Rûm Sûresi 54. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ  ...

Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
4 مِنْ -tan
5 ضَعْفٍ zayıflık- ض ع ف
6 ثُمَّ sonra
7 جَعَلَ verdi ج ع ل
8 مِنْ
9 بَعْدِ ardından ب ع د
10 ضَعْفٍ zayıflığın ض ع ف
11 قُوَّةً bir kuvvet ق و ي
12 ثُمَّ sonra
13 جَعَلَ verdi ج ع ل
14 مِنْ
15 بَعْدِ (-ten) sonra ب ع د
16 قُوَّةٍ kuvvet- ق و ي
17 ضَعْفًا zayıflık ض ع ف
18 وَشَيْبَةً ve ihtiyarlık ش ي ب
19 يَخْلُقُ yaratır خ ل ق
20 مَا
21 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
22 وَهُوَ ve O
23 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
24 الْقَدِيرُ gücü yetendir ق د ر
 

Önceki âyetlerde ilâhî kudretin dış âlemde gözlemlenebilen kanıtlarına değinildikten sonra burada insanın özbenliğinde tesbit edebileceği delillere dikkat çekilmektedir (Râzî, XXV, 136). Bunların özeti, kişinin kendi hayatının akışında geçirdiği evreleri iyi bir incelemeye tâbi tutmasından ibarettir. İnsan, başlangıçta aşılanmış bir yumurta (zigot) olduğunu, birçok aşamadan geçtikten sonra güçlü dönemine eriştiğini, ama hiç kimsenin –kendisine uzun ömür verilmişse– gençlik dönemindeki bu gücünü aynen koruyamadığını, hele hiç kimsenin dünya hayatında ebedî kalamadığını düşünürse, bütün bunların varlıklar âlemine egemen olan üstün ve karşı konulamaz bir iradeden kaynaklandığını anlar. Bu sürecin bir benzerinin, içinde yaşadığı evren bakımından da kaçınılmazlığını ve onun da bir sonu olduğunu kabullenmekte güçlük çekmez (insanın yaratılış aşamaları ve hayat evreleri hakkında bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 327-328
 

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ ضَعْفٍ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “ Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir.  ضَعْفٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قُوَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  قُوَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ضَعْفاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  شَيْبَةً  atıf harfi و 'la makabline matuftur. 

يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ  mübtedanın ikinci haberidir.  يَخْلُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 


 وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْقَد۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

الْقَد۪يرُ - الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً  ve  ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ  cümleleri aynı üslupta gelerek, sıla cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle ile atfedilmiştir. Cümleler faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlelere dahil olan atıf harfi  ثُمَّ , zamanda terahi ve tertip ifade eder. 

Cümleler arasında mukabele vardır.

يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ  cümlesi mübtedanın ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَخْلُقُ  fiilinin mef’ûlü olan nasb mahallindeki müşterek ismi mevsul  مَا ’nın sılası olan  يَشَٓاءُۚ , muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

ضَعْفٍ  ve  قُوَّةً  kelimelerindeki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

ثُمَّ - خَلَقَ - ضَعْفٍ - جَعَلَ - بَعْدِ - قُوَّةً - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَلَقَكُمْ - يَخْلُقُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا - الَّذ۪ي  ve  ثُمَّ - بَعْدِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ضَعْفٍ - قُوَّةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı  vardır.

Cenab-ı Hak, afakî delillere dair geçmiş olan delilleri tekrar edip, -ki tekrarlanan bu delil, [“Allah, rüzgârları salıverendir. Ki böylece de rüzgârlar bulutu sürüverir...”] (Rum, 48) ayetidir- rüzgârların hallerini başından sonuna kadar belirtince, enfüsî delillere dair bir delili de tekrar getirerek, ki bu da, insanoğlunun yaratılışı ve çeşitli devrelerinden bahsedilmesidir- “Allah, sizi güçsüz yaratandır...” buyurmuştur.  

Daha sonra Cenab-ı Hak "Sonra bu güçsüzlüğün ardından kuvvet verdi..." buyurmuştur. O halde bu ikinci ifadedeki  ضَعْفٍ  kelimesi çocuğun, bir cenin, yeni doğmuş bir çocuk ve sütten kesilmiş bebeklik haline bir işarettir ki bütün bu haller çocuğun zayıf ve aciz olduğu hallerdir.

Cenab-ı Hakk'ın, "Sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet verdi" ifadesi yine, çocuğun buluğ çağına ermesine, oradan geçişine, gençliğine ve olgunluğuna bir işarettir.

Cenab-ı Hakk'ın "Sonra kuvvetin ardından da zayıflığa ve ihtiyarlığa getirendir. O ne dilerse yaratır. O, hakkıyla bilendir, kemâliyle kādirdir" ayeti de, olgunluk yaşından sonra gelen geriye dönüş ve ihtiyarlama haline bir işarettir ki, ihtiyarlık zayıflığın ta kendisidir. Cenab-ı Hak, "O ne dilerse yaratır" cümlesiyle, bütün bu işlerin kendiliğinden değil tam aksine Allah'ın meşîeti ile olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Allah, âfâkî delillerde de, ["Derken (Allah) bunu gökte nasıl dilerse öylece serer..."] (Rum, 48) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Kıyamete saat denir, çünkü kıyamet, dünyanın son saatinde kopacaktır. Yahut kıyamet, aniden kopacağı için ona saat denilmektedir. (Ebüssuûd) 

مِن  ibtidâiyyedir. Yani yaratmaya zayıf halden başlamıştır ki bu cenin halidir. Sonraki hal, sabi yani çocukluk halidir ki kuvvetli çağ olan buluğ çağına kadar devam eder. Buna beyaz saçın atfedilmesi de bu zayıflığa ve bundan sonra bir kuvvet kalmadığına ima içindir. Beyaz saçın ölümün habercisi olması dolayısıyla arkasından yokluk geleceği manası yaygındır. (Âşûr)


 وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ

 

Ayetin son cümlesi  يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, S. 190-191)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْعَل۪يمُ - الْقَد۪يرُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Allah Rum, 27’de kudretini ilminden önce; burada ise, ilmini, kudretinden önce zikretmiştir. Niçin?

Cevap: Biz diyoruz ki, yeniden diriltme işi orada, "Ona göre bu pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O'nundur... "(Rum, 27) ifadesiyle anlatılmıştır. Çünkü ayette  يُعٖيدُهُ ifadesiyle kastedilen yeniden diriltmedir ki  كُن  lafzıyla olur ve kendisine "ol" denilen şey de hemen oluverir. Binaenaleyh, buradaki (Rum, 27) ilahi kudret, son derece aşikârdır. Burada bahsedilen şey ise, yaratılışın başlangıcı olup, bu da bir takım devre ve hallerden İbarettir. Buradaki bütün hal ve durumların bilgisi ise, mevcuttur. Binaenaleyh burada da, "bilme" işi çok açık ve nettir. Hem, ayetteki, "O, hakkıyla bilendir, kemâliyle kādirdir" cümlesi, hem bir müjdelemeyi hem de bir inzârı kapsamaktadır. Çünkü O, mahlukatın işlerini ve amellerini bilince, mahlukatın hallerini bilmiş olur. Mahlukatın hallerini bilme işi, kudretle yapılan mükâfat verme ve cezalandırma işinden önce olunca, ilim sözü önce zikredilmiştir. Ama ahirette ise o halleri bilmek ikâb/azap ile anlaşılacaktır. İşte bu sebeple orada, ["O, yegâne galip, yegane hüküm ve hikmet sahibidir"] (Rum, 27) buyurmuştur. Ki buna da, insanın yaratılması ile ilgili ifadelerin peşinden, ["Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın şAnı ne yücedir!"] (Müminun, 14) buyurmuştur. Şimdi biz diyoruz ki buradaki ahsen kelimesi, Cenab-ı Hakk'ın ilmine bir işarettir. Çünkü güzel yaratma işi ancak ilimle olur. el-Hâlikın işinden anlaşılan yaratma işi de, O'nun kudretine bir işarettir.

Cenab-ı Hak, ilk yaratmadan bahsedip, ikinci kez yaratma da tıpkı ilk yaratma gibi olunca, işte bu hususu, o yeniden yaratmanın hallerini ve vakitlerini ele alarak belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: 

Kıyametin kopacağı gün günahkârlar, bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler, işte onlar, (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı". (Fahreddin er-Râzî)

Burada ilim ve kudret vasıfları zikredilmiştir. Çünkü gelişmek için hikmet gereklidir. Hikmet de ilim dairesindendir. Açığa çıkması da kudretin etkisini gösteren en etkili şeydir. (Âşûr)