وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ
Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).
47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).
51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).
Safera صفر :
صُفْرَةٌ sarı renktir. Bazen siyah için de kullanılmaktadır. Bu renkten hareketle bakıra صُفْرٌ ve otun kurusuna da صُفارٌ denmektedir. Kimi zaman işitilen şeylerin bir yansıması olarak dudakla çalınan ıslık sesine de safir صَفِيرٌ denir. Buradan hareketle boş olması sebebiyle kaptan ıslık sesi işitildiğinde safir sesi duyuldu anlamında صَفِرَ الإناء denmiştir.
Safer ayının böyle adlandırılması bu ayda Arapların evinde erzak bulunmayıp evlerinin boş olmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 5 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri safra, sıfır ve şifredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
اَرْسَلْنَا şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. ر۪يحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَاَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُصْفَراًّ hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. ظَلُّوا damme üzere mebni mazi, nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. ظَلُّوا ‘nun ismi olan çoğul و 'ı mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru يَكْفُرُونَ 'ye mütealliktir. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَكْفُرُونَ fiili ظَلُّوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَكْفُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَرْسَلْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رسل ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ
وَ , istînâfiyyedir. لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie, إنْ şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Şart cümlesi olan اَرْسَلْنَا ر۪يحاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
اَرْسَلْنَا fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
إنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
ر۪يحاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
Müteakip فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmiştir.
Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Mukadder kasemin cevabı olan لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ cümlesindeki لَ kasemin delilidir. Nakıs fiil ظَلّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur مِنْ بَعْدِه۪ , konudaki önemine binaen amili olan يَكْفُرُونَ ’ye takdim edilmiştir.
ظَلّ ’nin haberi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Ayetteki birinci lam muvattie, ikincisi de muvattie olduğuna delalet eder. (Mahmud Sâfî)
Cenab-ı Hak, önceki ayette, göndermeyi bildirir bir üslupla, Rüzgârları gönderir buyurmuş, burada ise o üslûbun dışına çıkarak, Biz, bir rüzgâr gönderirsek… buyurmuştur! Çünkü, ر۪يحاً (rüzgârlar), O'nun rahmetinden olup, kesintisiz devam ederler. ريح (rüzgâr) ise, O'nun azabındandır. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına son derece merhametlidir; bu sebeple, ريح ’i (her zaman) salıvermeyip tutar. İşte bu sebeple, faydalı rüzgârların, gece-gündüz çöllerde, sahralarda, ovalarda ve tepelerde estiğini; yakıp kavuran rüzgârın ise ancak bazı zamanlar ve bazı yerlerde estiğini görmekteyiz. (Fahreddin er-Râzî)
‘’Yemin olsun, eğer bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler’’ ibaresinde bahsedilen şey o eser veya ekindir, yukarıda geçenden anlaşılmaktadır. Bulutu da denilmiştir, çünkü o sararırsa yağmur yağdırmaz. وَلَئِنْ 'deki لَ kaseme hazırlık içindir, şart edatının başına gelmiştir, mutlaka ondan sonra nankörlük etmeye devam ederler ifadesi de cezanın yerine geçen bir cevaptır, bunun içindir ki, إِنْ edatı da istikbal ile tefsir edilmiştir. Bu ayet kâfirleri sebatlarının azlığı, düşüncelerinin kıtlığı ve çabuk sarsılmaları ile teşhir etmektedir. Çünkü doğru bir görüş, yağmur geciktiği zaman Allah'a tevekkül etmelerini ve istiğfar ederek ona sığınmalarını ve rahmetinden ümit kesmemelerini; rahmet de yağdığı zaman hemen şükredip devamlı itaati, sevinmede aşırıya kaçmamayı gerektirir. Ekinleri sarardığı zaman da sabretmeyi; nimetine nankörlük etmemeyi lazım kılar. (Beyzâvî)
Daha önce bu kâfirlerin durumu tespit edildikten sonra burada onlar açıkça zemmedilmekte ve ifrat ile tefrit arasında süratle değiştikleri bildirilmektedir. (Ebüssuûd)
Ayette 3 fiil de mazi sıygada gelmiştir. Bunların şart siyakında gelmesi istikbal manası kazandırmıştır. Mazi sıyganın tercih edilmesi mütekellim için daha hafiiftir. Mütekellim şart siyakında istediği sıygayı seçmekte serbesttir. (Âşûr)