Rûm Sûresi 50. Ayet

فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  ...

Allah’ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَانْظُرْ bir bak ن ظ ر
2 إِلَىٰ
3 اثَارِ eserlerine ا ث ر
4 رَحْمَتِ rahmetinin ر ح م
5 اللَّهِ Allah’ın
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 يُحْيِي diriltiyor ح ي ي
8 الْأَرْضَ yeri ا ر ض
9 بَعْدَ -nden sonra ب ع د
10 مَوْتِهَا ölümü- م و ت
11 إِنَّ şüphe yok ki
12 ذَٰلِكَ böylece
13 لَمُحْيِي diriltecektir ح ي ي
14 الْمَوْتَىٰ ölüleri م و ت
15 وَهُوَ ve O
16 عَلَىٰ üzerine
17 كُلِّ her ك ل ل
18 شَيْءٍ şey ش ي ا
19 قَدِيرٌ kadirdir ق د ر
 

Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).

47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).

51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).

 

فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن أرسل الله الرياح فانظر إلى آثار  (Allah rüzgar gönderirse etkisine bak) şeklindedir.

انْظُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت  ‘dir.  اِلٰٓى اٰثَارِ  car mecruru  انْظُرْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَحْمَتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

كَيْفَ  istifham ismi olup amili  يُحْـيِ  ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْـيِ  fiili  يِ  üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

بَعْدَ  zaman zarfı  يُحْـيِ  fiiline müteallıktır.  مَوْتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هَاۜ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

يُحْـيِ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  حيي  ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۚ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ذٰلِكَ  işaret ismi  اِنَّ  ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

لَ  harfi  اِنَّ  ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  مُحْـيِ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup nasb alameti  يِ  ‘dir.  الْمَوْتٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

مُحْـيِ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَلٰى كُلِّ  car mecruru قَد۪يرٌ  ‘e müteallıktır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَد۪يرٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  قَد۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ 

 

فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olan rabıta harfidir. Takdiri  إن أرسلناك إلى الناس كافّة  (Seni tüm insanlara gönderseydik.) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

اُنْظُرْ  fiili ile, akledilen bir durum görünen bir şeye benzetilerek ilim anlamı için müstear oluşmuştur. (Âşûr)

اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan rahmet eserlerine tazim ve teşrif ifade eder.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  كَيْفَ يُحْـيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۜ  cümlesi, lafz-ı celâlden hal konumundadır. Hal, cümlenin anlamını zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. 

Cümlede soru ismi  كَيْفَ  istifhamdan mücerrettir, amili  يُحْـيِ  olan, haldir. 

كَيْفَ يُحْـيِ… cümlesinin,  اٰثَارِ  ’den bedel olması da caizdir.

Birçok ayette geçen rahmet yağmurdan kinayedir. Rahmet yağmura sebep olduğundan, onun yağmur anlamında kullanılması sebebiyye ilgisi ile mürsel mecaz olur. Allah Teâlâ’nın  فَانْظُرْ اِلٰٓى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ  [Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak] sözü bu anlamdadır. Yani yağmurların ardından otların yeşermesi, bitkilerin bitmesi, ovaların yeşillere bürünmesi gibi eserlere [bir bak].(Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları) 

Bu bakma emrinden murad, Allah'ın kudretinin büyüklüğüne ve rahmetinin genişliğine dikkat çekmek, bir de bundan sonra gelecek olan yeniden dirilme konusuna hazırlık olması içindir. (Ebüssuûd)

يُحْـيِ  -  مَوْتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı icâb sanatı vardır. 


اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ


Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ve  لْ ’la tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.  ذٰلِكَ  işaret ismi  اِنَّ ’nin ismi,  مُحْـيِ الْمَوْتٰىۚ  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir. Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi işaret edilenin önemini vurgulamak akıllara yerleştirmek ve tazim içindir.

ذٰلِكَ  ile yeryüzüne hayat veren lafza-ı celâle işaret edilmiştir. 

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kamil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Mûsâ, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)

اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْـيِ الْمَوْتٰىۚ  cümlesinin ‘’ölümünden sonra arzı diriltir’’ sözünden sonra gelişi ba’se işaret ettiği için bu cümlede idmâc vardır. (Âşûr)

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder. 

Makabline matuf olan  وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Takdim kasrıyla tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  amiline takdim edilmiştir. Bu cümle, mamulün amiline kasrını, başka bir deyişle de olumlu ifadenin yanında bir de olumsuz mana ifade eder. O, her şeye kādirdir. Muktedir olmadığı hiçbir şey yoktur.  قَد۪يرٌ  ifadesi maksûr,  عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ  ise maksûrun aleyhdir. 

شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder.

قَد۪يرٌ۟  mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu (sabit olması) veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ "Zaten o, her şeye kādirdir." Bu cümle, makablinin mefhumunu açıklayan bir zeyil mahiyetindedir. Yani Allah, her şeye ve ezcümle onları diriltmeye de son derece kādirdir. Çünkü O'nun kudretinin her şeye nispeti eşittir. (Ebüssuûd)

مُحْـيِ  -  يُحْـيِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمُحْـيِ  -  الْمَوْتٰىۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

İsm-i Fail ile Fiilin Farkı:

Daha sonra Allah Teâlâ, bu ayrıntılı açıklamanın peşinden  فَانْظُرْ اِلٰى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللّٰهِ كَيْفَ يُحْيِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِ الْمَوْتٰى  [Şimdi Allah'ın şu rahmet eserlerine bak: Yeryüzünü, ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki ölüleri dirilticidir.] buyurmuştur. O, delillerden bahsedince, hem lâm-ı tekid ile hem de ism-i fail sıygasıyla,  لَمُحْيِ الْمَوْتٰى  [Şüphesiz O,  ölüleri dirilticidir] buyurmuştur. Çünkü insan, "Hükümdar, sana veriyor" dediğinde, bu sözü "O, sana vericidir" şeklindeki, ism-i fail ile söylenen sözünün ifade ettiği tekidli manayı ifade etmez. Çünkü ikinci şekil, "vermeyi kendine şiar edinmiş bir kimse olarak O, sana verecektir" manasına gelirken, birinci şekil, "O, verme işini kendine sıfat edinecek" manasına gelir. Bu mesele, senin "Sen ölüsün" sözünün, "Sen ölüyorsun" sözünden daha tekidli oluşu ile de anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)