وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ne ki |
|
2 | اتَيْتُمْ | verdiniz |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | رِبًا | riba (faiz) |
|
5 | لِيَرْبُوَ | artması için |
|
6 | فِي | içinde |
|
7 | أَمْوَالِ | malları |
|
8 | النَّاسِ | insanların |
|
9 | فَلَا | asla |
|
10 | يَرْبُو | artmaz |
|
11 | عِنْدَ | katında |
|
12 | اللَّهِ | Allah |
|
13 | وَمَا | ama |
|
14 | اتَيْتُمْ | verdiğiniz |
|
15 | مِنْ | -tan |
|
16 | زَكَاةٍ | zekat- |
|
17 | تُرِيدُونَ | isteyerek |
|
18 | وَجْهَ | yüzünü (rızasını) |
|
19 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
20 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
21 | هُمُ | onlar |
|
22 | الْمُضْعِفُونَ | kat kat artıranlardır |
|
Bu âyetlerde önce insanların farklı imkânlara sahip olmaları, özellikle iktisadî bakımdan farklı seviyelerde bulunmaları realitesine yine onların gözlemleri tanık tutularak değinilmekte, bunun Allah Teâlâ’nın iradesi ve koyduğu kanunlar gereğince böyle olduğuna dikkat çekilmekte, ardından bu hakikati kavrayanlara bazı sosyal yardımlaşma görevleri hatırlatılmakta, paranın sömürü ve baskı aracı olarak kullanılmasında önemli bir işlem olan ribâdan (faizcilik, tefecilik) Allah’ın hoşnut olmadığı ima edilmekte, nihayet bu âyetler kümesinin başında (28. âyet) canlı bir temsil ile anlatılan Allah’ın birliği ve ortaklardan münezzeh olduğu gerçeği bir daha vurgulanmaktadır.
Geniş anlamıyla insanların sahip olduğu her türlü imkânı, dar anlamıyla da iktisadî imkânları ifade eden rızık açısından kişiden kişiye farklılıklar bulunduğu herkesin kolayca gözlemleyebileceği bir realitedir. İmkânların paylaşımıyla ilgili olarak beşeriyetin geliştireceği usul ve sistemler ancak daha âdil kabul edilme veya daha ikna edici olma özelliği bakımından başarılı sayılabilir; fakat bu farkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zira bu durum ilâhî iradeden ve bu iradeye bağlı evrensel yasalardan, zihin ve beden güçlerinin eşitsizliği, coğrafya ve iklim farklılıkları, ekonomik ortam ve sistem farkları gibi doğal veya pozitif farklılıklardan kaynaklanmaktadır. 37. âyette söz konusu realiteye dikkat çekilirken “görmezler mi ki” ifadesiyle insanın tanıklığı ön planda tutulmuş, bundan çıkarılacak sonuçlar ve onların pratik hayata yansıtılması hususunda ise “Kuşkusuz bunda iman eden kimseler için ibretler vardır” buyurularak iman esas alınmıştır. Buna göre rızkı verenin Allah olduğuna gönülden inanan kimse için doğru olan, kendisi ile başkaları arasındaki imkân farklılıkları bir bunalım, kıskançlık ve çatışma sebebi olmak yerine kişiyi yüce yaratıcısının lutfundan daha fazla talepte bulunma çabası içine iten bir motivasyon sağlaması, ama elde ettiği imkânların gerçek kaynağını görmezden gelmemesi ve bunların kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde hareket etmesidir. Nitekim bu inancın önemine dikkat çekildikten hemen sonra 38. âyette “o halde” diye başlayan bir ifadeyle bu sorumluluğun bazı temel gereklerine değinilmiştir. Bunlardan biri, kişinin yakınlarını görüp gözetmesidir ki, daha sonra nâzil olacak birçok âyette bu ilkeye yapılan vurgu ısrarla sürdürülecek, buna ilâve olarak gönüllü yardım sınırını aşan nafaka ve mirasçılık hükümlerine yer verilecektir (Şîa’ya mensup bazı müfessirlerin yorumuna göre, 32.âyetteki “akrabaya hakkını ver” buyruğunda Hz. Peygamber’e yakınlarının haklarını, özellikle “humus” olarak bilinen savaş gelirlerindeki paylarını vermesi emredilmiş ve âyetin inmesi üzerine Resûlullah Hz. Fâtıma’ya Fedek arazisini vermiştir. Bu yorumunun tarihî verilerle bağdaşmadığı hususunda bk. Derveze, VI, 299-300).
38.âyette sözü edilen ikinci görev zekâttır ki bu, bütün topluma yönelik, ilk zamanlarda gönüllü yardımlar şeklinde, Medine döneminde ise miktarı, nisbetleri ve harcama yerleri belirli hale gelecek malî vecîbenin ve buna dayalı yardımlaşma müessesesinin adıdır (bilgi için bk. Tevbe 9/103). Burada, zekâtın harcama yerleri ayrı ayrı sayılırken görülecek olan sekiz harcama kaleminden (bk. Tevbe 9/60) öncelikle bireyleri ilgilendiren ve değişen durum ve şartlardan fazla etkilenmeyen şu iki kesimin hakkına işaret edilmekle yetinilmiştir: Yoksullar ve yolda kalmışlar. Âyette sadece akrabalar ve bu iki kesimin zikredilmesinin sebebi açıklanırken, burada bireylerin topluma karşı genel görüp gözetme vecîbesine dikkat çekmenin amaçlandığı ve yardımda bulunma imkânı olanlara –zekât yükümlülüğü ile ilgili şartları taşısın taşımasın– asla ihmal etmemeleri gereken bir görevin hatırlatıldığı yorumu da yapılmıştır (bk. Râzî, XXV, 124-125). Yine bu âyetteki buyrukla ilgili önemli bir husus, “hakkını ver” ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Buna göre ister gönüllü yardım isterse malî vecîbe çerçevesinde olsun, imkânı olanların, akrabalarını görüp gözetmeyi, yoksullara veya yolda kalmışlara destek olmayı kendi lutuf ve bağışları olarak değil, onların “hakkı” olarak görmeleri gerekir. Zira rızkı veren Allah’tır, O’nun verdiği nimetlerin bir kısmından başkalarını yararlandırmak da O’nun buyruğu uyarınca bir görevdir ve diğerlerine tanınmış bir haktır. Birçok âyet ve hadiste ifade edildiği üzere Allah’ın hoşnutluğuna lâyık olan harcamalar, başa kakmadan, o anlama gelebilecek tavırlar sergilemeden, kendisi diğer tarafın yerinde olsaydı nasıl davranılmasını arzu eder ise o şekilde yapılanlardır.
39. âyette ise, iktisadî adaleti temelden sarsan ve toplumda büyük tahribat yapan ribâ uygulamalarına karşı Allah’ın Kur’an’da kesin bir tavır takınacağının ilk işareti verilmiş, bu yapılırken insanların ribâdaki amacına atıfta bulunularak zekâtla bir mukayese yapılmıştır: Mevcut varlığını daha da arttırmayı amaçlayan ve bunun için ribâya başvuranlar –şayet iman ediyorlarsa– bilmelidirler ki başkalarının sömürülmesi esasına dayalı bir işlemle elde edilecek kazanç zâhirî bir artıştır, mânevî yönden bir artış değildir, bereketi de yoktur. Gerçek yatırım Allah’ın hoşnutluğuna uygun harcamalarda bulunmaktır ki bunların başında geniş anlamıyla zekât gelmektedir. 40. âyette vurgulanan husus da şudur: Bütün bu davranış hükümlerinin asıl amacı Allah’ın iradesine teslim olma ve O’nun hoşnutluğunu kazanma çabası olduğuna göre mümin, kendisini yüce Allah’ın yaratıp rızıklandırdığı; hayat verenin, hayatı sona erdirenin ve tekrar can verecek olanın O olduğu bilinciyle davranmalı ve Allah’a ortak koşanların ne kadar yanlış bir yolda olduğuna dikkat etmelidir.
39. âyetin ilk cümlesini, “İçine ribânın girdiği bir servet ve ticaret, artmaz, bereketli olmaz” şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu takdirde meâl şöyle olur: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz ribâ Allah katında artmaz.” Bazı müfessirler burada bir yasak ifadesinin bulunmamasından hareketle bu kelimeyi haram olmayan fakat Allah katında da değeri bulunmayan bazı beşerî ilişkilerle, özellikle “karşılığında teşekkür bekleyerek veya bir menfaat umarak başkasına bir bağışta bulunma, hediye verme” gibi mânalarla da açıklamışlardır (bk. Taberî, XXI, 44-47; Şevkânî, IV, 260-261; ribânın kapsamı, İslâm’da ribâ yasağıyla ilgili süreç, zekât ve sadakanın artması fakat ribânın artmaması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/275-276; Âl-i İmrân 3/130).
وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا şart ismi olup, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اٰتَيْتُمْ şart fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. مِنْ رِباً car mecruru مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
لِ harfi, يَرْبُوَ۬ا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte اٰتَيْتُمْ fiiline mütealliktir.
يَرْبُوَ۬ا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. ف۪ٓي اَمْوَالِ car mecruru يَرْبُوَ۬ا fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِ cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olup mahallen meczumdur. Takdiri, هُو (O)‘dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْبُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
عِنْدَ mekân zarfı يَرْبُوا fiiline mütealliktir. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اٰتَيْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ
وَ istînâfiyyedir. مَٓا şart ismi olup, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اٰتَيْتُمْ şart fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ زَكٰوةٍ car mecruru مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir. تُر۪يدُونَ cümlesi اٰتَيْتُمْ ‘ün failinin hali olarak mahallen mansubdur.
تُر۪يدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. وَجْهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تُر۪يدُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. هُمُ الْمُفْلِحُونَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
هُمُ fasıl zamiri, mübteda olarak mahallen merfûdur. الْمُضْعِفُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
الْمُضْعِفُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Amiline takdim edilen مَٓا şart harfi, nasb mahallinde olup اٰتَيْتُمْ fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ , şart cümlesidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
رِباً , artış demektir. Bakara Sûresi'nde (2/275-279) ayetlerde geçmiştir. Ancak orada söz konusu edilen riba (faiz) haramdır. Burada sözü edilen ise helaldir. Buna göre ribanın bir kısmı helal ve bir kısmı haram olmak üzere iki kısım olduğu ortaya çıkmaktadır. (Kurtubî)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte اٰتَيْتُمْ fiiline mütealliktir.
رِباً ’deki tenvin herhangi manasında cins ifade eder.
ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla اَمْوَالِ , içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü mallar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumu tekit etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ , cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, takdiri هو (O) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اٰتَيْتُمْ - يَرْبُوا fiilleri arasında iltifat sanatı vardır.
Cümlede müsned يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen عِنْدَ اللّٰهِۚ izafeti عِنْدَ ’nin şanı içindir.
رِباً - يَرْبُوا - يَرْبُوَ۬ا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَرْبُوَ۬ا - لَا يَرْبُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ
Aynı üslupta gelerek önceki şart cümlesine atfedilen bu cümlenin atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Amiline takdim edilen şart harfi مَٓا , nasb mahallinde اٰتَيْتُمْ fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan مَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ , şart cümlesidir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اٰتَيْتُمْ fiilinin failinden hal olarak gelen تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.
زَكٰوةٍ ’deki tenvin herhangi manasında cins ifade eder.
تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. وَجْهَ , zatı, rızası manasındadır.
وَجْهَ اللّٰهِۘ izafeti وَجْهَ ’nin şanı içindir.
يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ [Allah’ın vechini arzulamak] ifadesinin anlamı O’nun rızasını talep etmektir. Bu, dilde bilinen bir kullanım şeklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Bakara/272)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ , cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi duruma dikkat çekmek ve işaret edilenleri tazim içindir.
Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesinde haberin الْ takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir. Fasıl zamiri de kasr sebebidir. هُمُ mevsûf/maksurun aleyh, الْمُضْعِفُونَ sıfat/maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kurtulanlar sadece onlardır.
Fasıl zamiri ve الْمُضْعِفُونَ ‘deki cins ifade eden harf-i tarif nedeniyle oluşan kasr, mübalağa için gelen iddiaî kasrdır. (Âşûr)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
الْمُضْعِفُونَ - يَرْبُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَٓا - اٰتَيْتُمْ - مِنْ kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetteki şart üslubunda gelen ikinci cümlede tefennün sanatı vardır.
Tefennün, Kur’an üslubunda benzer manayı farklı bir lafızla ifade etme, iki ayet arasındaki üslup farklılığı, kıssa tekrarındaki farklılık, lafızlardaki ve müteradif kullanımındaki farklılık ve değişkenlik, çeşitlilik, benzerlerinden farklı olma ya da aynı lafzı tekrar etmekten kaçınma olarak da açıklanmıştır. (Ahmet Sait Sıcak, Kur’ân’da Benzer Mana ve Lafızlarda Tefennün Cumhuriyet İlahiyat Dergisi)
“Ayetin, ibare ve nazım olarak mukabele üslubundan değişik bir şekilde gelmiş olması mübalağa içindir.” (Beyzâvî)
Yani, eğer burada mukabele sanatı uygulanmış olsaydı ibarenin şöyle olması gerekirdi. وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ فَيَرْبوا عند (Verdiğiniz zekata gelince, o Allah katında artar). Ancak, يَرْبوا (artar) ibaresinden, kat kat artma manasına gelen أضعف ibaresine dönüş yapıldı.
Ayrıca fiil cümlesinden müteşekkil nazımdan, sevabın beyanı hususundaki mübalağa için hasr ifade eden isim cümlesine dönüş yapıldı. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Burada لِيَرْبُوَ۬ا ifadesini يَ ile okuyanların kıraatine göre bu da istiaredir. Burada رِباً ile kastedilen, kendi verdiğinden daha fazlasını yasaklanan biçimde faiz olarak kendisine geri vermesi için başkasına verdiği maldır. ألربو ’in asıl anlamı artma ve çoğalmadır. İnsanların verdiklerinden fazlasını elde etmek için birine verdikleri mala riba adı verilmiştir. Çünkü o malı veren, ziyade talebi gayesini ve bu ziyadeyi elde etme amacını, ziyadenin sebebi ve illeti saymıştır. Yani onun başkasına borç vermesinin nedeni, bir fazlalık elde etme yönündeki amacıdır. İşte zikrettiğimiz sebepten dolayı bu isimlendirme güzel düşmüştür.(Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
İbarenin baş tarafında hitap zamiri اٰتَيْتُمْ kullanıldığı için muktezâ-i zâhire göre sonrasının da فَأنْتُمْ الْمُضْعِفُونَ şeklinde hitap zamiriyle gelmesi beklenirdi. Ancak birtakım belâgî nükteler nedeniyle nazmı celil böyle değil de ayetteki şekilde getirilerek ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçmek suretiyle iltifat yapılmıştır. Bu sayede Allah rızası için zekat verenler tazim edilmiştir. Allah Teâlâ, bu üslupla sanki meleklere ve havassa hitap ederek onların durumunu herkese bildirmek istemiştir. Ya da genelleme yaparak “her kim bu şekilde davranırsa sevabını kat kat artırır” anlamını ortaya koymak için burada iltifat sanatı icra edilmiştir. Eğer bu şekilde bir üslup değişikliği olmasaydı bu ince manalar ortaya çıkmazdı. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı- Rûhu-l Beyan)