16 Eylül 2025
Rûm Sûresi 33-41 (407. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Rûm Sûresi 33. Ayet

وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ  ...


İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, Rablerine yönelerek O’na dua ederler. Sonra Allah, onlara kendinden bir rahmet tattırınca da, bir bakarsın ki içlerinden bir grup, Rablerine ortak koşuyorlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 مَسَّ dokunduğu م س س
3 النَّاسَ insanlara ن و س
4 ضُرٌّ bir zarar ض ر ر
5 دَعَوْا yalvarırlar د ع و
6 رَبَّهُمْ Rablerine ر ب ب
7 مُنِيبِينَ yönelerek ن و ب
8 إِلَيْهِ O’na
9 ثُمَّ sonra
10 إِذَا zaman
11 أَذَاقَهُمْ onlara taddırdığı ذ و ق
12 مِنْهُ kendinden
13 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
14 إِذَا hemen
15 فَرِيقٌ bir grup ف ر ق
16 مِنْهُمْ onlardan
17 بِرَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
18 يُشْرِكُونَ ortak koşarlar ش ر ك

İnsan psikolojisi ile ilgili önemli iki hal ve tavra yer verilen bu âyetlerde, darlığa düşen ve kendi aczini ayan beyan gören insanların son ve vazgeçilmez sığınağın ilâhî rahmet olduğunu anladıkları ve içtenlikle Allah’a yalvardıkları; rahata kavuştuklarında ise bir kısmının daha önceki hallerini tamamen unutup bu sonucu kendilerine veya Allah’tan başka varlıklara izâfe etmeye kalkıştıkları, hatta Allah’a ortak koşmaya varacak nankörlükler ettikleri belirtilmekte, bu tutumun hiçbir haklı gerekçesi bulunmadığına ve böyle kimselerin âkıbetinin hiç de zannettikleri gibi olmayacağına dikkat çekilmektedir.

34. âyetin “Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler bakalım!” şeklinde tercüme edilen kısmını, cümledeki yeriyle ilgili farklı değerlendirmelere göre, “Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler diye” veya “Kendilerine verdiklerimizin sonucu olarak nankörlük ederler” şeklinde de çevirmek mümkündür (Şevkânî, IV, 258).

35. âyeti “Yoksa onlara bir kanıt indirmişiz de, o mu şirk koşmalarını söylüyor?” şeklinde çevirmek lafza daha uygun olup meâlde bu tercih edilmiştir. “Konuşma, söyleme” anlamına gelen fiil burada mecaz olarak kullanılmıştır, öznesi “delil, kanıt” olunca, “O delil bunu mu gösteriyor, bu fikri mi destekliyor?” mânasına gelir (Zemahşerî, III, 204).

Bazı müfessirler 36. âyetteki ifade akışından “insanlara bir nimet tattırıldığında buna sevinmeleri”nden olumsuz biçimde söz edildiği anlamı çıktığını düşündükleri için, bunun Allah’ın lutfundan ötürü sevinç duymanın kötü görüldüğü mânasına gelmediğini, burada “sevinme”nin, şımarıkça bir tavır sergileme mânasında kullanıldığını belirtirler. Ayrıca, Yûnus sûresinin 58. âyetinde ifade buyurulduğu üzere Allah’ın nimetleri ve lutfundan dolayı sevinmenin, O’na derin minnet duygusu ve samimi şükür eşliğinde olduğu takdirde, Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunu kazanmaya vesile olacağını hatırlatırlar. İbn Âşûr ise, âyetin zâhirine göre, buradaki sevinmeyi şımarıklık etme şeklinde açıklamaya gerek bulunmadığını ve âyetin şöyle yorumlanmasının uygun olacağını savunur:Allah’ın lutuflarına mazhar olduklarında nasıl ki bunun sona erebileceğini hatırlarından dahi geçirmiyorlarsa, aynı tutumun mantıkî sonucu olarak, başlarına sıkıntı geldiğinde de bunun ortadan kalkacağı ümidini yitirmemeleri ve sabretmeleri gerekirdi; oysa onlar hemen ümitsizliğe düşmektedirler (XXI, 100).

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 316-317

  Darra ضرّ :

  ضُرٌّ kötü haldir. Ya kişinin nefsinde olur, bu bilgi, fazilet ve iffet azlığı nedeniyledir. Ya da bedeninde olur, bu da herhangi bir bedenin olmaması veya noksanlığıdır. Ya da mal, makam azlığı gibi zahire bağlı bir vaziyette olur.

ضَرَّاء yani sıkıntı/darlık lafzı; سَرَّاء ve نَعْماء bolluk/mutluluk kelimelerinin mukabilidir.

  ضَرٌّ zarar kelimesinin karşıtı ise menfaattir.

  ضِرارٌ bir eşin üzerine başka bir eş getirerek kuma ile evlenmek demektir. رَجُلٌ مُضِرٌّ (muzır adam) deyimi ise iki ya da daha çok eş ile evlenen adam için kullanılır. İftial babına ait إضْطِرارٌ sözcüğü bir insanı kendisine zarar verecek biş işi yapmaya zorlamak/ mecbur etmektir.

  Zaruri ضَرُورِيّ kelimesi üç anlamda kullanılır: 1- İhtiyari değil de zorla olan. Örneğin şiddetli bir rüzgarın hareket ettirdiği ağaç gibi.. 2- Onsuz yaşanmayan şey. Bedenin korunmasında insan için zaruri olan gıda gibi.. 3 - Farklı bir durumda olması mümkün olmayanı ifade etmek için kullanılır. Örneğin aynı anda iki ayrı yerde bulunması zaruri/zorunlu olarak mümkün değildir gibi.. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de farklı formlarda 74 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri zarar, muzır, zaruri, zaruret ve mazarrattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. ضُرٌّ  muahhar mübteda olup merfûdur. 

دَعَوْا  fiili  وْ  üzere mukaddere damme ile merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. رَبَّهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مُن۪يب۪ينَ  hal olup fetha ile mansubdur.  اِلَيْهِ  car mecruru  مُن۪يب۪ينَ ‘ye mütealliktir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُن۪يب۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

    

 ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَاقَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَذَاقَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْهُ  car mecruru  رَحْمَةً ‘nin mahzuf haline mütealliktir.  رَحْمَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اِذَا  müfacee harfidir.  اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında mufacee harfi olur. 

فَر۪يقٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ ‘nun mahzuf sıfatına mütealliktir.  بِرَبِّهِمْ  car mecruru  يُشْرِكُونَۙ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  يُشْرِكُونَۙ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرِكُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ 

 

وَ  isti’nafiye, اِذَا  şart manası taşıyan, cümleye muzaf olan, gayrı cazim zaman zarfıdır.

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda olan  مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ , şart cümlesi olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الْاِنْسَانَ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. 

مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ  ifadesinde isnadın  الضُّرُّ ’ya olması aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır. ضُرٌّ  kelimesinin nekre oluşu taklîl içindir.

ضُرٌّ ; zayıflık, hastalık, kıtlık veya buna benzer türden zorluklardır. رَحْمَةً ; zorluklardan kurtulmaktır. (Keşşâf)

مَسَّ  fiili  ضُرٌّ ’a nispet edilmiştir. Bu ifadede istiare vardır. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur. 

مَسَّ  fiilinin tercih edilmesi lafız mana uyumu açısından mürâât-ı nazîr sanatının güzel bir örneğidir. En ufak bir zarar anlamını bu fiil çok güzel ifade etmiştir. Dokunma fiili, zararı hafifleterek zararın şiddetini en az hissettirecek fiildir. Onlara ait zamirin Rabb ismine izafe edilmesi de yine olayı hafifleten başka bir etkendir.

Kelamın bu üslup üzere özetlenmesi, النَّاسَ  lafzının umum ifadesi ve Allah’ın nimetini inkâr etmeyen müminlerin faziletini idmâc sebebiyle tezyîl menzilinde olduğu içindir.  النَّاسَ  lafzındaki marifelik istiğrak içindir. (Âşûr)

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)


 ثُمَّ اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  اِذَٓا اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً , şart cümlesi olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْهُ , ihtimam için mef’ûl olan  رَحْمَةً ’e takdim edilmiştir.

Müfacee harfinin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi  اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ , şartın cevabıdır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.  فَر۪يقٌ  mübteda,  يُشْرِكُونَۙ  haberdir.

Tarif edilmeksizin belirsiz bir ferdi ifade etmek ve tahkir için müsnedün ileyh nekre gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِرَبِّهِمْ , ihtimam için amili olan  يُشْرِكُونَۙ ’ye takdim edilmiştir.

Ortak koşma, onlardan yalnız bir fırkaya tahsis edilmiştir, çünkü onların bazıları böyle değildir. (Ebüssuûd) 

مِنْهُمْ  car mecruru  فَر۪يقٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّهِمْ  izafetinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları,  اَذَاقَهُمْ  ibaresinde istiare vardır. Rahmet, lezzetli bir yiyeceğe benzetilmiştir.

رَحْمَةً ’deki tenvin tazim, kıllet veya kesret için olabilir.

Farklı konumdaki  اِذَٓا ’larda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Rûm Sûresi 34. Ayet

لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  ...


Kendilerine verdiğimiz nimetleri inkâr etsinler bakalım! Haydi (şimdilik) yararlanın, ama yakında bileceksiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لِيَكْفُرُوا inkar etmeleri için ك ف ر
2 بِمَا şeyi
3 اتَيْنَاهُمْ kendilerine verdiğimiz ا ت ي
4 فَتَمَتَّعُوا şimdi zevk içinde yaşayın م ت ع
5 فَسَوْفَ yakında
6 تَعْلَمُونَ bileceksiniz ع ل م

لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ 

 

لِ  harfi,  يَكْفُرُوا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يُشْرِكُونَ  fiiline mütealliktir.

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَكْفُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَٓا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يَكْفُرُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰتَيْنَاهُمْۜ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlun bih mahzuftur. Takdiri;  إيّاه (Onu) şeklindedir. 

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. فَتَمَتَّعُوا۠  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  عاقبة تمتّعكم (Zevklenmenin akıbeti) şeklindedir.

لِيَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ 

 

لِيَكْفُرُوا  fiiline dahil olan  لِ , muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir.  لِ  ve akabindeki  يَكْفُرُوا بِمَٓا اٰتَيْنَاهُمْۜ  cümlesi, masdar teviliyle önceki ayetteki  يُشْرِكُونَۙ  fiiline mütealliktir.

Buradaki  لِ  akıbet içindir, tehdit manasına emir için olduğu da söylenmiştir, çünkü zevklenin buyurmuştur. Ancak şu kadar var ki, gaibden emre geçilmesi mübalağa içindir. (Beyzâvî,Kurtubî)

Harf-i cerle birlikte  يَكْفُرُوا  fiiline müteallik ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası olan  اٰتَيْنَاهُمْۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.  


فَتَمَتَّعُوا۠ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ

 

فَ  istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir sıygasıyla gelmiş olmasına rağmen cümlede tehdit ve tevbih anlamı barizdir. Terkip mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ  cümlesine dahil olan  فَ  taliliyye,  سَوْفَ  istikbal harfidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif (erteleme) diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid (vurgu) olurlar.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

تَمَتَّعُوا۠  fiili  تفعّل  babındadır. Sülasisi  متع ’dır. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. Bu babta en çok kullanılan anlam tekellüf (zorlanmak) tür. Kur’an-ı Kerim’de bu kelime bu babta 11 kere geçmektedir.

تَعْلَمُونَ - لِيَكْفُرُوا  kelimeleri arasında gâibten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. 

Bu ayet, tehdit yoluyla söylenmiş bir emirdir. Yani onlar, Allah'ın nimetlerini inkâr etsinler, dünyada onlardan yararlansınlar. Ey müşrikler! Bu hayatın zînetlerinden ve geçici nimet­lerinden yararlanmanızın sonunun nasıl olacağını göreceksiniz demektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir- Âşûr)

 
Rûm Sûresi 35. Ayet

اَمْ اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِه۪ يُشْرِكُونَ  ...


Yoksa biz kendilerine bir delil mi indirdik de o, Allah’a ortak koşmaları konusunda (isabetli olduklarını) söylüyor?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 أَنْزَلْنَا indirdik de ن ز ل
3 عَلَيْهِمْ onlara
4 سُلْطَانًا bir delil س ل ط
5 فَهُوَ o (delil)
6 يَتَكَلَّمُ söylüyor ك ل م
7 بِمَا
8 كَانُوا olmalarını ك و ن
9 بِهِ onunla
10 يُشْرِكُونَ ortak koşmalarını ش ر ك

اَمْ اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً 

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline mütealliktir.  سُلْطَاناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِه۪ يُشْرِكُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَتَكَلَّمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَتَكَلَّمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  يَتَكَلَّمُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانُوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi cemi müzekker olan و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  يُشْرِكُونَ  fiiline mütealliktir.  يُشْرِكُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يُشْرِكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَتَكَلَّمُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsisi  كلم ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَمْ اَنْزَلْنَا عَلَيْهِمْ سُلْطَاناً 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetteki  اَمْ , hemze ve  بل  manasındadır. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkar kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Ayet-i kerimede geçen  اَمْ  inkâr hemzesi manasındadır. Yani şirk koşmayı onlara o mu emrediyor? Hayır! Böyle bir şey yoktur. (Celâleyn Tefsiri)

سُلْطَاناً  (Kesin bir delil) kitap demektir. Katade ve er-Rabî b. Enes de böyle açıklamışlardır. Burada konuşmanın kitaba ( سُلْطَاناً : kesin delil) izafe edilmesi, anlamın genişletilmesi (mecaz)'dir. (Kurtubî)    


فَهُوَ يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِه۪ يُشْرِكُونَ

 

Cümle  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsned  يَتَكَلَّمُ بِمَا كَانُوا بِه۪ يُشْرِكُونَ  muzari fiil cümlesi olarak gelmiş, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şirk ehlinin halini garipseyip, kâfirlere hitaptan müslümanlara yönelerek muhataptan gaibe iltifat yapılmıştır. (Âşûr)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  يَتَكَلَّمُ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا بِه۪ يُشْرِكُونَ  cümlesi,  كَانُوا ’nun dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  بِه۪ , amili olan  يُشْرِكُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Cümlenin müsnedi olan  يُشْرِكُونَ ‘nin muzari fiil formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder.  (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

تكلُّمُ السُلْطان  ifadesinde istiare vardır. Burada kesin delil  السُلْطان  ile kastedilen, iki tevilden birine göre burhandır ki bu, kendisi sayesinde insanın muhalifini alt ettiği, hasmına galip geldiği kesin gerçektir. Kesin delilin apaçık hüccet ve güçlü davet değeri taşıması sebebiyle sanki bu konu hakkında konuşup müdafaa ve mücadele eden kimse konumunda bulunmasından dolayı Yüce Allah onu (kesin delil) konuşur olmakla nitelemiştir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

بِمَا كَانُوا  ifadesindeki  مَا , masdariye olup (Allah’a şirk koşmalarını) manası verir. مَا ’nın mevsûle olması ve  بِه۪ ’deki zamirin  مَا ’ya raci olması da caizdir; o zaman mana şöyle olur: ‘’Kendisi sebebiyle şirke düştükleri şeyi o mu söylüyor!?’’ Mananın şöyle olma ihtimali de vardır: ‘’Yoksa biz bunlara bir güçlü kanıt sahibi -yani elinde kanıt bulunan bir melek- indirmişiz de, kendisi sebebiyle şirke düştükleri delili bunlara o melek mi söylüyor?!’’ (Keşşâf)

 
Rûm Sûresi 36. Ayet

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ اِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ  ...


İnsanlara bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinirler. Eğer kendi işledikleri şeyler sebebiyle başlarına bir kötülük gelirse, bir de bakarsın ki ümitsizliğe düşerler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 أَذَقْنَا biz taddırdığımız ذ و ق
3 النَّاسَ insanlara ن و س
4 رَحْمَةً bir rahmet ر ح م
5 فَرِحُوا sevinirler ف ر ح
6 بِهَا onunla
7 وَإِنْ ve eğer
8 تُصِبْهُمْ onlara erişirse ص و ب
9 سَيِّئَةٌ bir kötülük س و ا
10 بِمَا dolayı
11 قَدَّمَتْ öne sürdüklerinden ق د م
12 أَيْدِيهِمْ elleriyle (yapıp) ي د ي
13 إِذَا derhal
14 هُمْ onlar
15 يَقْنَطُونَ umutsuzluğa düşerler ق ن ط

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَٓا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

اَذَقْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَذَقْنَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  رَحْمَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  فَرِحُوا بِهَا  cümlesi şartın cevabıdır.  

فَرِحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِهَا  car mecruru  فَرِحُوا  fiiline mütealliktir. 

اَذَقْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذوق ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ اِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُصِبْهُمْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  سَيِّئَةٌ  muahhar fail olup lafzen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle  تُصِبْهُمْ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  قَدَّمَتْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

قَدَّمَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ‘dir. اَيْد۪يهِمْ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Müfacee harfi  اِذَا  ile gelen  هُمْ يَقْنَطُونَ  cümlesi, şartın cevabıdır.

اِذَا  müfacee harfidir. اِذَا  isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, ansızın’ manasında müfacee harfi olur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَقْنَطُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَقْنَطُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُصِبْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً فَرِحُوا بِهَاۜ 

 

Atıfla gelen ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh olan  اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً ; şart cümlesi olup mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesi olmaksızın gelen  فَرِحُوا بِهَا  cümlesi, şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 

Sonraki ayetin sonundaki  إنَّ في ذَلِكَ لَآياتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  cümlesinin karinesiyle  النَّاسَ  ile murad müşriklerdir.(Âşûr)

رَحْمَةً ’deki tenvin teşrif ve herhangi bir manasında cins içindir.

وَاِذَٓا اَذَقْنَا النَّاسَ رَحْمَةً [Rahmeti tattırmak] ibaresinde istiare vardır. Tatmak fiili rahmetin tesirlerini hissetmek yerine kullanılmıştır. 

رَحْمَةً - فَرِحُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ اِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ

 

Önceki şart cümlesine matuf bu ikinci şart cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.

Şart cümlesi olan  تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

سَيِّئَةٌ ‘deki tenvin herhangi bir manasında cins veya kıllet içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harfi-cerle birlikte  تُصِبْهُمْ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

Şartın cevabı olan  اِذَا هُمْ يَقْنَطُونَ , müfacee harfi  اِذَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Cümleye muzâf olan zaman zarfı  اِذَا , isim cümlesinin önüne geldiğinde ‘birdenbire, aniden’ manasına gelir.

Bu cümlenin haberi olan  يَقْنَطُونَ , muzari fiil olarak gelmiştir. Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt,  istimrar ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil muhayyileyi harekete geçirerek muhatabı canlı tutar.

İnsanın rahmetle lütuflanmasının, seyyietin rastlamasından daha fazla olası bir durum olduğu, kullanılan şart fiillerinden de anlaşılabilmektedir. Çünkü  اِذَا , daha çok olması muhtemel durumlarda kullanılır.

Yine şart edatları olması gerektiği gibi gelmiştir.  رَحْمَةً  kelimesinin tenkiri teksir,  سَيِّئَةٌ kelimesinin tenkiri ise taklîl ifade etmektedir. Allah (cc) yapılanlar sebebiyle hemen cezalandırmaz, hatta cezalandırmadığı gibi çoğunu da affeder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetteki iki cümle arasında mukabele sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

سَيِّئَةٌ - رَحْمَةً  ve  يَقْنَطُونَ - فَرِحُوا  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Rûm Sûresi 37. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ  ...


Allah’ın, rızkı dilediğine bol verdiğini ve (dilediğine) kıstığını görmediler mi? Bunda inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّ gerçekten
4 اللَّهَ Allah
5 يَبْسُطُ genişletiyor ب س ط
6 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
7 لِمَنْ kimseye
8 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
9 وَيَقْدِرُ ve daraltıyor ق د ر
10 إِنَّ şüphesiz
11 فِي vardır
12 ذَٰلِكَ bunda
13 لَايَاتٍ ibretler ا ي ي
14 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
15 يُؤْمِنُونَ inanan ا م ن

Bu âyetlerde önce insanların farklı imkânlara sahip olmaları, özellikle iktisadî bakımdan farklı seviyelerde bulunmaları realitesine yine onların gözlemleri tanık tutularak değinilmekte, bunun Allah Teâlâ’nın iradesi ve koyduğu kanunlar gereğince böyle olduğuna dikkat çekilmekte, ardından bu hakikati kavrayanlara bazı sosyal yardımlaşma görevleri hatırlatılmakta, paranın sömürü ve baskı aracı olarak kullanılmasında önemli bir işlem olan ribâdan (faizcilik, tefecilik) Allah’ın hoşnut olmadığı ima edilmekte, nihayet bu âyetler kümesinin başında (28. âyet) canlı bir temsil ile anlatılan Allah’ın birliği ve ortaklardan münezzeh olduğu gerçeği bir daha vurgulanmaktadır. 

Geniş anlamıyla insanların sahip olduğu her türlü imkânı, dar anla­mıyla da iktisadî imkânları ifade eden rızık açısından kişiden kişiye farklılıklar bulunduğu herkesin kolayca gözlemleyebileceği bir realitedir. İmkânların paylaşımıyla ilgili olarak beşeriyetin geliştireceği usul ve sistemler ancak daha âdil kabul edilme veya daha ikna edici olma özelliği bakımından başarılı sayılabilir; fakat bu farkların tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Zira bu durum ilâhî iradeden ve bu iradeye bağlı evrensel yasalardan, zihin ve beden güçlerinin eşitsizliği, coğrafya ve iklim farklılıkları, ekonomik ortam ve sistem farkları gibi doğal veya pozitif farklılıklardan kaynaklanmaktadır. 37. âyette söz konusu realiteye dikkat çekilirken “görmezler mi ki” ifadesiyle insanın tanıklığı ön planda tutulmuş, bundan çıkarılacak sonuçlar ve onların pratik hayata yansıtılması hususunda ise “Kuşkusuz bunda iman eden kimseler için ibretler vardır” buyurularak iman esas alınmıştır. Buna göre rızkı verenin Allah olduğuna gönülden inanan kimse için doğru olan, kendisi ile başkaları arasındaki imkân farklılıkları bir bunalım, kıskançlık ve çatışma sebebi olmak yerine kişiyi yüce yaratıcısının lutfundan daha fazla talepte bulunma çabası içine iten bir motivasyon sağlaması, ama elde ettiği imkânların gerçek kaynağını görmezden gelmemesi ve bunların kendisine yüklediği sorumluluğun bilinci içinde hareket etmesidir. Nitekim bu inancın önemine dikkat çekildikten hemen sonra 38. âyette “o halde” diye başlayan bir ifadeyle bu sorumluluğun bazı temel gereklerine değinilmiştir. Bunlardan biri, kişinin yakınlarını görüp gözetmesidir ki, daha sonra nâzil olacak birçok âyette bu ilkeye yapılan vurgu ısrarla sürdürülecek, buna ilâve olarak gönüllü yardım sınırını aşan nafaka ve mirasçılık hükümlerine yer verilecektir (Şîa’ya mensup bazı müfessirlerin yorumuna göre, 32.âyetteki “akrabaya hakkını ver” buyruğunda Hz. Peygamber’e yakınlarının haklarını, özellikle “humus” olarak bilinen savaş gelirlerindeki paylarını vermesi emredilmiş ve âyetin inmesi üzerine Resûlullah Hz. Fâtıma’ya Fedek arazisini vermiştir. Bu yorumunun tarihî verilerle bağdaşmadığı hususunda bk. Derveze, VI, 299-300). 

38.âyette sözü edilen ikinci görev zekâttır ki bu, bütün topluma yönelik, ilk zamanlarda gönüllü yardımlar şeklinde, Medine döneminde ise miktarı, nisbetleri ve harcama yerleri belirli hale gelecek malî vecîbenin ve buna dayalı yardımlaşma müessesesinin adıdır (bilgi için bk. Tevbe 9/103). Burada, zekâtın harcama yerleri ayrı ayrı sayılırken görülecek olan sekiz harcama kaleminden (bk. Tevbe 9/60) öncelikle bireyleri ilgilendiren ve değişen durum ve şartlardan fazla etkilenmeyen şu iki kesimin hakkına işaret edilmekle yetinilmiştir: Yoksullar ve yolda kalmışlar. Âyette sadece akrabalar ve bu iki kesimin zikredilmesinin sebebi açıklanırken, burada bireylerin topluma karşı genel görüp gözetme vecîbesine dikkat çekmenin amaçlandığı ve yardımda bulunma imkânı olanlara –zekât yükümlülüğü ile ilgili şartları taşısın taşımasın– asla ihmal etmemeleri gereken bir görevin hatırlatıldığı yorumu da yapılmıştır (bk. Râzî, XXV, 124-125). Yine bu âyetteki buyrukla ilgili önemli bir husus, “hakkını ver” ifadesinin kullanılmış olmasıdır. Buna göre ister gönüllü yardım isterse malî vecîbe çerçevesinde olsun, imkânı olanların, akrabalarını görüp gözetmeyi, yoksullara veya yolda kalmışlara destek olmayı kendi lutuf ve bağışları olarak değil, onların “hakkı” olarak görmeleri gerekir. Zira rızkı veren Allah’tır, O’nun verdiği nimetlerin bir kısmından başkalarını yararlandırmak da O’nun buyruğu uyarınca bir görevdir ve diğerlerine tanınmış bir haktır. Birçok âyet ve hadiste ifade edildiği üzere Allah’ın hoşnutluğuna lâyık olan harcamalar, başa kakmadan, o anlama gelebilecek tavırlar sergilemeden, kendisi diğer tarafın yerinde olsaydı nasıl davranılmasını arzu eder ise o şekilde yapılanlardır. 

39. âyette ise, iktisadî adaleti temelden sarsan ve toplumda büyük tahribat yapan ribâ uygulamalarına karşı Allah’ın Kur’an’da kesin bir tavır takınacağının ilk işareti verilmiş, bu yapılırken insanların ribâdaki amacına atıfta bulunularak zekâtla bir mukayese yapılmıştır: Mevcut varlığını daha da arttırmayı amaçlayan ve bunun için ribâya başvuranlar –şayet iman ediyorlarsa– bilmelidirler ki başkalarının sömürülmesi esasına dayalı bir işlemle elde edilecek kazanç zâhirî bir artıştır, mânevî yönden bir artış değildir, bereketi de yoktur. Gerçek yatırım Allah’ın hoşnutluğuna uygun harcamalarda bulunmaktır ki bunların başında geniş anlamıyla zekât gelmektedir. 40. âyette vurgulanan husus da şudur: Bütün bu davranış hükümlerinin asıl amacı Allah’ın iradesine teslim olma ve O’nun hoşnutluğunu kazanma çabası olduğuna göre mümin, kendisini yüce Allah’ın yaratıp rızıklandırdığı; hayat verenin, hayatı sona erdirenin ve tekrar can verecek olanın O olduğu bilinciyle davranmalı ve Allah’a ortak koşanların ne kadar yanlış bir yolda olduğuna dikkat etmelidir.

39. âyetin ilk cümlesini, “İçine ribânın girdiği bir servet ve ticaret, artmaz, bereketli olmaz” şeklinde yorumlamak da mümkündür. Bu takdirde meâl şöyle olur: “İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz ribâ Allah katında artmaz.” Bazı müfessirler burada bir yasak ifadesinin bulunmamasından hareketle bu kelimeyi haram olmayan fakat Allah katında da değeri bulunmayan bazı beşerî ilişkilerle, özellikle “karşılığında teşekkür bekleyerek veya bir menfaat umarak başkasına bir bağışta bulunma, hediye verme” gibi mânalarla da açıklamışlardır (bk. Taberî, XXI, 44-47; Şevkânî, IV, 260-261; ribânın kapsamı, İslâm’da ribâ yasağıyla ilgili süreç, zekât ve sadakanın artması fakat ribânın artmaması hakkında bilgi için bk. Bakara 2/275-276; Âl-i İmrân 3/130).

 

 

 


  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 317-319

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ

 

Hemze istifhâm harfidir. Ayet atıf harfi وَ ‘la mukadder istînâfa matuftur. Takdiri;  أغفلوا ولم يروا (Gaflet ettiler ve görmediler mi?) şeklindedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَرَوْا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  اَنَّ  ve masdar-ı müevvel amili  يَرَوْا ‘in mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَرَوْا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli  اَنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. 

يَبْسُطُ الرِّزْقَ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَبْسُطُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  الرِّزْقَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle  يَبْسُطُ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. يَقْدِرُ  atıf harfi  وَ ‘la matuftur.

 

 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ  mahzuf mukadem haberin mütealliktir.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  لِقَوْمٍ  car mecruru  لاٰياَتٍ  mahzuf sıfatına mütealliktir.  يُؤْمِنُونَ  fiili  قَوْمٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

Ayet mukadder istînâfa matuftur. Hemze istifham harfi,  لَمْ  muzarinin önüne gelerek manasını olumsuz yapan cezm harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tevbih ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يَرَوْا  fiili anlamak, bilmek, idrak etmek anlamındadır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’yi takip eden  اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi, masdar teviliyle  يَرَوْا   fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ve istimrar ifade eden bu isim cümlesinin haberi olan …يَبْسُطُ  muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Harf-i cerle birlikte  يَبْسُطُ  fiiline müteallik ism-i mevsûl  مَنْ ‘nin sılası olan  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garib birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelerek … يَبْسُطُ  cümlesine atfedilen  وَيَقْدِرُۜ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  dedikten sonra sadece  يَقْدِرُۜ  lafzıyla yetinilmiş, cümlenin diğer unsurları hazf edilmiştir. Bu ihtibâk sanatıdır.

İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)

اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle, وَيَقْدِرُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَبْسُطُ  - يَقْدِرُۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkâr makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

لَاٰيَاتٍ ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim,  لِقَوْمٍ ’deki tenvin ise muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve istimrar ifade eden  يُؤْمِنُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ‘de istiare vardır. 

Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Ayetin sonundaki  يُؤْمِنُونَ  cümlesi,  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

 
Rûm Sûresi 38. Ayet

فَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ  ...


Öyle ise akrabaya, yoksula, ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاتِ o halde ver ا ت ي
2 ذَا
3 الْقُرْبَىٰ akrabaya ق ر ب
4 حَقَّهُ hakkını ح ق ق
5 وَالْمِسْكِينَ ve yoksula س ك ن
6 وَابْنَ ب ن ي
7 السَّبِيلِ ve yolcuya س ب ل
8 ذَٰلِكَ bu
9 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
10 لِلَّذِينَ için
11 يُرِيدُونَ isteyenler ر و د
12 وَجْهَ yüzünü (rızasını) و ج ه
13 اللَّهِ Allah’ın
14 وَأُولَٰئِكَ ve işte
15 هُمُ onlar
16 الْمُفْلِحُونَ başarıya erenlerdir ف ل ح

فَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ 

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن كان الرزق بيد الله فآت (Rızk Allah’ın elindeyse ver) şeklindedir. 

اٰتِ  illet harfinin hazfi ile mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

ذَا   harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti eliftir.  الْقُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

حَقَّ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْمِسْك۪ينَ  atıf harfi  وَ ‘la  ذَا الْقُرْبٰى ‘ya matuftur.  ابْنَ السَّب۪يلِ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


ذٰلِكَ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

خَيْرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. خَيْرٌ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir.

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle خَيْرٌ ‘a mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُر۪يدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُر۪يدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  وَجْهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِۘ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

هُمُ  fasıl zamiri, mübteda olarak mahallen merfûdur.  

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haberse nekre gelir: Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -irabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُفْلِحُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُفْلِحُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ 

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  إن كان الرزق بيد الله  (Rızık Allah’ın elindeyse …) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Cevap cümlesi olan  اٰتِ ذَا الْقُرْبٰى حَقَّهُ وَالْمِسْك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِۜ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Mukadder şart ve mezkûr cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hakkı verileceklerin akraba, miskin ve yolda kalmış olarak sayılması cem' ma’at-taksim sanatıdır.

Akrabanın hakkı sıla-i rahimdir; düşkünün ve yolda kalmışın hakkı ise kendileri için belirlenen zekattan alacakları paydır. (Keşşâf)

Lafzın zahirine göre bu hitap her ne kadar Hazret-i Peygamber (sav)'e müteveccih ise de, mana bakımından umumidir. 

الْمِسْك۪ينَ , ابْنَ السَّب۪يلِۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 

 ذٰلِكَ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ 


Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Harf-i cerle birlikte haber olan  خَيْرٌ ‘a müteallik has ism-i mevsûl  لِلَّذ۪ي ‘nin sılası olan  يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıyga teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. 

خَيْرٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ  ibaresinde istiare vardır.  وَجْهَ , zatı, rızası manasındadır.

وَجْهَ اللّٰهِۘ  izafeti  وَجْهَ ’nin şanı içindir. 

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir.  İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin  ذٰلِكَ  ile işaret edilmesi hayırlı olana dikkat çekmek ve hissî bir şeymiş gibi göz önüne koyarak önemini vurgulamak içindir.

ذٰلِكَ  ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsm-i işaretlerde aslolan müşahededir. Yani, mütekellimin yanında hazır olan, yakın veya uzak ama görülen birşey için kullanılır. Aklî işaret ise, görülmesi mümkün olmakla beraber halihazırda görülmeyen şeyler için kullanılan işaretlerdir. Bu durumda aklî olan birşey hissî menzilesine konulmuş olur. İstiare oluşur. Burada müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesinin sebebi en güzel şekilde temyiz etmek içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ  [Allah’ın vechini arzulamak] ifadesinin anlamı O’nun rızasını talep etmektir. Bu, dilde bilinen bir kullanım şeklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Bakara/272)

 

وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

…ذٰلِكَ خَيْرٌ  cümlesine matuf olan cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İşaret isminin müsnedün ileyh olduğu cümlede  هُمُ  fasıl zamiri, الْمُفْلِحُونَ , müsneddir.

Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesinde haberi  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir. Fasıl zamiri de kasr sebebidir.  هُمُ mevsûf/maksurun aleyh,  الْمُفْلِحُونَ  sıfat/ maksur olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kurtulanlar sadece onlardır. 

Ayetteki kasr, izafîdir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tazim içindir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Bilindiği gibi fasıl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasırlarda vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî)

Önceki ayetlerde belirtilen kurtuluşa erenlerin özellikleri sayıldıktan sonra felah hükmünde birleştirilmişlerdir. Cem' ma’at-taksim sanatı oluşmuştur.

 
Rûm Sûresi 39. Ayet

وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ  ...


İnsanların malları içinde artsın diye faizle her ne verirseniz, Allah katında artmaz. Ama Allah’ın hoşnutluğunu isteyerek her ne zekât verirseniz; işte bunu yapanlar sevaplarını kat kat arttıranlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ne ki
2 اتَيْتُمْ verdiniz ا ت ي
3 مِنْ
4 رِبًا riba (faiz) ر ب و
5 لِيَرْبُوَ artması için ر ب و
6 فِي içinde
7 أَمْوَالِ malları م و ل
8 النَّاسِ insanların ن و س
9 فَلَا asla
10 يَرْبُو artmaz ر ب و
11 عِنْدَ katında ع ن د
12 اللَّهِ Allah
13 وَمَا ama
14 اتَيْتُمْ verdiğiniz ا ت ي
15 مِنْ -tan
16 زَكَاةٍ zekat- ز ك و
17 تُرِيدُونَ isteyerek ر و د
18 وَجْهَ yüzünü (rızasını) و ج ه
19 اللَّهِ Allah’ın
20 فَأُولَٰئِكَ işte
21 هُمُ onlar
22 الْمُضْعِفُونَ kat kat artıranlardır ض ع ف

وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. مَٓا  şart ismi olup, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اٰتَيْتُمْ  şart fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ رِباً  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.

لِ  harfi,  يَرْبُوَ۬ا  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰتَيْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

يَرْبُوَ۬ا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  ف۪ٓي اَمْوَالِ  car mecruru  يَرْبُوَ۬ا  fiiline mütealliktir. Aynı zamanda muzâftır.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

لَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِ  cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olup mahallen meczumdur. Takdiri, هُو (O)‘dir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَرْبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

عِنْدَ  mekân zarfı  يَرْبُوا  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâl  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰتَيْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  şart ismi olup, mukaddem mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اٰتَيْتُمْ  şart fiili, sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ زَكٰوةٍ  car mecruru  مَٓا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.  تُر۪يدُونَ  cümlesi  اٰتَيْتُمْ ‘ün failinin hali olarak mahallen mansubdur. 

تُر۪يدُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  وَجْهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

تُر۪يدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  هُمُ الْمُفْلِحُونَ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  

هُمُ  fasıl zamiri, mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْمُضْعِفُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُضْعِفُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Amiline takdim edilen  مَٓا  şart harfi, nasb mahallinde olup  اٰتَيْتُمْ  fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ رِباً لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ , şart cümlesidir. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

رِباً , artış demektir. Bakara Sûresi'nde (2/275-279) ayetlerde geçmiştir. Ancak orada söz konusu edilen riba (faiz) haramdır. Burada sözü edilen ise helaldir. Buna göre ribanın bir kısmı helal ve bir kısmı haram olmak üzere iki kısım olduğu ortaya çıkmaktadır. (Kurtubî)     

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيَرْبُوَ۬ا ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harf-i cerle birlikte  اٰتَيْتُمْ  fiiline mütealliktir. 

رِباً ’deki tenvin herhangi manasında cins ifade eder.

ف۪ٓي اَمْوَالِ النَّاسِ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  اَمْوَالِ , içi olan bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü mallar, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumu tekit etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ , cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, takdiri  هو (O) olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu takdire göre cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اٰتَيْتُمْ - يَرْبُوا  fiilleri arasında iltifat sanatı vardır.

Cümlede müsned  يَرْبُوا عِنْدَ اللّٰهِۚ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Veciz anlatım kastıyla gelen  عِنْدَ اللّٰهِۚ  izafeti  عِنْدَ ’nin şanı içindir. 

رِباً  - يَرْبُوا  - يَرْبُوَ۬ا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَرْبُوَ۬ا  - لَا يَرْبُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.


وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ

 

Aynı üslupta gelerek önceki şart cümlesine atfedilen bu cümlenin atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Amiline takdim edilen şart harfi  مَٓا , nasb mahallinde  اٰتَيْتُمْ  fiilinin mef’ûlüdür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ , şart cümlesidir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

اٰتَيْتُمْ  fiilinin failinden hal olarak gelen  تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

زَكٰوةٍ ’deki tenvin herhangi manasında cins ifade eder.

تُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  وَجْهَ , zatı, rızası manasındadır.

وَجْهَ اللّٰهِۘ  izafeti  وَجْهَ ’nin şanı içindir. 

يُر۪يدُونَ وَجْهَ اللّٰهِۘ  [Allah’ın vechini arzulamak] ifadesinin anlamı O’nun rızasını talep etmektir. Bu, dilde bilinen bir kullanım şeklidir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr Bakara/272)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُضْعِفُونَ , cümlesi sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi duruma dikkat çekmek ve işaret edilenleri tazim içindir.

Haberin marife gelmesi ve fasıl zamiri olmak üzere iki unsurla tekid edilen isim cümlesinde haberin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın onlarda kemâl derecede olduğunu belirtmenin yanında kasr sebebidir. Fasıl zamiri de kasr sebebidir.  هُمُ  mevsûf/maksurun aleyh,  الْمُضْعِفُونَ  sıfat/maksûr olmak üzere kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Kurtulanlar sadece onlardır. 

Fasıl zamiri ve  الْمُضْعِفُونَ ‘deki cins ifade eden harf-i tarif nedeniyle oluşan kasr, mübalağa için gelen iddiaî kasrdır. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife gelmesi olmak üzere üç tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

Bilindiği gibi fasl zamiri haberin sıfat olmadığına da delalet eder. Bu tip kasrlarda, fasıl zamiri tahsise ilaveten haberin mübtedaya nispetini de tekid eder. Aslında bu ifade bütün kasrlarda vardır. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

الْمُضْعِفُونَ - يَرْبُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَٓا - اٰتَيْتُمْ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetteki şart üslubunda gelen ikinci cümlede tefennün sanatı vardır.

Tefennün, Kur’an üslubunda benzer manayı farklı bir lafızla ifade etme, iki ayet arasındaki üslup farklılığı, kıssa tekrarındaki farklılık, lafızlardaki ve müteradif kullanımındaki farklılık ve değişkenlik, çeşitlilik, benzerlerinden farklı olma ya da aynı lafzı tekrar etmekten kaçınma olarak da açıklanmıştır. (Ahmet Sait Sıcak, Kur’ân’da Benzer Mana ve Lafızlarda Tefennün Cumhuriyet İlahiyat Dergisi)

“Ayetin, ibare ve nazım olarak mukabele üslubundan değişik bir şekilde gelmiş olması mübalağa içindir.” (Beyzâvî)

Yani, eğer burada mukabele sanatı  uygulanmış olsaydı ibarenin şöyle olması gerekirdi. وَمَٓا اٰتَيْتُمْ مِنْ زَكٰوةٍ فَيَرْبوا عند (Verdiğiniz zekata gelince, o Allah katında artar). Ancak, يَرْبوا  (artar) ibaresinden, kat kat artma manasına gelen  أضعف  ibaresine dönüş yapıldı. 

Ayrıca fiil cümlesinden müteşekkil nazımdan, sevabın beyanı hususundaki mübalağa için hasr ifade eden isim cümlesine dönüş yapıldı. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) 

Burada  لِيَرْبُوَ۬ا  ifadesini  يَ  ile okuyanların kıraatine göre bu da istiaredir. Burada  رِباً  ile kastedilen, kendi verdiğinden daha fazlasını yasaklanan biçimde faiz olarak kendisine geri vermesi için başkasına verdiği maldır. ألربو ’in asıl anlamı artma ve çoğalmadır. İnsanların verdiklerinden fazlasını elde etmek için birine verdikleri mala riba adı verilmiştir. Çünkü o malı veren, ziyade talebi gayesini ve bu ziyadeyi elde etme amacını, ziyadenin sebebi ve illeti saymıştır. Yani onun başkasına borç vermesinin nedeni, bir fazlalık elde etme yönündeki amacıdır. İşte zikrettiğimiz sebepten dolayı bu isimlendirme güzel düşmüştür.(Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)   

İbarenin baş tarafında hitap zamiri  اٰتَيْتُمْ  kullanıldığı için muktezâ-i zâhire göre sonrasının da  فَأنْتُمْ الْمُضْعِفُونَ  şeklinde hitap zamiriyle gelmesi beklenirdi. Ancak birtakım belâgî nükteler nedeniyle nazmı celil böyle değil de ayetteki şekilde getirilerek ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçmek suretiyle iltifat yapılmıştır. Bu sayede Allah rızası için zekat verenler tazim edilmiştir. Allah Teâlâ, bu üslupla sanki meleklere ve havassa hitap ederek onların durumunu herkese bildirmek istemiştir. Ya da genelleme yaparak “her kim bu şekilde davranırsa sevabını kat kat artırır” anlamını ortaya koymak için burada iltifat sanatı icra edilmiştir. Eğer bu şekilde bir üslup değişikliği olmasaydı bu ince manalar ortaya çıkmazdı. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı- Rûhu-l Beyan)

 
Rûm Sûresi 40. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  ...


Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek ve daha sonra da diriltecek olandır. Allah’a koştuğunuz ortaklardan, bunlardan herhangi bir şeyi yapabilen var mı? O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
4 ثُمَّ sonra
5 رَزَقَكُمْ besledi ر ز ق
6 ثُمَّ sonra
7 يُمِيتُكُمْ öldürüyor م و ت
8 ثُمَّ sonra
9 يُحْيِيكُمْ diriltiyor ح ي ي
10 هَلْ var mı?
11 مِنْ -dan
12 شُرَكَائِكُمْ ortaklarınız- ش ر ك
13 مَنْ kimse
14 يَفْعَلُ yapan ف ع ل
15 مِنْ
16 ذَٰلِكُمْ bunlardan
17 مِنْ hiç
18 شَيْءٍ birini ش ي ا
19 سُبْحَانَهُ O münezzehtir س ب ح
20 وَتَعَالَىٰ ve yücedir ع ل و
21 عَمَّا şeylerden
22 يُشْرِكُونَ onların ortak koştukları ش ر ك

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has 

ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası    خَلَقَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَزَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُم۪يتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  يُحْي۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  


 هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

هَلْ  istifhâm harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbale çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifâde ediyorsa bu fiile dâhil olmaz. 

مِنْ شُرَكَٓائِ  car mecruru, müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘nin mahzuf mukaddem haberine mütealliktir. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَفْعَلُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَفْعَلُ  merfû muzari fiildir. مِنْ ذٰلِكُمْ  car mecruru  شَيْءٍ  mahzuf haline mütealliktir.  مِنْ  harfi zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, amili  يَفْعَلُ ‘nun mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı olup mahallen mansubdur. Takdiri;  نسبّح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَعَالٰى  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.  تَعَالٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَّا  müşterek ism-i mevsûl  عنْ harf-i ceriyle تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  يُشْرِكُونَ۟ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  يُشْرِكُونَ۟  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُشْرِكُونَ۟  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  شرك ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ ثُمَّ رَزَقَكُمْ ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Müspet muzari fiil sıygasındaki  ثُمَّ يُم۪يتُكُمْ  ve  ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ  cümleleri ve müspet mazi fiil sıygasındaki  ثُمَّ رَزَقَكُمْ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle sıla cümlesine atfedilmiştir. Cümleler faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Maziden muzariye iltifat sanatı vardır.

Cümlelere dahil olan atıf harfi  ثُمَّ , zamanda terahi ve tertip ifade eder. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Muzari fiil sıygasındaki cümlelerde muzari sıyga istimrarî teceddüt ifade etmiştir.

يُم۪يتُكُمْ  -  يُحْي۪يكُمْۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb vardır.

ثُمَّ  ve  كُمْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlede seci murassa olup, dizilmiş inciye benzemektedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

 

هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

هَلْ  inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sübut ifade eden isim cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , muahhar mübtedadır. Mevsûlün sılası  يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ  şeklinde, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

شَيْءٍۜ ‘deki tenvin, kıllet ifade eder. Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfi kelimeye ‘hiçbir’ anlamı katmıştır. Menfî siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

Allah Teâlâ, mezheb-i kelami üslubuyla kendisinden başka ilâh olamayacağını kanıtlayarak bildirmiştir. 

مَنْ  -  مِنْ  kelimelerinin arasında cinâs-ı nakıs, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Birinci ve ikinci  مِنْ  hükmün ortaklara ve işlere kadar yayıldığını ifade eder. Üçüncü  مِنْ  ise olumsuzluğu genelleştirmek içindir. Bunların her biri de kendi başlarına tekiddir, ortakların aczini dile getirmek içindir. (Beyzâvî-Keşşâf)

Allah lafzı mübteda olup haberi ‘’sizi yaratıp… ‘’ dır; yani kendisinden başka hiç kimsenin yapamayacağı (yaratma, rızık verme, öldürme - diriltme gibi) bu özel işleri yapan, Allah’tır. Sonra; O’na denk saydığınız putlar vs. ortaklarınız arasında bunlardan herhangi birini yapabilecek biri var mı ki vardığınız görüş sahih olsun!? buyurmakta; sonra da Allah, koştukları ortaklardan münezzehtir, buyurarak kendi durumunun ortaklarının durumundan çok farklı olduğunu belirtmektedir.

الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ (Sizi yaratıp) ifadesinin, mübtedanın sıfatı  هَلْ مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ [Ortaklarınız arasında kimse var mı?] ifadesinin haber,  مِنْ ذٰلِكُمْ (bunlardan) ifadesinin de haber cümlesini mübtedaya bağlayan bağ olması da caizdir; çünkü bunlardan demek Allah’ın bu fiillerinden demektir. Birinci, ikinci ve üçüncü  مِنْ ’den her biri, onların ortaklarının aciz ve taptıkları varlıkların hiçbir şey bilmez olduklarını göstermek için gelen ayrı ayrı tekidlerdir. (Keşşâf)

Cenab-ı Hak bu ayetinde, iki aslı yani haşr ile tevhidi birlikte zikretmiştir. Haşr’ı  ثُمَّ يُحْي۪يكُمْۜ [daha sonra da sizi diriltecek] cümlesi ile ifade etmiştir. Haşr'ın delili, O'nun, doğrudan doğruya yaratmaya kādir olmasıdır. Tevhidi de, مِنْ شُرَكَٓائِكُمْ مَنْ يَفْعَلُ مِنْ ذٰلِكُمْ مِنْ شَيْءٍۜ [Sizin ortaklarınız içinde, bunlardan herhangi bir şeyi yapacak kim?... ] sözüyle ifade etmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 

İşaret zamiri  ذٰلِكُمْ  ile; yaratma, rızık verme, ölüm ve dirilişe işaret edilmiştir. İşaret ismi ile tahsis edilmesi zikredilenleri izah etme sebebiyledir. (Âşûr)


سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  سُبْحَانَهُ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Bu takdire göre cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Müşriklerin iddialarının batıl olduğunu açıklar. Konuyu pekiştirmek için yapılmış ıtnâbtır.

وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ۟  cümlesi hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

تَعَالٰى ‘da istiare vardır. Bu kelimenin aslı ألعلْوٌ  yani irtifadır. Yeryüzünde görünür şekilde açıkça yükselmektir. Allah’ın yüceliğinin görünür şekilde olduğu hakkında  ألعلْوٌ  istiare olmuştur. (Ruveyni, Teemülât fî Sûreti Meryem, s. 212) 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte  تَعَالٰى  fiiline mütealliktir. Sılası olan  يُشْرِكُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sılanın muzari fiil sıygasında gelmesi şirk koşmanın bir defaya mahsus olmadığını ve zaman içerisinde tekrarlandığını göstermektedir. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

سُبْحَانَهُ -  تَعَالٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ebüssuûd şöyle der: سُبْحَانَ  kelimesinin  سبح ’dan türemiş, تفعيل  kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyledir: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)
Rûm Sûresi 41. Ayet

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...


İnsanların kendi işledikleri (kötülükler) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah, yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını (dünyada) onlara tattıracaktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ظَهَرَ çıktı ظ ه ر
2 الْفَسَادُ fesat ف س د
3 فِي
4 الْبَرِّ karada ب ر ر
5 وَالْبَحْرِ ve denizde ب ح ر
6 بِمَا yüzünden
7 كَسَبَتْ kazandıkları ك س ب
8 أَيْدِي elleriyle ي د ي
9 النَّاسِ insanların ن و س
10 لِيُذِيقَهُمْ onlara taddırıyor ذ و ق
11 بَعْضَ bir kısmını ب ع ض
12 الَّذِي
13 عَمِلُوا yaptıklarının ع م ل
14 لَعَلَّهُمْ belki onlar
15 يَرْجِعُونَ dönerler (diye) ر ج ع

Bu âyetin, karada ve denizde bozulmanın ortaya çıkmasıyla ilgili kısmı hakkında tefsirlerde yer alan belli başlı yorumlar şunlardır: Karada ve denizde kasırga çıkması endişesi; bazı arazilerin bitki bitirmez duruma gelmesi ve tatlı suların tuzlu su haline dönüşmesi; gerek şehirlerde gerekse kırsal kesimde bozulmanın yaşanması (Arap dilindeki mecazi bir kullanıma dayanılarak buradaki “deniz” anlamına gelen bahr kelimesi “yerleşim merkezleri ve şehirler” şeklinde yorumlanmıştır); kaynak sularının azalması; kıtlık, yangın, sel gibi felâketlerin ve ölümlerin çoğalması; geçim sıkıntısının artması, her şeyin bereketinin kaçması (Taberî, XXI, 49-50; Zemahşerî, III, 205-206; Râzî, XXV, 127-128). Âyetin insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” şeklinde tercüme edilen kısmı da genellikle, “işledikleri günahlar ve yaptıkları haksızlıklar sebebiyle” biçiminde yorumlanmıştır. Bazı müfessirler ise bu âyet ile önceki âyetler arasındaki mâna ilişkisini şöyle izah etmişlerdir: “Eğer yerde ve gökte Allah’tan başka tanrılar bulunsaydı kesinlikle yerin de göğün de düzeni bozulurdu” (Enbiyâ 21/22) anlamındaki âyette şirk inancı, bozulma ve kaos sebebi olarak gösterilmiştir. Önceki âyetlerde şirke saplanıp kalanlardan söz edildiğinden burada insanların bu tutumunun kısmen ilâhî bir cezaya çarptırılması mânası taşıyan bozulmaya değinilmektedir (Râzî, XXV, 127).

Bozulma” şeklinde tercüme edilen ve başında belirlilik takısı bulunan fesâd kelimesiyle muhatapların bildiği bir bozulma türü veya bu kelimenin kapsamına girebilecek her türlü bozulma kastedilmiş olabilir (İbn Âşûr, XXI, 110). Yine, “Düzen bozuldu” şeklinde tercüme edilen cümlenin yüklemi (zahera fiili) geçmiş zaman olduğu için burada, gözlemlenebilen veya güvenilir bir haberle bilinen, fiilen ortaya çıkmış bir durumdan söz edildiği düşünülebileceği gibi, bu durumun beklendiğini haber verme ve uyarıda bulunma anlamının bulunduğu da söylenebilir (İbn Âşûr, XXI, 112). 

Li yüzîkahüm...” cümlesinin başındaki lâm harfinin sonuç bildirme veya gerekçe belirtme anlamlarına göre âyete değişik mânalar verilebilir. Meâlde birinci anlam esas alınmış ve Allah’ın insanlara yaptıklarının bir kısmını tattırmasının, kendi fiillerinin sonucu olduğunu belirtmek üzere önceki cümleye “böylece...” denerek bağlanmıştır. İkinci anlama göre ise şöyle bir meâl verilebilir: “... ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de dönerler.”

Bu cümlenin “yaptıklarının bir kısmı” diye tercüme edilen bölümü genellikle, insanların yaptığı yanlışlıkların bütün karşılığının burada değinilenden ibaret olmadığı, bilhassa âhiretteki cezanın bu dünyadakinden çok daha ağır olacağı şeklinde açıklanmıştır. Ayrıca bazı müfessirler buradaki ilgi zamirinin “... ki onlar ne yaptıklarını da iyi bilirler” gibi bir mâna ile anlatıma güç kattığını belirtmişlerdir (İbn Âşûr, XXI, 113).

Kanaatimizce burada karadan ve denizden söz edilmesini âyetin mânasını daraltacak yorumlara temel kılmak yerine, “karasıyla deniziyle her yerde” anlamının kastedilmiş olduğunu düşünmek (Taberî, XXI, 50), hatta âyeti evrenin insan faaliyetlerinin etkili olduğu bütün bölgelerini içine alacak biçimde yorumlamak daha isabetli olur. Şevkânî’nin haklı olarak belirttiği üzere, bazı müfessirlerin burada sözü edilen karadaki bozulmayı Hz. Âdem’in oğlu Kabil’in kardeşi Hâbil’i öldürmesi, denizdeki bozulmayı ise –Kehf sûresinde (18/71) zikri geçen– bir hükümdarın sağlam gemileri gasbetmesi şeklinde açıklamaları, naklî bir delile dayanmayan, aklî açıdan da garip bir yorumdur (IV, 261-262). 

Derveze bu âyet için şöyle bir yorum yapar: Sûrenin indiği sıralarda Hicaz ve yakın çevresinde birtakım güvenlik sorunları ve gıda maddelerindeki kıtlık sebebiyle krizler yaşanmış olabilir. Orada fiilen böyle bir durum yaşanmamış olsa bile dünyanın değişik bölgelerindeki felâketlerle ilgili haberler Hicaz’a ulaşmaktaydı. İşte bu vesileyle Kur’an muhataplarına bir uyarıda bulunmuştur. İnsanlara –Allah’a kulluğa ve hakikat yoluna dönmeleri için– bu tür felâketlere kendi işledikleri günahlar yüzünden duçar olduklarını hatırlatmanın gerekçesi daima mevcuttur (VI, 301-302). Yazarın âyetin tarihsel bağlamından hareketle yaptığı ve bütün zamanlar için çıkarılacak mesaja açık duran bu yorumu mâkul görünmekle beraber, âyetin günümüzdeki açılımları üzerinde düşünmeye fırsat vermesi bakımından Muhammed Esed’in şu açıklamalarını aktarmayı yararlı buluyoruz: “Böylece, günümüzde korkunç bir şekilde –üstelik henüz kısmen– ortaya çıkan doğal çevremizdeki yoğun çürüme ve tahribat, burada ‘insanın kendi yapıp ettiklerinin bir sonucu’, yani insanın, kendini tahrip eden –çünkü katı materyalist bir temele dayanan– teknolojik gelişmelerin ve insanlığı daha önce hayal bile edemediği ekolojik felâketlerle karşı karşıya getiren çılgınca faaliyetlerin bir sonucu olarak öngörülmüştür: Toprağın, havanın ve suyun sanayi atıkları ve şehir çöpleri yüzünden dizginlenemeyen bir şekilde kirlenmesi; bitki örtüsü ve denizlerin artan bir şekilde zehirlenip yok olması; yaygın uyuşturucu ve görünürde ‘faydalı’ ilâç kullanımı sebebiyle insanın kendi bedeninde ortaya çıkan her türlü genetik bozukluklar ve insanlara yararlı birçok hayvan türünün giderek yok olması. Bütün bunlara, insanın sosyal hayatındaki hızlı bozulmayı ve çürümeyi, cinsel sapıklıkları, suçları ve şiddeti ve son aşamada nükleer dehşeti ilâve edebiliriz. Bunların tamamı, son tahlilde, insanın Allah’a ve mutlak mânevî / ahlâkî değerlere karşı umursamazlığının ve bunun yerine, ‘maddî ilerleme’yi tek önemli hedef sayan inançlara tutsaklığının bir sonucudur” (II, 828-829). Bu bağlamda, ürkütücü sonuçlarıyla dünya gündeminde ağırlıklı bir yer tutan ozon tabakasının delinmesi sorununun tam olarak âyetteki ifadeyle örtüştüğünü yani insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” ortaya çıkmış bir bozulma olduğunu da canlı bir örnek olarak hatırlamak gerekir. 

Yeryüzündeki ve uzaydaki olumsuz gelişmeler ile bu âyetteki uyarı arasında bağ kurulurken, –bazı kimselerin yaptığı gibi– Kur’an’ın teknolojiye ve maddî ilerlemeye karşı olduğu tarzında aşırı bir yoruma kayılması, âyeti amacı ve anlam çerçevesi dışına çıkarmak olur. Yine, doğal çevredeki her türlü bozulmayı münhasıran günah kavramından hareketle gerekçelendirmek doğru olmaz; âyette insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden” buyurulduğu dikkate alınarak insanların her şeyi yerli yerince yapmamaları tarzında genel bir gerekçe üzerinde durulması uygun olur. Öte yandan âyette insanlara yapıp ettiklerinin bir kısmını tattırmanın gerekçesi “dönebilsinler diye” şeklinde açıklandığına göre, beşeriyetin bu olumsuzlukları yaşaması yine onların eğriyi doğrudan ayırt etmeleri için tanınmış bir fırsat ve insanın dünya hayatındaki varlık sebebi olan sınavın toplumsal boyutu olarak değerlendirilmeli ve herkes insanlığın bu ortak serüveninden dersler çıkarmalıdır.

 


 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 322-325
Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “ Mü’min ölünce , Allah’ın rahmetine kavuşarak dünyanın eziyet ve sıkıntılarından kurtulur. Günahkâr biri ölünce de insanlar, şehirler, ağaçlar ve hayvanlar onun elinden kurtulup rahata erer”. 
( Buhâri, Rikâk 42; Müslim, Cenaiz 61).

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا 

 

Fiil cümlesidir. ظَهَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْفَسَادُ  fail olup lafzen merfûdur.

فِي الْبَرِّ  car mecruru  ظَهَرَ  fiiline mütealliktir. 

الْبَحْرِ  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle ظَهَرَ  fiiline müteallıktır. 

كَسَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  اَيْدِي  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

لِ  harfi,  يُذ۪يقَهُمْ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle ظَهَرَ  fiiline mütealliktir. 

يُذ۪يقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بَعْضَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  عَمِلُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. يُذ۪يقَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

İsim cümlesidir.  لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. 

Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.

هُمْ  muttasıl zamir  لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَرْجِعُونَ  fiili  لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْجِعُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Harf-i cerle birlikte ظَهَرَ  fiiline müteallik ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası olan  كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

الْفَسَادُ ‘ın marifeliği ya ahd için olup, muhatablarca bilinen fesattır. Ya da cins için olup, yeryüzünde karada ve denizde olan tüm fesatları kapsar.(Âşûr)

Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde olup başındaki harfle birlikte ظَهَرَ  fiiline mütealliktir. 

بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ  [insanların elleriyle kazandıkları] cümlesindeki  النَّاسِ  lafzının izmâr makamında izhar edilerek gelmesi, maksadı ziyadesiyle izah etmek içindir. Muktezâ-i zahire göre  بِما كَسَبَتْ أيْدِيهِمْ  olması yeterliydi. (Âşûr)

بَعْضَ ‘nin muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  عَمِلُوا, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

الْبَرِّ  - الْبَحْرِ  kelimeleri arasında tıbak-ı icâb ve cinas sanatı vardır.

Bu ayette kazanma fiili, ele isnad edilmiştir; ancak bu mecaz yolu iledir. Çünkü bir davranışı yapan ve kazanan el değil, elin sahibidir. Cüz zikredilerek, külün kastedildiği mecâz-ı mürsel sanatıdır.

الإذاقَةُ (tatma) Istiare-i mekniyyedir. Başlarına gelen bu musibet dolayısıyla hissettikleri acı; yemek yiyen kişinin hislerine benzetilmiştir. (Âşûr) Yani “tatmak” azabın tesirini idrak etmek anlamında müsteâr olarak kullanılmıştır. 


لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi  لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî işaî isnaddır.

لَعَلَّ  haberi olan  تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Umulur ki” anlamında olan  لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)

لَعَلَّ  kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.

لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

 
Günün Mesajı
Kurân, zenginin servetindeki muhtaçlara vermesi gereken miktarı o muhtaçların hakkı olarak anmaktadır. Bu, oldukça önemlidir. Çünkü malı veren Allah'tır ve bir önceki âyette ve daha başka benzeri âyetlerde açıkça ifade edildiği gibi, O, bazı hikmetlere binaen bazılarına çok, bazılarına az verir. Demek oluyor ki, çok verdiği insanların malından muhtaçlara vermeleri gereken miktar, aslında o muhtaçlarındır; yani Allah, o miktarı onlara o muhtaçlar için vermiştir. Böylece, zenginlere mallarını temizleme ve sevap kazanma imkânı tanırken, toplumda da insanlar arasında köprüler kurmakta, yardımlaşma ve dayanışma vesileleri var etmektedir. Malındaki muhtaçlara vermesi gereken miktarı vermeyen kişi, başkasının malını elinde tutan ve vermeyen bir gasıp olmaktadır.
Yeryüzündeki bütün içtimai çalkantılar, ihtilâller, katliamlar, haksız savaşlar, hava kirliliği, “tabii” denilen felâketler ve artan hastalıklar gibi problemler, insanın İlâhi Din'e karşı inanç, tavır, düşünce ve davranışları sebebiyledir. İnsan hayatının düzeni, böylesi yanlışlar söz konusu fesat ve fitnelere yol açacak tarzda ve niteliktedir. Bunun en önemli hikmeti de, insanların yaptıkları yanlışları kavrayıp onlardan vazgeçmeleri ve Allah'ın dinine dönmeleridir. Ne var ki, bunu idrak eden insan sayısı çok azdır. Özellikle günümüzde materyalist fen ve felsefe, âdeta bunu bütün bütün imkânsız kılmakta ve her şeyi “tabiat”a, kendiliğinden olmaya havale etmektedir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Denize düşünce, tutunacak dal arar gözler. Karanlık çökünce, ışığı açacak elektrik düğmesini yoklar eller. Kalp daralınca, bilinen her dua ile kıpırdar dudaklar. Sıkıntı sarınca, çözüm bulmak için her yere taşınır umutlar. 

Ağrısı olunca, ağrımayan yerlerini de görmez olur. Bardaktan eksilince, dolu kısmı da değerini yitirir. Derdine dalınca, huzuru hatırlatan düşünceleri ve duyguları uyur. Renkler solunca, her şey griye bürünür.

Fırtınada kalınca, yeter ki kurtulayım düşüncesiyle nice sözler verilir. Feraha çıkınca, çoğu unutulur. Pek çok insan, kendisini kurtaran Rabbini anmayı azaltır ve şükrünü de kısa tutar. Hatta belki derdinden kurtulma şekli için döner ve kendi nefsini tebrik eder.

Ey Allahım! İstemeyi nasip edensin. ‘Sabredenlerle beraberim’ müjdesiyle sevindirensin. Nefsimizi şaşırtacak ağır imtihanlardan Sana sığınırız. Kalbimizin halini Senin korumana bırakırız. Duaları kabul edensin. Rahmetinle bizi kuşatansın. Senden isterken, kalplerimizi her türlü şüpheden arındır. Dualarım kabul olmuyor vesveselerini sustur. 

Ey Allahım! Kulunu dertten kurtaransın. Darlıktan feraha çıkaransın. Yalnız sıkıntısında değil, mutluluğunda da Sana koşanlardan eyle. Yalnız ağlarken değil, gülerken de Sana sığınanlardan eyle. Verdiğin nimetlerde şükrü, dertli anlarda ümidi ve ömrü boyunca kulluğu ihlaslı ve samimi olanlardan eyle.

Amin.

***

Bilgi (Dijital) Çağı ya da Tüketim Çağı olarak isimlendirilen 21. yüzyılın, belki de bir diğer özelliği, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanlar arasındaki uçurumu derinleştirmesi olabilir. Bir tarafta kıyafet, yiyecek, ilaç gibi ihtiyaçların aşırı üretilmesi sonucunda tüketilemeden çöpe gitmesi; diğer tarafta bunlara ulaşamadığı için sağlıklı bir hayat sürdüremeyenlerin varlığı. Bir tarafta savaş ve zulüm gerçeklerini güvenli ortamında takip edip haberin sunuluşuna göre taraf seçtikten sonra unutanlar; diğer tarafta sesini duyurmaya çabalayıp hayatta kalmaya çalışanlar. 

Maddi imkanlara ulaşım açısından bakıldığı zaman tarihin geçmiş sayfalarında da benzer farklılıkların yaşandığı görülmektedir. Ancak bu uçurumu derinleştiren sebep 21. yüzyılın isimlerinden birinde gizlidir. ‘Bilgi Çağı!’ Yani artık dünyanın öteki ucunda yaşananlar anında biliniyor ama doğru bilgiyi arama derdine girmeden susmak tercih ediliyor. Bunun sonucunda da dünyanın bir kısmı bilgi ve tüketim fazlalığının doğurduğu mutsuzluğa ve hedefsizliğe sürüklenirken; geri kalanlar sessizliğin ve umursamazlığın getirdiği çaresizlikle başa çıkmaya çalışıyor.

İşin bir diğer acıklı yönü ise şudur: çaresizlikten, zulümden ve yokluktan kaçıp bilgi ve tüketim fırsatlarına kavuşanların bir kısmı kaçtıkları yerde kalanları unutmakla kalmayıp yıllar geçtikçe çocuklarına anlatmaktan dahi kaçınıp dünya nimetlerinin arasında kaybolmayı tercih etmektedir. Sanki bir karanlıktan başka bir karanlığa taşınmıştır. Allah yolunda yürüyenler ise sınırlarına göre hareket eder. Bilgi ve tüketim oburluğundan sakınır. Dünya için değil, Allah için yaşadığını hatırlar. Rızkı verenin Allah olduğuna iman ederek nankörlükten uzaklaşıp itaat ile şükre yaklaşır. Elindekini ve dualarını paylaşır. 

Ey Allahım! Bizi zulüm karşısında susmaktan ve dolaylı ya da dolaysız zalimin zulmüne katkıda bulunmaktan muhafaza buyur. Sahip olduğu nimetler için şükür edenlerden ve elindekini paylaşmasını bilenlerden eyle. Faydasız bilgi ve gereksiz tüketim aç gözlülüğünden muhafaza buyur. Faydalı bilginin peşinden gidenlerden ve kanaatkar olanlardan yani elindekinin kıymetini bilenlerden, nasibinde olana hamd edenlerden ve başkasında olana göz dikmeyenlerden eyle. Nefsimizin açlığından Sana sığınır, Senden yardım isteriz. Bizi Senin emirlerine itaat ederek iman ile doğru yerde, doğru şekilde davranan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji