18 Eylül 2025
Rûm Sûresi 51-60 (409. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Rûm Sûresi 51. Ayet

وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ  ...


Andolsun, eğer (ekinlerine zararlı) bir rüzgâr göndersek de o ekini sararmış görseler, ardından mutlaka nankörlük etmeye başlarlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَئِنْ andolsun eğer
2 أَرْسَلْنَا göndersek ر س ل
3 رِيحًا bir rüzgar ر و ح
4 فَرَأَوْهُ ve (ekini) görseler ر ا ي
5 مُصْفَرًّا sararmış ص ف ر
6 لَظَلُّوا başlarlar ظ ل ل
7 مِنْ
8 بَعْدِهِ ondan sonra ب ع د
9 يَكْفُرُونَ nankörlük etmeğe ك ف ر

   Safera صفر :

   صُفْرَةٌ sarı renktir. Bazen siyah için de kullanılmaktadır. Bu renkten hareketle bakıra صُفْرٌ ve otun kurusuna da صُفارٌ denmektedir. Kimi zaman işitilen şeylerin bir yansıması olarak dudakla çalınan ıslık sesine de safir صَفِيرٌ denir. Buradan hareketle boş olması sebebiyle kaptan ıslık sesi işitildiğinde safir sesi duyuldu anlamında صَفِرَ الإناء denmiştir.

  Safer ayının böyle adlandırılması bu ayda Arapların evinde erzak bulunmayıp evlerinin boş olmasıdır. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 5  kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri safra, sıfır ve şifredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

اَرْسَلْنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  ر۪يحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

رَاَوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. مُصْفَراًّ  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  ظَلُّوا  damme üzere mebni mazi, nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  ظَلُّوا ‘nun ismi olan çoğul و 'ı  mahallen merfûdur. 

مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru  يَكْفُرُونَ 'ye mütealliktir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَكْفُرُونَ  fiili  ظَلُّوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَرْسَلْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

وَلَئِنْ اَرْسَلْنَا ر۪يحاً فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ

 

وَ , istînâfiyyedir.  لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart cümlesi olan  اَرْسَلْنَا ر۪يحاً , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

اَرْسَلْنَا  fiilinin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

ر۪يحاً ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

Müteakip  فَرَاَوْهُ مُصْفَراًّ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şart cümlesine atfedilmiştir.

Kasemin cevap cümlesinin delaletiyle şartın cevabının hazfi, icâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Mukadder kasemin cevabı olan  لَظَلُّوا مِنْ بَعْدِه۪ يَكْفُرُونَ  cümlesindeki  لَ  kasemin delilidir. Nakıs fiil  ظَلّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  مِنْ بَعْدِه۪ , konudaki önemine binaen amili olan  يَكْفُرُونَ ’ye takdim edilmiştir.

ظَلّ ’nin haberi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiştir.

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Kasem cümlesinin hazf edilip cevap cümlesinin zikredildiği  durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Ayetteki birinci lam muvattie, ikincisi de muvattie olduğuna delalet eder. (Mahmud Sâfî)

Cenab-ı Hak, önceki ayette, göndermeyi bildirir bir üslupla, Rüzgârları gönderir buyurmuş, burada ise o üslûbun dışına çıkarak, Biz, bir rüzgâr gönderirsek… buyurmuştur! Çünkü, ر۪يحاً (rüzgârlar), O'nun rahmetinden olup, kesintisiz devam ederler. ريح (rüzgâr) ise, O'nun azabındandır. Halbuki Allah Teâlâ, kullarına son derece merhametlidir; bu sebeple, ريح ’i (her zaman) salıvermeyip tutar. İşte bu sebeple, faydalı rüzgârların, gece-gündüz çöllerde, sahralarda, ovalarda ve tepelerde estiğini; yakıp kavuran rüzgârın ise ancak bazı zamanlar ve bazı yerlerde estiğini görmekteyiz. (Fahreddin er-Râzî)

‘’Yemin olsun, eğer bir rüzgâr göndersek de onu sararmış görseler’’ ibaresinde bahsedilen şey o eser veya ekindir, yukarıda geçenden anlaşılmaktadır. Bulutu da denilmiştir, çünkü o sararırsa yağmur yağdırmaz.  وَلَئِنْ 'deki  لَ  kaseme hazırlık içindir, şart edatının başına gelmiştir, mutlaka ondan sonra nankörlük etmeye devam ederler ifadesi de cezanın yerine geçen bir cevaptır, bunun içindir ki, إِنْ  edatı da istikbal ile tefsir edilmiştir. Bu ayet kâfirleri sebatlarının azlığı, düşüncelerinin kıtlığı ve çabuk sarsılmaları ile teşhir etmektedir. Çünkü doğru bir görüş, yağmur geciktiği zaman Allah'a tevekkül etmelerini ve istiğfar ederek ona sığınmalarını ve rahmetinden ümit kesmemelerini; rahmet de yağdığı zaman hemen şükredip devamlı itaati, sevinmede aşırıya kaçmamayı gerektirir. Ekinleri sarardığı zaman da sabretmeyi; nimetine nankörlük etmemeyi lazım kılar. (Beyzâvî)

Daha önce bu kâfirlerin durumu tespit edildikten sonra burada onlar açıkça zemmedilmekte ve ifrat ile tefrit arasında süratle değiştikleri bildirilmektedir. (Ebüssuûd)

Ayette 3 fiil de mazi sıygada gelmiştir. Bunların şart siyakında gelmesi istikbal manası kazandırmıştır. Mazi sıyganın tercih edilmesi mütekellim için daha hafiiftir. Mütekellim şart siyakında istediği sıygayı seçmekte serbesttir. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 52. Ayet

فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  ...


Şüphesiz, sen ölülere işittiremezsin. Dönüp gittikleri zaman çağrıyı sağırlara da işittiremezsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنَّكَ şüphesiz sen
2 لَا asla
3 تُسْمِعُ söz dinletemezsin س م ع
4 الْمَوْتَىٰ ölülere م و ت
5 وَلَا ve asla
6 تُسْمِعُ işittiremezsin س م ع
7 الصُّمَّ sağırlara ص م م
8 الدُّعَاءَ çağrıyı د ع و
9 إِذَا
10 وَلَّوْا giderlerken و ل ي
11 مُدْبِرِينَ arkalarını dönüp د ب ر

فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

فَ  ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى fiil cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfudur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri اَنْتَ ‘dir.  الْمَوْتٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

لَا تُسْمِعُ الصُّمَّ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.  الصُّمَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الدُّعَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَّوْا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  مُدْبِر۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ى ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar. 

تُسْمِعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى وَلَا تُسْمِعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ 

 

Takdiri  لا تحزن عليهم  (Onlar için üzülme..) olan mukadder cümle için ta’liliyedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberi olan  لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى , menfi muzari fiil sıygasında gelmiştir. Bu durum hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın dikkatini tecessüm özelliğiyle uyararak konuyu anlamasında yardımcı olur.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَلَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ الدُّعَٓاءَ  cümlesi, matufun aleyhle aynı üslupla gelerek makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Nefy harfinin tekrarlanması olumsuzluğu tekid içindir.

لَا تُسْمِــعُ ’nun tekrarı önemine binaendir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَا تُسْمِــعُ الْمَوْتٰى - لَا تُسْمِــعُ الصُّمَّ  cümleleri arasında mukabele sanatı oluşmuştur.

تُسْمِــعُ - صُّمَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Anlamayan kişilere yapılan hitabı içeren temsîli bir istiaredir. Kendisine söylenen şeyleri anlamayan insanlara hitap eden kişinin hali; ölü ya da sağır bir kavme hitap eden ve onlara duyurmaya, onları etkilemeye çalışan kişinin haline benzetilmiştir. Câmi’; boş bir iş olması, abesliktir. Bunun sebebi de öğüt ve ibret almak için gerekli olan hâsselerin yokluğudur. Kelamın bu şekilde gelmesi açıktır ki, hakîkî kelâmdan çok daha etkilidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Peygamber Efendimizin (sav) müşriklerin hidayeti konusundaki hırsı ve onlara vahyi işittirebilme çabası sebebiyle kelam tekidli olarak gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cenab-ı Hak, sağır hakkındaki “Sen o daveti (tebliği) sağırlara işittiremezsin...” demiş, fakat ölüler hakkında davet kelimesini zikretmemiştir. Çünkü sağır bazan çok kuvvetli sesleri ve çok gürültülü şeyleri duyabilir. (Fahreddin er-Râzî)


اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ

 

Fasılla gelen  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  cümlesi şart manalı müstakbel zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Aynı zamanda şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaman zarfı  اِذَا  edatı  تُسْمِعُ ’ya mutealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mubâlağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

مُدْبِر۪ينَ  kelimesi haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbıdır.

وَلَّوْا - مُدْبِر۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  bölümü mübâlağayı arttırmak içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetin bütününde verilen anlama uyumlu olarak getirilen ayetin sonundaki  اِذَا وَلَّوْا مُدْبِر۪ينَ  kısmı olmadan ayet, yine doğru anlaşılmakta ve çıkarıldığı zaman cümle yine tamamlanmış gözükmektedir. Fakat ayetin fasıla kısmı sözü edilen sağırın işaretle bir şeyleri anlayacak biri olması veya sırtını dönmeksizin kulak tıkamış olması veya sadece yüz yüze olmaması ihtimallerini de ortadan kaldıracak bir nükteye sahiptir. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)

Burada dönüp gitmek manasındaki  وَلَّوْا  fiiliyle anlam tamamlanmıştır. Eğer sağır olan kimse sesin geldiği yöne dönük ise jest ve mimiklerden yola çıkarak seslenen kişinin farkına varır. Ancak eğer sırtı dönük ve uzakta ise ne bir ses işitir, ne de onu gösterecek bir hareketin farkına varır. Burada bahsedilen sağırlık onların küfür ve inanmayışlarını gösteren manevi bir sağırlıktır. Bu kişiler yüz yüze olduklarında bile etkilenmeksizin söylenenlerin bir kısmını ancak işitirler. Eğer arkaya dönüp giderlerse hiçbir şeyi duymayacakları aşikardır. Ancak hemen ardından gelen  مُدْبِر۪ينَ  (arkaya dönerek) lafzı dönüp gitmenin arkaya doğru olduğu, başka bir yöne doğru olmadığını da ifade etmektedir. “Geriye dönüp gitme” ifadesi daveti duymayacak kimselerin durumunu en güzel biçimde ortaya koymaktadır. Bu ifadeyle mana pekiştirilmiştir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslûbu) 

فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ الْمَوْتٰى [Sen ölülere işittiremezsin] cümlesinde istiâre-i tasrîhiyye vardır. Kâfirler, hissetmemeleri, öğüt ve delilleri dinlememeleri hususunda istiâre-i tasrîhiyye yoluyla ölü ve sağırlara benzetilmiştir. (Sâbûnî,Safvetü’t Tefâsir)

Hükmü arka dönmeye bağlaması imkansızlığı daha da pekiştirmek içindir. Çünkü sese doğru gelen sağır her ne kadar kelamı duymazsa da hareketler aracılığı ile biraz anlar. (Beyzâvî)

Ayette ses duyuramama hükmünün "Arkalarını dönüp giderlerken" kaydına bağlanması, o kâfirlerin hallerinin son derece kötü olduğunu beyan etmek ve onların iki kötü hasleti kendi nefislerinde topladıklarına dikkat çekmek içindir: onlar kulaklarını hakka kapatmışlar ve hakka kulak vermekten de yüz çevirmişlerdir. Eğer onlarda bu ikisinden biri bile olsa onlara yeterdi. Şu halde, iki hasleti de kendi nefislerinde topladıkları zaman durumları nasıl olur? Zira konuşana bakan sağır, onun sözlerinden hiçbir şey anlamıyorsa da onun vaziyetlerine ve hareketlerine bakarak sözlerinden bir şeyler anlayabilir. Ama konuşana arkasını döndüğü zaman, ondan hiçbir şeyi anlayacak değildir. (Ebüssuûd)

 
Rûm Sûresi 53. Ayet

وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟  ...


Sen, körleri sapkınlıklarından çıkarıp doğru yola iletemezsin. Sen, çağrını ancak âyetlerimize inanıp müslüman olan kimselere işittirebilirsin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve değilsin
2 أَنْتَ sen
3 بِهَادِ yola getirecek ه د ي
4 الْعُمْيِ körleri ع م ي
5 عَنْ -ndan
6 ضَلَالَتِهِمْ sapıklıkları- ض ل ل
7 إِنْ
8 تُسْمِعُ sen işittiremezsin س م ع
9 إِلَّا başkasına
10 مَنْ kimseler(den)
11 يُؤْمِنُ inanan(lar) ا م ن
12 بِايَاتِنَا ayetlerimize ا ي ي
13 فَهُمْ ve onlar
14 مُسْلِمُونَ müslüman olurlar س ل م

وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

اَنْتَ  munfasıl zamiri  مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.  بِهَادِي  lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. 

هَادِي  mankus isimdir.  ي  üzere mukadder kesra ile mecrur olup muzâftır.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْعُمْيِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَنْ ضَلَالَتِ  car mecruru  هَادِي ‘ye mütealliktir.


اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُسْمِــعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اِلَّا  hasr edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُؤْمِنُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يُؤْمِنُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  يُؤْمِنُ  fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  ta’liliyyedir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

مُسْلِمُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

تُسْمِــعُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  سمع ’dir.  

يُؤْمِنُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

هَادِي  kelimesi; sülâsî mücerredi هدي  olan fiilin ism-i failidir.

مُسْلِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اَنْـتَ بِهَادِ الْعُمْيِ عَنْ ضَلَالَتِهِمْۜ 

 

Ayet  وَ ’la hükümde ortaklık nedeniyle …فَاِنَّكَ لَا تُسْمِعُ  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. 

ليس ‘nin haberi olan  بِهَادِي ’ye dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir.

هَادِي - ضَلَالَتِهِمْۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayette müslüman olup da dalaletten ayrılmamış kişi, kör bir insana benzetilerek istiare yapılmıştır.  الْعُمْيِ  kelimesi, kâfir için müstear olmuştur. Çünkü kâfir eşyanın hakikatini görmez. Âmâ gibidir.


 اِنْ تُسْمِعُ اِلَّا مَنْ يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Nefiy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّٓا  ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr, fiil ve mef’ûlü arasındadır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘nın sılası olan  يُؤْمِنُ بِاٰيَاتِنَا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil istimrar ve teceddüt ifade etmiştir. 

Fail tarafından gerçekleştirilen fiil, zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. Başka mef'ûllere değil. Ama o mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Ama kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اٰيَاتِنَا  izafetinde, azamet zamirine muzâf olan ayetlere, tazim ve teşrif ifadesi vardır. Ayrıca ayetlerin kemâl vasıflara sahip olduğunun işaretidir. 

فَهُمْ مُسْلِمُونَ۟  cümlesi  يُؤْمِنُ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümlesinde müsned  مُسْلِمُونَ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek sübut ve devam ifade etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübut ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lâmı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fâil’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

Neml 81. ayetle, birebir aynı olan bu ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

Onların körler olarak vasıflandırılmaları, görmenin gerçek amacını yitirdikleri yahut kalpleri kör olduğu içindir.

Zira kendilerine emrettiğin hakka boyun eğenlerin imanı, kendilerini ayetleri tefekkür etmeye ve kabul ile karşılamaya davet etmektedir.

Yahut ayetlere iman edenlerden murad, onlara iman etmeye yakın olan ve onlara gereğince yönelen kimseler demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 54. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ  ...


Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O, dilediğini yaratır. O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي ki
3 خَلَقَكُمْ sizi yarattı خ ل ق
4 مِنْ -tan
5 ضَعْفٍ zayıflık- ض ع ف
6 ثُمَّ sonra
7 جَعَلَ verdi ج ع ل
8 مِنْ
9 بَعْدِ ardından ب ع د
10 ضَعْفٍ zayıflığın ض ع ف
11 قُوَّةً bir kuvvet ق و ي
12 ثُمَّ sonra
13 جَعَلَ verdi ج ع ل
14 مِنْ
15 بَعْدِ (-ten) sonra ب ع د
16 قُوَّةٍ kuvvet- ق و ي
17 ضَعْفًا zayıflık ض ع ف
18 وَشَيْبَةً ve ihtiyarlık ش ي ب
19 يَخْلُقُ yaratır خ ل ق
20 مَا
21 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
22 وَهُوَ ve O
23 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م
24 الْقَدِيرُ gücü yetendir ق د ر

Önceki âyetlerde ilâhî kudretin dış âlemde gözlemlenebilen kanıtlarına değinildikten sonra burada insanın özbenliğinde tesbit edebileceği delillere dikkat çekilmektedir (Râzî, XXV, 136). Bunların özeti, kişinin kendi hayatının akışında geçirdiği evreleri iyi bir incelemeye tâbi tutmasından ibarettir. İnsan, başlangıçta aşılanmış bir yumurta (zigot) olduğunu, birçok aşamadan geçtikten sonra güçlü dönemine eriştiğini, ama hiç kimsenin –kendisine uzun ömür verilmişse– gençlik dönemindeki bu gücünü aynen koruyamadığını, hele hiç kimsenin dünya hayatında ebedî kalamadığını düşünürse, bütün bunların varlıklar âlemine egemen olan üstün ve karşı konulamaz bir iradeden kaynaklandığını anlar. Bu sürecin bir benzerinin, içinde yaşadığı evren bakımından da kaçınılmazlığını ve onun da bir sonu olduğunu kabullenmekte güçlük çekmez (insanın yaratılış aşamaları ve hayat evreleri hakkında bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-15).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 327-328

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَكُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ ضَعْفٍ  car mecruru  خَلَقَ  fiiline mütealliktir.

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “ Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَعَلَ ‘nin mahzuf ikinci mef’ûlune mütealliktir.  ضَعْفٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  قُوَّةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline mütealliktir.  قُوَّةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

ضَعْفاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  شَيْبَةً  atıf harfi و 'la makabline matuftur. 

يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُ  mübtedanın ikinci haberidir.  يَخْلُقُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا ,  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. 


 وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْعَل۪يمُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْقَد۪يرُ  ikinci haber olup lafzen merfûdur.

الْقَد۪يرُ - الْعَل۪يمُ  kelimeleri sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  خَلَقَكُمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Müspet mazi fiil sıygasındaki  ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً  ve  ثُمَّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةًۜ  cümleleri aynı üslupta gelerek, sıla cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle ile atfedilmiştir. Cümleler faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlelere dahil olan atıf harfi  ثُمَّ , zamanda terahi ve tertip ifade eder. 

Cümleler arasında mukabele vardır.

يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ  cümlesi mübtedanın ikinci haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَخْلُقُ  fiilinin mef’ûlü olan nasb mahallindeki müşterek ismi mevsul  مَا ’nın sılası olan  يَشَٓاءُۚ , muzari sıygada gelerek teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

ضَعْفٍ  ve  قُوَّةً  kelimelerindeki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

ثُمَّ - خَلَقَ - ضَعْفٍ - جَعَلَ - بَعْدِ - قُوَّةً - مِنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

خَلَقَكُمْ - يَخْلُقُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَا - الَّذ۪ي  ve  ثُمَّ - بَعْدِ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ضَعْفٍ - قُوَّةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı  vardır.

Cenab-ı Hak, afakî delillere dair geçmiş olan delilleri tekrar edip, -ki tekrarlanan bu delil, [“Allah, rüzgârları salıverendir. Ki böylece de rüzgârlar bulutu sürüverir...”] (Rum, 48) ayetidir- rüzgârların hallerini başından sonuna kadar belirtince, enfüsî delillere dair bir delili de tekrar getirerek, ki bu da, insanoğlunun yaratılışı ve çeşitli devrelerinden bahsedilmesidir- “Allah, sizi güçsüz yaratandır...” buyurmuştur.  

Daha sonra Cenab-ı Hak "Sonra bu güçsüzlüğün ardından kuvvet verdi..." buyurmuştur. O halde bu ikinci ifadedeki  ضَعْفٍ  kelimesi çocuğun, bir cenin, yeni doğmuş bir çocuk ve sütten kesilmiş bebeklik haline bir işarettir ki bütün bu haller çocuğun zayıf ve aciz olduğu hallerdir.

Cenab-ı Hakk'ın, "Sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet verdi" ifadesi yine, çocuğun buluğ çağına ermesine, oradan geçişine, gençliğine ve olgunluğuna bir işarettir.

Cenab-ı Hakk'ın "Sonra kuvvetin ardından da zayıflığa ve ihtiyarlığa getirendir. O ne dilerse yaratır. O, hakkıyla bilendir, kemâliyle kādirdir" ayeti de, olgunluk yaşından sonra gelen geriye dönüş ve ihtiyarlama haline bir işarettir ki, ihtiyarlık zayıflığın ta kendisidir. Cenab-ı Hak, "O ne dilerse yaratır" cümlesiyle, bütün bu işlerin kendiliğinden değil tam aksine Allah'ın meşîeti ile olduğunu beyan etmiştir. Nitekim Allah, âfâkî delillerde de, ["Derken (Allah) bunu gökte nasıl dilerse öylece serer..."] (Rum, 48) buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Kıyamete saat denir, çünkü kıyamet, dünyanın son saatinde kopacaktır. Yahut kıyamet, aniden kopacağı için ona saat denilmektedir. (Ebüssuûd) 

مِن  ibtidâiyyedir. Yani yaratmaya zayıf halden başlamıştır ki bu cenin halidir. Sonraki hal, sabi yani çocukluk halidir ki kuvvetli çağ olan buluğ çağına kadar devam eder. Buna beyaz saçın atfedilmesi de bu zayıflığa ve bundan sonra bir kuvvet kalmadığına ima içindir. Beyaz saçın ölümün habercisi olması dolayısıyla arkasından yokluk geleceği manası yaygındır. (Âşûr)


 وَهُوَ الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ

 

Ayetin son cümlesi  يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۚ  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.

Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kast ediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Sevinç Resul, Arapçada Cümle Yapısı 2010, S. 190-191)

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsned olan  الْعَل۪يمُ الْقَد۪يرُ  isimleri marife gelmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında (Fatma Serap Karamollaoğlu, Meânî İlmi, s. 218), isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karinesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْعَل۪يمُ - الْقَد۪يرُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki kelimenin arasındaki vezin uyumu muvazene sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağa ifade eden sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. 

Ayetin son cümlesi tezyîldir. Tezyîl, anlamı tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Allah Rum, 27’de kudretini ilminden önce; burada ise, ilmini, kudretinden önce zikretmiştir. Niçin?

Cevap: Biz diyoruz ki, yeniden diriltme işi orada, "Ona göre bu pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfat O'nundur... "(Rum, 27) ifadesiyle anlatılmıştır. Çünkü ayette  يُعٖيدُهُ ifadesiyle kastedilen yeniden diriltmedir ki  كُن  lafzıyla olur ve kendisine "ol" denilen şey de hemen oluverir. Binaenaleyh, buradaki (Rum, 27) ilahi kudret, son derece aşikârdır. Burada bahsedilen şey ise, yaratılışın başlangıcı olup, bu da bir takım devre ve hallerden İbarettir. Buradaki bütün hal ve durumların bilgisi ise, mevcuttur. Binaenaleyh burada da, "bilme" işi çok açık ve nettir. Hem, ayetteki, "O, hakkıyla bilendir, kemâliyle kādirdir" cümlesi, hem bir müjdelemeyi hem de bir inzârı kapsamaktadır. Çünkü O, mahlukatın işlerini ve amellerini bilince, mahlukatın hallerini bilmiş olur. Mahlukatın hallerini bilme işi, kudretle yapılan mükâfat verme ve cezalandırma işinden önce olunca, ilim sözü önce zikredilmiştir. Ama ahirette ise o halleri bilmek ikâb/azap ile anlaşılacaktır. İşte bu sebeple orada, ["O, yegâne galip, yegane hüküm ve hikmet sahibidir"] (Rum, 27) buyurmuştur. Ki buna da, insanın yaratılması ile ilgili ifadelerin peşinden, ["Suret yapanların en güzeli olan Allah'ın şAnı ne yücedir!"] (Müminun, 14) buyurmuştur. Şimdi biz diyoruz ki buradaki ahsen kelimesi, Cenab-ı Hakk'ın ilmine bir işarettir. Çünkü güzel yaratma işi ancak ilimle olur. el-Hâlikın işinden anlaşılan yaratma işi de, O'nun kudretine bir işarettir.

Cenab-ı Hak, ilk yaratmadan bahsedip, ikinci kez yaratma da tıpkı ilk yaratma gibi olunca, işte bu hususu, o yeniden yaratmanın hallerini ve vakitlerini ele alarak belirtmiş ve şöyle buyurmuştur: 

Kıyametin kopacağı gün günahkârlar, bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler, işte onlar, (dünyada da haktan) böyle döndürülüyorlardı". (Fahreddin er-Râzî)

Burada ilim ve kudret vasıfları zikredilmiştir. Çünkü gelişmek için hikmet gereklidir. Hikmet de ilim dairesindendir. Açığa çıkması da kudretin etkisini gösteren en etkili şeydir. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 55. Ayet

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ كَذٰلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ  ...


Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَوْمَ ve gün ي و م
2 تَقُومُ başladığı ق و م
3 السَّاعَةُ sa’at س و ع
4 يُقْسِمُ yemin ederler ق س م
5 الْمُجْرِمُونَ suçlular ج ر م
6 مَا
7 لَبِثُوا kalmadıklarına ل ب ث
8 غَيْرَ -ten başka غ ي ر
9 سَاعَةٍ bir sa’at- س و ع
10 كَذَٰلِكَ işte
11 كَانُوا onlar ك و ن
12 يُؤْفَكُونَ (böyle) çevriliyorlardı ا ف ك

Kıyamet koptuğunda günaha saplanmış olanların ancak kısa bir süre kaldıklarını söyleyeceklerinin belirtildiği 55. âyette nerede kaldıklarıyla ilgili bir açıklama bulunmadığı için, burada, dünyada veya kabirlerde geçirdikleri ya da dünyanın sona ermesiyle haşir günü (öldükten sonra dirilme vakti) arasında geçen sürenin kastedilmiş olabileceği (Zemahşerî, III, 208) yorumları yapılmıştır. 56. âyetin “fakat siz onu tanımıyordunuz” şeklinde çevrilen son cümlesi lafza uygun olarak “fakat siz bilmiyordunuz, anlamıyordunuz” şeklinde de tercüme edilebilir; meâlde “siz onu onaylamıyordunuz” tarzındaki izahlar esas alınmıştır (meselâ bk. Fîrûzâbâdî, V, 54). “Siz onu yalanladığınız ve alaya aldığınız için çabucak gelmesini istiyordunuz” tarzındaki yorum da (Şevkânî, IV, 266) bu mânayı desteklemektedir. 58. âyette Kur’an’da insanlar için her türlü örneğin verilmiş olduğu ifade edilirken, Allah’ın varlığı, birliği, Kur’an’ın Allah katından geldiği, insanların öldükten sonra diriltilerek hesaba çekilecekleri hususunda inkârcılara hiçbir mazeret bırakmayacak açıklıkta kanıtlar getirildiği ve uyarılara yer verildiği, bundan sonra inkârcılıkta direnmenin katı bir inattan başka bir şey olmadığı ve Hz. Peygamber’e hiçbir kusur izâfe edilemeyeceği anlatılmış olmaktadır (Râzî, XXV, 137-138).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 328

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı,  يُقْسِمُ  fiiline mütealliktir.

يَوْمَ  hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَقُومُ السَّاعَةُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  تَقُومُ  damme ile merfû muzari fiildir.  السَّاعَةُ  fail olup lafzen merfûdur.

يُقْسِمُ  damme ile merfû muzari fiildir.  الْمُجْرِمُونَ  fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

مَا لَبِثُوا  kasemin cevap cümlesidir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَبِثُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

غَيْرَ  zaman zarfı fetha ile mansubdur.  لَبِثُوا  fiiline mütealliktir.  سَاعَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُقْسِمُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  قسم ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

الْمُجْرِمُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


كَذٰلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل  (gibi) demektir. Bu ibare   يُؤْفَكُونَ  fiilinin mahzuf mef’ûlu mutlakına mütealliktir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  

كَانُوا  damme üzere mebni, nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.  يُؤْفَكُونَ  fiili  كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْفَكُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.

وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , ihtimam için müteallakı olan  يُقْسِمُ  fiiline takdim edilmiştir.

Muzâfun ileyh konumundaki  تَقُومُ السَّاعَةُ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede fiillin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

تَقُومُ السَّاعَةُ  ifadesinde istiare vardır. Saatin gelmesi ile kastedilen, vaktinin, onun için belirlenen zaman diliminin gelmesidir. Arapların  قد قامت السوق  (Pazar geldi/başladı) sözleri de bu manada olup, pazar esnafının hareketlenip alışveriş yapacakları vakit başladı demektir. Kıyamete,  القيامة  adının verilmesi de bu manaya göredir. Yine o vakitte insanların ayakları üzerine dikilmelerinden dolayı onun bu şekilde isimlendirilmiş olması da mümkündür. Çünkü kıyametin asıl anlamı ‘ayağa kalkma’dır. Nitekim Yüce Allah bu manada  يَوْمَ يَقُومُ النَّاسُ لِرَبِّ الْعَالَمٖينَ [O gün insanlar alemlerin Rabbi huzurunda ayağa kalkacaklardır] (Mutaffifin/6)  buyurmuştur. Yine Allah’ın bu suredeki  وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ تَقُومَ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ بِاَمْرِه۪ۜ [Göğün ve yerin, onun buyruğu ile ayakta durması da O’nun delillerindendir] sözüne gelince, bunun manası, göğün ve yerin Allah’ın iradesiyle uzay boşluğundaki tutunma yerlerine sarılmaları, durmalarıdır. Söz sahibinin  إنَّما يقوم الأمر فلان بكذا  (Falanca bu işi ancak şununla ayakta tutar) anlamındaki sözü de bunun gibidir ki, o işin ancak o şeye yapışarak ayağa kaldırılacağını ifade etmek istemektedir. Halbuki burada, gerçek anlamda, kendisine işaret edilen ayakta durma (kıyam) diye bir şey mevcut değildir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

السّاعَةُ  ve ساعَةٍ  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır. (Âşûr)


 يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ 

 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede müsnedün ileyh ism-i fail kalıbıyla gelmiştir. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belâgatı Anabilim Dalı, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Failin İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Haziran/June 2020, 19/1: 405-426)

يُقْسِمُ - تَقُومُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ 

 

Mahzuf kasemin cevabı olan bu cümlede  مَا  nafiyedir. Menfi mazi fiil sıygasındaki cümle, mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin öncesinin delaletiyle hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin hazfedilip cevap cümlesinin zikredildiği  durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form da Kur’ân'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

سَاعَةٍۜ  kelimeleri arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

غَيْرَ سَاعَةٍۜ - سَاعَةٍۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

سَاعَةٍۜ  kelimelerinde lâfzî güzelliklerden tam cinas vardır. Bu kelimelerin harflerinin nev’i, adedi, tertibi ve heyeti aynıdır. Ancak ilk geçen kelime kıyamet manasında, ikinci geçen kelime ise bilinen zaman dilimi anlamındadır. 

Lafzî olmasının alameti de birinci kelimeyi müradifi olan bir kelimeyle değiştirip;  وَيَوْمَ تَقُومُ القيامة يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا لَبِثُوا غَيْرَ سَاعَةٍۜ  şeklinde söylenmesiyle, ya da ikinci kelimenin değiştirilerek; وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ يُقْسِمُ الْمُجْرِمُونَۙ مَا لَبِثُوا الا وقة قصيرا  şeklinde söylenmesiyle bu güzelliğin kaybolmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

السَّاعَةُ kelimesinde, “İki manası bulunan bir kelimenin bir manasını kendisiyle, diğer manasını da ona âid bir zamirle ifade etmek ya da her iki manaya âid birer zamirle bu iki manayı ifade etmektir”  şeklinde tarif edilen istihdam sanatı vardır. 

Bu sanat şöyle de tarif edilmiştir: İki anlamı olan bir kelimeyi söz içinde iki anlama da gelecek şekilde kullanmaktır. (İbn Munḳıẕ) 

Farklı alimler sanatları bazen farklı şekillerde tarif etmiştir.

 

كَذٰلِكَ كَانُوا يُؤْفَكُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. كَذٰلِكَ , amili  يُؤْفَكُونَ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. 

Bu takdire göre nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

كَان ’nin haberi olan  يُؤْفَكُونَ , muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir. 

Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

Bu ifadenin, [Onlar dünyada bir saatin dışında kalmadılar]; "Kabirlerde... kalmadılar" ve "Onlar, dünyanın yok olduğu vakitten yeniden diriltilme vaktine kadar, bir saatten başka kalmadılar" anlamlarında olduğu ileri sürülmüştür, işte böylece onlar, haktan, batıla; doğrudan da yalana döndürülüyorlardı demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 56. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَالْا۪يمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْبَعْثِۘ فَهٰذَا يَوْمُ الْبَعْثِ وَلٰكِنَّكُمْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  ...


Kendilerine ilim ve iman verilmiş olanlar ise onlara şöyle diyeceklerdir: “Andolsun, siz, Allah’ın yazısına göre, yeniden dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu yeniden dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi(ler) ki ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 أُوتُوا verilen(ler) ا ت ي
4 الْعِلْمَ bilgi ع ل م
5 وَالْإِيمَانَ ve iman ا م ن
6 لَقَدْ andolsun
7 لَبِثْتُمْ siz kaldınız ل ب ث
8 فِي
9 كِتَابِ yazgısınca ك ت ب
10 اللَّهِ Allah’ın
11 إِلَىٰ kadar
12 يَوْمِ gününe ي و م
13 الْبَعْثِ yeniden dirilme ب ع ث
14 فَهَٰذَا işte bu
15 يَوْمُ günüdür ي و م
16 الْبَعْثِ dirilme ب ع ث
17 وَلَٰكِنَّكُمْ fakat siz
18 كُنْتُمْ idiniz ك و ن
19 لَا
20 تَعْلَمُونَ bilmiyor(lar) ع ل م

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَالْا۪يمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْبَعْثِۘ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اُو۫تُوا الْعِلْمَ 'dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اُو۫تُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  الْعِلْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الْا۪يمَانَ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur.

Mekulü’l-kavli  لَقَدْ لَبِثْتُمْ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

لَبِثْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamir  تُمْ  fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي كِتَابِ  car mecruru  لَبِثْتُمْ  fiiline mütealliktir.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  لَبِثْتُمْ  fiiline mütealliktir.  الْبَعْثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 فَهٰذَا يَوْمُ الْبَعْثِ

 

İsim cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَوْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. الْبَعْثِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَلٰكِنَّكُمْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كُمْ  muttasıl zamiri  لٰكِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ  cümlesi  لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كُنْتُمْ  sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir.  تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  لَا تَعْلَمُونَ  fiili,  كَانَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari 

fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَقَالَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَالْا۪يمَانَ لَقَدْ لَبِثْتُمْ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْبَعْثِۘ

 

Ayet, atıf harfi  وَ ‘la önceki ayetteki  يقسم المجرمون  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Önceki ayetle bu ayet arasında mukabele oluşmuştur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اُو۫تُوا الْعِلْمَ وَالْا۪يمَانَ , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sonraki habere dikkat çekmek kastı yanında, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَقَدْ لَبِثْتُمْ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ اِلٰى يَوْمِ الْبَعْثِۘ  cümlesinde  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  كِتَابِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  كِتَابِ  tazim edilmiştir.

ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  كِتَابِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  كِتَابِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak durumdaki bağlılığı, etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. 

İmanın ilme atfı ihtimam içindir. Çünkü imansız ilim ahiret hayatının kurtarıcısı olan hak olan itikada yönlendirmez. (Âşûr)

لَبِثْتُمْ  fiili hakiki manada kullanılmıştır. Kabirlerde kaldınız demektir. (Âşûr)

في  harfi ta’lil içindir.  Bugüne kadar kaldınız demektir. (Âşûr)


فَهٰذَا يَوْمُ الْبَعْثِ 

 

Mekulü’l-kavle matuf olan cümlede  هٰذَا  mübteda,  يَوْمُ الْبَعْثِ  haberdir. Atıf sebebi konu birliğidir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Müsnedün ileyh, işaret edilene dikkatleri çekerek önemini vurgulamak için işaret ismiyle marife olmuştur.  

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هٰذَا  ile zamana işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsned olan  يَوْمُ الْبَعْثِ , veciz anlatım kastıyla izafet formunda gelmiştir.

يَوْمُ الْبَعْثِ  (yeniden diriliş günü) ayette tekrarlanarak muhatabın zihninde yer etmesi ve öneminin anlaşılması murad edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَهٰذَا ’daki  فَ  edatı, mahzûf şartın cevabıdır, takdiri şöyledir: Eğer yeniden dirilmeyi inkâr ediyor idiyseniz, işte bu o gündür. Yani inkârınızın batıl olduğu meydana çıkmıştır. (Beyzâvî) 


 وَلٰكِنَّكُمْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi de mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberinin nakıs fiil  كَانَ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi şeklinde gelmesi sübut ve istimrar ifade eder.

كَانَ ’nin haberi  لَا تَعْلَمُونَ  şeklinde menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لٰكِنَّٓا - كُنَّا  kelimeleri arasında muharref seci vardır.

الْعِلْمَ - لَا تَعْلَمُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l- acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَبِثْتُمْ - الْبَعْثِۘ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Rûm Sûresi 57. Ayet

فَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ  ...


O gün zulmedenlere mazeretleri fayda sağlamaz, Allah’ı razı edecek amelleri işleme istekleri de kabul edilmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَيَوْمَئِذٍ artık o gün
2 لَا asla
3 يَنْفَعُ fayda vermez ن ف ع
4 الَّذِينَ kimselere
5 ظَلَمُوا zulmetmiş olan(lara) ظ ل م
6 مَعْذِرَتُهُمْ mazeretleri ع ذ ر
7 وَلَا ve ne de
8 هُمْ onlardan
9 يُسْتَعْتَبُونَ rıza talebetmeleri istenir ع ت ب

فَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  يَنْفَعُ  fiiline müteallıktır. إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْفَعُ  damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُوا 'dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. مَعْذِرَتُهُمْ  kelimesi  يَنْفَعُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُنْظَرُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  عتب ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

فَيَوْمَئِذٍ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَعْذِرَتُهُمْ

 

Ayet, atıf harfi  فَ  ile 55. ayetteki  يقسم المجرمون  cümlesine atfedilmiştir. Menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَئِذٍ  önemine binaen amili olan  لَا يَنْفَعُ  fiiline takdim edilmiştir. 

يَوْمَئِذٍ ‘nin sonundaki tenvin takdir edilen muzâfun ileyh cümlesinden ivazdır. Cümlenin takdiri … يوم إذ تقوم الساعة لا ينفع  (Kıyamet koptuğu gün fayda vermez.) şeklindedir. Muzâfun ileyh cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

يَنْفَعُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası  ظَلَمُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi sıygasında gelmesi sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

مَعْذِرَتُهُمْ  izafeti,  لَا يَنْفَعُ  fiilinin muahhar failidir. Mef’ûlün faile siyaktaki önemine binaen yapılan takdimi, îcâz-ı hazif sanatıdır.


  وَلَا هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ

 

Atıfla gelen son cümle mübteda ve haberden müteşekkildir. 

Hükümde ortaklık sebebiyle  وَ ’la makabline, yani … لا ينفع  cümlesine atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Takdim edilmiş müsnedün ileyhten önce nefy harfinin gelmesi tahsis ifade etmiştir. Ayrıca müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve zem makamı olması sebebiyle de istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde olay muhatabın muhayyilesinde canlanır. Bu da konunun daha iyi kavranmasına yardımcı olur.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يُسْتَعْتَبُونَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Kur’an-ı Kerim’de  tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi, belli bir zamanda hudûsu ifade eder. Ayrıca muzari fiil cümlesi, hem hudûs hem de gelecek zaman ifadesi sebebiyle teceddüt (fiilde yenilenme/tekrarlanma) ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sülasisi  عْتَبُ  olan  يُسْتَعْتَبُونَ  fiili,  استفعال  babındadır. Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

Yani, Onlardan, العيتاب  (el-İtab, vazgeçme) istenmeyecektir demektir. İtâb, kınama ve azarın giderilmesi demektir. Yani, "suçlarını silecek olan tövbe, onlardan istenmeyecek; zira artık o tövbe onlardan kabul edilmeyecektir" demektir. (Fahrettin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 58. Ayet

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ بِاٰيَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُبْطِلُونَ  ...


Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali verdik. Andolsun, eğer sen onlara bir âyet getirsen, inkâr edenler mutlaka, “Siz ancak asılsız şeyler uyduranlarsınız” derler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 ضَرَبْنَا biz anlattık ض ر ب
3 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
4 فِي
5 هَٰذَا bu
6 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
7 مِنْ
8 كُلِّ her çeşit ك ل ل
9 مَثَلٍ misali ile م ث ل
10 وَلَئِنْ ve eğer
11 جِئْتَهُمْ onlara getirsen ج ي ا
12 بِايَةٍ bir ayet ا ي ي
13 لَيَقُولَنَّ derler ق و ل
14 الَّذِينَ kimseler
15 كَفَرُوا inkar edenler ك ف ر
16 إِنْ değil(siniz)
17 أَنْتُمْ siz
18 إِلَّا başka
19 مُبْطِلُونَ iptal edenler(den) ب ط ل

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

ضَرَبْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

لِلنَّاسِ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir. 

ف۪ي هٰذَا  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir.  الْقُرْاٰنِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  ضَرَبْنَا  fiiline mütealliktir.  مَثَلٍ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ بِاٰيَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُبْطِلُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

جِئْتَهُمْ  şart fiili olup, sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. بِاٰيَةٍ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

يَقُولَنَّ  fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. يَقُولَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذٖينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُٓوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli  اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُبْطِلُونَ ‘dur.  يَقُولَنَّ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مُبْطِلُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبْطِلُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan i’fal babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۜ

 

وَ , istînâfiyyedir.  لَ , cümlenin, mahzuf bir kasemin cevabı olduğunun işaretidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf kasem ve  قَدْ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi olan … وَلَقَدْ ضَرَبْنَا لِلنَّاسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

ضَرَبْنَا  fiilnin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

الْقُرْاٰنِ , işaret isminden bedel veya atf-ı beyan olarak ıtnâb sanatıdır.

Kur’an’a  هٰذَا  ile işaret edilmesi önemine dikkat çekmek ve tazim içindir.

مَثَلٍۜ ‘deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  الْقُرْاٰنِ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  الْقُرْاٰنِ , hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.

Cenab-ı Hakk’ın bu ifadesi, mazeretlerin kabul edilmeyeceğine, gerekli miktarın çok çok üstünde olan inzârın yapıldığına, peygamberde herhangi bir kusur bulunmadığına bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ بِاٰيَةٍ لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُبْطِلُونَ

 

Ayetin atıfla gelen ikinci cümlesi önceki kasem cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak vardır. 

Mahzuf kasemin cevap cümlesidir.  لَ , mahzuf kasem cümlesine işaret eden lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Ayet, kasem üslubunda gayrı talebî inşâ cümlesidir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şart cümlesi olan  جِئْتَهُمْ بِاٰيَةٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِاٰيَةٍ ‘deki tenvin herhangi bir manasında adet ifade eder.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 88.)

إنْ  şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

لَيَقُولَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Şart cümlesinin cevabı kasemin cevabının delaletiyle hazf edilmiştir. Şartın cevabının hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Fail konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  كَفَرُٓوا  şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.  

لَيَقُولَنَّ  kelimesinin sonundaki nûn-u sakile ve baştaki  لَ  harfi; kâfirlerin böyle söyleyeceklerinin kesin olduğunu belirtmektedir.

يَقُولَنَّ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُبْطِلُونَ , kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  اَنْتُمْ  mevsuf/maksûr,  مُبْطِلُونَ  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَفَرُٓوا  - مُبْطِلُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

وَلَئِنْ جِئْتَهُمْ  ifadesinde, zamirin müfred getirilmesinde,  اِنْ اَنْتُمْ  ifadesinde de çoğul getirilişinde şöyle bir incelik bulunmaktadır: Cenab-ı Hak sanki, “Ey habibim, Sen, bütün peygamberlerin getirdiği her türlü mucizeyi ve getirilmesi mümkün olan şeyi getirsen, onlar yine de, “Ey risalet iddiasında bulunanlar, sizin hepiniz yalancı ve müzevirsiniz...” diyeceklerdir” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Rûm Sûresi 59. Ayet

كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ  ...


Allah, bilmeyenlerin kalplerini işte böyle mühürler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ işte böyle
2 يَطْبَعُ mühürler ط ب ع
3 اللَّهُ Allah
4 عَلَىٰ üzerini
5 قُلُوبِ kalbleri ق ل ب
6 الَّذِينَ kimselerin
7 لَا
8 يَعْلَمُونَ bilmeyen(lerin) ع ل م

İfade akışı incelendiğinde 59. âyette “ilimden nasibi olmayanlar” diye sözü edilenlerden maksadın zihniyet açısından câhil, gözünün önündeki gerçekleri ve delilleri görmezden gelme inadını sürdüren kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumdaki kimselerin kalpleri mühürlenmiştir; yani hakikatlere kulak vermemekte direnmeleri ve iradelerini kötü yolda kullanmaları sebebiyle ilâhî yardımdan mahrum edilmişler, kendi bağnazlıklarıyla başbaşa bırakılmışlardır (Zemahşerî, III, 209).

Sûre, sabrı ve inkârcılara karşı Allah’a güvenmeyi telkin eden vurgulu bir ifadeyle son bulmaktadır. 60. âyette Resûl-i Ekrem’e ve onun şahsında müminlere teselli ve moral verilmekte, aynı zamanda şartlardan etkilenmeksizin kendi çizgilerinde yürümeleri istenmektedir. Âyetin son cümlesi “İmana çağrı görevini aynı titizlikle sürdür, seni etkilemelerine fırsat verme, zihnine şüphe sokmalarına veya seni küçümsemelerine izin verme; onların tavırları seni üzüntüye, tedirginlik veya telâşa düşürmesin” gibi mânalarla açıklanmıştır. Bu âyetlerin Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret için fikrî hazırlık yaptığı sıralarda indiği dikkate alınarak, burada, şartlar yeterince olgunlaşmadan hareket edilmemesi yönünde bir uyarının bulunduğu da düşünülebilir (Derveze, VI, 308).

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 328-329

كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) demektir. Bu ibare, amili  يَطْبَعُ  olan mahzuf masdarın sıfatına mütealliktir. Takdiri;  طبعًا مثلَ ذلك الطبع يطبع اللهُ على قلوب الذين لا يعلمون (Allah bu mühürlemeye benzer şekilde akletmeyenlerin kalplerini mühürler.) şeklindedir.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

يَطْبَعُ  damme ile merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  عَلٰى قُلُوبِ  car mecruru  يَطْبَعُ  fiiline mütealliktir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يَعْلَمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى قُلُوبِ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ , amili  يَطْبَعُ  olan mahzuf mef’ûlü mutlaka mütealliktir. Takdiri;  طبعًا مثلَ ذلك الطبع يطبع اللهُ على قلوب الذين لا يعلمون (Allah bu mühürlemeye benzer şekilde bir mühürle akletmeyenlerin kalplerini mühürler.) şeklindedir.

Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/28, c. 5, Suresi, s. 101)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Kalplerin mühürlenmesi ifadesinde istiare vardır. Kalp hidayetin içine konulacağı mühürlenebilen bir kaba benzetilmiştir. Kâfirlerin büyüklenme ve inanmama konusundaki inatlarının ulaştığı şiddeti ifade etmek için bu istiare yapılmıştır.

قُلُوبِ  için muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûlün sılası olan  لَا يَعْلَمُونَ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

يَطْبَعُ اللّٰهُ , kalpte bulunup onu ferahlatan ve doğruyu kabul etmesine vesile olan inceliklerin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Bu inceliklerin yok edilmesinin sebebi; kalbi mühürlenenlere fayda vermeyeceğinin ve kalplerinde olumlu bir etki bırakmayacağının bilinmesidir. Anlatacaklarının boşa gideceğini bilen vaizin, etkilenmeyen ve faydalanma isteği olmayan birine anlatmaktan vazgeçmesi gibi.  يَطْبَعُ اللّٰهُ  ifadesi, kalplerinin katı olması, hırs ve pas bürümesi sebebiyle bu durumlarına kinaye yapılmıştır. İşte bu şekilde cahillerin kalpleri katılaşır ve paslanır. Öyle ki iyi/haklı insanlara, kötü/haksız damgasını vururlar. Böyle yapanlar Allah’ın yarattıkları arasında kötülüğün dibini bulanlardır. (Abdülcelil Bilgin, Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı, 320)

والطَّبْعُ عَلى القَلْبِ  ifadesi ‘mühürlemek’ demektir, bu durumda kalplerin dini konuları anlamaya kabiliyeti olmaz. (Âşûr)

 
Rûm Sûresi 60. Ayet

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذ۪ينَ لَا يُوقِنُونَ  ...


Sabret. Şüphesiz, Allah’ın va’di gerçektir. Kesin imana sahip olmayanlar sakın seni gevşekliğe (ve tedirginliğe) sürüklemesinler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاصْبِرْ sabret ص ب ر
2 إِنَّ şüphe yok ki
3 وَعْدَ va’di و ع د
4 اللَّهِ Allah’ın
5 حَقٌّ haktır ح ق ق
6 وَلَا ve
7 يَسْتَخِفَّنَّكَ seni telaşa düşürmesin خ ف ف
8 الَّذِينَ kimseler
9 لَا
10 يُوقِنُونَ inanmayan(lar) ي ق ن

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن قال الكافرون ذلك (Kâfirler böyle söylerse) şeklindedir.

اصْبِرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

وَعْدَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  حَقٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. 


وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذ۪ينَ لَا يُوقِنُونَ

 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَخِفَّنَّكَ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا يُوقِنُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُوقِنُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَسْتَخِفَّنَّكَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  خفف ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

يُوقِنُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  يقن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ 

 

فَ , takdiri  إن قال الكافرون ذلك (Kâfirler böyle söylerse) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.

Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan  فَاصْبِرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Ta’liliyye olarak fasılla gelen  اِنَّ وَعْدَ اللّٰهِ حَقٌّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyh olan  وَعْدَ اللّٰهِ , veciz anlatım kastına binaen, izafetle gelmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi nedeniyle çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَعْدَ  kelimesinin Allah lafzına izafeti, vaade dikkat çekip önemini vurgulamak ve tazim içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

[Sen şimdi sabret. Şüphe yok ki Allah'ın vaadi haktır], yani "Senin doğruluğun ortaya çıkacaktır" beyanı ile Hazret-i Peygamber 'in kalbini takviye ve teselli etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَا يَسْتَخِفَّنَّكَ الَّذ۪ينَ لَا يُوقِنُونَ

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la فَاصْبِرْ  cümlesine atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

يَسْتَخِفَّنَّكَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  لَا يُوقِنُونَ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması o kimselerin bilinen kimseler olduğunu belirtmenin yanında, tahkir ifade eder. 

يَسْتَخِفَّنَّكَ  fiilinin sonundaki  نّ , tekid ifade eden nunu sakiledir. Sülasisi  خفف  olan  يَسْتَخِفَّنَّكَ  fiili,  استفعال  babındadır. Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Kur’an’daki bütün surelerde olduğu gibi bu surenin de son ayeti, hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Surenin bütün ayetlerinin fasılalarındaki  وَ - نَ , يْ - نَ  harflerinin meydana getirdiği lüzum ma la yelzem, okuyanın dikkatinden kaçmayacak son derece latif, bedî’ sanattır.

Surenin son ayetinde hüsn-i intihâ sanatı vardır. Bu sanatta mütekellim sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlar. Kur’ân’daki sûrelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Kati iman beslememekte olanlar, sakın seni (sabırsızlıkla) hafifliğe götürmesinler” (Rum, 60) ifadesi, Hz. Peygamber (sav)’in, insanları imana davet etmesinin gerekli ve şart olduğuna bir işarettir. Çünkü, eğer o susmuş olsaydı, o zaman kâfirler, “O, fikri tutarsız ve sebatı olmayan bir kimsedir” diyeceklerdi. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır, dönüş O’nadır, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a; salâtü selâm da, peygamberlerin seyyidine, âline, ashabına ve hepsine olsun. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam-ı kerîm, zahiri itibarıyla her ne kadar kâfirleri Peygamberimizi gevşekliğe sevk etmekten men etmek anlamını ifade ediyorsa da kinaye yoluyla Peygamberimizin, onların bu hareketlerinden etkilenmemesini ve onların fitnesine düşmemesini emir buyurmaktadır. Nitekim ["Bir kavme olan öfkeniz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin."] (Maide/8) ayeti de bu kabildendir. (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
Allah'a çağıran davetçinin, karşı karşıya kalacağı eziyet ve işkencelere sabretmesi gerekir. Çünkü hidâyet Allah'ın hidâyetidir. Ona düşen, tebliğden başka bir şey değildir. Sabır ve hak yolda meşakkatlere katlanmak oldukça önemlidir.
İnsanın yaratılışının aşamaları, gelişmesi, gençliğinde güçlü sonra da yaşlanıp zayıflaması yüce Allah'ın azametini ve kudretini vurgulayan hususlar arasındadır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan doğar. Güçsüzdür ve çaresizdir. Allah’ın rahmetiyle büyüdükçe kuvvetlenir. Önce sadece yatar, sonra ayaklanır. Kendi kendine hareket etmeyi ve kendini ifade etmeyi öğrenir. Belli bir yaştan sonra ömrü uzadıkça güçten düşmeye başlar ve kabiliyetlerinin birçoğunu zamanla kaybeder. Bir gün eceli gelir ve ölür.

İnsanın sahip olduğu zamanı değerlidir. Zira; ne zaman son bulacağı meçhuldur. Fakat, günümüzün yaygın bakış açıları, yanlış eğitim, hatalı öncelik seçimleri ve geç kazanılan değerler sonucu; insanın güçlendiği zamanı ile hakiki manada olgunlaştığı zamanı örtüşmemektedir. Hakikat yolunda harcanması gereken zamanların büyük bir kısmı, dünya hevesleri için heba edilir. 

İnsan doğar, büyür ve ölür. Büyüdükten sonra hakikat ile tanışır. Gözleri, kulakları ve kalbi açılmamış ise; ya kiminle tanıştığını anlamaz ya da kiminle tanıştığını önemsemeden yoluna devam eder. Yaşanacak bir bugünü kalmadığında ve haberi gelen gün gelip de, dünyadaki zamanını hayal meyal hatırladığında kalakalır.

Ey Allahım! Bizi; zihnen ve kalben geç olgunlaşanlar gibi olmaktan koru. Sana kulluk etmek ve günahlarından tevbe etmek için ulaşıp ulaşmayacağını bilmediği yaşlılığını bekleyenlere benzemekten koru. Kalplerimizi, kulaklarımızı ve gözlerimizi; iman nurun, ilmin ve muhabbetin ile aydınlat. Karşımıza çıkan hakikati tanıyanlardan ve peşinden gidenlerden eyle. Sahip olduğu gücünü, zamanını ve kabiliyetlerini Senin rızan için kullananlardan eyle.

Hakikati görenlerden, işitenlerden, anlayanlardan ve sevenlerden olmak duasıyla.

Amin.

***

Kendisine gönderdiği mektuplardan birinde şu ifadeler yer alıyordu:

İbn Sina’nın bir sözü vardır:

“Hiç kimse, görmek istemeyen biri kadar kör olamaz.”

Bazen nefsini susturup durmalıdır. İstediklerinden, kendisi için iyi olacağını sandıklarından ve istemediklerinden uzaklaşmalıdır. Kaybettiğini ya da umduğunu arayan bir insan gibi geriye doğru adım atıp ‘acaba bakmadığım bir köşe ya da kaçırdığım bir nokta var mı’ düşüncesiyle gözlerini açmalıdır ve detayların hepsini yakalamaya çalışmalıdır. 

Yaşanmışları yaşanmamışlara çevirmeye çalışmaktan, mutsuzluğunun suçunu bir başkasına yüklemekten ve değiştiremeyeceği gerçeklere kafa yormaktan vazgeçmelidir. 

Bazen kalbini, ibadetlerini ve dualarını gözden geçirmelidir. Eksikliklerini tamamlamaya çabaladıktan sonra kendisine: ‘acaba bir şeyi yanlış mı istiyorum yoksa acele mi istiyorum’ sorusunu sormalıdır. Nefsinin çıkardığı gürültüye rağmen: ‘Allahım ben Sana güveniyorum, bana kolaylaştır, hakkımda hayırlı olanı gönlüme sevdir’ diye yüksek sesle tekrarlamalıdır.

Her anında Allah’ı anarak, O’na tevbe ve şükür ifadeleriyle yaklaşmalıdır. Sık sık Kur’an-ı Kerim’i hayatına işlemelidir ve Rasulullah (sa)’in hayatını okumalıdır. Bunlarla kendisine bir zırh örmelidir.

Bazen bir şeyleri beklemeyi bırakmalıdır. Mutluluğun sunulmasını, cevapların verilmesini, etrafındakilerin düzelmesini, sorunların çözülmesini ve geleceğin aydınlanmasını bekleme saplantısından kurtulmalıdır. Bu belki de daha çok ışık göreceğim diye doğrudan güneşe bakmaya benzer. Gözler bununla başa çıkamaz ve ısrar edilirse zarar görür.

Güneşe değil, aydınlattıklarına yani hayaline değil, eline bakmalıdır; şikayet değil, şükür defterini açmalıdır; nefsini değil, kalbini dinlemelidir; dünyayı değil, ahireti istemelidir; hevesini değil, Allah’ı anmalıdır.

Ey Allahım! Bizi görenlerden ve işitenlerden eyle. Her şeyi Senden isteyenlerden eyle. Hastalandığında şifayı, korktuğunda rahatlığı, daraldığında huzuru, zorlandığında kolaylığı, sıkıştığında ferahlığı ve ihtiyacını doğru istemeyi Senden isteyenlerden eyle. Dünyaya dair bir şeyleri beklerken Sana daha iyi bir kul olmanın fırsatlarını yitirmekten ve ömürlerimizi değerlendirememekten muhafaza buyur. Baktığımız her noktada, işittiğimiz her seste; Senin muhabbetine, rahmetine ve nuruna kavuşanlardan eyle. Senin rızanın olmadığı her mekandan, insandan ve işten uzaklaştır. İki cihanda da bizi rahmetinle, muhabbetinle ve nurunla sevindir. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji