فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِنَّكَ | şüphesiz sen |
|
2 | لَا | asla |
|
3 | تُسْمِعُ | söz dinletemezsin |
|
4 | الْمَوْتَىٰ | ölülere |
|
5 | وَلَا | ve asla |
|
6 | تُسْمِعُ | işittiremezsin |
|
7 | الصُّمَّ | sağırlara |
|
8 | الدُّعَاءَ | çağrıyı |
|
9 | إِذَا |
|
|
10 | وَلَّوْا | giderlerken |
|
11 | مُدْبِرِينَ | arkalarını dönüp |
|
Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).
47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).
51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).
فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
فَ ta’liliyyedir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُسْمِعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir. الْمَوْتٰى mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
لَا تُسْمِعُ الصُّمَّ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. الصُّمَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّعَٓاءَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَّوْا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلَّوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مُدْبِر۪ينَ kelimesi hal olup nasb alameti ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.
تُسْمِعُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُدْبِر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ
Takdiri لا تحزن عليهم (Onlar için üzülme..) olan mukadder cümle için ta’liliyedir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ cümlesi, matufun aleyhle aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfinin tekrarlanması olumsuzluğu tekid içindir.
لَا تُسْمِــعُ ’nun tekrarı önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى - لَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.
تُسْمِــعُ - صُّمَّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Anlamayan kişilere yapılan hitabı içeren temsîli bir istiaredir. Kendisine söylenen şeyleri anlamayan insanlara hitap eden kişinin hali; ölü ya da sağır bir kavme hitap eden ve onlara duyurmaya, onları etkilemeye çalışan kişinin haline benzetilmiştir. Câmi’; boş bir iş olması, abesliktir. Bunun sebebi de öğüt ve ibret almak için gerekli olan hâsselerin yokluğudur. Kelamın bu şekilde gelmesi açıktır ki, hakîkî kelâmdan çok daha etkilidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Peygamber Efendimizin (sav) müşriklerin hidayeti konusundaki hırsı ve onlara vahyi işittirebilme çabası sebebiyle kelam tekidli olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cenab-ı Hak, sağır hakkındaki “Sen o daveti (tebliği) sağırlara işittiremezsin...” demiş, fakat ölüler hakkında davet kelimesini zikretmemiştir. Çünkü sağır bazan çok kuvvetli sesleri ve çok gürültülü şeyleri duyabilir. (Fahreddin er-Râzî)
اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ
Fasılla gelen اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ cümlesi şart manalı müstakbel zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaman zarfı اِذَا edatı تُسْمِعُ ’ya mutealliktir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
مُدْبِر۪ينَ kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.
وَلَّوْا - مُدْبِر۪ينَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin sonundaki اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ bölümü mübâlağayı arttırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetin bütününde verilen anlama uyumlu olarak getirilen ayetin sonundaki اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ kısmı olmadan ayet, yine doğru anlaşılmakta ve çıkarıldığı zaman cümle yine tamamlanmış gözükmektedir. Fakat ayetin fasıla kısmı sözü edilen sağırın işaretle bir şeyleri anlayacak biri olması veya sırtını dönmeksizin kulak tıkamış olması veya sadece yüz yüze olmaması ihtimallerini de ortadan kaldıracak bir nükteye sahiptir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Burada dönüp gitmek manasındaki وَلَّوْا fiiliyle anlam tamamlanmıştır. Eğer sağır olan kimse sesin geldiği yöne dönük ise jest ve mimiklerden yola çıkarak seslenen kişinin farkına varır. Ancak eğer sırtı dönük ve uzakta ise ne bir ses işitir, ne de onu gösterecek bir hareketin farkına varır. Burada bahsedilen sağırlık onların küfür ve inanmayışlarını gösteren manevi bir sağırlıktır. Bu kişiler yüz yüze olduklarında bile etkilenmeksizin söylenenlerin bir kısmını ancak işitirler. Eğer arkaya dönüp giderlerse hiçbir şeyi duymayacakları aşikardır. Ancak hemen ardından gelen مُدْبِر۪ينَ (arkaya dönerek) lafzı dönüp gitmenin arkaya doğru olduğu, başka bir yöne doğru olmadığını da ifade etmektedir. “Geriye dönüp gitme” ifadesi daveti duymayacak kimselerin durumunu en güzel biçimde ortaya koymaktadır. Bu ifadeyle mana pekiştirilmiştir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu)
فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى [Sen ölülere işittiremezsin] cümlesinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Kâfirler, hissetmemeleri, öğüt ve delilleri dinlememeleri hususunda istiâre-i tasrîhiyye yoluyla ölü ve sağırlara benzetilmiştir. (Sâbûnî,Safvetü’t Tefâsir)
Hükmü arka dönmeye bağlaması imkansızlığı daha da pekiştirmek içindir. Çünkü sese doğru gelen sağır her ne kadar kelamı duymazsa da hareketler aracılığı ile biraz anlar. (Beyzâvî)
Ayette ses duyuramama hükmünün "Arkalarını dönüp giderlerken" kaydına bağlanması, o kâfirlerin hallerinin son derece kötü olduğunu beyan etmek ve onların iki kötü hasleti kendi nefislerinde topladıklarına dikkat çekmek içindir: onlar kulaklarını hakka kapatmışlar ve hakka kulak vermekten de yüz çevirmişlerdir. Eğer onlarda bu ikisinden biri bile olsa onlara yeterdi. Şu halde, iki hasleti de kendi nefislerinde topladıkları zaman durumları nasıl olur? Zira konuşana bakan sağır, onun sözlerinden hiçbir şey anlamıyorsa da onun vaziyetlerine ve hareketlerine bakarak sözlerinden bir şeyler anlayabilir. Ama konuşana arkasını döndüğü zaman, ondan hiçbir şeyi anlayacak değildir. (Ebüssuûd)