevce" ifadesinin kullanılması fasih değildir. زوجة ‘nin çoğulu زوجات şeklinde gelir. ”Kendinizden" demek, aynı zamanda başka cinsten değil, bizatihi kendi cinsinizden demektir. Bu anlam, ayete göre daha uygun düşmektedir. Nitekim aynı cinsten olmak, tanışıp kaynaşmaya; farklı olmak ise ayrılığa ve nefret duymaya sebep olur. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لِقَوْمٍ car mecruru, لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمٍ ‘deki tenvin nev ve tazim ve لَاٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin ise kesret tazim ifade eder.
يَتَفَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve taleb anlamları katar.
اٰيَاتٍ (ayetler) herkese hitap edecek şekilde umumi oldukları halde tefekkür eden topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak düşünenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
قَوْمٍ kelimesinin tefekkür vasfına bağlanması; tedricen oluşumuna gizli bir işarettir. Allah Teâlânın ilâhi kudretinin delillerine rağmen hidayet etmeyen müşriklere tariz vardır. Çünkü onlar tefekkür etmeyen bir kavim idiler. (Âşûr)
Kur’an-ı Kerim’de tefekkür: aklını kullanan bireylerin تعقُّل , geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek تذكُّر , geleceğe yol bulmaları تدبُّر anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu durumlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu cümle, makablini açıklayan bir zeyil mahiyetindedir; bir de, zikredilen şeylerin, "ayetlerindendir" ifadesinden de anlaşıldığı gibi, bir tek ayet olmayıp birçok ayetleri kapsadığına dikkat çekmektedir. (Ebüssuûd)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden (biri de) |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetleri- |
|
3 | خَلْقُ | yaratılmasıdır |
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
5 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
6 | وَاخْتِلَافُ | ve değişik olmasıdır |
|
7 | أَلْسِنَتِكُمْ | dillerinizin |
|
8 | وَأَلْوَانِكُمْ | ve renklerinizin |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | فِي | vardır |
|
11 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
12 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
13 | لِلْعَالِمِينَ | bilenler için |
|
Yüce Allah’ın kudretinin kanıtlarına değinilirken göklerin ve yerin yaratılmasının insanların özellikleriyle birlikte zikredilmesi ve ardından da bunda bilenler için ibretler bulunduğunun belirtilmesi, evrenin yaratılmasının insanla anlam kazandığını, insanın da bunları bilmesiyle değerli olduğunu göstermektedir (göklerin ve yerin yaratılması hakkında bk. Bakara 2/29).
İnsanların dillerinin ve renklerinin farklılığı objektif olarak gözlemlenebilen bir olgudur. Bundan ibret alınması ise bilme şartına bağlanmıştır. “Bilenler” şeklinde çevirdiğimiz âlimîn kelimesi dar anlamıyla alınırsa bunu “âlimler, ilim sahipleri” şeklinde tercüme etmek mümkündür; fakat burada her insanın fıtrî özellikleriyle bilebileceği bir durumdan söz edildiği için kelimenin geniş anlamı esas alınmıştır. Konu üzerinde özel araştırmalar yapan uzmanların bu kapsamda sayılması ise zaten evleviyet gereğidir. Fakat “bilme”nin başkaları tarafından telkin edilen veya öğretilen bilgileri alıp bellekte koruma anlamında olmadığına dikkat edilmelidir. Zira âyette geçen kelimenin kökünde “varlık ve olayların hakikatini anlamak, temyiz etmek yani farklı şeyleri birbirinden ayrıştırmak, bir şeyin mahiyetini iyice kavramak, bir işi sağlam ve düzgün yapmak” gibi anlamlar bulunmaktadır. Şu halde âyette muhataplardan istenen, bir kökten geldikleri halde insanların biyolojik ve kültürel farklılıklara sahip olmaları üzerinde dikkatle düşünüp bundan sonuçlar çıkarmaktır.
Farklı dillere sahip olma, değişik etnik gruplara mensup toplulukların farklı dilleri konuşması, aynı dili konuşanlar arasında lehçe, şive ve ağız farklılıklarının bulunması şeklinde açıklanabileceği gibi, her bir ferdin ses, konuşma ve ifade özelliklerindeki farklılıklar biçiminde de anlaşılabilir. Çevremize baktığımızda sesinin gürlüğü-zayıflığı, inceliği-kalınlığı, konuşmasının düzgünlüğü-bozukluğu, üslûbu vb. bütün hususlarda birbirinin aynı iki kişiye rastlamanın hemen hiç mümkün olmadığını görürüz. Aynı şekilde, her bir ferdin deri rengi, yüz hatları ve vücut biçimindeki farklılıklar bir taraftan insanın kendine özgü hususiyetleriyle “kendisi”olmasını sağlarken diğer taraftan da insanların birbirleriyle ayrı kişiler olarak ilişki kurmalarını mümkün kılar. Nitekim Hucurât sûresinin 13. âyetinde insanlığın değişik halklara ve oymaklara ayrılmasının amacı, onların tanışmasının sağlanması şeklinde açıklanmıştır ki bunun tabii sonucu karşılıklı beşerî ilişkilerin kurulmasıdır. Şayet bu farklılıklar bulunmasa ve insanlar tek tip olarak yaratılmış olsaydı dünyanın böyle beşerî ilişkilere sahne olması mümkün olmaz, düzenin yerini kaos alırdı. Bunu daha iyi tasavvur edebilmek için, meselâ, aynı kıyafeti giymiş ikiz kardeşleri ayırt etmenin zorlukları ve böyle bir durumda üzerlerinde farklı kıyafet bulunmasının sağladığı kolaylık göz önüne getirilebilir (Zemahşerî, III, 201). Yine, âyette değinilen bu olgu üzerinde düşünürken, üslûp ve ifade farklılıklarının insana verilen düşünme ve muhâkeme yeteneğinin verimliliğini sağlamadaki, ilim, fikir ve sanat hayatının geliştirilmesindeki etkileri hatta medeniyetlerin temelinde bu farklılıkların yattığı dikkatlerden uzak tutulmamalıdır. İnsanların dil ve renk hususiyetleri temeline dayalı bilim dallarının alt disiplinlere ayrılması bu âyette dikkat çekilen olgu üzerinde düşünmenin önemini teyit ettiği gibi, bu alanlarda yapılacak yeni araştırmaların, konunun inceliklerine daha çok ışık tutan verilerin tesbitine imkân sağlayacağı muhakkaktır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 303-304وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَلْقُ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اخْتِلَافُ atıf harfi وَ ‘la خَلْقُ ‘ya matuftur. اَلْسِنَتِكُمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَلْوَانِكُمْ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لِلْعَالِم۪ينَ car mecruru اٰيَاتٍ müteallik olup cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
عَالِم۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi علم olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …من آياته أن خلقكم cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Veciz anlatım kastıyla gelen خَلْقُ السَّمٰوَاتِ izafeti, muahhar mübtedadır. وَاخْتِلَافُ اَلْسِنَتِكُمْ temâsül nedeniyle mübteda olan خَلْقُ السَّمٰوَاتِ ’ya atfedilmiştir.
مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.
اَلْوَانِكُمْۜ kelimesi اَلْسِنَتِكُمْ ’a, وَالْاَرْضِ ise السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.
Halk edilenlerin semavat, arz, dil ve renklerin farklılığı şeklinde sayılması taksim sanatıdır.
الْاَرْضِ - سَّمٰوَاتِ kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
السَّمٰوَاتِ ’tan sonra الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.
اَلْسِنَتِ , ağızdaki tad alma organıdır. Aletin adı mecaz olarak aletin yaptığı iş için kullanılmıştır: Konuşma organı, aleti olan اَلْسِنَتِ kelimesinin mecaz olarak lisan anlamına kullanılması, aliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اَلْوَانِ renk demektir. Ayette bu kelime ırktan kinayedir.
“Lisanlarınızın değişik olması...” demek dillerin, ya da konuşma türü ve şekillerinin değişik olması, demektir. “Renklerinizin” de siyah, beyaz ve bu ikisinden başka renklerde olması O'nun delillerindendir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Râgıb el-İsfehani şöyle demiştir: ”Dillerin farklı oluşu, konuşma ve nağmelerin değişik olduğuna işaret etmektedir. Her insanın, gözün fark ettiği özel bir şekli olduğu gibi kulağın ayırdığı bir nağmesi, sesi vardır. Bu sebeple keyfiyet yönü itibariyle her açıdan birbirine denk iki konuşma hemen hemen duyamazsın."
Yine Ragıb el-İsfehani insanların renklerinin farklı oluşu hakkında şöyle demiştir: Ayet-i Kerime’de, söz konusu renk çeşitlerinin, şekillerin farklı oluşundan kaynaklandığına işaret edilmektedir. Ki, insanların çokluğuna rağmen her insan, diğerlerinden farklı olarak özel bir şekle sahiptir. Bu durum, Allah'ın gücünün büyüklüğünü vurgulamaktadır. Yani renklerin farklı oluşu, organların hatlarına, şekillerine ve güzelliklerine işaret etmektedir. Nitekim ikizlerin, yapılarının, yapılarındaki maddelerin ve diğer durumlarının aynı olmasına rağmen birbirine son derece benzeseler bile farklı olduklarını görmez misin?" (Ruhu’l Beyan)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِلْعَالِم۪ينَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لِلْعَالِم۪ينَ car mecruru لَاٰيَاتٍ ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.
لَاٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰيَاتٍ (ayetler) herkes için olduğu halde alimlere tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak anlayanlar, bilenlerdir. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden (biri de) |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetleri- |
|
3 | مَنَامُكُمْ | uyumanızdır |
|
4 | بِاللَّيْلِ | geceleyin |
|
5 | وَالنَّهَارِ | ve gündüzün |
|
6 | وَابْتِغَاؤُكُمْ | ve aramanızdır |
|
7 | مِنْ | -ndan |
|
8 | فَضْلِهِ | O’nun lutfu- |
|
9 | إِنَّ | şüphesiz |
|
10 | فِي | vardır |
|
11 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
12 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
13 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
14 | يَسْمَعُونَ | işiten |
|
İnsanın günlük yaşantısının iki temel görünümünden biri çalışmak diğeri dinlenmektir. Dinlenmenin doruk noktasını uyumak oluşturur; çalışmanın da en değerli biçimi, Allah’ın kendisine lutfedeceği nasibi aramak yani ulvî bir amaç uğruna gayret sarfetmektir. Günlük hayatın akışı içinde sıradan bir olay olarak gördüğümüz uyumanın gerçekte ne büyük bir nimet olduğunu ancak uyuyamama rahatsızlığı çekenler ile bazı dert ve ıstıraplar sebebiyle uykusuz kalanlar idrak edebilir. Şu beyitte bu husus çok güzel dile getirilmiştir: “Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkit ne bilir / Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat” (En uzun geceyi astrolog ve vakit uzmanı ne bilir. Gecelerin kaç saat olduğunu dert sahibine sor). Âyette uyumanın çalışmadan önce zikredilmesi de bunun önemine yapılmış bir vurgu sayılabilir. Zira çalışabilmek için istirahat gereklidir; yine istirahat vücudun tabii ihtiyacıdır, özünde gereklilik vardır, çalışma ise ihtiyaçlara göre devreye girer (Râzî, XXV, 112).
Normal çalışma düzeni içinde çoğu defa önemi farkedilmese de iş güç sahibi olmak hayatın düzen ve anlam kazanmasında büyük bir etkiye sahiptir. Konunun toplumsal boyutunu daha iyi görebilmek için, bir taraftan işsizlik probleminin çözümü amacıyla insanlığın geniş kapsamlı özel örgütler kurduğu gerçeğine, diğer taraftan da günümüz fütüroloji çalışmalarının ana konularından birini iş hayatındaki daralma ve tatil zamanlarının artması karşısında insan için uygun meşguliyetler bulunmasının oluşturduğuna dikkat etmek gerekir.
Âyet, çalışma konusuna sadece insan hayatındaki önemi açısından değinmiş olmayıp şu mesajları da içermektedir: a) İnsan çalışmalı, fakat elde ettiği nasibi kendinden bilmemeli, Allah’ın lutfu olduğu bilincini taşımalıdır. b) “Allah’ın lutfundan” şeklinde çevrilen min fadlihî ifadesinde “ziyade ve artma” anlamı vardır; şu halde kişi her gün kendini geliştirme, yükselme ve mevcut imkânlarını daha da arttırma çabası içinde olmalıdır. c) Nasibi aramaya koyulmak Allah’ın lutfunu sezmek ve ummaktır, hatta çalışarak kısmeti arayabilmenin kendisi bile Allah’ın fazlındandır (Elmalılı, VI, 3814).
Bunlardan dersler çıkarılabilmesi, “dinleyen kimselerden olma” şartına bağlanmıştır ki bu, gerçeklere kulaklarını tıkamamış, bilincini doğruları ve yanlışları ayırt etmeye açık tutan kişileri ifade etmektedir (Zemahşerî, III, 201).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 305-306
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَنَامُ muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالَّيْلِ car mecruru مَنَامُكُمْ ‘e mütealliktir.
النَّهَارِ atıf harfi وَ ‘la الَّيْلِ ‘e matuftur. ابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ atıf harfi وَ ‘la مَنَامُكُمْ ‘e matuftur.
مِنْ فَضْلِه car mecruru ابْتِغَٓاؤُ۬ ‘ya mütealliktir. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. يَسْمَعُونَ fiili قَوْمٍ ‘nin sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْمَعُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ , muahhar mübtedadır. وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ , mübteda olan مَنَامُكُمْ ’a temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
مَنَامُكُمْ ve وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ masdar kalıbında gelerek car mecrurlara amil olmuştur. بِالَّيْلِ car mecruru مَنَامُكُمْ ’a, مِنْ فَضْلِه۪ۜ car mecruru وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ ‘a mütealliktir.
اٰيَاتِه۪ٓ ve فَضْلِه۪ۜ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması, فَضْلِ ve اٰيَاتٍ ‘e tazim ve teşrif ifade eder. Kelimelerdeki tenvin ise kesret ve tazim içindir.
الَّيْلِ - النَّهَارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır.
Ayetin ifadesi, leff-ü neşr kabilindendir; bunun tertipli şekli şöyledir: وَمِنْ اٰيَاتِه۪ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَٓاؤُ۬كُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ (Geceleyin uyumanız, gündüzün de O’nun lütfundan (rızık) aramanız da O’nun ayetlerindendir.) Ancak Allah Teâlâ, leff (toplama) grubunda birlikte bulunan ilk iki kelime ile (uyumanız - aramanız) birlikte bulunan son iki kelimenin (geceleyin - gündüzün) arasını açmış (ve sırasız leff-ü neşr olmuş)tur; çünkü gece ve gündüz zaman ifade eden kelimelerdir ve zaman da, zamanın içindeki de, tek bir şey gibidir. Kaldı ki, leff birleşmeye yardımcı olmaktadır. Ayette (geceleyin ve gündüzün uyumanız) ve (bu iki zamanda O’nun lütfundan aramanız) manasının kastedilmesi de caizdir. Açık olan, Kur’an’da tekrarlandığı için, ilkidir; çünkü en isabetli ve doğru mana, Müslümanların dikkatli ve bilinçli kulaklarla dinledikleri Kur’an’ın delalet ettiği manadır. (Keşşâf, Âşûr)
Burada "gündüzün" anlamındaki kelimenin başında cer harfinin hazf edilmiş olması; "gece" anlamındaki kelimenin hemen akabinde gelmesi ve ona atfedilmiş olmasındandır. "Vav" (ve anlamındaki atıf harfi) de eğer özel olarak zahir isimde matufu'n-aleyh'e bitişik olarak gelecek olursa, cer harfinin yerini tutar. (Kurtubî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Ayetin sonunda gelen muzari fiil sıygasındaki يَسْمَعُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمٍ ‘deki tenvin tazim ve لَاٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin ise kesret ve tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ (ayetler) herkes için olduğu halde ‘’dinleyen topluma’’ tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Bunun tefekkür vasfına bağlanması; tedricen oluşumuna gizli bir işarettir. Allah Teâlâ’nın ilâhi kudretinin delillerine rağmen hidayet etmeyen müşriklere tariz vardır. Çünkü onlar tefekkür etmeyen bir kavim idiler. (Âşûr)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57,C. 5, s. 190)
Kur’ânı Kerim’de tefekkür: aklını kullanan bireylerin تعقُّل , geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek تذكُّر , geleceğe yol bulmaları تدبُّر anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu durumlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْـي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden (biri de) |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetleri- |
|
3 | يُرِيكُمُ | size göstermesidir |
|
4 | الْبَرْقَ | şimşeği |
|
5 | خَوْفًا | korku |
|
6 | وَطَمَعًا | ve umut |
|
7 | وَيُنَزِّلُ | ve indirmesidir |
|
8 | مِنَ | -ten |
|
9 | السَّمَاءِ | gök- |
|
10 | مَاءً | bir su |
|
11 | فَيُحْيِي | ve diriltmesidir |
|
12 | بِهِ | onunla |
|
13 | الْأَرْضَ | yeri |
|
14 | بَعْدَ | sonra |
|
15 | مَوْتِهَا | ölümünden |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | فِي | vardır |
|
18 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
19 | لَايَاتٍ | ibretler |
|
20 | لِقَوْمٍ | bir toplum için |
|
21 | يَعْقِلُونَ | aklını kullanan |
|
Aynı olay ile iki zıt etkinin oluşturulması örneğine yer verilen 24. âyette şimşek hem korku hem de ümit kaynağı olarak nitelenmiştir. Bunu iki farklı açıdan yorumlamak mümkündür. Bir bakışa göre korku veren şimşek, ümitlendiren ise onun akabinden gelmesi beklenen yağmurdur. Şimşeğin korku vermesi de yıldırım düşme endişesine yol açması veya yağmur yağacakmış gibi görünüp yağmaması şeklinde açıklanmıştır. Diğer bir açıdan bakıldığında, burada korku ve ümidin asıl sebebi yağmur olup şimşek onun habercisidir: Yolcular ve güneşe bağlı üretim yapanlar gibi kimi insanlar yağmur yağmasından endişe ederken, kimileri de onu dört gözle bekler; dolayısıyla şimşeğin görülmesi bazıları için korku, bazıları için de sevinç ve ümit kaynağı olur (Zemahşerî, III, 201). İslâm âlimleri, Allah’ın mutlak gücüne ve engin rahmetine iman eden bir kimsenin, dünyadaki beklentileri konusunda olduğu gibi Allah’ın azabına uğrama veya rahmetine nâil olma konusunda da korku ve ümit arasında bulunmayı öğütleyen âyet ve hadislerden hareketle havf ve recâ terimlerini geliştirmiş ve İslâm tasavvufunda bu terimler üzerinde geniş bir biçimde durulmuştur. Hayata ve geleceğe bakışını bu anlayış üzerine kuran bir mümin, o ana kadarki maddî ve mânevî durumu ne olursa olsun, bir yandan kendini garantili bir konumda görmeyip sınav bilincini korur ve ödevlerini yerine getirmeye özen gösterir, diğer yandan da asla gelecekten ve Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez (bu konuda ayrıca bk. Hicr 15/49-50).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 306وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayete matuftur. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ cümlesi mukadder اَنْ ve masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْبَرْقَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. خَوْفاً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. طَمَعاً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi
يُر۪يكُمُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رأي ’dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْـي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Ayet atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
يُنَزِّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنَ السَّمَٓاءِ car mecruru يُنَزِّلُ fiiline mütealliktir. مَٓاءً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحْـي۪ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. بِهِ car mecruru يُحْـي۪ fiiline mütealliktir. الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
بَعْدَ zaman zarfı olup يُحْـي۪ fiiline mütealliktir. مَوْتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُنَزِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ف۪ي ذٰلِكَ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اٰيَاتٍ kelimesi اِنَّ ’nin muahhar ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
لِقَوْمٍ car mecruru اٰيَاتٍ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. يَعْقِلُونَ fiili قَوْمٍ ‘nin sıfatı olup mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
يَعْقِلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَيُحْـي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …من آياته أن خلقكم cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İlk cümle olan وَمِنْ اٰيَاتِه۪ يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetlere tazim ve teşrif kazandırmış, ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğuna işaret etmiştir.
يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً cümlesi, takdir edilmiş اَنْ harfi nedeniyle masdar tevilinde muahhar mübtedadır. Müspet muzâri fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûlun liechi olan خَوْفاً ve ona matuf olan طَمَعاً kelimelerindeki tenvin tazim içindir.
Bu ayet-i kerîmede korku ve ümit kelimeleri arasındaki tıbâkı hafiye ilaveten tam bir taksim vardır. Çünkü şimşek çaktığında insan korkar ve yağmur beklentisine girer. Bir üçüncü şık söz konusu değildir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً cümlesi, ... يُر۪يكُمُ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنَ السَّمَٓاءِ , ihtimam için mef’ûl olan مَٓاءً ’e takdim edilmiştir.
Aynı üslupta gelen فَيُحْـي۪ بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
السَّمَٓاءِ - اَرْضَ ve يُحْـي۪ - مَوْتِ gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.
Fiiller, muzari sıygada gelerek istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"Gök" lafzı, "yer" lafzından önce getirildiği gibi; gökle ilgili olan şimşek ve yağmur da, yerle ilgili olan bitirme ve diriltme işinden önce zikredilmiştir. (Fahreddin er- Râzî)
Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede varlığını, birliğini, kuvvet ve kudretini gösteren delillerden iki tanesini zikretmiştir. Bunlardan biri şimşek diğeri ise yağmurdur. Şimşek hem korku hem de ümit veren bir vasıta olarak zikredilmiştir.
Taberî diyor ki: İnsan yolcu iken şimşeği görünce yağmur yağacağından ve zorluk çekeceğinden korkar ve evinde iken şimşeği görünce de yağmur yağıp ekin ve bitkileri sulayacağım ümit eder. Bu itibarla şimşek hem korku hem de ümit kaynağı olur. (Taberî)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile duruma işaret edilmiştir.
Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذٰلِكَ bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
لِقَوْمٍ carmecruru, لَاٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.
Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki يَتَفَكَّرُونَ cümlesi لِقَوْمٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. Muzari sıygada gelen cümle teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَوْمٍ ‘deki tenvin nev ve tazim ve لَاٰيَاتٍ kelimelerindeki tenvin ise kesret ve tazim ifade eder.
يَتَفَكَّرُونَ fiili تفعّل babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اٰيَاتٍ (ayetler) umumi olarak herkes için olduğu halde akleden topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak akıllarını kullananların meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)
Son dört ayetin başı ve sonundaki cümleler ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, s. 314)
Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı bulunan يَتَفَكَّرُونَ , عَالِم۪ين , يَسْمَعُونَ , يَعْقِلُونَ kelimeleriyle biten aynı üslupla gelen son dört cümlede, bu kelimeler ve tekrarlar sebebiyle ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ ve ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.Ey istemeyi akıl edemeyeceklerimizi veren Allahım!
Sabahtan akşama, akşamdan sabaha ulaştıransın. Gecenin karanlığında uyku ile dinlendirensin. Gündüzün aydınlığında rızıklarımıza kavuşturansın. Helal rızık kazananlardan, iki cihanda da Senin rızan için çalışanlardan ve daima Seni zikredenlerden eyle.
Alemi, bildiğimiz bilmediğimiz nice güzelliklerle süsleyensin. Kudretine ve rahmetine hayran bırakansın. İnsanlığı; çeşitli lisan, renk ve kültürlerle zenginleştirensin. Bilmediğine karşı önyargılı davranmaktan ve kibrinden ötürü farklı bulduğunu küçümsemekten kaçınanlardan eyle.
Zor anlarımızda, dirilttiğin topraklarla, yüreğimizdeki umudu yeşertensin. Gaflete daldığımızda, biten ömürlerle, hakikati hatırlatarak yoluna çağıransın. Geçmişin üzüntüsünü ve geleceğin kaygısını Sana arzedenlerden ve bulunduğu anı rızanı kazanmak için değerlendirenlerden eyle.
Sevmek ve sevilmek nimetleri ile sevindirensin. Sevilmeye ve övülmeye, en layık olansın. Gönüllerimizi muhabbetin ile doldur ve bizi, sevdiğin kulların arasına kat. Hayatın her döneminde doğru insanları, kendisine yoldaş seçenlerden ve rahmetin ile hep doğru insanlarla karşılaştırdıklarından eyle.
Ey alemi nice delillerle donatan ve bize iman etmeyi nasip eden Allahım! Gördüğümüz ve işittiğimiz her delil ile imanımızı kuvvetlendir, ayaklarımızı sağlamlaştır. Kalplerimizi muhabbetinle, rahmetinle, zikrinle ve imanınla genişlettiklerinden eyle.
Amin.
***
Dikkatini vererek dinlediğin ve baktığın zaman, alemin ve içindekilerin Allah’ı zikir etmesini işitir ve görürsün. Kalbini açarak yaşadığında canlı ve cansız her varlık, Seni Allah’a ulaştırır. Yeryüzünde değerlendirdiğin her anında, teslimiyet ile nankörlük arasında gidip gelebilirsin. Güne başlarken ya da yola çıkarken ve uykuya dalarken ya da başladığını bitirirken aldığın niyet önemlidir.
Belki de bu, bahçe içinde dolaşan iki kişinin halini anımsatır. Biri gözüne kestirdiği hevesine ulaşmak için nereye bastığına ya da neyi ezdiğine dikkat etmeden koşar. Diğeri ise her adımını doğru atmak için bastığı yerleri kontrol ederek yürür. Biri için hevesi dışındaki hiçbir şeyin kıymeti yoktur, her şeye burun kıvırır. Diğeri için asıl hedef bahçenin sahibine kavuşmaktır, bahçe de şükür kapısını çalan geçici bir sebeptir. Birinin nefsi geçici olan için heyecanlanır, diğerinin kalbi kalıcı olan için atar.
Allah’ın yeryüzündeki ayetlerine iman etmek için onların bilincinde olmak gerekir. Doğum ve ölüm haberlerinde, bitkilerin canlanmasında ve solmasında, sevgi ve şefkat duygularını hissettiğinde, uyandığında ve uyuduğunda, dinlendiğinde ve çalıştığında, canlı ve cansız varlıklardaki çeşitliliğe şahit olduğunda; insan durup düşünmelidir. Kendisini ve bildiği bilmediği her şeyi yaratan Allah’ı anmalıdır.
Denir ki; Allah’ı devamlı anan bir kulun gözleri ve kulakları keskinleşir, iç ve dış alemi aydınlanır, zihni ve kalbi dinçleşir.
Ey Allahım! Bizi, kalbi ve aklı uyanık, dili ve kalbiyle devamlı Senin anan kullarından eyle. Yeryüzündeki ayetlerini görenlerden, işitenlerden ve Senin kudretine iman edenlerden eyle. Nankörlükten uzaklaştır, Sana şükür edenlerden eyle. Gafletten uyandır, bilinçli müslümanlardan eyle. Bizi affettiğin ve iki cihanda da rahmetin ile kuşatıp kurtuluşa erdirdiğin kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji