11 Eylül 2025
Rûm Sûresi 6-15 (404. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Rûm Sûresi 6. Ayet

وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Allah, (onlara zafer konusunda) bir vaadde bulunmuştur. Allah, vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعْدَ va’didir و ع د
2 اللَّهِ Allah’ın
3 لَا
4 يُخْلِفُ caymaz خ ل ف
5 اللَّهُ Allah
6 وَعْدَهُ va’dinden و ع د
7 وَلَٰكِنَّ fakat
8 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
9 النَّاسِ insanların ن و س
10 لَا
11 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَعْدَ  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهِۜ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

يُخْلِفُ damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  fail olup lafzen merfûdur.  وَعْدَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَـٰكِنَّ  istidrâk harfidir.  

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ ’de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.  لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُخْلِفُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَعْدَ اللّٰهِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki cümlenin mazmununu tekid için gelen ayetin fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  وَعْدَ , mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri,  وعدهم الله وعدا (Allah onlara bir vaat vadetti)’dir. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

وَعْدَ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, tazim içindir.  

وَعْدَ اللّٰهِ ‘daki  وعد , fiilin manasını tekid eden masdardır; tıpkı  لك علىّ ألف درهم عرفا  sözü gibi ki;  أعترف لك بها اعترافا (İtiraf ediyorum ki; senin benden bin dirhem alacağın var.) demektir; işte  وَعْدَ اللّٰهِۜ  sözü de  وَعْدَ اللّٰهِۜ ذلك وعدا [Allah onu gerçekten vadetmiştir.] anlamındadır; zira daha önce anlatılanlar Allah vadetmiştir anlamında olup ayetteki  وَعْدَ  masdarı bu fiili pekiştirmektedir. (Keşşâf)

Burada açık olarak iki vaat vardır. Birisi Rumların, mağlubiyetlerinden sonra galip gelecekleri; birisi de müminlerin, Allah’ın yardımı ile sevinecekleridir. Bu iki vaat, çok geçmeden gerçekleşmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Vaadin Allah’a izafe edilmesi; kesinlikle gerçekleşeceğine işarettir. Çünkü sadık, kādir ve ganî olanın sözünü bozması için hiçbir sebep yoktur. (Âşûr)


 لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ 

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd, Nisa/81)

وَعْدَ  önemine binaen tekrarlanmıştır.  وَعْدَ ‘nin ve lafzı celâlin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  اَكْثَرَ النَّاسِ , veciz ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri,  Ahkaf/28, c. 7, S. 314) 

لَا يَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Rûm Sûresi 7. Ayet

يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ  ...


Onlar dünya hayatının ancak dış yönünü bilirler. Ahiret konusunda ise tamamen gaflettedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْلَمُونَ bilirler ع ل م
2 ظَاهِرًا dış yüzünü ظ ه ر
3 مِنَ
4 الْحَيَاةِ hayatının ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَهُمْ ve onlar
7 عَنِ -ten
8 الْاخِرَةِ ahiret- ا خ ر
9 هُمْ onlar
10 غَافِلُونَ gafildirler غ ف ل

İmandan yoksun ve âhiretten yana tamamen gaflet içindeki kimselerden söz eden bu âyet açıklanırken tefsirlerde daha çok, bu gibi kimselerin dünya hayatını zevku safa içinde geçirebilmek için gereken şeyleri öğrenip emeklerini bu yöne teksif ettiklerine, buna karşılık âhireti hiç akıllarına getirmediklerine işaret edildiği belirtilir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur: Bu ifadede bir kınama anlamı bulunmakla birlikte, söz konusu kimselerin kötülenen tutumu dikkatlerini âhiret hayatından tamamıyla uzaklaştırmış olmalarıdır; yoksa dünya hayatına ve bu hayatın icaplarına dair bilgi sahibi olmak kınanmış değildir. Nitekim müminler de dünya hayatının görünen yüzünden haberdar idiler. İki grup arasındaki fark inkârcıların bu görünen maddî âlemin ötesinde başka bir âlemin daha varlığına dikkat etmemeleri ve bu hususa önem vermemeleridir. 

Âyetin ilk cümlesiyle ilgili yorumların özellikle şu iki noktada yoğunlaştığı görülür: a) Cümle “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü bilirler” şeklinde anlaşılırsa dünya hayatının bir görünen (zâhir) bir de görünmeyen (bâtın, hakikat) tarafı olduğu anlamı tercih edilmiş olur. Bu tercihe göre birinci yönünü bilmekten maksat dünya süsü, zevki ve nimetleriyle haşir neşir olmak, dünyadan kâm almaya çalışmak; ikinci yönünü bilmekten maksat ise dünya hayatının asıl varlık sebebini yani âhiret kurtuluşunun önemini kavramak ve ona uygun bir hazırlık yapma çabası içinde olmaktır. b) Âyetin bu kısmı “Onlar dünya hayatının sadece bir yüzünü bilirler” şeklinde anlaşıldığı takdirde âyetin yorumu şu olur: Dünyanın birçok görünümü olduğu halde o kimseler bunların içinden sadece birini bilirler, bütün emeklerini gözlem ve deneyle bilinenlere hasrederler; bunlardan hareketle fikir yürütüp daha ötelere ulaşmaya, varlık ve olayların arkasındaki kudreti teşhis etmeye, gözlem ve deneyle bilinenlerin inceliklerine inmeye ve bunların var edilmesindeki gerçek amacı belirlemeye çalışmazlar (bk. Zemahşerî, III, 198; İbn Âşûr, XXI, 49-50).

Söz konusu cümle –lafza daha uygun olduğunu düşündüğümüz için– meâlde, “Onlar dünya hayatının sadece görünen yüzünü kısmen bilirler” şeklinde çevrilmiştir. Bu ifadeye göre varlıkları bilinme, bilgiye konu olma yönünden üçe ayırmak gerekir: a) Dünya hayatından (dünyadan) bilinenler, b) Dünya hayatının görünen yüzüne dahil ve bilinebilir olduğu halde bilinmeyenler, c) Görünen yüze, dünyaya, madde âlemine dahil olmadığı için bilinmeyen ve Allah bildirmedikçe bilinemez ­olanlar.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 293-294

يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

ظَاهِراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ الْحَيٰوةِ  car mecruru  ظَاهِراً ’e mütealliktir.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ

 

هُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ  hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَنِ الْاٰخِرَةِ  car mecruru  غَافِلُونَ’ye mütealliktir. 

غَافِلُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

 هُمْ munfasıl zamiri önceki zamiri tekid içindir. 

الْغَافِل۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ 

 

Ayet ta’liliye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظَاهِراً deki tenvin taklîl içindir. Dünya hayatının sadece bir yönünü biliyorlar manası için zikredilmiştir.

الدُّنْيَاۚ  kelimesiالْحَيٰوةِ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

يَعْلَمُونَ  ifadesi, önceki ayette geçen  لَا يَعْلَمُونَ  sözünün karşılığıdır. Bu şekilde bedel getirmekte şöyle bir nükte vardır: Allah Teâlâ sana, cehalet demek olan bilgisizlik ile dünyadan öteye geçmeyen bilgi arasında fark olmadığını öğretmek için bilirler ifadesini bilmezler ifadesinin karşılığı kılmış; bunu onun makamına getirerek onun yerine koymuştur. (Keşşâf) 

6 ve 7. ayetteki لَا يَعْلَمُونَ  (bilmezler) - يَعْلَمُونَ  (bilirler) kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır.

Önceki ayetteki  وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  cümlesiyle bu ayetteki  يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır. 


 وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ

 

Hal  وَ ‘ıyla gelen cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir  هُمْ , tekid için gelmiştir. Ayrıca bu zamirin tekrarı kasr ifade etmiştir. Ahiretten gafil olmak onlara hasredilmiştir. Ahiret konusundaki gafletlerinin tekidi mübalağa ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَنِ الْاٰخِرَةِ , önemine binaen amili olan  غَافِلُونَ kelimesine takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُمْ  zamirinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

يَعْلَمُونَ ظَاهِراً مِنَ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ  cümlesiyle, وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ  cümlesi mukabele teşkil etmiştir.

الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَاۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  غَافِلُونَ - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır

Allah Teâlâ, [Onlar bu dünya hayatından, bir dış görünüşü bilirler] buyurmuştur, yani onların ilimleri dünyaya mahsustur. Hem sonra onlar dünyayı da olduğu gibi bilemezler. Çünkü onlar dünyanın ancak dış yüzünü, zahirini isterler. Bu zahir de, dünyanın lezzetleri ve eğlenceleridir. Ama dünyanın iç yüzünü göremezler. Bunlar da dünyanın zararları ve yorgunluklarıdır. Yahut onlar dünyanın görünen tarafını bilirler. Onun yok olacağını bilmezler. Ahirette ise onlar gafillerin kendileridir demektir. Yani onlar ahiretten habersizdirler. Ayetteki ikinci  هُمْ  gafletin bizzat kendilerinden kaynaklandığını ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)

وَهُمْ عَنِ الْاٰخِرَةِ هُمْ غَافِلُونَ  [Âhiretten tamamen gafil olanlar da sadece bunlardır.] ifadesinde ikinci  هُمْ ’un mübteda,  غَافِلُونَ’nin haber olması ve bunlardan oluşan cümlenin ilk  هُمْ ’un haberi olması da; ikinci  هُمْ ’un birincisinin tekidi ve  غَافِلُونَ ’nin ilk  هُمْ ’un haberi olması da caizdir. Hangisi olursa olsun, bu hasr üslubu onların; ‘ahiretten gafil olmanın kaynağı, merkezi ve simgesi olduklarını ve gafletin onlardan kaynaklanıp yine onlara döndüğünü herkese ilan etmektedir. (Keşşâf) 

Bu cümlede hasr ifade etmek için zamir tekrar edilmiştir. İsim cümlesi olarak gelmesi ise, onların devamlı gaflet içinde olduklarını göstermek içindir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 

Ahireti bilmemelerinin gafletle ifade edilmesi, Ahiret hayatının varlığını gerekli kılan delillere bakarlarsa, ahiret hayatının varlığına dair delillerin ortaya çıkacağından kinayedir. Bu konudaki cahillikleri gaflete benzetilmiştir. Çünkü bakmak isteseler, önem verseler bunu bilirlerdi.  غافِلُونَ kelimesinde tebeî istiare vardır. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 8. Ayet

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ  ...


Onlar, kendi nefisleri(nin yaratılış incelikleri) hakkında hiç düşünmediler mi? Hem Allah, gökler ile yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ve hikmete uygun olarak ve belirli bir süre için yaratmıştır. Şüphesiz insanların birçoğu Rablerine kavuşacaklarını inkâr ediyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَتَفَكَّرُوا hiç düşünmediler mi? ف ك ر
3 فِي içlerinde
4 أَنْفُسِهِمْ kendi ن ف س
5 مَا
6 خَلَقَ yaratmamıştır خ ل ق
7 اللَّهُ Allah
8 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
9 وَالْأَرْضَ ve yerde ا ر ض
10 وَمَا ve bulunanları
11 بَيْنَهُمَا bu ikisi arasında ب ي ن
12 إِلَّا dışında
13 بِالْحَقِّ hak olması ح ق ق
14 وَأَجَلٍ ve bir süre ا ج ل
15 مُسَمًّى belirtilmiştir س م و
16 وَإِنَّ ve şüphesiz
17 كَثِيرًا çoğu ك ث ر
18 مِنَ -dan
19 النَّاسِ insanlar- ن و س
20 بِلِقَاءِ kavuşmayı ل ق ي
21 رَبِّهِمْ Rabblerine ر ب ب
22 لَكَافِرُونَ inkar etmektedirler ك ف ر

Bu âyetin ilk kısmı gramer açısından tahlil edildiğinde, “Kendi kendilerine bir düşünmezler mi ki, Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmış olduğunu anlasınlar veya bunu dile getirsinler!” şeklinde bir mânaya ulaşılabildiği gibi, âyetin bu kısmına “Kendileri hakkında ve Allah’ın gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmış olduğu hakkında bir düşünmezler mi?” anlamını vermek de mümkündür (bk. Zemahşerî, III, 198; İbn Atıyye, IV, 329; Şevkânî, IV, 247). Bu yorumu işleyen bazı müfessirler insanın anatomisi ile ilgili birtakım inceliklere ve insan vücudunun ihtiva ettiği hârikulâde sistemlere de işaret ederler (bk. Râzî, XXV, 98). Âyetin “Ancak ve ancak hak ve adalet temelinde yaratmıştır” şeklinde çevrilen kısmı için yapılan başlıca yorumlar şunlardır: Ancak adaletle, hakkı ayakta tutmak üzere yaratmıştır (Taberî, XXI, 24); anlamlı bir gayesi olmadan ve boş yere yaratmamış, üstün bir hikmet gereği yaratmıştır (Zemahşerî, III, 198); sağlam bir düzen içinde yaratmıştır (Râzî, XXV, 98-99).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 294-295

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ 

 

Hemze inkâri istifham, وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَتَفَكَّرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.  ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠  car mecruru  يَتَفَكَّرُوا  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  يَتَفَكَّرُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.  السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  بَيْنَهُمَٓا  mekân zarfı mahzuf sılaya mütealliktir.  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  بِالْحَقِّ  car mecruru  خَلَقَ ’daki failinin mahzuf haline mütealliktir.  اَجَلٍ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ’in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَثٖيراً  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

مِنَ النَّاسِ  car mecruru  كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir.  بِلِقَٓائِ۬  car mecruru  غَافِلُونَ ‘nin failine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

كَافِرُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ 

 

Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri;  أجهلوا (Cahillik mi ettiler?) şeklindedir. 

İlk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkar ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يَتَفَكَّرُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

ف۪ٓي  harfinde istiare vardır.  ف۪ٓي  harfi zarfiye manasındadır. Nefis, içi olan bir nesneye benzetilmiştir.

يَتَفَكَّرُوا  fiili  تفعّل  babındadır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

Kur’an-ı Kerim’de tefekkür, aklını kullanan bireylerin (teakkul) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (tezekkür) geleceğe yol bulmaları (tedebbür) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu durumlarda kullanılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

7التَّفَكُّرُ ; istifade etmek için üzerinde düşünmek demektir.  في  mecazi zarfiyyedir.  يَتَفَكَّرُوا  fiiline mütealliktir. Mefulun fiiline müteallak olması gibidir. (Âşûr)


مَا خَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Cümle  يَتَفَكَّرُوا  fiilinin mef’ûlun bihidir. İstînâfiyye olduğu da söylenmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Mef’ûl konumundaki ikinci  مَا  müşterek ism-i mevsûlu,  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  بَيْنَهُمَٓا , bu mahzuf sılaya mütealliktir.

بِالْحَقّ , car mecruru  خَلَقَ ’daki failin mahzuf haline mütealliktir. 

اَجَلٍ  için sıfat olan  مُسَمًّىۜ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

بِالْحَقِّ ’ya matuf olan  وَاَجَلٍ ’deki tenvin, tazim içindir. 

Ayette  مَا  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla oluşan kasr üslubu, Allah Teâlâ’nın yeryüzü ve gökyüzünü belli bir süre ve hak ile yarattığını kesin bir dille, şüpheye yer vermeyecek şekilde belirtmiştir. 

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbdır.

خَلَقَ - الْحَقّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır. 

الْحَقِّ - خَلَقَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cümledeki birinci  مَا  nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümledeki  اِلَّا بِالْحَقِّ  kelamın akışından anlaşılan mahzûf  قول (demek) yahut  علم (bilmek) kelimeleriyle alakalıdır (اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا فيقول). Ve belli bir süre ile yaratmıştır, yani orada sona erer ve ondan sonra kalmaz. (Beyzâvî)

ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ۠ (Kendilerinde) -yani içinde düşünce namına bir şey bulunmayan- kalplerinde bir tefekkür meydana getirmediler mi? Tefekkür zaten kalplerde olur; fakat bu, mütefekkirlerin halini daha ziyade tasvir etmektedir. Senin şu sözüne benzer: “Ona kalbinle inan” ve “Onu içinde sakla.” Tefekkür fiilinin mef‘ûlun bihi olma ihtimali de vardır; tıpkı (O konuda düşündü ve fikrini onun üzerinde dolaştırdı.) sözünde olduğu gibi. Buna göre mana; (Kendilerini düşünmediler mi?) olur.

Yaratmamıştır ifadesi, mahzuf bir  قول (söyleme) fiili ile alakalı olup manası şudur: Düşünüp de bu ifadeyi (yani “Allah gökleri, yeri ve ikisinin arasında ne varsa…” sözünü) söylemediler mi?  اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا  ifadesinin, ‘’Düşünüp de bilmediler mi?’’ anlamında olduğu da söylenmiştir; çünkü sözde buna dair delil vardır. Zira bilme, düşünmenin neticesidir. (Keşşâf)


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Car mecrur  بِلِقَٓائِ۬ رَبِّهِمْ , amili olan  كَافِرُونَ ‘ye, önemine binaen takdim edilmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّهِمْ  izafeti onları tahkir içindir. 

رَبِّهِمْ  şeklinde Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.

بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ  [Rableriyle buluşacağına] tabiri önemi ve maksat o olduğu için takdim edilmiştir. Bu tabirde lâzım olan Rableriyle buluşmak zikredilmiş, melzûm olan Rabblerinin hesaba çekeceği ve cezasını vereceği manası kastedilmiştir. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِنَّ ’nin haberi  لَكَافِرُونَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’ân-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cenab-ı Hak burada, enfüsî delilleri afakî delillerden; “Gerek afakta gerek kendi nefislerinde ayetlerimizi onlara göstereceğiz” (Fussilet, 53) ayetinde de afakî delilleri önce getirmiştir. Çünkü, bir şey anlatmaya çalışan, bir şey ifade ettiğinde onu, tercih ettiği yeni bir tarz üzere getirir. Binaenaleyh, şayet onu, dinleyen ve yararlanmaya çalışan dinleyici anlarsa, ne âlâ. Aksi halde onu bir öncekinden daha açık bir şekilde ele alır ve üslubunu, derece derece netleştirir. İstifade etmek isteyene gelince o da, ilk önce en açık olanı anlar, daha sonra, anlayamadığı o daha kapalı şeyi anlamaya doğru yönelir, ona terakki eder, böylece de en son olarak zikredilen daha açığı anladıktan sonra onu, yani o kapalı olan manayı anlar. O halde bu demektir ki, ifade etmeye çalışan kimse tarafından en son olarak zikredilen şey, dinleyici nezdinde ilk önce anlaşılandır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 9. Ayet

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ  ...


(Yine) onlar, yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha kuvvetli idiler. Yeryüzünü sürüp işlemişler ve orayı kendilerinin imar ettiğinden daha çok imar etmişlerdi. Onlara da peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi. Allah, onlara asla zulmediyor değildi. Fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَسِيرُوا gezmediler mi? س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 فَيَنْظُرُوا baksınlar ن ظ ر
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 كَانَ olduğuna ك و ن
8 عَاقِبَةُ sonunun ع ق ب
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلِهِمْ kendilerinden önceki ق ب ل
12 كَانُوا idiler ك و ن
13 أَشَدَّ daha güçlü ش د د
14 مِنْهُمْ kendilerinden
15 قُوَّةً kuvvet bakımından ق و ي
16 وَأَثَارُوا alt-üst etmişlerdi ث و ر
17 الْأَرْضَ toprağı ا ر ض
18 وَعَمَرُوهَا ve onu imar etmişlerdi ع م ر
19 أَكْثَرَ daha çok ك ث ر
20 مِمَّا
21 عَمَرُوهَا bunların imar ettiklerinden ع م ر
22 وَجَاءَتْهُمْ onlara gelmişti ج ي ا
23 رُسُلُهُمْ elçiler ر س ل
24 بِالْبَيِّنَاتِ delillerle ب ي ن
25 فَمَا fakat
26 كَانَ değildi ك و ن
27 اللَّهُ Allah
28 لِيَظْلِمَهُمْ onlara zulmedecek ظ ل م
29 وَلَٰكِنْ fakat
30 كَانُوا onlar ك و ن
31 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
32 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م

Yeryüzünde gezip dolaşma ve ibret alma çağrısına yer verilirken, muhataplar, sahip oldukları güç ve yeryüzünü imar açısından kendileri ile önceki toplumlar arasında bir mukayese yapmaya davet edilmektedir. Tefsirlerde genellikle Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekkeliler’i esas alan yorumlar yapılmış, özellikle bu bölgenin ziraat ve toprağın işlenmesi açısından çok sınırlı imkânlar taşıdığı, buna karşılık onlar tarafından haberleri bilinen birçok geçmiş toplumun büyük insan gücüne ve servete sahip oldukları, dolayısıyla toprağı çok iyi işledikleri ve görkemli mimari eserler vücuda getirdikleri üzerinde durulmuştur. Bu karşılaştırmanın böyle başlatılması tabii olmakla beraber, burada bütün insanlara yöneltilmiş ve kıyamete kadar sürecek bir çağrının bulunduğunda da şüphe yoktur. Zira âyetin içerdiği temel mesaj, insanların gerek birey gerekse topluluk olarak sahip oldukları güç ve imkânların kendilerini ilâhî bildirimleri inkâr etme şımarıklığına götürmemesi, beşerin kendisi hakkında yapacağı mukayesenin de hiçbir zaman Allah’ın mutlak iradesi ve karşı konulamaz kudreti dairesine uzanmaması gerektiğidir. Yine bu ve müteakip âyette, önceki kavimlerin başına gelen kötü sonuçlar incelenirken, bu sonuçların kendi kötülükleri yüzünden meydana geldiğine ve Allah’ın haksızlık etmesinin asla söz konusu olamayacağına dikkat çekilmektedir.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 295-296

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

Hemze inkâri istifham, وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَس۪يرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَس۪يرُوا  fiiline mütealliktir.  يَنْظُرُوا  fiili atıf harfi  فَ  ile makabline matuftur.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَنْظُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ  cümlesi mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

كَيْفَ  istifhâm harfi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi  عَاقِبَةُ olup lafzen merfûdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً 

 

كَانُٓوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

اَشَدَّ  kelimesi  كَانُٓوا ‘nun haberi olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَشَدَّ ‘ye mütealliktir.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz 2’ye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا 

 

وَ  atıf harfidir.  اَثَارُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

عَمَرُوهَٓا atıf harfi و ‘la makabline matuftur. اَكْثَرَ  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatı olup fetha ile mansubdur.  مَا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte اَكْثَرَ ‘ye mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  عَمَرُوهَا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمَرُوهَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen merfûdur. 


 وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  جَٓاءَتْ  fiiline mütealliktir.


 فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ

 

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder. للّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. 

يَظْلِمَهُمْ  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manayı masdara çevirmiştir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

يَظْلِمَ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfi olup  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَانُٓوا ’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ 

 

Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri, أقعدوا في أماكنهم (Mekânlarında oturup kaldılar mı?) şeklindedir. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki ilk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen düşünmeye teşvik, inkâr ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.


 فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ 

 

Makabline  فَ  ile atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ  cümlesi, tefekkür manasındaki  فَيَنْظُرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كَانَ ’nin muahhar ismi olan  عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

قَبْلِ - عَاقِبَةُ  kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا (Yeryüzünde yolculuk yapıp da görmediler mi?) sorusu inkâr ve kınama ifade eder. (Safvetü’t Tefâsir)

Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır.  كَانَتْ  buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet azap manasındadır. Eğer müennes geldiyse cennet manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Meânî’n Nahvi c. 2 /52)


كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً وَاَثَارُوا الْاَرْضَ وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi  كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً , faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَشَدَّ  haber,  قُوَّةً  temyizdir.

مِنْهُمْ  car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden  اَشَدَّ ’ye mütealliktir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/36 s.124

وَاَثَارُوا الْاَرْضَ  ve  وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ مِمَّا عَمَرُوهَا  cümleleri,  كَان ’nin haberi olan  اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Her iki cümle de müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

اَكْثَرَ  mahzuf mef’ûlu mutlak için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَّا , harfi-cerle birlikte  اَكْثَرَ ‘ye mütealliktir. Sılası olan  عَمَرُوهَا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

عَمَرُوهَٓا  ayette önemine binaen tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ  cümlesi, …وَعَمَرُوهَٓا اَكْثَرَ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl, ihtimam için fail olan  رُسُلُهُمْ ’a, takdim edilmiştir.

اَثَارُوا - عَمَرُو  ile  اَشَدَّ - قُوَّةً ve  يَس۪يرُوا - وَجَٓاءَتْهُمْ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

الْاَرْضَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ : Bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)

الشِّدَّةُ : Bir cismin katılığı demektir. Bir şeydeki sıfatın çok kuvvetli olması manasında müstear olmuştur. Vasfın kemâli ve tam oluşu; değişim esnasındaki zorlukta olan dirence benzetilmiştir. (Âşûr) 


فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَۜ

 

فَ , istînâfiyyedir.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ’nin haberi mahzuftur.   

Sebep bildiren lam-ı cuhûdun gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. 

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi, وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde tezattır.

وَلٰكِنْ , hafifletilmiş  لَكِنَّ  olup istidrak harfidir. 

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi, Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Olumsuz ifadeden sonra bu cümleye dahil olan istidrak harfi  وَلٰكِنْ , hasr ifade etmiştir. (Âşûr)

لا , بل  ve  لكن  atıf harfleriyle oluşan kasrda, maksûrun aleyh  لا ‘dan önce,  بل  ve لكن ‘den sonra gelir. Bunların hasr ifade edebilmesi için “bel” ve لكن ‘den önce nefy veya nehyin geçmiş bulunması, atfedilen nesnenin müfred olması (لا ‘da da öyle) ve ayrıca  لكن ‘in başında vav bulunması şarttır. (TDV islam Ansiklopedisi İsmail Durmuş Hasr Md.)

كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde  اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi, nakıs fiil  كان ’nin haberidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  اَنْفُسَهُمْ , amili  يَظْلِمُونَ ’ye ihtimam için takdim edilmiştir. Ayrıca fasılaya riayet de sağlanmıştır.

كان ’nin haberi muzari fiil gelerek teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade etmiştir. Muzari fiildeki hayal gücünü harekete geçirme etkisi muhatabın dikkatini canlı tutar. 

وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesiyle  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Burada  لِيَظْلِمَهُمْ  kelimesi ayetin sonundaki kelimeye delalet ettiği için irsâd vardır. Ama aynı zamanda bu kelimelerin iştikâkı aynı olduğu için reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Bu iki sanat arasındaki fark; reddü’l-acüz ale’s-sadri’de iki lafız arasında benzerlik olması gerekmesidir ki bu benzerlik; bu iki lafzın lafız ve mana açısından aynı olması veya aralarında cinas olması (yani lafzen aynı olmakla beraber manalarının farklı olması) ya da iştikâk bakımından aynı ya da benzer olmaları şeklindedir. İrsâdda ise böyle bir şart yoktur. Yukarıdaki ayet-i kerîmede olduğu gibi iki sanat aynı anda gerçekleşebilir. Dolayısıyla irsâd, reddü’l-acüz ale’s-sadr den daha umumidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

كَانَ - كَانُٓوا  ve  لِيَظْلِمَهُمْ - يَظْلِمُونَۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لٰكِنْ - كان  kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كان ’nin tekrarında  ıtnâb ve  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayeti Kerime’de Allah (cc) ironi yolu ile Mekkelilerle istihza etmektedir. Mekkeliler kendilerinden öncekilerden durum olarak daha zayıf olmaları ve daha çorak bir coğrafyada yaşamalarına rağmen dünyaya aldanıp onunla övünen kimselerdi. Allah (cc) yeryüzünü sürüp biçmede, imar etmede son derece ileri seviyeye ulaşmış olan ve Mekkelilerle kıyaslanmayacak derecede güçlü kimselerin akıbetlerini hatırlatarak ibret almadıklarından dolayı onlarla istihzâ etmiştir. Daha güçlü olup helak olan önceki toplumlardan ibret almayan Mekkelilerin gücü küçümsenmekte ve onlarla alay edilmektedir. (Ekrem Solmaz, İroni Üslubu Ve Kur’an-ı Kerim’de Kullanımı, Yüksek Lisans Tezi) 

Demek ki Allah onlara zulmetmiyordu. Suçsuz helak etmiyordu. Buna zulüm denilmesi, Allah Teâlâ’nın son derece nezih olduğunu ortaya koyup açıklamak içindir. Yoksa Allah suçsuz da helak etse gerçekte yine zulüm olmazdı. Çünkü Allah (cc) gerçek maliktir. Malikin mülkünde dilediğini yapması zulüm olmaz. Zulüm, başkasının haklarına saldırmayı ifade eder. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hak, önceki iki delilde “görmediler mi?” tabirini kullanmış, ama “gezmediler mi?” dememiştir. Çünkü orada, kişinin bizzat kendisinin gezip dolaşmasına ihtiyaç yoktur. Burada ise, “yerde gezip... de bakmadılar mı?” buyurmuş, onları, emsallerinin halleriyle ve yaptıklarının veballeri ile alakalı olarak zikretmiştir. Daha sonra Cenab-ı Hak, bunların helak olmaya daha çok müstehak olduklarını bildirmiştir. Zira, kendilerinden önce yaşamış olan Âd ve Semûd kavimleri, bunlardan daha kuvvetli idiler ama kuvvetleri kendilerine fayda vermedi. Yine onlar, gerek mal gerekse ömür bakımından daha ileriydiler. Fakat, onların malları ve kaleleri, başlarına gelen o helake mani olamadı.

Bil ki, insan şu üç şeye itimat eder: Kendisindeki bedenî kuvvete ve destekçilerine. Zira bir şeye müdahale, bunlar sayesinde olur. Malî kuvvete. Zira bir şeye müdahale etmeye hazırlanmak bu sayede mümkün olur. Çözülme, gevşeme ve zayıflama esnasında, kendisine yaslanacağı, dayanacağı, arka kuvveti. Ki bunlar, kaleler ve sığınaklardır. İşte bu cümleden olarak Cenab-ı Hak, “Onlar, beden bakımından sizlerden daha kuvvetli idiler. Mal bakımından daha ileriydiler. (Fahreddin Râzî)

Cenab-ı Hak burada, “Hakikaten insanlardan çoğu...” buyurmuş, bundan önceki ayette de, “Fakat insanların ekserisi...”(Rum, 6) buyurmuştur. Niçin?

Cevap: Çünkü bundan önce bu iki vasfa (Cenab-ı Hakk’ın birliği ve haşr) dair bir delil zikredilmemiştir. Burada ise Cenab-ı Hak, açık deliller ve göz alıcı burhanlar zikretmiştir. Delilden sonra olacak imanın, delilden önceki imandan daha kuvvetli olacağında şüphe yoktur. O halde, delillerden sonra, bu “ekseriyyet”ten bir topluluğun mutlaka iman etmesi gerekir. Binaenaleyh, o ekser (sayıca), artık o eskiden olduğu gibi kalmamıştır. Bu sebeple, Cenab-ı Hak, delil getirdikten sonra, “.. .çoğu...”; delilden önce ise, “.. .insanların ekserisi...” demiştir. Kendisinden gafil olmanın mümkün olmadığı delilden ve mümkün olsa dahi, gaflet etmenin vuku olmayacağı delilden sonra -ki bu gökler ve yerlerdir. Çünkü, insanın, üzerindeki semadan ve altındaki yerden habersiz olması akıldan uzak bir şeydir, kendisinden gafil olunabilecek şeyi zikretmiştir ki, bu da onlarla ilgili darb-ı mesellerin hal ve durumlarının nakledilmesidir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 10. Ayet

ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  ...


Sonra, Allah’ın âyetlerini yalanladıkları ve onlarla alay etmekte oldukları için, kötülük işleyenin sonu daha da kötü oldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 كَانَ oldu ك و ن
3 عَاقِبَةَ sonu ع ق ب
4 الَّذِينَ kimselerin
5 أَسَاءُوا kötülük eden(lerin) س و ا
6 السُّوأَىٰ çok kötü س و ا
7 أَنْ çünkü
8 كَذَّبُوا yalanladılar ك ذ ب
9 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
10 اللَّهِ Allah’ın
11 وَكَانُوا ve -idiler ك و ن
12 بِهَا onlarla
13 يَسْتَهْزِئُونَ alay ediyor- ه ز ا

Bu âyetin “kötülük yapan o kimseler” şeklinde çevrilen kısmı, sonunda yer alan gerekçe de dikkate alınarak “inkârcılıkta direnenler” şeklinde açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 331). 

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 296

ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ

 

İsim cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  عَاقِبَةَ  kelimesi  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسَٓاؤُا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اَسَٓاؤُا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

السُّٓوآٰى  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  السُّٓوآٰى ‘dan bedel olup mahallen merfûdur.

كَذَّبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَذَّبُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اَسَٓاؤُا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سوأ ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

كَذَّبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كذب ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

كانَ  fiili her zamanki gibi vukunun gerçekleşeceğine tenbih içindir. (Âşûr) 


 وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  بِهَا  car mecruru  كَانُوا ’un mahzuf haberine mütealliktir.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  fiili,  كَانُوا ’un haberi olarak mahallen mansubdur.  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  هزأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

ثُمَّ كَانَ عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ اَسَٓاؤُا السُّٓوآٰى اَنْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ 

 

Ayet,  ما كان الله ليظلمهم  cümlesine  ثُمَّ  atıf harfi ile atfedilmiştir.  ثُمَّ  rütbeten terahî ifade eder. Çünkü bu akıbet, şer derecesinde dünya azabından daha büyüktür.(Âşur) 

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Veciz anlatım kastıyla gelen  عَاقِبَةَ الَّذ۪ينَ  izafeti,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.

عَاقِبَةَ ‘nin muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اَسَٓاؤُا  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

السُّٓوآٰى  kelimesi  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  كَذَّبُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, اَسَٓاؤُا ‘den bedeldir.

كَذَّبُوا  fiiline müteallik olan  بِاٰيَاتِ  izafetinde, ayetlerin lafzı celâle muzâf olması, onlara tazim ve teşrif ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَسَٓاؤُا -  السُّٓوآٰى  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

السُّٓوآٰى kelimesi,  حسنى  gibi  اسو ‘nin müennesidir, ya da بشرى  gibi masdardır. Allah'ın ayetlerini yalanladıkları ve onlarla alay ettikleri için ifadesi de  السُّٓوآٰى 'nın illeti, bedeli, atfı beyanı ya da  كَانَ ’nin haberidir.  السُّٓوآٰى  da,  اَسَٓاؤُا 'nun mef’ûlu mutlakı veya mef'ûlüdür.

عَاقِبَةَ  kelimesi mansub olarak da, merfû olarak da okunmuştur;  السُّٓوآٰى ”en kötü, daha kötü” anlamına gelen الاسو  kelimesinin müennesidir. Nitekim  الحسنى  da,  الاحسن (en güzel, daha güzel) kelimesinin müennesidir. Mana şudur: Onlar dünyada yerle bir edilmekle cezalandırıldılar; ama daha sonra akıbetleri daha kötü oldu. Ancak Allah Teâlâ ayette, akıbetleri şeklinde zamir yerine, zahir isim kullanarak, kötü davranışlar sergileyenlerin akıbeti buyurulmuştur; yani cezaların en kötüsü olan ceza, ahirettedir; o da kâfirler için hazırlanmış olan cehennemdir. Buna göre; اَنْ كَذَّبُوا ‘daki  اَنْ  edatı,  لِاَنْ (yalanladıkları için) anlamındadır;  اى (diye) anlamında olması da caizdir. Çünkü kötü davranışta bulunmak; yalanlama ve alay etme ile tefsir edilince, tıpkı seslendi, yazdı vb. fiillerdeki gibi, burada da bir kavil (söyleme) söz konusu olur. (Keşşâf)

Bir başka izah şekli de, اَسَٓاؤُا  fiili  السُّٓوآٰى  ifadesinin, günahların en kötüsü olan günahı işlediler; yani yalanladılar anlamında onun atf-ı beyanı olur. Bu durumda,  كَانَ ’nin haberi;  لما  ve  لو ’in cevapları bazen hazf edildiği gibi, bütün ihtimalleri düşündürmek amacıyla hazf edilmiş olur. (Keşşâf)


 وَكَانُوا بِهَا يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

 

Öncesine matuf olan son cümle  كَانُوا ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِهَا , amili olan  يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ’ye ayetlerin şanına ihtimam ve fasılaya riayet için takdim edilmiştir. (Âşûr)

Cümlenin müsnedinin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliğiyle muhatabın dikkatini uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

كَانَ ’nin haberinin, isminin mahiyetinden bir cüz olduğu (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/36, s. 124) ve haberin muzari fiil oluşu (Halidi, Vakafat s. 103) düşünüldüğünde alay edişlerinin yenilenerek değişmeden devam ettiği ayetin formundan anlaşılmaktadır. 

كَانَ - كَانُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَسَٓاؤُا - كَذَّبُوا - يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟  maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

İyilikte bulunanlara cennetin verilmesi bir lütuftur. Lütufta bulunanın lütfu herhangi bir sebebe bağlı olmazsa, daha tesirli olur. Ama, kötülükte bulunanların, bir ceza olarak cehenneme atılmaları, adaletin gereğidir. Adil kimse da, o kimseyi, bir sebebe mebnî olarak cezalandırmazsa, bu adalet olmaz. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, onlara azap etmesinin sebebine de yer vermiştir ki, bu onların yalanlamalarını sürdürmeleridir. Ama, verdiği mükâfatın sebebini zikretmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 11. Ayet

اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ  ...


Allah, başlangıçta yaratmayı yapar, sonra onu tekrar eder. Sonra da yalnız O’na döndürüleceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 يَبْدَأُ başlar ب د ا
3 الْخَلْقَ yaratmağa خ ل ق
4 ثُمَّ sonra
5 يُعِيدُهُ onu devam ettirir ع و د
6 ثُمَّ sonra
7 إِلَيْهِ O’na
8 تُرْجَعُونَ döndürülürsünüz ر ج ع

Allah Teâlâ’nın bütün mahlûkatı hiçbir ortak ve yardımcıya ihtiyaç duymaksızın ve başka bir temel maddeye dayalı olmadan sırf kendi eşsiz kudretiyle baştan inşa ettiği, bunları yok ettikten sonra da tekrar aynı şekilde yaratma gücüne sahip olduğu belirtilmektedir (Taberî, XXI, 25). Yaratmanın tekrar edilmesi ifadesiyle, tabiattaki sürekli yenilenmenin yine yüce Allah’ın irade ve kudretiyle gerçekleştiğine veya kıyamet sonrası dirilişe ya da bunların her ikisine işaret edilmiş olabilir. Âyetin son kısmında belirtildiği üzere bunlara değinilmesindeki asıl amaç, insanın, yaratılış ve yeniden yaratılışla ilgili bütün bu gelişmelerin hikmeti üzerinde düşünmesini sağlamak ve sonunda mutlak kemal sahibi Allah’ın huzuruna çıkarılıp hesap vermenin kaçınılmaz olduğunu hatırlatmaktır.

 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 297

اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَبْدَؤُا الْخَلْقَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَبْدَؤُا  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’ dir.  الْخَلْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُع۪يدُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru  تُرْجَعُونَ ‘ye mütealliktir.

تُرْجَعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

يُع۪يدُهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  عود ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُع۪يدُهُ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle  اَللّٰهُ يَبْدَؤُا الْخَلْقَ  sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Lafza-i celal mübteda,  يَبْدَؤُا الْخَلْقَ  haberdir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelerek makabline atfedilen  ثُمَّ يُع۪يدُهُ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Atfın  ثُمَّ  ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.


 ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

 

Ayetin son cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Atfın rütbe ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile yapılması az da olsa bir zamanın geçtiğine işarettir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  اِلَيْهِ  önemi dolayısıyla amiline takdim edilmiştir. 

تُرْجَعُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ sözü lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder. Bunun yanında bu sarih delalet söylenmemiş başka bir delaleti de kapsar. Bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâmîm sûreleri Belaği tefsiri,  Zuhruf/85, c. 4, S. 370) Buna idmâc sanatı denir. Ya da lazım melzum alakasıyla mecazı mürsel denir.

ثُمَّ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, يُع۪يدُهُ - تُرْجَعُونَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

يَبْدَؤُا الْخَلْقَ  cümlesiyle,  ثُمَّ يُع۪يدُهُ  cümlesi arasında mukabele sanatı mevcuttur.

يَبْدَؤُا - يُع۪يدُهُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

Ayetin başlangıcında gaib zamirinden, ayetin sonunda muhatap zamirine iltifat edilmiştir. 

Burada gaibden hitaba iltifat yapılarak kelam müşriklere yönelmiştir. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 12. Ayet

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ  ...


Kıyametin kopacağı günde, suçlular hayal kırıklığı içinde ümitsizliğe düşeceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 تَقُومُ başladığı ق و م
3 السَّاعَةُ sa’at س و ع
4 يُبْلِسُ susarlar ب ل س
5 الْمُجْرِمُونَ suçlular ج ر م

İlk âyette geçen ve “suçlular” anlamına gelen mücrimûn kelimesi müteakip âyetin ışığında “günaha saplanmış kimseler” şeklinde de çevrilebilir. Zira belirtilen kelimeyle bu bağlamda özellikle şirk günahına saplanıp kalmış, yani Allah’tan başka varlıklara tanrılık yakıştıran kimselerin kastedildiği anlaşılmaktadır.

“Ümitsiz ve şaşkın kalıverecekler” şeklinde çevirdiğimiz müblisûn kelimesinin masdarı olan iblâs, ümit kesmenin yanı sıra kişinin ne yapıp edeceğini şaşırır bir hale düşmesini de ifade eder. Arap dilinde bu kelime özellikle, başına âniden gelen bir musibet sebebiyle şaşkına dönen (Taberî, XXI, 26) yahut bir konuyu tartışırken karşı tarafın ileri sürdüğü güçlü bir argüman karşısında suspus olan (Zemahşerî, III, 199) kişiler için kullanılır. Râzî âyette şirk günahına saplanıp kalanlar hakkında bu kelimenin kullanılmasındaki inceliği şöyle bir örnekle açıklar (XXV, 103-104): Bir insan düşünelim ki eğlenmesine ve dünyadan kâm almasına yarayan imkânlarla donatılmış, yeşillikler içinde bir köşkte böbürlene böbürlene müreffeh bir hayat sürmektedir. Sözüne güvenilir bir kimse, karşı konulamaz, amansız bir düşmanın kendisine yaklaşmakta olduğunu ve ona yakalandığı takdirde perişan olacağını haber vermiş, artık kaçış ve kurtuluş çareleri aramak gerektiği kesin olarak anlaşılmıştır. Bu sırada bir çocuk veya akıl hastası ona, altında bulunduğu ağacın, altındakileri düşmanlara karşı koruyan bir özelliğe sahip bulunduğunu söylemiş, bu gafil de o çocuk veya akıl hastasının sözü üzerine ağaca güvenip zevku safaya devam etmeye karar vermiştir. Düşman gelip orayı kuşatınca ona göstereceği ilk felâket o ağacı kökünden sökmek suretiyle kendisini koruyamadığını göstermek olacaktır. İşte günaha saplanmış kimsenin durumu da böyledir; dünyada kendini nefsinin arzularına kaptırmışken sözünün doğruluğunda kuşku bulunmayan peygamber ona perişan ve rezil rüsvâ edecek bir azabın kendisine doğru gelmekte olduğunu haber verir, şeytan ve kötülüğü emreden nefis ise o putların kendisini kurtaracağını söyler. Ama kıyamet günü gelip çattığında ilk karşılaşacağı manzara o putların ateşe atılışıdır, bunu görünce o da ümidini büsbütün yitirir ve şaşkınlık içinde donarkalır.

13. âyette geçen “ortaklar” ile dünyada iken kendilerini sapkınlığa teşvik eden ve kötülükleri işlemekte yardımlaştıkları kimselerin veya Allah’a ortak koştukları varlıkların kastedildiği yorumları yapılmıştır. Buna paralel olarak âyetin “Zaten kendileri de ortak koştuklarının tanrılığını reddecekler” şeklinde çevrilen kısmı için ya suç ortaklarını veya o varlıkların tanrılık vasfını inkâr edecekleri açıklaması yapılmıştır. Gramer özellikleri dikkate alınarak bu cümleyi, “Onlar dünyada iken o ortaklar sebebiyle inkârcılık yapıyorlardı” biçiminde tercüme etmek de mümkündür (Taberî, XXI, 26; Zemahşerî, III, 199).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 297-299

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı  يُبْلِسُ  fiiline mütealliktir. 

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُومُ السَّاعَةُ  fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir.  السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

يُبْلِسُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُجْرِمُونَ  fail olup ref alameti و 'dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

يُبْلِسُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  بلس ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 

الْمُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُبْلِسُ الْمُجْرِمُونَ

 

Ayet, … اَللّٰهُ يبدأ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , müteallakı olan  يُبْلِسُ  fiiline ihtimam için takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki  تَقُومُ السَّاعَةُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

إلابْلِس , şaşkınlıkla iç içe olan bir ümit kesmedir. Yani, "Kıyamet koptuğu gün, günahkârlar için, iki rahatlığın biri olan ümitsizlik değil, şaşkınlıkla iç içe olan bir ümitsizlik tahakkuk eder" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

تَقُومُ السَّاعَةُ  ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktinin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların: قد قامت السوق  (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete  القيامة  adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada  يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6)  buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki  وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, onun buyruğu ile ayakta durması da 0’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. Söz sahibinin  إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا  (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî\ Kur’an Mecazları)

الإبْلاسُ  gölün sakin olmasıdır. أبْلَسَ ; kişinin içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtuluş yolu bulamamasıdır. Burada kurtulamamalarının sebeplerinden biri ve en önemlisi zikredilmiştir. Bu sebep kendilerine Allah katında şefaatçi olacağını düşündükleri için Allah’a ortak ettikleri putlarının şefaatçi olmamasıdır. Yani etraflarına bakıp da şefaatçi bulamayınca hüsrana uğradılar, yitip gittiler, ümitlerini kestiler. Hüsrana uğramanın burada zikredilmesine gerek olmayan başka sebepleri de vardır. Başlarına gelen azaba gelince, bu bir iblas değil yeis (ümitsizlik) halidir. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 13. Ayet

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ  ...


Onların, Allah’a koştukları ortaklardan kendileri için şefaatçılar da olmayacaktır. Artık onlar ortak koştukları şeyleri de inkâr ederler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمْ ve
2 يَكُنْ olmaz ك و ن
3 لَهُمْ kendilerine
4 مِنْ -ndan
5 شُرَكَائِهِمْ ortakları- ش ر ك
6 شُفَعَاءُ hiçbir şefa’atçi ش ف ع
7 وَكَانُوا o zaman oldular ك و ن
8 بِشُرَكَائِهِمْ ortaklarını ش ر ك
9 كَافِرِينَ inkar eder(ler) ك ف ر

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكُنْ  nakıs meczum muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  لَهُمْ  car mecruru  يَكُنْ’un mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. 

مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ  car mecruru mahzuf hale mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  شُفَعٰٓؤُ۬ا  kelimesi  يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.

شُرَكَٓائِ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  كَانَ  isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs mazi fiildir.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiri olarak mahallen merfûdur.  بِشُرَكَٓائِهِمْ  car mecruru  كَاذِب۪ينَ ‘ye mütealliktir.

كَافِر۪ينَ  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمْ يَكُنْ لَهُمْ مِنْ شُرَكَٓائِهِمْ شُفَعٰٓؤُ۬ا

 

Ayet  وَ ‘la …يبلس  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Menfi  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

شُفَعٰٓؤُ۬ا , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

شُرَكَٓائِهِمْ - شُفَعٰٓؤُ۬ا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 

 وَكَانُوا بِشُرَكَٓائِهِمْ كَافِر۪ينَ

 

Cümle önceki ayetteki …يبلس  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِشُرَكَٓائِهِمْ , önemine binaen amili ve  كَانَ ’nin haberi olan  كَافِر۪ينَ ’ye takdim edilmiştir. 

كَانَ ’nin haberinin ism-i fail kalıbında gelmesinin manası, inkârın onlarda sabit olduğu, onlardan hiçbir şekilde ayrılmadığıdır. Çünkü  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu belirtir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delâleti, Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124)

شُرَكَٓائِهِمْ  ayette dikkat çekip muhatabı uyarmak amacıyla tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Aralarında iştikak cinası olan  كَانُوا - يَكُنْ  kelimelerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Rûm Sûresi 14. Ayet

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ  ...


Kıyametin kopacağı gün, işte o gün mü’minler ve kâfirler birbirinden ayrılacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 تَقُومُ başladığı ق و م
3 السَّاعَةُ sa’at س و ع
4 يَوْمَئِذٍ o gün
5 يَتَفَرَّقُونَ ayrılırlar ف ر ق

Dünya hayatında sınav ortamının icaplarından olmak üzere müminler ve inkârcılar bir arada yaşarlarken, mahşer günü bu birliktelik sona erecek, insanlar iki kesim halinde birbirinden ayrılacaklar, iman edip Allah’ın hoşnutluğuna uygun yararlı işler yapanlar Allah katında itibarlı bir mevki kazanmanın ve cennet nimetlerine kavuşmanın mutluluğunu yaşayacaklar, inkâr edip ilâhî bildirimleri yalan saymayı inatla sürdürenler ise âhiret azabı ile baş başa bırakılacaklardır. 14. âyetin “insanlar birbirinden ayrılacaklar” diye çevrilen kısmı, müminlerin görecekleri muamele açısından kâfirlerden ayırt edileceği veya müminlerin bir daha bir araya gelmemek üzere kâfirlerden ayrılacakları şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 331). 15. âyetin “ağırlanırlar” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “sevindirilirler, nimetlere mazhar kılınırlar, kendilerine iyi muamele yapılır, ikramda bulunulur” anlamları da verilmiştir (Şevkânî, IV, 250-251).

 


وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı,  يَتَفَرَّقُونَ  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُومُ السَّاعَةُ  fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir.  السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  يَوْمَئِذٍ  önce geçen zaman zarfını tekid içindir. 

يَتَفَرَّقُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَفَرَّقُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فرق ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يَوْمَئِذٍ يَتَفَرَّقُونَ

 

Ayet, … يُبْلِسُ  cümlesine atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , ihtimam için müteallakı olan  يَتَفَرَّقُونَ fiiline takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki  تَقُومُ السَّاعَةُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Önceki zarfı tekid için gelen  يَوْمَ ’nin muzâf olduğu  ئِذٍ ’deki tenvin, mahzuf muzafun ileyhten ivazdır.

Gün manasındaki  يَوْمَ  kelimesinin tekrar edilmesi kıyamet gününün korkunçluğunu zihinlere yerleştirmek içindir.

يَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ  ibaresi 12. ayetteki ibareyle aynıdır. Itnâb babından olan bu tekrarlarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

‘’O gün birbirlerinden ayrışırlar’’ manasındaki  يَتَفَرَّقُونَ  cümlesindeki zamir, daha sonra gelen cümlelerin delaletiyle Müslümanlara ve kâfirlere aittir. Hasan-ı Basrî’den rivayet edildiğine göre: “Bu ayrışma, Müslümanlarla kâfirlerin ayrışmasıdır; berikiler İlliyyîn’de, ötekiler Esfel-i safilîn’de olacaklardır.” Katâde’den (v. 117/735) rivayet edildiğine göre ise “Bu, bir daha asla bir araya gelinmesi söz konusu olmayan bir ayrılmadır.” (Keşşâf)

تَقُومُ السَّاعَةُ  ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktinin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların: قد قامت السوق  (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete,  القيامة  adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada  يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6)  buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki  وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, onun buyruğu ile ayakta durması da 0’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا  (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Kıyamet kopacağı gün" ifadesinin burada da tekrarlanması, kıyamet gününün, o gün olacakların korkunçluğunu ve dehşetini bildirmek içindir, "işte o zaman müminler ile kâfirler birbirlerinden ayrılacaklardır" cümlesi de, tekrar kıyametin korkunçluğunu bildirmek içindir. Bu ifade tarzıyla işaret ediliyor ki, bu ayrılma, kıyamet gününün bir aşamasında gerçekleşecektir. Bu aşamada mahşer yerindeki insanlar, müminler ve kâfirler olmak üzere iki fırkaya ayrılacaklardır. (Ebüssuûd)

 
Rûm Sûresi 15. Ayet

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ  ...


İman edip salih ameller işleyenlere gelince, işte onlar cennet bahçelerinde sevindirilirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَمَّا ancak
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 فَهُمْ onlar
7 فِي içinde
8 رَوْضَةٍ bir bahçe ر و ض
9 يُحْبَرُونَ neş’elendirilirler ح ب ر

  Raveda روض :   رَوْضٌ sözcüğü suyun biriktiği yer ve yeşilliğe sahip arazi demektir. Bu köke ait رِياضَةٌ kavramı ise söz dinler, uysal, itaatkar veya yumuşak başlı olması, ve ustalık, maharet kazanması için çokça kullanmak/işletmek manasına gelir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 2 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Ravza, riyazet ve riyaziyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bihtir. Aslında  أعمالا (Ameller) şeklindeki mahzuf mef'ûlun bih’in sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

ف  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪ي رَوْضَةٍ  car mecruru  يُحْبَرُونَ  fiiline mütealliktir.

يُحْبَرُونَ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحْبَرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Şart ve tafsil harfi  اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra  فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır’’, demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s. 419)

اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267) 

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ve teşvik ifade eder. 

Sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir. 

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi olan  هُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle  اَمَّا ’nın cevabı aynı zamanda  الَّذ۪ينَ ’nin de haberidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  ف۪ي رَوْضَةٍ  car mecruru, önemine binaen amili olan  يُحْبَرُونَ ’ye takdim edilmiştir.

صَالِحاً , mef’ûlun bihtir veya mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir. Yani mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri;  عمل عملاً صالحاً (Salih bir amel yaptı)’dır.

رَوْضَةٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim içindir. Ayrıca bahçenin hayal edilemeyecek güzelliğine işaret olabilir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُحْبَرُونَ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Allah Teâlâ, ayette fiil sıygasıyla  يُحْبَرُونَ  buyurmuş, ama  محبرون  dememiştir, Çünkü fiil sıygası teceddüt ifade eder, isim ise teceddüde delalet etmez. Mana, "Onların kendisiyle mesrur olacakları şeyler yenilenerek tekrarlanır.” şeklindedir.

الَّذ۪ينَ ‘de cem’ edilenlerin, iman edenler ve salih amel yapanlar şeklinde sayılmaları, sonra da bahçede sürur içinde olmalarının açıklanması cem' ma’at-taksim ve tefrik  sanatıdır.

Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başına gelen  فَ  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  فَ  harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

ف۪ي رَوْضَةٍ  bir bostanda, yani cennette demektir. Kelimenin (mutena bir bahçe) diye nekre söylenmesi, durumunu kapalı göstermek ve büyüklüğünü ifade etmek içindir. Yeşilliği ve suyu olan her çeşit arazi Araplar için ravzadır. Arap deyimlerinden biri de  احسن من بيض في روضة  (Ravzadaki yumurtadan daha güzel) ifadesi olup, devekuşu yumurtasını kastetmektedirler. Sevindirilirler: Bir kimse birisini yüzünde gülücükler açacak ve sevinç eseri görülecek şekilde sevindirdiği zaman  حبره (yüzünü neşeyle parlattı) denir. Bu kelime bütün sevinç şekillerini taşıyabileceği için, daha sonraları bununla ilgili farklı sözler söylenmiştir. Mücahid’e (v. 103/721) göre ‘ikram görürler’; Katâde’ye (v. 117/735) göre ‘nimetlendirilirler’ demektir. (Keşşâf)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir.

Ravza; aslında sulu, yeşillikli güzel bostan demek olup, burada maksat, cennet bahçelerinden bir bahçedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Cenab-ı Hak konu aslında mücrimlerle ilgili olmasına rağmen, söze iman edenlerin halini anlatarak başlamıştır. Çünkü kâfirin müminin sevap elde ettiğini görerek, daha fazla pişman olması için, kâfire azap verilmeden önce müminlere mükâfatları verilir. Eğer önce kâfir cehenneme girdirilmiş olsaydı, herkesin bu azapta kendisi gibi olduğunu sanırdı. İşte böylece Allah Teâlâ, kâfirin pişmanlığını ve azabını artırmak için, işe önce müminlere mükâfat vermeden başlamıştır. 

Allah Teâlâ, müminlerin amel-i salihlerinden bahsetmiş, ama kâfirlerin kötü amellerini burada zikretmemiştir. Çünkü imanın yanısıra amel-i salih da, nazar-ı dikkate alınır. Sırf iman, derecelerin yükselmesini değil, sadece kurtuluş sağlar, halbuki mümin, o yüksek dereceye imanı ve ameli salih ile birlikte ulaşır. Kâfire gelince o, sırf küfrü sebebiyle cehennemin en alt tabakasındadır. Binaenaleyh, şayet Cenab-ı Hak, “kâfir olup da kötü amel yapanlar azapta hazır tutulacaklardır” demiş olsaydı, o zaman bu azap, bu iki şeyin kendisinden südur ettiği kimse için söz konusu olmuş olurdu. Buna göre şayet, “Cenab-ı Hak, burada, “Kim iman ederse, kötü amel işlerse” diyerek, bu iki kısım arasında üçüncü bir kısım zikretmemiştir” denilirse, biz deriz ki, bu kimse, için Mu’tezile’nin dediği manada olmamak şartıyla, bu iki makam arasında üçüncü bir makam bulunur. Bu kimse başlangıçta (kötü amelinden dolayı) azabın içindedir ama devamlı azap içinde tutulanlardan da değildir. Bu kimse de ahirette, bahçeler ve bağlar içindedir. Ancak ne var ki bu, tamamiyle sevinci tatmış kimselerden değildir. Bütün bunlar vaat hükmüne göredir.

Cenab-ı Hak, birinci ifadede fiil sıygasıyla  يُحْبَرُونَ  buyurmuş ama  مُحْبَرُونَ  dememiştir... Diğer ifadede isim sıygasıyla  مُحْضَرُونَ  buyurmuş, fiil sıygasıyla  يحضرون  dememiştir. 

Çünkü fiil sıygası teceddüt ifade eder, ikisi ise buna delalet etmez. O halde bu demektir ki manası, "Onlara anbean, kendisiyle mesrur olacakları şeyler getir, yenilir. Ama kâfirlere gelince, onlar o azaba girdiler mi hep orada hazır tutulurlar" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, anılan iki fırkanın halini beyan etmektedir. Bu bahçeden murad, cennettir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Bu âyetler, indikleri andan sonraki yakın gelecekle alâkalı açıkça, uzak gelecekle alâkalı ise ima yollu haberler vermekte ve müminler adına müjdeler ihtiva etmektedir. Uzak gelecekle alâkalı haberlerine şu iki misali verebiliriz: Endülüslü önemli müfessirlerden Ebû Hayyan Bahrü'l Muhit adlı tefsirinde kaydettiğine göre, Ebu'l-Hakem ibni'l-Berrecan, 1187 yılında Kudüsün Selâhaddin-i Eyyubi tarafından Haçlıların elinden kurtarılacağını bu âyetlere dayanarak yılı ve günüyle haber vermiş ve verdiği bu haber aynen çıkmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, ilgili âyetlerin tefsirinde.) Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce yaşamış bulunan Muhyiddin ibn Arabi hazretleri, yine bu âyetlerden hareketle, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden itibaren Osmanlı Devleti'nin ve Mısır'ın çok kısa birer tarihini bir sayfa üzerinde yaprakları harflerden o oluşan iki ağaç şeklinde tamamen rümuzlu olarak yazmış, Yavuz'dan itibaren İkinci Viyana Kuşatması zamanına kadar gelecek padişahları haber vermiş ve Şeceratüh-Numaniyye adını verdiği bu esrarlı sayfayı evlâtlığı Sadreddin-i Konevi şerhetmiştir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefs’im;

Yeryüzünde senden ve bildiklerimizden öncesi vardı. Şimdisi de var. Allah dilediği sürece sonrası da olacak. 

Dünyaya senden daha güzeli, daha akıllısı, daha yeteneklisi ya da övündüğün neyin var ise daha iyisine veya daha çoğuna sahiplisi geldi ve gitti. Şimdi ile bağlantısı koptu ve kendisine dair birçok bilgi, tarihin yazılmamış sayfalarında ya da söylenmemiş türkülerinde kayboldu. Anlayacağın; vazgeçilmez değilsin, bulunmaz hiç değilsin.

Sahip olduğunu düşündüğün dünyalık her şey çürüyecek ya da yitip gidecek. İster onlar için yaşa, ister onlarla yaşa. Zira, bu alemde doğan ölmeye, gelen gitmeye ve başlayan bitmeye mahkum. Geriye sadece Allah’ın rızasını gözettiğin anların ve salih amellerin kalacak. Değerin, Allah’a ettiğin kulluk kadar olacak. Allah’a teslim olduğun kadar huzurlu hissedeceksin.

Rabbim! Sonumuzun felaket olmasından koru. Rahmetine ve huzuruna kavuştur. Sahip olduğumuz her şey Senden. Verdiğine de, vermediğine de hamd olsun. Hiçbir şey boşa değil, yaşananlardaki hikmeti ancak Sen bilirsin. Neden, keşke ya da acaba gibi boş kelimelerle meşgul olmak yerine; bizi Sana tam anlamıyla güvenenlerden ve bulunduğu anın içinde Sana ihlasla kulluk edenlerden eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji