Rûm Sûresi 40. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  ...

Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır. Allah’a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı? O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
4 ثُمَّ sonra
5 رَزَقَكُمْ besledi ر ز ق
6 ثُمَّ sonra
7 يُمِيتُكُمْ öldürüyor م و ت
8 ثُمَّ sonra
9 يُحْيِيكُمْ diriltiyor ح ي ي
10 هَلْ var mı?
11 مِنْ -dan
12 شُرَكَائِكُمْ ortaklarınız- ش ر ك
13 مَنْ kimse
14 يَفْعَلُ yapan ف ع ل
15 مِنْ
16 ذَٰلِكُمْ bunlardan
17 مِنْ hiç
18 شَيْءٍ birini ش ي ا
19 سُبْحَانَهُ O münezzehtir س ب ح
20 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
21 عَمَّا şeylerden
22 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları ش ر ك
 

Bu âyetlerde önce insanların farklı imkânlara sahip olmaları, özellikle iktisadî bakımdan farklı seviyelerde bulunmaları realitesine yine onların gözlemleri tanık tutularak değinilmekte, bunun Allah Teâlâ’nın iradesi ve koyduğu kanunlar gereğince böyle olduğuna dikkat çekilmekte, ardından bu hakikati kavrayanlara bazı sosyal yardımlaşma görevleri hatırlatılmakta, paranın sömürü ve baskı aracı olarak kullanılmasında önemli bir işlem olan ribâdan (faizcilik, tefecilik) Allah’ın hoşnut olmadığı ima edilmekte, nihayet bu âyetler kümesinin başında (28. âyet) canlı bir temsil ile anlatılan Allah’ın birliği ve ortaklardan münezzeh olduğu gerçeği bir daha vurgulanmaktadır. 

Geniş anlamıyla insanların sahip olduğu her türlü imkânı, dar anla­mıyla da iktisadî imkânları ifade eden rızık açısından kişiden kişiye farklılıklar bulunduğu herkesin kolayca gözlemleyebileceği bir realitedir. İmkânların paylaşımıyla ilgili olarak beşeriyetin geliştireceği usul ve sistemler ancak daha âdil kabul edilme veya daha ikna edici olma özelliği bakımından başarılı sayılabilir; fakat bu farkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zira bu durum ilâhî iradeden ve bu iradeye bağlı evrensel yasalardan, zihin ve beden güçlerinin eşitsizliği, coğrafya ve iklim farklılıkları, ekonomik ortam ve sistem farkları gibi doğal veya pozitif farklılıklardan kaynaklanmaktadır. 37. âyette söz konusu realiteye dikkat çekilirken “görmezler mi ki” ifadesiyle insanın tanıklığı ön planda tutulmuş, bundan çıkarılacak sonuçlar ve onların pratik hayata yansıtılması hususunda ise “Kuşkusuz bunda iman eden kimseler için ibretler vardır” buyurularak iman esas alınmıştır. Buna göre rızkı verenin Allah olduğuna gönülden inanan kimse için doğru olan, kendisi ile başkaları arasındaki imkân farklılıkları bir bunalım, kıskançlık ve çatışma sebebi olmak yerine kişiyi yüce yaratıcısının lutfundan daha fazla talepte bulunma çabası içine iten bir motivasyon sağlaması, ama elde ettiği imkânların gerçek kaynağını görmezden gelmemesi ve bunların kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde hareket etmesidir. Nitekim bu inancın önemine dikkat çekildikten hemen sonra 38. âyette “o halde” diye başlayan bir ifadeyle bu sorumluluğun bazı temel gereklerine değinilmiştir. Bunlardan biri, kişinin yakınlarını görüp gözetmesidir ki, daha sonra nâzil olacak birçok âyette bu ilkeye yapılan vurgu ısrarla sürdürülecek, buna ilâve olarak gönüllü yardım sınırını aşan nafaka ve mirasçılık hükümlerine yer verilecektir (Şîa’ya mensup bazı müfessirlerin yorumuna göre, 32.âyetteki “akrabaya hakkını ver” buyruğunda Hz. Peygamber’e yakınlarının haklarını, özellikle “humus” olarak bilinen savaş gelirlerindeki paylarını vermesi emredilmiş ve âyetin inmesi üzerine Resûlullah Hz. Fâtıma’ya Fedek arazisini vermiştir. Bu yorumunun tarihî verilerle bağdaşmadığı hususunda bk. Derveze, VI, 299-300). 

38.âyette sözü edilen ikinci görev zekâttır ki bu, bütün topluma yönelik, ilk zamanlarda gönüllü yardımlar şeklinde, Medine döneminde ise miktarı, nisbetleri ve harcama yerleri belirli hale gelecek malî vecîbenin ve buna dayalı yardımlaşma müessesesinin adıdır (bilgi için bk. Tevbe 9/103). Burada, zekâtın harcama yerleri ayrı ayrı sayılırken görülecek olan sekiz harcama kaleminden (bk. Tevbe 9/60) öncelikle bireyleri ilgilendiren ve değişen durum ve şartlardan fazla etkilenmeyen şu iki kesimin hakkına işaret edilmekle yetinilmiştir: Yoksullar ve yolda kalmışlar. Âyette sadece akrabalar ve bu iki kesimin zikredilmesinin sebebi açıklanırken, burada bireylerin topluma karşı genel görüp gözetme vecîbesine dikkat çekmenin amaçlandığı ve yardımda bulunma imkânı olanlara –zekât yükümlülüğü ile ilgili şartları taşısın taşımasın– asla ihmal etmemeleri gereken bir görevin hatırlatıldığı yorumu da yapılmıştır (bk. Râzî, XXV, 124-125). Yine bu âyetteki buyrukla ilgili önemli bir husus, “hakkını ver” ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Buna göre ister gönüllü yardım isterse malî vecîbe çerçevesinde olsun, imkânı olanların, akrabalarını görüp gözetmeyi, yoksullara veya yolda kalmışlara destek olmayı kendi lutuf ve bağışları olarak değil, onların “hakkı” olarak görmeleri gerekir. Zira rızkı veren Allah’tır, O’nun verdiği nimetlerin bir kısmından başkalarını yararlandırmak da O’nun buyruğu uyarınca bir görevdir ve diğerlerine tanınmış bir haktır. Birçok âyet ve hadiste ifade edildiği üzere Allah’ın hoşnutluğuna lâyık olan harcamalar, başa kakmadan, o anlama gelebilecek tavırlar sergilemeden, kendisi diğer tarafın yerinde olsaydı nasıl davranılmasını arzu eder ise o şekilde yapılanlardır. 

39. âyette ise, iktisadî adaleti temelden sarsan ve toplumda büyük tahribat yapan ribâ uygulamalarına karşı Allah’ın Kur’an’da kesin bir tavır takınacağının ilk işareti verilmiş, bu yapılırken insanların ribâdaki amacına atıfta bulunularak zekâtla bir mukayese yapılmıştır: Mevcut varlığını daha da arttırmayı amaçlayan ve bunun için ribâya başvuranlar –şayet iman ediyorlarsa– bilmelidirler ki başkalarının sömürülmesi esasına dayalı bir işlemle elde edilecek kazanç zâhirî bir artıştır, mânevî yönden bir artış değildir, bereketi de yoktur. Gerçek yatırım Allah’ın hoşnutluğuna uygun harcamalarda bulunmaktır ki bunların başında geniş anlamıyla zekât gelmektedir. 40. âyette vurgulanan husus da şudur: Bütün bu davranış hükümlerinin asıl amacı Allah’ın iradesine teslim olma ve O’nun hoşnutluğunu kazanma çabası olduğuna göre mümin, kendisini yüce Allah’ın yaratıp rızıklandırdığı; hayat verenin, hayatı sona erdirenin ve tekrar can verecek olanın O olduğu bilinciyle davranmalı ve Allah’a ortak koşanların ne kadar yanlış bir yolda olduğuna dikkat etmelidir.

39. âyetin ilk cümlesini, “İçine ribânın girdiği bir servet ve ticaret, artmaz, bereketli olmaz” şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu takdirde meâl şöyle olur: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz ribâ Allah katında artmaz.” Bazı müfessirler burada bir yasak ifadesinin bulunmamasından hareketle bu kelimeyi haram olmayan fakat Allah katında da değeri bulunmayan bazı beşerî ilişkilerle, özellikle “karşılığında teşekkür bekleyerek veya bir menfaat umarak başkasına bir bağışta bulunma, hediye verme” gibi mânalarla da açıklamışlardır (bk. Taberî, XXI, 44-47; Şevkânî, IV, 260-261; ribânın kapsamı, İslâm’da ribâ yasağıyla ilgili süreç, zekât ve sadakanın artması fakat ribânın artmaması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/275-276; Âl-i İmrân 3/130).

 

 

 


  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 317-319
 

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has 

ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası    خَلَقَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَزَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُم۪يتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُحْي۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  


 هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

هَلْ  istifhâm harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz. 

مِنْ شُرَكَٓائِ  car mecruru, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَفْعَلُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir. مِنْ ذٰلِكُمْ  car mecruru  شَيْءٍ  mahzuf haline mütealliktir.  مِنْ  harfi zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, amili  يَفْعَلُ ‘nun mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup mahallen mansubdur. Takdiri;  نسبّح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَعَالٰى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  عنْ harf-i ceriyle تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ۟ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  يُشْرِكُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرِكُونَ۟  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki  ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ  ve  ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ  cümleleri ve müspet mazi fiil sıygasındaki  ثُمَّ رَزَقَكُمْ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Cümleler faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Maziden muzariye iltifat sanatı vardır.

Cümlelere dahil olan atıf harfi  ثُمَّ , zamanda terahi ve tertip ifade eder. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Muzari fiil sıygasındaki cümlelerde muzari sıyga istimrarî teceddüt ifade etmiştir.

يُم۪يتُكُمْ  -  يُحْي۪يكُمْۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb vardır.

ثُمَّ  ve  كُمْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlede seci murassa olup, dizilmiş inciye benzemektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 

هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

هَلْ  inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası  يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ  şeklinde, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

شَيْءٍۜ ‘deki tenvin, kıllet ifade eder. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

Allah Teâlâ, mezheb-i kelami üslubuyla kendisinden başka ilâh olamayacağını kanıtlayarak bildirmiştir. 

مَنْ  -  مِنْ  kelimelerinin arasında cinâs-ı nakıs, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Birinci ve ikinci  مِنْ  hükmün ortaklara ve işlere kadar yayıldığını ifade eder. Üçüncü  مِنْ  ise olumsuzluğu genelleştirmek içindir. Bunların her biri de kendi başlarına tekiddir, ortakların aczini dile getirmek içindir. (Beyzâvî-Keşşâf)

Allah lafzı mübteda olup haberi ‘’sizi yaratıp… ‘’ dır; yani kendisinden başka hiç kimsenin yapamayacağı (yaratma, rızık verme, öldürme - diriltme gibi) bu özel işleri yapan, Allah’tır. Sonra; O’na denk saydığınız putlar vs. ortaklarınız arasında bunlardan herhangi birini yapabilecek biri var mı ki vardığınız görüş sahih olsun!? buyurmakta; sonra da Allah, koştukları ortaklardan münezzehtir, buyurarak kendi durumunun ortaklarının durumundan çok farklı olduğunu belirtmektedir.

الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ (Sizi yaratıp) ifadesinin, mübtedanın sıfatı  هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ [Ortaklarınız arasında kimse var mı?] ifadesinin haber,  مِنْ ذٰلِكُمْ (bunlardan) ifadesinin de haber cümlesini mübtedaya bağlayan bağ olması da caizdir; çünkü bunlardan demek Allah’ın bu fiillerinden demektir. Birinci, ikinci ve üçüncü  مِنْ ’den her biri, onların ortaklarının aciz ve taptıkları varlıkların hiçbir şey bilmez olduklarını göstermek için gelen ayrı ayrı tekidlerdir. (Keşşâf)

Cenab-ı Hak bu ayetinde, iki aslı yani haşr ile tevhidi birlikte zikretmiştir. Haşr’ı  ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ [daha sonra da sizi diriltecek] cümlesi ile ifade etmiştir. Haşr'ın delili, O'nun, doğrudan doğruya yaratmaya kādir olmasıdır. Tevhidi de, مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ [Sizin ortaklarınız içinde, bunlardan herhangi bir şeyi yapacak kim?... ] sözüyle ifade etmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

İşaret zamiri  ذٰلِكُمْ  ile; yaratma, rızık verme, ölüm ve dirilişe işaret edilmiştir. İşaret ismi ile tahsis edilmesi zikredilenleri izah etme sebebiyledir. (Âşûr)


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Müşriklerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbtır.

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

سُبْحَانَهُ -  تَعَالٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, تفعيل  kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)