وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değilsin |
|
2 | أَنْتَ | sen |
|
3 | بِهَادِ | yola getirecek |
|
4 | الْعُمْيِ | körleri |
|
5 | عَنْ | -ndan |
|
6 | ضَلَالَتِهِمْ | sapıklıkları- |
|
7 | إِنْ |
|
|
8 | تُسْمِعُ | sen işittiremezsin |
|
9 | إِلَّا | başkasına |
|
10 | مَنْ | kimseler(den) |
|
11 | يُؤْمِنُ | inanan(lar) |
|
12 | بِايَاتِنَا | ayetlerimize |
|
13 | فَهُمْ | ve onlar |
|
14 | مُسْلِمُونَ | müslüman olurlar |
|
Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).
47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).
51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).
وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اَنْتَ munfasıl zamiri مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur. بِهَادِي lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
هَادِي mankus isimdir. ي üzere mukadder kesra ile mecrur olup muzâftır.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعُمْيِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَنْ ضَلَالَتِ car mecruru هَادِي ‘ye mütealliktir.
اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟
Fiil cümlesidir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُسْمِــعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
اِلَّا hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُؤْمِنُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُؤْمِنُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. بِاٰيَاتِنَا car mecruru يُؤْمِنُ fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُسْلِمُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
تُسْمِــعُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سمع ’dir.
يُؤْمِنُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ‘dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
هَادِي kelimesi; sülâsî mücerredi هدي olan fiilin ism-i failidir.
مُسْلِمُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ
Ayet وَ ’la hükümde ortaklık nedeniyle …فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir.
ليس ‘nin haberi olan بِهَادِي ’ye dahil olan بِ , tekid ifade eden zaid harftir.
هَادِي - ضَلَالَتِهِمْۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayette müslüman olup da dalaletten ayrılmamış kişi, kör bir insana benzetilerek istiare yapılmıştır. الْعُمْيِ kelimesi, kâfir için müstear olmuştur. Çünkü kâfir eşyanın hakikatini görmez. Âmâ gibidir.
اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Nefiy harfi اِنْ ve istisna edatı اِلَّٓا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiil ve mef’ûlü arasındadır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘nın sılası olan يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil istimrar ve teceddüt ifade etmiştir.
Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اٰيَاتِنَا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan ayetlere, tazim ve teşrif ifadesi vardır. Ayrıca ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir.
فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟ cümlesi يُؤْمِنُ cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümlesinde müsned مُسْلِمُونَ şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.
İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)
Neml 81. ayetle, birebir aynı olan bu ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların körler olarak vasıflandırılmaları, görmenin gerçek amacını yitirdikleri yahut kalpleri kör olduğu içindir.
Zira kendilerine emrettiğin hakka boyun eğenlerin imanı, kendilerini ayetleri tefekkür etmeye ve kabul ile karşılamaya davet etmektedir.
Yahut ayetlere iman edenlerden murad, onlara iman etmeye yakın olan ve onlara gereğince yönelen kimseler demektir. (Fahreddin er-Râzî)